14 Ocak 2021 Perşembe

EFYAM'IN AŞK ZAAFI

Kafa karışıklıkları, anlama çabaları, ülke sorunları derken bir haftayı daha geride bıraktık sevgili okur. Onca sıkıntılı anın içinde yol ve yön bulma telaşındaki fikir ortaklığımız EfYam için yeniden merhaba. Biz onun hikayesini kovalarken sen de takıl peşimize. Belki kendi yakaladıklarını da bulursun sen de bizimle. Geçen hafta Yamaç ve Çukur tayfa Cengiz Erdenet’in peşindeyken bırakmıştık hikâyeyi. Bu hafta da oradan devam ettik. Cengiz’in sonunun geldiğini ve aslında gelişinden bu yana oldukça kof bir düşman olduğu gerçeğinin herkes farkındaydı zira oralara girmeyeceğim. Beni bu kısımda bağlayan yer kuşkusuz başka birinin dönüşü. Çağatay Erdenet yeniden tüm karizması ve o rahatsız edici kötücül zekâsı ile geri geldi. İşin kötü tarafı çağırılmanın ona getirdiği özgüvenle artık daha güçlüydü ki babasının Yamaç korkusu tahtla onun arasındaki tek engelin artık pek de engel olmadığını ona ispatladı. Sonuç kalite fedası. Neyse… Çağatay artık tahtın sahibi ve yanında Kulkan var. Hedefte ise görünene göre Efsun. Bunun iki nedeni var. Birincisi Efsun Çağatay Erdenet için ciddi bir ego sorunsalına dönüştü. İkincisi ise Yamaç’ın en büyük zaafı. Bu iki faktör Efsun’u iki taraf için de değerli yapıyor. Bir taraf onu korumak diğer taraf ise ele geçirmek için çabalayacak. Aslında yazılarımı okuyanlar hatırlar. Ben bu savaşı daha önce bekliyordum.  Efsun Çağatay Erdenet için bir ganimet.  Güzel olan her şeyi isteyen bir adamın bu yaklaşımı tabi ki şaşırtıcı değil ama Efsun’un onun açısından teslim alınamaz oluşu üstüne tutup düşmanı olan Yamaç’a âşık olması onun obsesyona açık egosuna doğrudan saldırı. Kibir Çağatay Erdenet’in zaafı ama tabi ne noktada onu ölüme götürür göreceğiz. Çağatay gelir gelmez Efsun’u sordu ve aldığı cevaplarla Efsun’un yerini öğrenmek adına Yamaç’a hamle yaptı. Telefon konuşması sırasında Efsun’un yerini sordu Yamaç’a. Tıpkı Selim elindeyken sorduğu gibi. O an Yamaç için korku ete kemiğe büründü.  Evden çıkışı, Efsun’a gidişi, Efsun’un kapısını çalma şekli ve ona sarılışı. Korku. Kaybetme korkusunun Yamaç için Efsun’a yönelik  nereye vardığını anlamak zor değil. “Aşkım, canım, aklım çıktı.” Bunlar Yamaç’ın korkudan nefessiz kalıp Efsun’un boynunda söyledikleri. Sonrasında da derin bir nefesle ayrılışı. Nefes…  Efsun Yamaç’ın nefesi. Onsuz kalmanın ne demek olduğunu anladığı kırılma anından beri o da farkında bunun. Metaforiktir nefes. Çünkü hayat demektir. Efsun ve Yamaç karşılaştığında Yamaç yaşayan bir ölüydü. Uyuyamıyordu. Efsun’u gördü. O andan sonrası Yamaç için epik bir sürüklenişe dönüştü. Önce uyudu Efsun’un sesi ve elleriyle. Efsunlu uykularından sonra hep güneş doğdu Yamaç’ın yüzünde. Çünkü Yamaç’ın karanlık lanetinin tek güneşi Efsun olacaktı. Her karşılaşmasında her bakışında her yaralanışında Efsun Yamaç’ın hem şifası hem ışığı oldu. Zor anında yetişti. En parçalanmış anlarında onun parçalarını topladı. O dağ gibi Çukur’un arkasında durmaya çalışırken yamaçlarındaki her gölgeyi Efsun aydınlattı. Şimdi geldiğimiz noktada Yamaç sadece bunun farkında. Efsun’u Çağatay’ın şerrinden korumak için almaya gittiğinde gördüğümüz Yamaç daha önce gördüğümüz gibi değil. Efsun’a zorla bir şey yaptırmak istemeyen, kapıda bekleyen, dili “gerekirse zorla” dese de utana sıkıla, yutkunarak “benim zaafımın sen olduğunu biliyor.” diyen bir Yamaç. Bana kalırsa Yamaç Efsun’u baştan beri hep istedi. Çok istedi. İstediğini fark ettiği an durmadı ona koştu. Aralarındaki imkansızlığa rağmen durmak istemedi çünkü karşısında kendine denk bir güç vardı. Sadece kendisinin istemesinin yetmediği bir aşk. İstenmesinin en az istemesi kadar önemli olduğu bir aşk. Bundandı isyanı. O hep Efsun’un istemediği bir şeyi yapmayacağına iknaydı. Bunun için saçmaladı bazen belki de. Ona gardını indirmekten başka çaresinin kalmadığını anladığı an Yamaç’ın Efsun teslimiyeti başladı zaten. Yamaç Efsun’a teslim. Kovaladı, kaçtı, saçmaladı, istedi, korktu, sevdi, öfkelendi ama teslim olmamak için uğraştı. Sonunda ise, o kutunun içinde onun saçını gördüğü andan sonra Efsun’a teslim oldu. Çünkü artık biliyor. Onsuz yaşamak, güneşsiz bir dünyada yaşamak, belki yaşayamamak. Bu noktada da Yamaç öncesini siliyor. Efsun’u evine, odasına getirirken de öncesi yok Yamaç’ın. Kalmamış. İdris, Sena vs. Efsun varsa diğer her şey boşa düşüyor onda. Öyle ki o kadar istediği ve eminim istemeye devam ettiği bebek bile Efsun’dan sonra. Hayatına onunla devam etmeye kararlı. “Belki zamanla” ifadesinden, ki ağabeyi kıza henüz silah çekmişken söylemişti, ailesi için “zamanla alışacaklar” noktasına gelen Yamaç Koçovalı. Arada yalpalasa da son iki haftadır aşkta çığır açan delikanlı hız kesmeyiniz lütfen. Efsun da biz de bunu hak ettik.

Gelelim Yamaç’ın canı, aşkı, güzel gözlüsü Efsun Kent’e. Yamaç ikisi için bir gelecek istediğinde ona pek inandığını düşünmediğim Efsun da artık o geleceği istiyor. Burada parantez Efsun geçen hafta Medet ve Metin üzerinden Çukur hakkında bilgi sahibi oluyordu. Bu hafta Efsun’un kadrolu koruması haline gelen Medet ve Efsun sahneleri izledik. Hem Medet’in abisi Vartolu’ya olan sevgisi hem de mektupçu küçük hanımın gidişi hakkında bilgilendi Efsun. Medet’le arasında bağ oluştu Efsun’un, ki Yamaç’ın ona sarılma anında Medet’ten utandı. Medet’e gelince bütün Çukur’a hükmeden Yamaç Koçovalı’nın Efsun karşısındaki hezimetini izlerken şaşırmış olmalı. Sultan Hanım dışında bir kadın hakimiyeti malum yok Çukur’da. Hoş Sultan’ınki de daha çok anne hükümranlığı. Bir Queen Çukur açısından ilginç olacak gibi. Diğer taraftan Medet’le Efsun yakınlığının Vartolu’ya bağlanma olasılığı yüksek görünüyor. Merakla bekliyorum Baykal’ın kızı ile nasıl tanışacaklar. Parantezi kapattık. Efsun zaafı Çukur sandığı Yamaç’ın gerçekte o noktaya kendisini koyduğunu anlayınca ikna oldu. Burada yine parantez. Senaristimiz bize küçük bir alt yazı geçmiş. Çağatay’a asla açık tepki vermeyen Yamaç’ın aslıda zaafını saklamaya çalıştığını bu nedenle Efsun’a yönelik doğrudan tepki vermediğini anlatmaya çalışmış. Belki bu sayede Efsun’u bu itişmenin dışında tutacağına inandı. Mantıklı mı? Sormayacağım ben bunları. Neyse aldık kabul ettik. Ne diyelim? En son kapısına geldiğinde Yamaç Bey tarafından, ki uyarmaya gelmişti, git denilerek kovulan Efsun Kent Çukur’a giriş yaptı. Hem de bizzat o Yamaç Bey’in eşliğinde. Yamaç Efsun'un elini sımsıkı tutarak girdi o evden içeri. Daha önce yapmadığını yaptı. İçeri girmeye cesaretin yok diyen Efsun'a aslında ne kadar cesur olduğunu göstererek yaptı. Çok şey demek bu. Sonrası Efsun için ciddi bir gerilim. Yamaç’ın aksine Efsun farkında. Tam da bu nedenle o eve asla gelmek istemedi. Zorunda kaldı. Yamaç için. Çünkü kendisinin de dediği gibi o Yamaç için kalıyor. Yoksa gidebilecek, saklanabilecek güçte. Sultan’ın şaşkınlığı, Karaca’nın güya tehditvari yaklaşımına rağmen asla gereksiz samimiyete girmeyen ama son derece de kibar davranan Efsun için Yamaç’ın dönüşüyle yeni bir dönem açıldı. Efyam’ı nihayet diyalog kurarken görmek benim adıma çok sevindirici. Yamaç kendisini açıklarken her ne kadar oğlum bu kız bunları biliyor zaten desem de konuşabilmeleri önemli. Zaten bunca zaman konuşamamış olmaları koca bir saçmalıktı. Tabi sen de biliyorsun senarist bey bu ikisi konuştuğu an çözemeyecekleri bir şey yok. Hiç olmadı ki. Birbirlerinin kalbine nişan almışken anladılar nasıl bir dümenin içinde olduklarını. Burada yine parantez. Ne çift ama. Birbirlerinin kalbine nişan aldılar ve gerçekten birbirlerini kalplerinden vurdular. Hoş Efsun’un silaha hiç ihtiyacı olmadı. Gözleri yeterdi. Neyse kapatalım. Odadaki diğer konu malum ben o yatakta yatmam krizi. Şimdi. Efsun açısından şöyle bir durum var. Bu kadın aurasıyla varlığının hükmünü kuran biri. Yamaç’ın odasında Karaca konuşurken baktığı Sena’nın resmi, Karaca’nın klasik gereksiz bilgi dağıtıp mutsuz etme hamlesine verdiği karşılık, sonrasında Yamaç’a kurduğu “Bence sen de beni tanıyorsun. Ben de buyum.” cümlesi ardından kanepeye yatması ve Yamaç’ın onun yanına gelmesiyle tüm o odaya sırtlarını dönüp uyumaları. Efsun ve Yamaç artık başka bir noktada. Geçmiş geçmişte kaldı. O geçmişe dahil olan her şeye sırt dönüldü. Sadece ikisi kaldı. Bunu seçtiler. Düşman olarak tanıştılar, birbirlerine inanmayı seçtiler. Birbirlerine kapıldılar, ayrılmayı seçtiler. Başkalarıyla denemeye çalışıp yine birbirlerine teslim olmayı seçtiler. Kavga, kıyamet bir ilişkiye başlayıp sonunda birlikte bir gelecek seçtiler.  Gelinen noktada kim ne yapar bilemem. Sadece şunu diyebilirim. Efsun’un gözlerinden kopamayan, Efsun’a kızacaksa ilk o gözlerden kaçan Yamaç âşık olduğu kadından kimse için vazgeçmez bu saatten sonra. Hiç vazgeçmedi ki. Ben de senin için aynı şeyi yapardım dönemi başlıyor yani. Diğer taraftan bebeğiyle o eve Yamaç için gelen Efsun Kent “benimki bugün üç beş kişiyi indirmiş mi dicem ne dicem?” derken Yamaç’la bebeğiyle bir gelecek istediğini söyledi ve geldiği noktadan asla dönmeyecek. Âşık olduğu adamın şifası, ışığı, güneşi olduğunu bilirken onu yokluğuna dair korkuyla sınamışken asla bırakmayacak. Ben çukurum çukur ben kısmında merakım, Yamaç’a güneş olan Efsun acaba Çukur’a ne yapacak? Yamaç ve Efsun aynı ruhu taşıyor. Birbirlerine dair olan her şeyin benzerliği bundan. Baba kayıpları, aile ihanetleri, öldürmek zorunda kaldıkları kanları, dönüşmek zorunda kaldıkları kişiler. Hepsi. Birbirlerinden kopamayışları, bir bakışından ne demek istediğini anlamaları, zekâları, öfkeleri, inatları sadece yansıma. Onlar birbirleri için yaratılanlardan. Ötesi yok. Tam da bundan artık Yamaç için başkası yok. Sadece anılara saygı var. Hepsi bu. Efsun’a gelince o intikamından vazgeçti. Hayat kurtardı. Ailesini gömdü. Zaten ötesi yok. Kısaca birbirlerinin zaafı olmayı seçtiler. Bile isteye birlikte girilen bir yoldalar. Seyir zevki çok yüksek bir yol.

Son demde; aşk imkansızı severmiş. Kendince bir dil tutturur onun dışındaki tüm dillerden soyutlarmış kendisini. Efsun ve Yamaç arasındaki şey öyle birbirine dair, öyle zamanın dışında, tüm düşmanlıklardan öyle soyut ki. Çukur için kanatan Yamaç’ı Efsun karşısında ilgi isteyen bir romantiğe çeviriyor. Efsun Kent gibi bir Queen’in Yamaç’ın kanlı gömleklerini yıkamasına, onun için duyduğu kaygıyı kabullenişe çevirmesine neden oluyor. Yamaç için sevgili, sırdaş, eş, şifa, ışık olan kadın Efsun. Arık Böke ruhun şad olsun: Büyük aşk çok büyük aşk. Dönüşüp değişiyorlar beraber ama bir taraftan da hep aynılar. Güçlü, mağrur, sadece istedikleri için birbirlerine teslim. Böyle devam.

Dilek hala aynı Aras Bulut İynemli ve Damla Sönmez konusunda, ama ek EfYam’a dair. Dilerim bir an Yamaç Güzel Gözlü Efsun’a şarkı söyler. Anlatıcı malum Efsun. O zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz.

Not: Montaj ekibine buradan bir rica. Lütfen devamlılık unsuruna dikkat edin. Çok özensiz bir tavır var. Bir sahnede Efsun’un sırtı dönük sonra diğer açı yüzü sonra diğer açı yine sırtı. Aynı sahnede tutarsızlık yaratıyor. Bu sadece bir örnek dünya kadar var. Rahatsız edici oluyor.  

                                                                                                       UmayMasal






6 Ocak 2021 Çarşamba

EFYAM MASALI

 

Zamanın akıcılığının anların içeriğine bağlı olduğu dönemin farkındalığı yüksek noktalarındayız. Öyle ki canım okur kendimizce bulmaya çalıştığımız yollarda tutuna tutuna yürüyoruz. Gelelim sebeb-i girizgaha yani EfYam’a. Kovaladığımız hikâyenin 5dkdan 10dkya çıkan süresi içinde değişen, gelişenlere odaklanmaya. Hadi gel birlikte yürüyelim yolu, sen de istiyorsan eğer. Öncelikle geçtiğimiz hafta Yamaç’ın kalbinin aslında baştan beri durduğu noktanın, Efsun’un, altı kalın kalın çizilmişti hatırlarsanız. Ben sayın yazarımıza çok da güvenmediğimden dikkatimi çeken bir şeyi bilerek yazmamıştım. Bu hafta malumun ilanıyla her şey netleştiğine göre yazabilirim. Geçen hafta Yamaç kalbine gitmişti, vicdanının en ağır yüklerinden birisi olan küçük hanım yerine. Burada hafif geçilen ama bu hafta “Çok korktum.” cümlesinde saklanan bir şey vardı ki, Yamaç geçen hafta daha önce abisine kurduğu “Sadece aileme güvenirim.” çemberine Efsun’u da dahil etmiş düşüncemizi pekiştirdi. Yamaç Koçovalı geçirdiği ağaçlaşma sürecinde vicdanını, acıma duygusunu, içindeki çocuğa dair pek çok şeyi gömmüş durumda. Elindeki taşın ağırlığının kaynağı da bu. Aslında içten içe olmak istemediği noktaya giderken içindeki iyiliğe dair her şeyi çok kısıtlı bir çevreye veriyor artık. Hak etmediklerini düşünsem de bu çevrede öncelikle ailesi var ve öyle anlaşılıyor ki bir de Efsun. Oğluna rağmen Yamaç’ın o sevgisinin farklı boyutlarından herhangi bir parçasına oğlunun annesi sahip değilmiş aslında. Ki gidişinde oğlu ile karşılaşması için kendi güzel günlerini dileyen Yamaç’ın o güzel günlerde yanında olmasını istediği kadının oğlunun annesi olduğunu düşünebilmek düpedüz ahmaklıktır bana göre. Yamaç bana göre korumakta zayıf kalsa da, gerçekten sevdiğinde yanında isteyen bir adam. Bunun için “koruyamadım” cümlesine gözyaşı eşlik etti Efsun’a sarılırken. Aşkı, vicdanı, acısı, korkusu hepsi aslında Efsun’a dahilmiş. Neyse. Geçen hafta yazmıştım eğer aksı düzelirse bu aşkın ki kayması için bahane kalmadı bazı bölümleri görmezden gelebilirim. En azından şunu düşünüyorum artık, aslında bir mantığı yok da işte bir yerinden bağlanmak lazım, Yamaç gerçekten Efsun’un zarar göreceğini düşünmemiş. Bu hafta korkusunu anlatırken yüzü, kilitlenişi gösteriyor bunu. Ciddi ciddi Efsun’u kaybedebileceği gerçeğiyle karşılaşmak Yamaç’ı Efsun konusunda başka bir noktaya getirdi. Artık kafası kızdı diye çekip giden, nelerle uğraşıyorum beaaa, kafasındaki bir Yamaç yok. Bu hafta intikamı, mahallesi, emmisi derken o koşturmacada bulduğu ilk fırsatta Efsun’a giden bir Yamaç gördük. Selam üçüncü sezon Yamaç Koçovalı biraz ağaçlaşsan da biz seni özlemiştik. Aradaki yeni sürüm modeli görmemiş varsayıyoruz kendimizi. Sahalarda yeniden seni görmek güzel. Efsun’a gelince. Sen nasıl bir kadınsın Efsun Kent? Nasıl bu kadar ince, bu kadar düşünceli ve yük olmayan, yük olmaktan itina ile kaçınan bir kadınsın. “Queen” olmanın emarelerini yeniden yüklenirken bir taraftan Yamaç’a minicik bir acı, tereddüt, hüzün yüklememek için uğraşan; “hayattayız” diyip gülümseyen, onun tam bir queen olduğunun farkında olmasalar bile hisseden Medet ve Metin’e tavrıyla ilgi çeken diploması erbabı Efsun Kent çok özel bir karaktersin. Zaman zaman yazanımız bunu unutsa da senin klasında başka bir kadın karakterin o evrende var olmadığı öylesine net ki. Sevdiği adamın acısının nedeni, yüreğinin ağırlığı olan emanetin ağırlığını azaltmayı öylesine istiyor ki. Baykal’ın kızı olmanın Yamaç’a getireceği yükten, onu arada bırakmasından endişe ediyor. Kendinden önce Yamaç geliyor. Bazen buna kızıyorum. Hatta çoğu zaman kızıyorum.  EfYam’ın karşılıklı sahnesini didiklemeden önce bir başka ayrıntı; Metin ve Efsun sahnesinde konuşulan iki konu. Bunlardan birincisi İdris Baba konusu. Bana göre güzellemesi fazla uzamış bir an önce ne olduğu ortaya çıkması gereken bir mevzu bu. Hep söylüyorum cilalı taş devri okuru anlamıyor alt mesajları. İdris güzellenmemesi gereken bir adam. Neyse, bizi Efsun ve Yamaç bağlar. Efsun’un İdris’in ölümündeki payına oynanacağının sinyaliydi bu sahne. Hoş kendi eliyle babasını öldüren Yamaç Efsun’u istedikten sonra Metin veya birtakım insanları ne bağlar çok tartışma götürür. Diğer taraftan Efsun açısından karşıdan ve Yamaç üzerinden tanıdığı Çukur’u anlama süreci başlamış gibi de duruyor. Bence anlamasa da olur ya neyse. Burada parantez Efsun Sultan mı, Meliha mı, Mihriban mı diye tartışılıyor. Bana göre D hiçbiri. Efsun Sultan gibi kendisini sevmeyen bir adamla ömür geçirip bütün sevgisizliğini oğulları üzerinde kurduğu hükümranlıkla doldurmaya çalışacak kadar benliksiz bir kadın değil. Sevmeyi biliyor. Yara açmak yerine şifa olmaya çalışıyor. Hatta kendi açtığı yaralara bile üzülüyor. Mihriban da değil. Olamaz zaten. İlla olacaksa Mihriban kim olur size bırakıyorum zira o kısım zerre ilgimi çekmedi. Meliha’ya gelince… İdris ve Meliha aşkı bir yere bağlanacak mı, ki umarım İdris’in öyle aman aman bir karakter olmadığını ortaya çıkararak bağlanır, bilmiyorum. Ancak şunu diyebilirim. İdris Efendinin terminolojisi zaten Yamaç’ta çöp. Çünkü Yamaç için hayatı paylaşacağı kadınla sevdiği kadın hep aynı kişi. Başta da böyleydi. Şimdi de böyle. Yani İdris gibi öyleydi böyleydi diye ne kalbinin sorumluluğundan kaçıyor ne de kolaya kaçıyor. Kısaca Efsun Yamaç ilişkisi bu hikayede özgün bir noktada duruyor. Benzeri yok, öncesi yok, sonrası yok. Efsun Yamaç bir aşk hikayesi. Vazgeçmeme üzerine, her şeye rağmen diyebilme üzerine. Gelelim Metin’den gelen ikinci argümana. Ne demişti? Yamaç Abiyi böyle görmedin. O sahnede tüm Efyamcıların müstehzi bir gülümseme ile ekrana baktığına eminim. Metin Bey sen ne diyorsun yeaaa diye? Efsun tüm nezaketiyle Çukur’un önemine atıf yaparak konuyu toplasa da, yazmadan edemeyeceğim. Madem Baykal’ın kızı ifşa olacak, şu Çukur ekibi ve Koçovalı familyanın her kapı önüne attığında Yamaç’ı Efsun’un topladığı, oğlanın hayatını kurtarmak için adeta yardım meleğine dönüştüğü de ortaya çıksın. Ben sıkıldım saçma sapan sebeplerle duyar kasan bu kültürsüz ekipten. Efsun geçen hafta yardımına gelen, onu korumaya çalışan insanlara sonuna kadar nazik davranıyor ki Efsun bir Queen her ne kadar bu hafta Yamaç onu Hırçın Prenses diye vaftiz etse de. Hoş kariyer odaklı masalın kahramanı da sonunda Queen oldu. Pek çok kişi Çukur’un anası Efsun diyor ama yok. Bence Çukur’un cidden bir Queen’e ihtiyacı var anaya değil. Olacaksa Efsun oraya hükmetmeli. Tıpkı Yamaç gibi. Şimdiiii gelelim asıl mevzuya.

Acı badem zehirlenmesinden hastanelik olan Çukur’u abisine emanet edip Efsun’a gitti Yamaç. Kapıdan girip geçen hafta canı olan kadının da canı olduğuna tutunup sımsıkı sarıldı. Orda, o anda ikisi için aslında zaman başka şekilde akmaya başladı. Efsun ve Yamaç sahnelerinin en özel tarafı bu. İkisi tam anlamıyla masalsı bir çift. Birlikte olduklarında da her şeyden, o evrendeki her mantıksızlıklan sıyrılabiliyorlar. GH’nin elinde bir cevher var. Aras Bulut İynemli ve Damla Sönmez öyle bir çift çıkarıyor ki, Efyam komik de oluyor, hüzünlü de alfa da, masalsı da, trajik de. Hatta bunu 8dk içine ilmek ilmek işleyebiliyorlar. Çok uyumlular. Efsun ve Yamaç’ın ruh eşi olmalarını beden dilleriyle bazen aynaladıkları mimikleriyle öylesine güzel anlatıyorlar ki her tür saçmalık uçup gidiyor. Efsun’u Koçovalı evine güvenliği için götürmek isteyen Yamaç’ın Efsun’un direnişiyle karşılaşmasıyla aralarında gerilen iplerin Yamaç’ın öfkesinde saklı korkuyu bir bakışta anlayan ve duruma müdahale eden Efsun tarafından gevşetilmesi aslında geçen hafta söylediğimiz ilişkinin üst seviyeye geçişinin bir emaresi. Burada parantez, Yamaç Bey Efsuncum Kentcim konforsuz diye itiraz etmiyor Koçovalı evine. Hani İdris konusu var ya, hani kafasına silah dayadı ya abin, evde bir değil birkaç deli var ya hani. Akvaryum evin güzelliği, ferahlığı bakımından sizin evi döveceği konusunda sana katılmakla beraber kızın derdi o değil yani. Sen kafanda hallettin. Kalbine silah dayadığın kadına kalbini verdin. Ellerine, gözlerine âşık oldun. Tamam. Ama işte sende bir aile var ki sana acımamış. Matah bir şey gibi kıza bunu söylemiş. Ne yapsın o kız? Bir de senin de acayip huyların var. Lüzumlu lüzumsuz eve kız taşıyorsun. Onu ne yapacağız? Haklı. Yerden göğe haklı kız da sendeki kaybetme korkusu mantığı yok etmiş.  Hoş Efsun ve mantık sende bir arada bulunabilen bir şey değil. Test ettik onayladık. Yalnız Yamaç’ın bu tavrının alt metni bence çoğu kişiye tokat gibi cevap. Yamaç için Efsun’a dair sır yok. O Efsun’u kendisini bildiği gibi biliyor. Soru Koçovalı familya ne yapacak? Geçen hafta Karaca, öncesinde Cumali yüzleşmelerinden Yamaç alacağı tavır açısından olumlu izlenim verse de sonuçta ne göreceğiz bakalım. Ben mesela Yamaç’ı hep hiçe sayan familyaya Yamaç’ın sessiz tavrını Efsun konusunda göstermemesini isterim. O kızı o eve sokacaksa, sokmasın ya sokmasın tamam Çukur’a razıyım ama Baykal’ın evini versinler Efyam’a, o bedeli Efsun’a ödetmesin ailesini hizaya çeksin. Devam. Efsun’un Yamaç’a huzur veren dokunuşunun ardından başlayan masal seansı bu iki karakterin kendilerine has dillerinin güzelliği. EfYam’ı herkesten başka yapan da bu. Ne demiş şair, öyle konuşuyorduk sen ile ben, öylesine yakın olurduk ki, bazen, garip bir duygu duyardım: akıllarımız öpüşüyormuş; zihinlerimiz sevişiyormuş gibi- birbirlerinin içine girmiş, orada buldukları yollarda el ele yürüyorlarmış gibi… Yamaç ve Efsun’un gözleri, elleri, masalları ile geliştirdiği kendilerine ait bir dil var. Ruhlarının en başında düşmanken dahi birbirleri tanımladıkları gibi her mimikte, bakışta anlamlanıyor halleri. Bazen konuşmaya ihtiyaçları olmayan, konuşurken tek cümleye paragraflar sığdıran dilleri ile gerçek bir aşk ilişkisi onlar. İlk masalda herkesin de rahatlıkla anladığı gibi Efsun’a evlenelim deme gayretindeki Yamaç’ı yine yeniden manipüle eden Efsun’un Yamaç’ın etrafınca kurutulmuş ruhuna gülümseme getiren olması tesadüf değil. Yamaç Efsun’la çocuk ruhuna dönüyor. Efsun onun oyun arkadaşı oluyor, birlikte zamanı atladığı, gerçeğinin soğukluğundan kaçtığı bir sığınak. Efsun için de Yamaç aynı. Belki en mutlu oldukları yerden, çocukluklarından, bağlılar onlar. Dışardaki benliklerinden sıyrıldıkları, en saf oldukları yer birbirlerinin kucağı. Efsun henüz tam teslimiyeti kabul etmese de Yamaç’ın huzura duyduğu özlemi yakaladığı yer Efsun’un kucağı. Yamaç’ın masalının varmaya çalıştığı nokta başarılı olamasa da birbirlerine kaçışlarında gerçek bir başarı. Efsun’un masalına gelince. Babamın emaneti masalının hırçın prenses bakışını gördük bu kez. Geçen sefer dışardan anlattığı masalda artık Efsun da var. Kurtarıcı olarak orda. Yamaç da bunun farkında. Farkında olmasa endişe ile “ Ee, gitmemiş mi bir daha çocuğun yanına?” demezdi tahminim. Babasının emanetine zincirli Yamaç ve Efsun bunu biliyor. Bundan defalarca yaşamasını sağlasa bile “Baba” sözcüğüne takılıp kalan Yamaç’tan kaçıp kendi sarayına sığınması. Şimdi o saraydan çıktı ve Yamaç ellerindeki taşla ağaç gibi. Peki sonu? Her ne kadar Efsun “Gitmiş ama çocuğu bulamamış.” dese de Yamaç bu cümleye üzüntü ile dudak bükse de, bence Efsun da bilmiyor sonunu. Efsun’un elini Çukur dövmesinin üstüne, tam kalbine koyan Yamaç için Efsun gitmek istediği özgürlüğün bir parçası. Gönül ister ki gidebilsin. Efsun, kızları, kız olmasını umuyoruz, kendisi huzurla çıksın o Çukur’dan. Ama… Burayı tamamlamak istemiyorum şimdilik. Kısaca Yamaç’ın dediği gibi “Biz ne yapacağız böyle?” Hikâyenin Şehrazad’ı Efsun bile bilmiyorsa ne denir ki. Bu hafta hata kovalamak gelmedi içimden. İyileşmek isteyen ve kendi masalını yazan EfYam’da kalmak istedim. Nasılsa önümüzdeki haftalarda başımıza geleceklerle yazacak çok şey olur. Bu hafta Efyam olsun, sadece orda kalsın nokta.

Hamiş: Damla Sönmez Hamlet’te Ophelia olmuş. Daha önceki yazılarımdan bilen bilir. Yamaç bir Hamlet yansıması bana göre. Lakin Çukur metni öyle kargaşa içeren bir yapı ki düşünmüş müdür bilemem. Sahnede yaratacağı yeni Ophelia için ona başarılar. Kuşkusuz hem orijinal hem de duygusu yüksek bir karakter yaratacaktır. Karşısındaki Cem Yiğit Üzümoğlu başlı başına bir oyunculuk dehası zaten. Dilek hakkımı saklayarak…          

                                                                                                               UmayMasal 



  

31 Aralık 2020 Perşembe

Yamaç'ın Güvenli Evi: Efsun

Canım Benim,

Bilir misin "canım" dediğimde içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep- Ahmet Arif   

Kadın olmanın terminolojisi bu ülkede garip. Garip sözcüğünün içeriğine tehlikeli, acıtıcı, zorlayıcı, kırılgan, şiddetli… Selam sevgili okur. Sen istedin diye beş dakika peşindeki yolculuğa devam. Süreklilik için söz veremem ama elden geldiğince, dil döndüğünce, tabi sizler de istedikçe kovalamayı sürdürürüz. Geçen hafta iki kadın karakteri biri su ve elektrik ortamında bağlı, biri çift testere onu kesmek için inerken masada yine bağlı bırakmıştık. Geçtiğimiz hafta izleyici ile alay eden ve bana göre senaristin daha ne kadar saçmalayabilirim çabasının sonucu olan tutumu nedeniyle bir hayli sulansa da hikâyede, bunun bir suç dizisi olduğunun farkında olarak, kadına işkence kavramının böyle aleni hale gelmesini sevmedim. İki kadının da kurbanlık koyunlar gibi sadece erkeğe acı çektirmek için araç haline getirilmesinden de nefret ettim. Daha da ilerleyelim. Zaten bu hikâyenin sorun yumağı haline gelen iki kadın bir adam durumunun yarattığı poligami yeterince mide bulandırıcı. Üstüne şiddet dozu yüksek aman beyim kimi seçecek alt mesajının verilmesi başlı başına rezalet. En baştan beri Yamaç’ın sevdiği kadın net olsa da sebebini anlayamadım şekilde ikinci kadını aile evine götürmekle başlayan saçmalama çıtası her geçen hafta daha da yukarı çekilerek olmayan üçgen varmış gibi davranıldı. Ortada bir geometrik şekil var bu doğru. Ama bu olsa olsa Yamaç’ın vicdanına oynayan hanımefendi ile aşık olduğu kadının gururu arasında gel git yaşayan delikanlının helezonik ruh halidir. Kısaca Yamaç aslında iki kadın arasında kalmadı. Senaristin ne yaptığını bilmez hallerine rağmen bir tarafı hep netti. Yamaç ayaklı bir vicdan olarak dolaşmasının karşılığı olarak bir tarafı geride bırakamadığı için aslında dut gibi âşık olduğu kadın olan Efsun’la arasında sorunlar yaşadı. Bir de şunu çok net yazabilirim. Karşı tarafta Yamaç’ın yumuşak karnı olan vicdanına sonuna kadar oynadı. Senaristimiz bu işlerin uzmanı olmasından mütevellit sonuna kadar sosyal medyaya oynadı yani. O muuu bu muuu? Bir tarafa netlikle seni seviyorum dedirtmesine rağmen, Efyam aşkına verdiği anlamsız aralara sıkıştırdığı vicdani sessizlikler yüzünden kafa karıştırdı. Çünkü o da biliyor. Bu toplum gördüğüne bakar altında yazan şeye değil. En kötü hamlesi de kaçırılmada iki kadını aynı odada tutması oldu. Üstelik kendince yazdığı şeyin mizahını da yaptı. Komik miydi? Hayır. Kaldı ki bunun cevabını da bu hafta aldığı reytingle gördü. Tabi bence. Neyse. Bu hikâyede çok bence var. Sanırım senarist postmodernizm seviyor. Okur eksik parçaları kafasında tamamlasın diye bekliyor. Hani Yamaç neden bıraktı Efsun’u o havuz başında, Çağatay meselesinde sabah yanında uyandığı ve babaannesini onu yaşatmak için öldürmüş bir kadına nasıl öyle korkunç bir tepkiyle bağırarak verdi filan. Tamam Efsun ve Yamaç’ın sevdasının alt metnini okuyanlar var.  Ama işte birinin anlatıcıya hatırlatması gerekenler de var. Bir yazdığı şey Amerikan uyarlaması bir, birkaç da olabilir kararsızım, suç dizisi, bir de geçen hafta galiba suç parodisini denedi, iki ise kitlesinin büyük bölümü, Efyam tayfayı tenzi ederek, sanırım cilalı taş devrinde yaşıyor metin okuma becerisi olarak. Kısaca demek istediğim diyalog yaz be adam. Cidden nedenselleştir argümanını. Alıyorsun eline kalemi karambole karşına hoşuna giden hangi sahne varsa pachwork yapar gibi monte ediyorsun hikâyeye ama anlattığın karakter eksiliyor. Boş bomboş hale geliyor. Anladık doydun, anladık bitse de gitsek diyorsun. Ama dört sene ekmeğini yediğin o karakterlere, seyircine haksızlık bu yapılan. Karakter dönüşür, değişir, olayı budur anlatının. Mitler bile karakter dönüşümüne adar kendini.  Hayat gibidir hikâye. İzlerken, okurken anlarsın ama neden öyle oldu. Biz kendi kendimize diyoruz bir şeyler ama bu hikâyede son zamanda kim neyi neden yapıyor belli değil. Konuşmuyorlar. Gerisinden bana ne de Efsun ve Yamaç düşmanken daha çok konuşuyordu. Anlıyorlardı birbirlerini. Bu iki insanın çocuğu olacak ve son zamanlarda sakata gelse de birbirlerine, birbirlerinin hayatı için kendinden vazgeçecek kadar aşıklar. Bırak konuşmayı, kavga bile edemiyorlar. Kendi içlerinde kıskançlıktan kuduruyorlar, o kıskançlıkla saçma sapan hamleler yapıyorlar ama yok kimse eteğindeki taşı dökemiyor. Saçma mı saçma. Leb demeden Çorum’u anlayan, ben demiyorum abisi dedi, bizim zekâ küpü Yamaç Koçovalı söz konusu Efsun olunca Medetleşiyor diyecektim ki vazgeçtim. Medet bu hafta zekasını ispatladı zira, Yamaç Koçovalı zekâsı out Medet in bundan böyle. Şaka bir yana Efsun’u kurtaran Team Efsun bana başta güçlü gelmese de sonradan izlediğim halleri ile, Efsun kısmında olan her şeyin altının kalın kalın çizilmesi sebebiyle belki, ne kadar sevimli bir seçimmiş dedirtti. Medetle Efsun bağının Salih yolunu açmasını umuyorum. Sadece Efsun ile sahnesi olmasını istediğim için değil, Yamaç’ın gözünden akan aşkın herkes tarafından görülmesine rağmen bir türlü konuşulamamasına çare olsun istiyorum Salih. Yamaç otursun ona anlatsın. Cumali sahnesinde, Yamaç’a Selim kadar abilik yapma çabası gösterse de, ki zaten daha yumuşak olması karaktere ters, Yamaç’ta hala konuşma, açıklama hali yok. Belki Yamaç Efsun’u istiridyedeki inci tanesi gibi saklarken bu normaldi. Çünkü kızı Baykal’ın kızını, düşmanı olarak ona silah doğrultmuş kadını saklaması normaldi. Ama artık nerede durduğunu seçtiği noktada saklayamaz. Efsun’un ona dediği gibi, tehlikeye attıklarının başında Efsun var. Galiba bu haftaya kadar Yamaç Efsun’u asla tehlikeye girmeyecek konumda sanıyordu. Hoş nasıl sanıyordu bu da tartışmaya açık. Bizzat kardeşin kardeşi, babanın oğlunu harcadığı sistematiğin, hem de Yamaç’a aşkı afişe olmuş bir Efsun için yapabileceklerini tahmin etmesi güç olmamalıydı. Keşke o testereleri biri anlatsa, herhalde anlatmışlardır, biz de görsek veya görseydik o tepkiyi. Sorun bu zaten. Kimse izlediği şeyin romcom olduğunu düşünmüyor. 140dk da 70dk istemiyor. Verilmesi gereken 15dkda dolu, diyalog olan, duygunun sözcüklere de döküldüğü bir hikâye içi hikâye görmek dert. Neyi neden yaptıklarını söyleyebilsinler. Yamaç’ın anlayanının kalmadığı, Selim’i gömdüğü zamanlarda dert ortağı Salih yokken, tüm bunların varlığında bile gittiği, planlarını anlattığı, yaralarını sardırdığı kadınla konuşamaması saçmalık. Çok derin bir noktada duran sonra birden sığlaşıp attığımız kulaçların tabana vurmasına neden olan bu aşkın kendi askını yeniden bulması mümkün mü? Bilmiyorum. Aras Bulut İynemli ve Damla Sönmez karşılıklı her sahnelerinde kanları, canları ile Efyam’ı o yüksek duyguda tutmayı başarıyor. İzleyen kimsenin senaryodaki boşluklara rağmen duyguda boşa düşmesine izin vermiyorlar. Mesela bu hafta Yamaç gözleri dolu Efsun’un olduğu odaya giriyor. Bakıyor. Karşısında eli ayağı dolaşmış, korkmuş, ne tepki alacağından emin olamayan bir küçük kadın gözlerinde yaşlarla ona bakıyor. Sonra “Canııımm”. Kucaklaşma. Ağlayarak, karşılıklı pişmanlıkla, korkuyla, aşkla. Sahneyi ikili öyle bir yorumluyor ki sadece bakıyor ve kalıyorsun. Tablo gibiler. Ama, işte o ama kalıyor orda. Mesela bence Efsun pişman ama niye? Efsun Yamaç’a yaşatması muhtemel acından dolayı pişman. Yamaç’ın ikinci bir travmanın eşiğinden döndüğünü bildiği için o özür. Yamaç iyi mi merakı da ona. Fakat bunu kaç kişi böyle yorumlar ki? Erdenetler’e gittiği için neden pişman olsun, sebep olan Yamaç. Orda Yamaç pişman olmalı. Ki oldu. Korumalıydı. Öyle adam dikmesine bile gerek kalmadan, sadece ertelemek yerine sevdiği kadına gidecek ve neden diyecekti. Hepsi bu. Korumalıydı Efsun’u. Git demek o kadar kolay olmamalıydı. Bedel ödendi karşılıklı. O bedele üçüncü birinin dahil edilmesi de galiba ayak oyunuyla Yamaç’ı iki arada gösteren senaristimizin son hamlesine yoldu. Bu hafta sembolik şekilde yol ayrımında kalan Yamaç vicdanı ile aşkı arasında ilk kez yemişim vicdanını dedi ve aşka gitti. Hatta anlamayanlara tekrarı da Cumali Abisiyle olan konuşmada yapıldı. En son Dan Brown Kayıp Sembol’ün son kısmında ahmağa anlatır gibi katil neden katil olduyu anlatırken bu kadar garip hissetmiştim ve uzun süre yazarı okumamıştım. Şey geçmişti aklımdan “Oradan salak gibi mi görünüyoruz acaba?” Lakin geçen haftaki alaycı tutumundan bence mantıklı şekilde dümen kırmış anlatımda gerek Cumali’nin ifadeleri gerek Yamaç’ın halleri ve en son “O kız olmaz” diyip devamında çark ederek “Mevzu ben değilim.” diyen abisine cevap verir gibi Efsun’a gidip sarılarak uyuyan, sabah tıpkı abisinin hayata tutunuş sebebi olan kadına tutunuşu gibi Efsun’a tutunuşunu göstermek bana göre başta bahsettiğim cilalı taş dönemi okura alt yazıydı. Üstelik üçüncü darbede bana göre Karaca- Yamaç konuşmasında gelmiş. Yamaç bu konuşmada ezilir büzülür diye beklerken ben, baya baya net şekilde Karaca’ya seçimin ona ait olduğunu, Cumali’ye kızsa da, Azer ile Efsun’un aynı noktada durmadığını anlatmaya çalışmış. Sadece burada eksik kalan belki şu vazgeçememe noktasında onu anlayabildiğini söyleyebilirdi kıza. Bu arada minik not: Ben bu Koçovalı familyanın bencilliğine hayret ediyorum zaten. Yamaç bunlardan nasıl çıkmış şaşırtıcı. Hoş o da ayarsız. Sencillikten ölecek o da. Arası yok. Bazen biri yüzüne tokat atsa da dese oğlum sen hayırdır, bunlar bu kadarına değer mi? O kadro şu ara Afganistan’da malum. Şu ana kadar tek ben dediği karar Efsun gibi duruyor. Bu bölüme kadar olabildiğince flu çizilen ama bu bölüm altı kalın kalın çizilmeye çalışılan Yamaç için Efsun’un vazgeçilmezliği net. Her şeye rağmen dediğinde de netti ama işte arada ne olduysa izleyicinin kafası karıştırıldı.  Neyse senarist bence çivi üstüne çivi çakmış bu hafta bazı tabutlara. Bakalım dağıtıp lime lime ettiği hikâyeyi toplamayı başarabilecek mi? Bir de karakterlerin bazı özellikleri vardır. Onları da iade-i itibar yaparsa seviniriz. Mesela bir anlık korku, hormonlar, babaanne krizi, Yamaç’la olan anlamsız kriz, pişmanlık diye kediye dönen Efsun Kent’in tiger halini bize verirsen söz aradaki saçmalıkları zihnimizden sileceğiz. En azından deneriz. Denemeye çalışırız.  Bu kadın sadece tek bir kişiye gardını indirebilir: Yamaç. Başkalarına inmez o gard. İnmemeli. Efsun böyle biri çünkü. Tarzı, hikayedeki yeri, hatta Çukur’daki evi bile, olacaksa, Baykal’ın evi olmalı. Bu kadın asla haftalardır isyanımızla başlayan git gide hayal kırıklığına dönüşen eşitlemeye maruz kalmamalıydı. Efsun bu hikayedeki tek kişi ile benzeşiyor ve ona eşit kalmalıydı. Efsun Yamaç’ın yansıması. Ama Yamaç ile duygu durum paylaşımında, tamamladıkları bütünlükte, üstlendikleri roller farklı. Yamaç hep kalp. Efsun akıl. Bu ilişkinin dinamiğinde iki zeki, kavrayışı yüksek ruhlarında aynılıkları ne kadar belirginse ilişkinin yapılanışında tamamen bütünleşen birinin zayıf tarafını diğeri kapatan bir halleri var. Vardı. Çatışması tam da buradan yürümeliydi. Yürüseydi efsaneye koşan bir çift olacaktı Efyam. Ben mesela bu hikâyenin yaratıcısı olsam, hoş hikâyeyi yaratan başka anlatmış ve kendi dinamiğini korumuş, uyarlayıcısı olsam demek daha doğru galiba, Efsun ve Yamaç’ı daha ilk bölümde ana aşk olarak yazmadığıma çok pişman olurdum. Bazen düşünüyorum. Ya her şeyden bihaber yurt dışında karşılaşan Efyam olsaydı. Âşık olsalardı. Sonra Baykal’ın kızı Efsun kaybolsaydı. Ve Yamaç Koçovalı ile Çukur’da Baykal’ın kızı olarak karşılaşsaydı. Al, imkansızlığın dibi. Aras Bulut ve Damla kimyası da nereye giderdi? Beş dakikalık toplam süreleriyle sosyal medyayı sallamayı başaran, millet dizisinin prını yapacak diye deli gibi uğraşırken hiçbir şey yapmadan sadece oynayarak ışıklarını seyirciye geçiren bu çifte üzülüyorum. Öyle başkalar ki, keşke demekten kendimi kurtaramıyorum. Keşke sadece ikisi üzerine kurulu bir hikâyenin kahramanı olsalardı. Onlarla ağlasaydık, gülseydik ama hikayelerini boşluksuz izleseydik. Bu arada yazmadan geçemeyeceğim süresi kısa olsa da çok ikonik üç sahne gördük. Altı dolu olsa daha da büyüyecek sahnelerdi. İlk “Canım” Ahmet Arif’e selam çakan Yamaç’ın “Can benim, düş benim” diyen hikayesinin öznesine ithaftı. Koltukta göğsünde sımsıkı tuttuğu Efsun’la dünyasındaki her şeyden soyutlanan, ilk kez sadece orda olmak istemekle kalmayan gitmesi gerekse de orda kalmayı seçen Yamaç vardır. Üçüncü sahne ise, uyuyamayan Efsun’a gelip sarılan hem onu uyutan hem onunla uyumayı başaran üçüncü sezon Yamaç’ına selamdı. Tercih. Yamaç çoktan yaptığı tercihte ilk kez kendi gerçeğine teslim oldu. Vicdan ve aşkta, kaybetme korkusu onu götürüp aşkın kapısına bıraktı yine. Diğer taraftan akvaryum evi ben de çok seviyor olsam da sanki yeni ev beraberinde başka bir şey getirecek gibi. Tahmin etmeyi sevmiyorum. Zira ne düşünsek sanki tersini yapmaya çalışan bir senarist var ama Efsun ve Yamaç ilişkisi bundan böyle boyut atlayacak gibi. Akvaryum ev Efsun Kent’in eviydi. Koçovalı evi Yamaç’ın evi. Bu yeni ev Efsun-Yamaç evi olacak sankiiii. Ama tabi göreceğiz. Yamaç’ın güvenli evi Efsun Kent ile kapattık bu yılı. Başımıza ne gelecek bakalım.

Son demde; mutlu yıllar EfYam Tayfa. Sağlıklı, huzurlu, istediğiniz sahnelerin, istediğiniz dolulukta olduğu bir yıl olsun.

Dilek bırakıyorum yine; Aras Bulut İynemli ve Damla Sönmez’i başka bir işte tekrar görmek dileğiyle. Dijital platform olsun😊  Sevgiler….

                                                                                                                         UmayMasal





10 Aralık 2020 Perşembe

Efsun- Yamaç: EfYam

 

“Gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum

Yerini yadırgayan eşyalar gibiyim ya hep ben!

Ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine,

Bilemem, belki bu yüzden

Ben sana yanlış bir yerden edilmiş,

Bir büyük yemin gibiydim.

Beni hep aynı yerimden yaralayan o eve

Yine de döneyim, döneyim istedim.” – Birhan Keskin

Selam sevgili okur. Yorucu bir yılın sonuna doğru giderken ne noktada ne düşünmeli sorgusundayız çoğumuz. Aslında nefeslerimiz bile maskelere saklanırken o nefesi kaybetmekten korkumuz bizi yoruyor. Başka pek çok şey gibi. Hayatın içindeki o zor zamanlara inat bazen bir şeylere tutunup kafamızı dağıtmak isteği sanırım ayakta tutan çoğumuzu. Sebeb-i girizgâh malum. Efsun, Yamaç yani EfYam. Bu kez yazıya şiirle başlamak istedim. Canın isterse takıl peşime EfYam olmasına bir türlü izin verilemeyen Efsun ve Yamaç’a bakalım. Çukur evrenini uzmanına bırakacağım bırakmasına da minicik küçücük bir sitemle açacağım yazıyı. Bu hafta evrende önemli bir kayıp yaşandı. Selim öldü. Bu ölüm Yamaç’ın dönüşümüne hizmet açısından belki değerli görülebilirdi ama… İşte bu ama sorun. Selim Çukur’un tapuları için öldü. Çağatay tarafından kısasa kısas mantığı ile kardeşi Arık için öldürüldü. Bu sahne sanırım eril dilin başka bir eril dile meydan okumasının sözde epik anlatımı olacaktı. Olmamış. Kısasa kısas yapılsa da tamamen Koçovalı Familyasını mağdur göstermek adına seçilen hedef Selim olmuş. Hatta Selim  yaratıcı evrenin efendisi yazarımız tarafından kurban sütununa sürüklenirken sadece yaratılacak mağduriyete o kadar odaklanılmış ki olan Selim’in nahif ruhunun sokak ortasında kanlı tapularla zebani babaya teslimine varmış. Hep söylüyorum hikayedeki oyunculukları tenzih ederek yazıyorum. Çok ayrıntılamayacağım. Çünkü genel hikâye aksı beni pek ilgilendirmiyor. Çünkü hali hazırda orijinali varken o orijinalden yola çıkılıp yolunu alt metin anlamında şaşırmış bir yapı en iyi ihtimalle atlaya zıplaya izlenebilir bana göre. Ancak Öner Erkan’a ve yarattığı karaktere böyle bir ölüm ve beraberinde ölüm sebebi  en hafif tabiriyle haksızlık olmuş. Neyse dönelim asıl mevzumuza.  Girişteki şiiri bana Efsun ve Yamaç’ı hatırlattığı için kullandım. Yamaç’ın kendisini hep aynı yerden yaralayan Koçovalı evine devamlı dönüşü, Efsun’un da onu daima aynı yerden yaralayan Yamaç’a dönüşü. Kuşkusuz her iki durumda tartışmaya açık. Bir de tabi Koçovalı evinin Yamaç için alternatifi bir başka ev de  Efsun. Senaristimiz unuttuğundan ya da özellikle hatırlamak işine gelmediğinden belki ne olursa olsun dönüleceği sözü verilmiş bir Efsun Kent olduğunu es geçiyor bu sezon. Yamaç acıdan acıya, sorundan soruna koşarken kendisini de unuttuğundan sanırım kendine dair olan tek şeyi aşkını da onun bebeğini de çoğu noktada hatırlayamıyor. Hatta belki de Çukur’a dair her şeyi görev bilinciyle hatırlamasından sebep diğer bebeği hatırlaması. Pardon. Tespit yok metin kovalama var. Şimdi Selim’i kaybeden Yamaç yas sürecinde. Aslında hayatı koca bir yas sürecine dönüşen Yamaç’ın ne kadar yas tutabildiği konusu da tartışmaya açık. Bu senaryoda ne kadar da tartışmaya açık boşluk var hey hat. Neyse.  Koçovalılar bir yas tutamama direncine sahip ve bu yüzden hepsi hayaletlerle yaşıyor. O hayaletlerin tamamı da Yamaç’ın ruhuna çörekleniyor. Başka ruhu olan kalmadı malum. Yamaç hayaletlerle yaşıyor. Çukur hayaletler diyarı. Tam da bundan galiba zavallı Selim ölüme yürürken Selim’in ölümünden  çok cehennem zebanilerine odaklanılması. Geçelim. Selim’in acısını Yamaç kadar belki daha derinden hisseden Akın’ın yalıya saldırısının öncesine gelelim. (Burak Dakak yine yolumuz kesişti😊 ) Efsun Kent  yalıda Erdeneler’in iç çatışmalarını izlemede. Burada metin o kadar boş ki, neresinden tutmalıyım bilemiyorum. Kendi adıma Efsun’un bebeğinden haberdar olan Çağatay Erdenet’i  ve her an Yamaç’la savaşa girmesi kuvvetle muhtemel Erdenet familyasını kontrol altında tutma çabası olarak tanımlamaya çalışıyorum Efsun’un bu halini. Ama bir taraftan da öz kardeşini öldürme çabasını bizzat Seren’den duymasına rağmen ne amaçla -ki eminim GH burada amaçsızca yazdı bu diyalogu. Derdi sadece Efsun’u o odaya sokmaktı.- Cengiz’le Çağatay’ı konuşmaya çalıştı bilmiyorum. Burada metni anlama, hatta oyuncunun beden dilinden olanları çözemeyenlere dip not: Efsun Erdenetlerden nefret ediyor. Çağatay gitti diye bir an sevinen ama sonra dönüşüne yönelik belirsizlikten gerilen Efsun bana göre Çağatay’a şans filan vermemiş. Geçen hafta EfYam ilişkisini çevirdiği romcom tadından şikayetimi beyan ettiğimden o topa girmiyorum şimdilik. Diğer taraftan Akın’ın saldırısı sırasında Cengiz ve Efsun arasında yazılan diyaloglar da tuhaf. GH komik mi olmak istedi ne? Hoş hayvan öldürmemek için vejetaryen olan Efsun , Yamaç ve bebeği için babaannesini öldürse de, kafalarına kurşun yağarken Cengiz’i kurtarma refleksi göstermemesi mümkün değil.  Devam. Akın saldırısından sonra Cengiz’in öfkesine şahit olan Efsuncum Kentcim hemen Yamaç’ı aramaya kalktı lakin aradığı numaraya ulaşılamadı. Üzülme Queen biz de bir süredir aradığımız Efyam’a ulaşamıyoruz. Ertesi sabah koşa koşa Yamaç’a giden “Queen of Çukur Efsun Kent” Çukur’un kapısında arz-ı endam etti. O kapıdan içeri de sokacaklar seni hissediyorum ama susuyorum. Yamaç Bey’e Cengiz’in planlarından hemencecik bahseden ve endişesini dile getiren Efsun, Yamaç’ın doğal Efsun duvarına tosladı ama bu konuya bağışıklık geliştirdiği için de takılmadan yoluna devam etti. Takılırsa ilerleyemiyor kız da ne yapsın. Koruyucu Melek olmak kolay mı? Öyle tv karşısında olmuyor o işler.  Önce Cengiz’i Yamaç’tan uzak tutmayı denese de sonuçta kuleye kapatılan yine kendisi oldu. İlginç değil mi? Efsun Kent ve bebeği, Yamaç Koçovalı’nın intikam deliliği  karşısında Cengiz Erdenet’in kalkanı oldu. Bu Erdenetler de ne tuhaf kötü çıktı ya. Biri kaçar biri saklanır.  Efyamcılar Efsun’u Rapunzel’e benzetirken şaka maka Efsun Rapunzel kaderi yaşayacağını tahmin ettiler mi? Sanmam.  Peki Queeni kuleden kim kurtaracak?  King of Çukur Yamaç Koçovalı.   Nasıl ve ne zaman? İşin açıkçası bilmiyorum. Senaristimiz iki şeyi çok seviyor. Çok kenarlı geometrik şekilleri ve Efyam’ın uzak olmasını. Analitik mi? Yok onu sevmiyor. Burada parantez. Efsun ve Yamaç bize en başından beri kavga ile bile olsa konuşabilen bir çift olarak verildi. Hatta acıda sağaltabilme becerileriyle birbirlerine sonuna kadar sahip çıktılar. İmkânsız anlarda bile Yamaç Efsun’a gitmenin yolunu buldu. Efsun’a göre onu bekleyen birine rağmen hatta Efsun’un yanında onu görürse öldürecek kişiye rağmen Yamaç Efsun’a gitmenin yolunu buldu. Bu sezon o havuz başı olayını es geçerek, yazar burada o olayı hala mantıksız bulduğunun şerhini düşer, Efsun’un travmasını sağaltan da Yamaç oldu. Kısaca bize verilen çiftin ,bu sezon eksik gedik olsa da geçen sezon referanslarıyla hareket edersek, uzak durmaları ne olursa olsun imkânsız. Bu sadece bizim yani Efsun ve Yamaç için izleyenlerin fikri de değil. Emin olun genel izleyici de bu saçma boşluğun farkında. Hatta hikâyenin genelindeki duygu boşluğunun farkında herkes. En azından hissinin farkında. Bize verilen aşkta net olan bir şey var. Efsun ve Yamaç ruh eşi. Birbirlerinin ruhlarını okuma becerilerinden hikâye paralellerine kadar hikâyenin gelişimi bunu bağırıyor. Şu an yeniden ivmelenmeye başlayan ama çatışma aksında gözüken EfYam’ın, bilgisi Efsun’dan icraatı Yamaç’tan şeklindeki gelişimi de hoş ama bir o kadar da boş. Üzgünüm sayın senarist. Yetmez. Bize borçlu olduğun alfa bir çift ve onun yine birlikte hareket edebileceği  bir hikâye borçlusun. Sen başlattın biz değil.  Efsun ve Yamaç’ı imkânsız diye bir şey yoktur inan yeter kafasına getiren de sensin. Yamaç’ın üstünde tepinerek reyting kapma telaşını bırakıp gerçekten hikayeni yazmanı diliyorum. Evet bu hikâye senin değil, evet bu hikâyeyi kendin yaratmadın belki ama bunca sene ekmeğini yediğin izleyiciye de oyuncuya da bunu bence borçlusun. Ruh ve bedene böldüğün aşkı bütünlemeyi de bence bunca zaman sömürdüğünüz aşka borçlusun. Ben kendi hikayesine ihanet edenlerin bu borcu ödeme duygusuna geleceğini hiç sanmasam da borcunu hatırlatmak istedim. Gerisi vicdan ve zekâ. Sonunda mutlu sonsuz olmayacaksa da, ki aslında mutlu çocuklukları ellerinden alınan bu iki birbirinin eşi ruh bunu hak etse de, onlara beraber mutlu an vermeyi borçlusun. Özellikle en çok tepesinde tepindiğin Yamaç’a. Kuşkusuz tüm farkındalığını elinden almış olsan da o minicik mutluluk onun için sadece Efsun’da. Onun ellerinde ve gözlerinde. 

Hamiş: Biri Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’yi başka dizide partner yapsın. Bu iş biter bitmez. Film de olur. Netflix tercihimizdir.

                                                                                                                             UmayMasal






2 Aralık 2020 Çarşamba

EfYam'ı Beklerken

 

Geçtiğimiz hafta Efsun ve Yamaç sahnesini bırakın Efsun’un adı dışında varlığı olmadığından yazmak mümkün olamadı değerli okur. Bunca sıkıntıda, iniş çıkışta yine yeniden EfYam’a takılıp gitmekse derdin haydi gel birlikte yürüyelim o meşakkatli yolu. Meşakkati sisten biraz da el yordamıyla bulma çabasının verdiği gerilimden olsa gerek yine de bulmaya çalışalım yolumuzu. Yamaç Bey’in attığı   Cyrano de Bergerac tiradını iteleyip kenara biraz Hamlet’ten bahsederek başlayalım yazıya. Hamlet benim bildiğim kadarıyla tiyatro tarihinin en çok tartışılan karakterlerinden biri. Pek çok açıdan ilgi çekici bir karakter ama bizim yazıya konu etme sebebimiz erteleme denince kendilerinin birinci sırada akla gelmesi. Oyun boyunca erteler Hamlet. Kasıtlıdır. Çünkü eyleme geçme açısından yetersiz görünmesi gereklidir. Okuduğum eleştirisinde Goethe Hamlet için diyor ki : “Kahramanı kahraman yapan güçlü sinirlere sahip olmayan güzel, saf ve son derece ahlaklı bir tabiat ne taşıyabileceği ne de fırlatıp atabileceği ağır bir sorumluluğun altına gömülür. İmkansız olan isteniyordu ondan-kendisi imkansız olan değil onun için imkansız olan. Bu görev ona her hatırlatıldığında, nasıl da soluğu kesilir, dolanıp durur, ıstırap çeker, hamle yapar ve geri çekilir. Sonunda ruh dinginliğine bir daha kavuşamayacak şekilde, düşüncelerle boğuşurken amacını yitirir.” Ama ilerleyen süreçte Hamlet’in dertleri insanlığın muhasebesine dönüşür. Kısaca o ertelemeler daima bir amaca hizmet eder. Neden bunları anlattım? Kurguda her şey amaca hizmet eder. Erteleme de. Yamaç’ın ertelemeleri neye hizmet ediyor acaba? Ya da aslında kurgu bütününde hangi karakterin hamlesi anlık durumlar dışında gerçek bir çatışmaya hizmet ediyor? Çukur’un genel evrenini uzmanına bırakıp- tapu olayının saçmalığına şerh de koyup- EfYam’dan devam ediyorum.  Efsuncum Kentcimin Erdenet hanedanının kanatları altına girmesini aslında bahsettiğim genel çatışmayı besleyici unsur olarak görmüştüm en başında. Bana göre Çağatay Erdenet takıntısı ileri boyutta olan Yamaç Efsun’u o yalıda tutmamak Çağatay ise tam tersine tutmak için kılıçlarını keskin çekecekti. Aralarındaki egosal rekabet de level atlayacak sonunda koskocaman bir patlamaya dönüşecekti. Bir taraftan da Efsun’u haksız yere suçlayan Yamaç kendi hataları ile yüzleşecek, değerlisi kadının değerini kavrayacaktı falan filan. Bu arada Efsun da queenliğin raconunu hem Yamaç’a hem de Çağatay’a kesecekti. Unutmuşum. Çukur evrenindeyiz. Neydiiiii?   Son of anarchy uyarlaması Çukuristan hayal evreni. Bu evrende kadının adı yok. Duygu Asenacım ruhun şad olsun. Hayatın gerçekliğinde kadını hiçe sayan düzenin yansıması kurgularda tanrılığa soyunan ataerkil kafalar işte. Kadın da olsa erkek de yazamayan belki yazmaya korkan ozanlar gibiler. Neyse Yamaç Efsun’u erteliyor. Efsun’un yalıda olma durumunu, Efsun’un onu korumak için vazgeçtiklerini bile bile erteliyor. Çağatay takıntısına rağmen karnında kendi bebeğini taşıyan, çok seviyorum dediği kadını erteliyor. Bu hafta anladık ki canını yakmaya çalıştığını anladığı kadını ateş çemberinin ortasında bırakmaya gönlü razı olarak erteliyor. Bu noktada Yamaç tayfa bana kızacak ve argüman olarak şunu diyecek biliyorum: “Yamaç nelerle uğraşıyor, Yamaç Çukur’u korumaya çalışıyor, Yamaç herkesi korumaya çalışıyor.” Doğru Yamaç herkesi korumaya çalışıyor. Başta ailesini ve sonra mahallesini. Peki sayın vicdan sahibi seyirci 140 dk ya on dakika Efsun Yamaç sahnesini sığdıramayan senariste, hayatta yapayalnız bıraktığı, bebeğini korumaya çalışan, ailesi gördüğü adam ve bebeği için babaannesinden olan, kırıklığını zırhının altına gizleyen, ön izleme  dahilinde söylüyorum, o kırgınlıklara rağmen yine yeniden Yamaç’ı uyarmaya giden Efsun için nasıl kızamıyorsunuz? Çukur evreninin en mağrur kadınını Güneşi Beklerken ya da Kavak Yelleri yazıyormuşçasına ergen sahnelere sıkıştırıp EfYam dediğiniz masalsı çiftin altını boşaltmasına nasıl üzüntü ile bakamıyorsunuz? Efsun ve Yamaç karşılaştıkları andan beri denklikleri, kavgada bile argüman güçleri, zekaları, birbirlerinin bakışından tanıdıkları eş ruh halleriyle buraya getirdi bizi. “Canın yandığında hep böyle kaçar mısın?”  “Kaçmıyorum, canım da yanmıyor.” “Benim yanıyor.” Biz bu çiftin o karanlık dünyada kendince barındırdığı ışıkla sevdik. Yamaç’ın Efsun’un gözlerine her takıldığında nefesinin kesilmesiydi derinlikleri, Efsun’un Yamaç’ın ruhunu okuyarak onun içinde can çekişen çocuğa dokumasıydı bize dokunan. Bu sezon hangi mantıkla nereye evrildi bilmiyorum. Bizim bilemeyeceğimiz hangi nedenler EfYam’ı sürekli konuşamayan ergen romcom çiftlerine çevirdi yine bilmiyorum. Saçma sapan ayrılık nedenlerine kendimizce alt metinler yazıyoruz. Duraksamalara, tepkilere, bu aşka odaklanmayan kimsenin o anlamı yüklemeyeceğini bile bile anlam yüklüyoruz. Çünkü o anlamlar gerçekte verilmiyor. Bunun da hımmm çok heyecanlı olması bekleniyor galiba. Bazen durup düşünüyorum. Bu bir suç evreni, aşk? Sonra diyorum ki bu işin babası “Baba” da bile aşk vardı. Şu an aynı akstaki dizilerin tamamı, hem ana temasına hem de aşka aynı oranda yer veriyor. Çünkü sevginin çatışmaya katkısı vardır. Sevginin empatiye katkısı vardır. Çukur da değil. Tamam alıntı yaptığın evren çok sert olabilir ama senin bize verdiğin Yamaç da Jax değil yani. Geçen hafta Çağatay’a eee diyerek kalan, bir önceki hafta kıskançlıktan deliye dönen Yamaç, sanki sıradan bir trip yiyormuş gibi erteleyen Yamaç; kendisinden esirgenen şefkatin başkasına kolayca bahşedildiğini gördüğü için içindeki kırıkların acısından Çağatay’a gittiğini sandığımız Efsun’un adeta Yamaç’la cilveleşir gibi tavrı. Neyi nereye koymalı bilmiyorum. Şu bir gerçek ama kabullenmek lazım: Senaristimiz bıkmış, doymuş, zaten belli bir izlenmesi olan dizi için aklını yormayı bırakmış, elindeki başrol oyuncusunun oyun gücüne yaslanmış, etrafının da onu besleyeceğinden emin temcit pilavı gibi aynı şeyleri sunup duruyor. Patinaj çekiyor. Eli ne Yamaç’ı hikayenin aslındaki kadar pislik birine dönüştürmeye eriyor ne de o akstan kurtarıp özgünleştirebiliyor. Yapamadıkça İdris’in ölümünden dram sağıyor. Kısaca ne suç dizisi yazabiliyor, ne aşkın hakkını teslim ediyor, ne de aile diye yutturmaya çalıştığı Koçovalılar’ın dramlarına ikna ediyor. Peki izlenme? O konu başka bir inceleme konusu. Bir de geçtiğimiz haftalarda bir arkadaşa söylediğim bir cümle vardı: “Çukur da aslında en derinlikli yazılan iki karakterden biri Selim.” Demeseydim keşke. Adamın ölümü, öldüyse tabi, neydi o benzetme muhabbet kuşu ölümü gibi olmuş. Hele ön izleme. “Benim abim öldü.” Dram tamam, oyuncunun duygu tamam, acı tamam, geride bırakılan aşık kadın ve şoku tamam. Üstündeki müzik “bu hayatın heycanı meycanı yok.” Gerçekten mi demek istiyorum, gerçekten mi? Bu kadar mı sevmedin Selim’i senarist bey. Hoş neden sevesin di mi? Senin ataerkil kafanda Efsun kadar Selim de öylesine anlatılan, amaca hizmet eden karakter. Selim’in ayrıksı hisseden ruh halini erkek egemen diziye gölge gibi yerleştirme cesaretin olup bunu en sevdiği ile paylaşmadan öbür tarafa yollamak da ne bileyim? Neyse. Bu hikayede Efsun’un yalnızlığı, kırgınlığında saklı o eski zaman cadısına selamlar; Yamaç’ın geri dönmek istediği tertemiz çocukluğuna onu götürebilme gücü ile, zamanı geriye ileriye sarabilme becerisiyle orda duruyor Baykal’ın kızı, İstanbul’un yarısının sahibi Efsun Kent. Yamaç’ın parçalanan ruhunu sağaltan bu kadını hatırlaması dileğiyle. Çünkü onlara onca acının ortasında on dakika huzur vermemekte kararlı senaristimiz  konuşmalarına izin vermeyecek. Neydi? Zamanı değil. Efyam tayfa bekleyin bakalım sıranızı.  Ben seni sen kendini ötelediğin için erteledim. Masal uzaklığındaki anılara dönüşen bir rüyayı bekle sen de bizimle Efsun bekle. Beklerken sana şarkı yollayalım. Hediyemiz olsun.

“Bir ince pusudayım

Yolumun üstü engerek

Bir garip akşamdayım

Sırtımı gözler tüfek

Ben senin sokağına

Ulaşamam dardayım

O mazlum gözlerine

Bakamam firardayım…”

 Hamiş: Aras Bulut İynemli ve Damla Sönmez'i başka bir işte en kısa zamanda partner görmek dileğiyle.... En kısa zamanda...

                                                                                                         UmayMasal









22 Kasım 2020 Pazar

SİBEL

 

Daha önce hiç film eleştirisi yazmadım. Aslında şu ana kadar yazdığım eleştiriler de tamamen hikâye içindeki aşka takılıp gitmek üzerineydi. Anlamını çözmeye çalıştım hikayelerin. Varsa alt metnini anlatmaya çalıştım. Hepsini de kendimce yaptım. Ama dediğim gibi daha çok hikâyeye attım çengelimi bendeki iziyle yorumladım. Sebeb-i girizgâh Sibel. Bu konuda profesyonel değilim. Kamera açılarından ya da renk skalasından bahsedemeyeceğim. Ben bildiğim yerden, izlemeyenler için çok da ön bilgi vermeden Sibel’in bende bıraktığı ize odaklanmaya gayret edeceğim.

Beyaz perdede son yıllarda büyük bütçeli kahraman filmleri izliyoruz. Dünyayı kurtaran kahramanlar arasında kadınları görmek cinsiyet eşitsizliğinin farklı dalga boylarında da olsa her topluma yayıldığı dünyada bizi belki de gülümseten, bir anlığına da olsa rahatlatan bir şey. Oysa biliyoruz. Toplum hayatı içinde sağ kalmanın, kadın olarak yaşamanın, bu hayat benim demenin başlı başına bir kahramanlık olduğunu çok net biliyoruz. Metropol kadınları bundan bir on sene önce viyadüklerden atılan kırsal genç kızlarına göre kendisini şanslı sayarken şimdi durduğumuz yerde aslında hepimizin yaş, meslek, şehir fark etmeksizin tehlikede olduğunu biliyoruz. Çünkü kadın olmanın, hele hele başkaldırmaya kalktığında toplum tarafından hatta bizzat hemcinsleri tarafından cezalandırılma sebebi olabileceğini acı da olsa öğrendik. Peki bu noktada ne yapacağız? Tabi ki geri çekilmeyeceğiz. Ataerkil düzen içinde varlığımızın varlık sebebi olduğunu anlatmayı başaracağız. Bölge, sınıf, yaş, inanç fark etmeksizin yapacağız bunu. Direnmek ve yapmak zorundayız.  

Sibel’e gelince; gerçek bir kahramanın hikayesi Sibel. Sadece ıslık diliyle konuşmasıyla kadın olarak değil bütünüyle toplumun dışladığı bir kimlik aslında. Ötelenmenin, sevilmemenin, dışlanmanın tüm şiddetini ruhunda hissediyor. Farklılığın can yakıcılığı, ait olmak istediği topluluğun onu kabul etmemek için direnmesi tüm bunların ortasında belki kendisine benzettiği Ali ile oluşan bağı. Hikâyeyi anlatmak istemiyorum. Ama Sibel’in dönüşümü, dönüşürken o toplumun kesif karanlığında  açmayı başardığı delik o kadar değerli ki.   Tek başına verilen mücadelenin eğer kendini keşfetmeyi başarabilirsen en değerlisi olduğuna dair bir anlatı. Masal. Başta bir kurdun peşine düşüp kahraman olmayı hesaplayan Sibel’in toplumun korkularını ve değer yargılarını yakıp yıkması, babası ve kız kardeşinin onu yalnız bırakmasına rağmen ayakta kalışı ardından ayağa kalkışı. Daha önce yaşanmış kaderleri tersine çevirip kendi kaderinin iplerini başkalarına vermeyişi. Yemyeşil Karadeniz’de umudu aşka, başkalarına, topluma hatta aileye bile bağlamayan bir film Sibel. İnsanın umudunun kendisinde, kendi gücünde olduğunu hatta o gücün değiştirme becerisine odaklanan bir hikâye.  Sen değiş ki toplum değişsin.

Oyunculuk konusunda belki teknik anlamda yorum yapamam ama ben izlerken oyuncuyu inanıyorsam o kişi olduğuna ikna oluyorsam başarılıdır argümanı üzerinden yürümek sanırım bir seyirci olarak hakkım. Filmdeki her oyuncu ayrı ayrı çok başarılı. Beni Sibel evrenine tek tek ikna ettiler ama Damla Sönmez performansı dışında Emin Gürsoy’u çok sevdim. Duygusu, sükûneti, korkusu her şeyi ile derinden hissettirdi bana babalığı. Gösterişsizliği bu kadar etkileyici yansıtmak bence beceri. Damla Sönmez’e gelince… Sibel sadece sen olabilirmişsin gibi hissettim Damla Sönmez. Bilemiyorum bir oyuncu yaptığı işi ne şekilde değerlendirir ama bence en büyük paye bu. Senden başkası Sibel’i bize anlatamazmış hissini vermek. İnadı, korkusu, sevgisi, korkusuzluğu, yabaniliği, şefkate olan ihtiyacı en çok da ayrıksılığı. Tam bir performans oyuncusu olduğunu göstermişsin yine. Sibel’e inancın her hücrene işlemiş. Deniz Seviyesi’nde de çok sevmiştim ama Sibel anlatılmaz bir kompozisyon olmuş. Almışsın eline fırçayı her hücresine kadar ruhunla doldurmuşsun karakteri. Ne denir? Bizde emek her şeyden değerli. Bu nedenle emeklerine sağlık, ömrüne bereket. Başarıların katlansın Minik Kaplan 😊   

                                                                                                        UmayMasal




17 Kasım 2020 Salı

EFYAM USULÜ

 Can Dündar’a göre üç şeyin kırılması can yakıcı: kalbin, gururun, hayalin. Hiçbir çıkıkçının tedavi edemeyeceği kadar ağır hasara yol açacak söz ise: “Sana inanmıştım.”

Genel Çukur evrenini takipçisine bırakıp yine yeniden Efyam’dayız sevgili okur. İstersen sen de takıl peşime birlikte Efyam usulünün takipçisi olalım. Geçtiğimiz hafta baklava krizleri, Çağatay kavgası, Nehir sarılması derken başımıza geleceklerin fragmanını izlemiştik zaten. Masallardan feyz alarak zaten imkânsızlık denizinin fırtınasında ayakta kalmaya çalışan aşkın, saçma sapan üçgenler, dörtgenlere sıkışarak yaz dizisi kafasındaki senaryomuzda  nasıl bozuk para gibi harcandığını izlemenin acı tadı damağımızda devam edelim. Efsun ile karşılaştık ilk. Hazırlanıyordu. Biz biliyorduk Çağatay’a gideceğini ama bu sahnede gördük ki aslında Efsun pek de istemediği bir şeyi yapmaya karar vermiş. Efsuncum en az senin kadar biz de anlamıyoruz Kraliçem bu senaristin kafasını sal gitsin biz salladık zaten hayatım.  Efsun’un nefret ettiği her halinden belli olan Çağatay Erdenet’e gitmesi başlı başına saçmalık biliyoruz ama ne yaparsın bizim hikayenin ataerkil yaratıcısının kafası seni ganimet yapmaya kararlı. Yamaç – Çağatay savaşının merkezine seni çekmek için ne yaratıcı şeyler yapılırdı lakin Çukur mevsimi ay Çukur yelleri o da değil neydi ya hah sadece Çukur böyle bir dizi. Dedik ya geçen hafta saldık. Yamaç Koçovalı’yı sanırım sadece onurunu kırmak için yanında tutan Cengiz Erdenet’in kahvaltı masası diğer çatışma alanıydı. Hem de ne çatışma. Burada parantez Mehmet Ada Öztekin’indi galiba bir kahvaltı metaforu vardı. Yanılıyorsam şimdiden özür ama aklımda kaldığıyla anlatayım. Kahvaltı ailedir. Başka hiçbir öğün kahvaltı kadar aile olamaz. Tam da bu nedenle dağılmış bir kahvaltı masası kadar ailenin dağılmışlığını anlatan resim olamaz. Bu hem Yamaç’ın hayali hem de Erdenet masası için düşünülebilir diyorum. Hoş bana göre ne Koçovalılar ne de Erdenetler aile. Hep diyorum aile diye diye şiddeti güzelleyen, bu kadar sevgisiz bir anlatım görmedim ben. Bana göre Yamaç dışında kimse gerçekten ailesini sevmiyor. O da galiba babasının kıymetlisi olmaktan sebep bu kadar Çukuyyyy diye diye kendini savuruyor zavallı. Günün sonunda İdris’in oğlu olmadığını filan öğrenirse ne olur diye düşünüyorum bazen. 0 şaka. Düşünsenize onca vazgeçiş, onca çile, onca zulüm, onca acı, kaybediş boşa çıkmış. Yunan tragedyası kıvamında bir deliriş. Neyse ben teorisyen değilim. Sevmem de zaten. Hikâyeyi kovalamak dert. Aile olmayan, iktidar savaşındaki kahvaltı masasına gelen Yamaç; Çağatay’ın yanındaki sandalyeye elini atıp uyarıyı aldığı an Efsun tam bir Queen edasıyla salona girdi. İşte yeni çatışma alanımızın ilanı sahne. Çağatay’ın yanına oturan Efsun ve ayakta kalan Yamaç. Herkesin içinde Efsun’a duygularını belli eden Çağatay ve susmak zorunda kalan Yamaç. Efsun için meydan okuyan Çağatay ve bu meydan okumayı kabul edemeyen Yamaç. Efsun’u suçlarken bas bas bağıran ama Çağatay’a içine içine küfretmek zorunda kalan Yamaç. Sevdiği kadını geride bırakıp çıkmak zorunda kalan Yamaç. Ee o kahvaltı masasını yani aileyi dağıtmak sana yakışır diyorum Yamaç Koçovalı. Neyse devam. Efsun’a bizzat kendisinin söyledikleri zihninde yankılanırken kıskançlıktan deliren Yamaç’ın duygularını yaşamasına yine canım Çukur ve dertleri izin vermedi. Bir sonraki sahne Çağatay-Efsun. Birlikte kahve içen ikiliyi gören Yamaç’ın , Efsun’la bakışmasındaki anlamı çözmek zor değil sanıyorum. “Bunu konuşacağız Efsun Hanım.” “Ne zaman istersen Yamaç Bey.” Sonrası korkunç bir el titremesi.  Tüm bu olanların kurgusal anlamda saçmalık olduğunu , yine tekrarlıyorum Efsun’u Çağatay’a götürecek ve içerde olmasını sağlayacak milyon tane mantıklı argüman üretilebileceğini düşünsem de şunu itiraf ediyorum. Yamaç ve Efsun arasındaki dengenin bu kadar birbirine denk oluşu inanılmaz. Sahneleri ışıldıyor. Sevmek denen şeyin bakışlardaki gücü, kavgadaki güç dengesi, beden dilleriyle meydan okumaları o kadar güçlü ve öngörülmez ki.  Yamaç’tan asla korkmayan, kısasa kısas yapabilme cesaretindeki Efsun’a bayılıyorum. O kadar ikonik bir karakter ki Efsun. Onda Şehrazad’ı, Kleopatra’yı, eski zaman cadılarını, kısaca Kurtlarla Koşan Kadınları görüyorum. Ataerkil zamanlara kafa tutan mitolojik tanrıçalar gibi. Gücünün farkında. Öyle farkında ki bizzat babasının, hatta Yamaç’ın çekindiği Çağatay’a posta koymaktan bir adım geriye gitmiyor. Bunu total izleyicinin anlamasını beklemiyorum. O zaten yıllardır Nehir gibilere mahkûm edildi ve tırnak içinde adam istemezken onu sarhoş edip hamile kalan, adamın dertleriyle hiç ilgilenmeyen, kendine ait hikayesi olmayan, olsa da ısmarlama sahnelerle sakil kalan karaktere sadece “razıyım” diyor diye “iyi kız” etiketini yapıştırılır yıllardır. Çünkü iyilik onun gözünde erkeğe ne kadar sadık ne kadar razı ne kadar ona dair olmasıyla ölçülür. Ah orta çağ sen nelere kadirsin. Kadını cadı diye yakan kafalar sen her yerdesin. Devam. Efsun’un Çağatay’a ben buradayım dediği sahnede anladığımız bir başka şey de şu: Efsun Yamaç’a inancını yitirmiş. Becerikli(!) senaristimizin patlatma noktası biraz zayıf kalsa da aslında Efsun’un Yamaç’a inanmaya ihtiyacı olduğunu ve artık onu yanında istediğini en son kavga sahnesinde görmüştük zaten. “Ben senin yanındaydım, sen hiç benim yanımda olmadın.” Efsun, baştan beri Yamaç’tan bir şey beklemedi. Hatta hep “Git” dedi. Yeri geldi gitmeye karar verdi. Mağrurdu. Efsun ilk kez birine Yamaç için boyun eğdi. Yamaç ölecek diye nefessiz kaldığı an Cengiz’e boynunu büktü ve onun boynuna halkayı geçirmesine izin verdi. Sonra ne oldu? O Cengiz’i gören Yamaç, hiç olmadığı halde, ben varken Çağatay vardı dedi. Efsun ne yaptı sözde rakibesinin çocuğunu kurtarmaya çalıştı. Ardından odasında gözyaşlarına boğuldu. Tek başına. Öğrendik ki Efsun hamile. Yamaç’a söylemekten o an vazgeçti o tahlili yırtarak. Çünkü Efsun bu. Efsun bir adamı bebeği kullanarak kendisine bağlamaya çalışacak bir kadın değil ki. Sonra babaannesinin ölümü. Ki bu konuda kızgınım hala. Ne olursa olsun öldürtmemeliydi senarist Efsun’a babannesini. Ama oldu olan. Bundan sonraki kısımda anlıyoruz ki Yamaç’a hiç gel demeyen, sana ihtiyacım var cümlesini kurmayan Efsun’un Yamaç’a, onun onu sarıp sarmalamasına ihtiyacı var. Nasıl olmasın ki? Biz buradan kahrolduk hayatta leş de olsa bir ailesi kalmayan Efsun’un yalnızlığına. Arık Böke’ye selam: Büyük aşk helal olsun.  Evet o aşk için feda ettikleri o kadar çok ki Efsun’un. Peki Yamaç. Çukur için feda etmekten Efsun’un feda ettiklerine kör olan Yamaç. Ne kadar farkında aşık olduğu Efsun’un ona ne kadar ihtiyacı olduğunun? Senarist Efsun’a büyük bir aşk yazıyor. Her şey bir tarafa. Efsun bu hikâyenin yananı. Yandıkça yalnızlaşanı. Ama artık yalnız olmak istemiyor. Bu o kadar belli ki. Yaralarını açtığı adam, ona onu sevdiğini söyleyen adamın artık davranışlarıyla yanında olmasını istiyor Efsun. Belki bebeği için bu kadar savunmasızca istiyor bunu. Belki babasından sonra ilk kez birinin göğsüne saklanmak istiyor onca olandan sonra. Görmek istiyor Yamaç’ı. Artık Yamaç’ı başkasıyla değil hemen yanı başında istiyor.  Çünkü Çağatay Erdenet ne der: Efsun’un sözleri değil davranışları önemli. Tam da bu nedenle Efsun Yamaç’a onu sevdiğini söylemeden bizi kocaman aşkına inandırmadı mı? Yamaç’ın ona bas bas bağıran suçlamaları, hep gidişi, başkasından olan bebeği, Yamaç için öldürdüğü babaannesi, Yamaç’ın ona ve bebeğine silah çeken abisi, aralarındaki baba kördüğümü, Yamaç’ın ailesi, Yamaç’ın ölümlerden dönüşleri, Yamaç’ın Çukur’u, Yamaç’ın tercihleri ve Yamaç’ın gelmeyişleri. Baş analizcimiz fütürist Yamaç Koçovalı’nın da dediği gibi büyük kavga geliyor. Okuyor mu bilmiyorum senarist. Ama o kavga olursa Efsun eteğindeki tüm taşları döksün rica ederim. Her birinin üzerinden kalın kalın geçerek mesela hayat kurtarmalarını anlatsın Efsun, Yamaç’ın kafasına bardaklar fırlatarak onun yüzünden yaşadığı acıyı bağırsın suratına, yorulduğunu, taşımak zorunda kaldıklarının ondan aldığı gülümsemeyi hatırlatsın. Yamaç da bir kez Efsun konusunda o kafasını çalıştırsın. Devam. Çağatay ile yakınlaşmayı es geçiyorum. Bana göre Efsun’un kendisini ikna etme çabasının parçası bu ama yazık ki pişman olacak olan da kendisi. Hata belki ama Efsun’u anlamaktan ve onu sahiplenmekten öteye düşemiyorum. Hayal kırıklığına uğradı Efsun çünkü. Gerçeğin duvarına tosladı. Üst üste. Aşkla sevdiği adamın imkansızlığına tosladı, o adamın hayatındaki ikinci kadına tosladı ki burada bebek için olduğunu kenarda tutuyorum, kimsesizliğine tosladı, Yamaç’ın onu bıraktığı yerde yalnızlığına tosladı. Çünkü Efsun ondan esirgenen şefkatin başkasına nasıl bonkörce verildiğine tosladı. Diz çökmek yerine hançerini çekti. O hançer en az sapladığı adam kadar kendisini de kanatacak olsa da Efsun Kent aşka başkaldırdı.    

Son demde; masal gibi, efsaneye dönüşecek bir aşkı harcayan hikâyeye bir şerh bırakıyorum. Efsun’u bırakmayacağım belki ama dedim ya ben onu yolladım İsviçre’ye. İzlediğim Efsun Kent Damla Sönmez’e emanet. Kanının son damlasına kadar onu yaşatacak biliyorum ama kırıldığımız noktayı da buraya bırakalım. Anlatı geleneğinde kadın egemenliğini bitirir ataerkil yapı. Sonra ozanlar bile kadını düşürür, tanrıça olan kadın hikayelerde bile diz çöker hale gelir. Ben Efsun’un ayaklarının dibine düşen Yamaç’ı görünce bambaşka bir aşk göreceğimi sanmıştım. Zamanı atlayan ruhuyla Efsun Kent bir tanrıçaydı. Yamaç ise o tanrıçaya aşık savaşçı. İmkansızlardı ama o ölçüde epiklerdi. Efsun’un Yamaç’ı her kurtarışı  ruhundaki tanrıçaya selamdı. Yamaç’ın her kopamayışı o aşkın büyüsündeki yansımaydı. Öyle bir yerde ıskalandı ki bu aşk. Yazık oldu. Acı olan bu. Ismarlama gibi duran sahnelerle, mantık hatalarıyla, karakterlerdeki esnemelerle tv tarihine geçecek bir hikâye yandı kül oldu. Oysa Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’ye ne kadar da yakışacaktı bu epik aşkın kahramanlarına can vermek. Sitem bu. Gerisi boş zaten.  

Yazıyı Figen Genç’in sesinden dinlediğim şarkıyla yazdım. Efsun ve Yamaç’a olsun..

değdi saçlarıma bahar küleği

  nazende sevgili yadıma düştü

  her erin bahtına bir güzel düşer

  sen de tek çemenim adıma düştün

  nazende sevgilim yadıma düştün…”

 

                                                                                                           UmayMasal