20 Mayıs 2022 Cuma

Aşkın Su Hali- Türkan ve Somer

 Su Gibi Akmak mı, Şekil Almak mı?

“Aşkın kendini gerçekleştirmekten başka tutkusu yoktur. Fakat aşıksanız ve arzularınız olacaksa mutlaka, şunlar olsun arzularınız: Erinmek ve akan bir dere olmak ezgisini geceye söyleyen. Tanımak haddinden fazla sızısını. Yaralanmak kendi aşk idrakinizle; kan ağlamak isteyerek ve sevinçle. - Cibran”

Merhaba sevgili okur. Uzun zaman oldu biliyorum. Arada derede bir şeyler karalasam da uzun zamandır aşkı anlatma çabasındaki bir çifte yakından bakmıyorum. Beni okuyanlar bilir, hikayedir aslolan diyerek yazarım ben. Ama tabi o hikâyede bir yerinden bir duygunun beni yakalaması, tutup sürüklemesi gerekir. Şimdi içimde yankılanan o duyguyu bir yerinden yakalayan ama bunun sürekli olup olmayacağından emin olmadığım bir kurgu aşkını yine bence, bana göre anlatmaya çalışacağım. Peşime takılmak istersen hadi tut sözcüklerimi gidelim. Sürekli okuyanlarımdan birinin dediği gibi olan hikâyeye bence bakarken yeniden mi yazarım yoksa yazanlarının aslında anlatmak istediği midir yazacaklarım, birlikte keşfedelim. Aşk acıya talip olmaksa, bile bile formunu dönüştürmekse, ateş olup yanmak, su olup akmaksa bir yerinden bunu yakalayan kurguyu kovalamak da güzeldir diyelim.

Sebeb-i girizgahımın müsebbibi çift yine aslında başından beri izlemediğim ara ara videolarıyla karşılaşsam da uzun uzun üstünde durmadığım bir hikâyenin parçası olarak karşıma çıktı. Sonra minicik bir ayrıntı, bu çiftle “su” arasındaki ilişki beni cezbediverdi. Su ki hayattır, yeşerten, yaşatan, hafızası olan, şamanik öğretilerde bilgeliği temsil eden. Sessizliğinde sakladığı direnişiyle, form değiştirebilmesiyle mucizesini içinde taşıyan.  Tamam tamam yazıyorum. Su mucizesine göz kırpan bu çift:  Türkan ve Somer.

Üç Kız Kardeş kitabından ekrana seken hikâyenin başladığı nokta benim açımdan pek de izlenesi değildi aslında. Zira aynı gün başka bir işe bakıyordum vakit buldukça. Bizim evde kumanda sahibi sevgili annem o işteki baş erkek oyuncunun karakteri ölünce hikâye ile bağını kaybetti ki sanırım aynı sorun bende de baş gösterdi. Ayrıntıya gerek yok ama bir dizide kişiyi bağlayan pek çok dinamik olmakla beraber biz kadınlar o hikayedeki nahif aşkla çok daha kolay bağ kuruyoruz sanıyorum. Neyse esas oğlan ölüp yerine yeni bir esas oğlan gelince bizim kumandanın rotası değişti haliyle. Kaynana dayağı, zorlama evlilik bu evlilikten umulan aşk filan, amann yine mi şiddet derken son derece standart hikâyenin içinden çıkabilecek bir potansiyel bizi bir yerinden yakaladı. Ama itiraf biz yakalandığımızda ilk dört geçilmişti.

Çocukluğu sevgisiz bir evliliğin içinde geçmiş Somer’in, babası ile aynı kaderi paylaşırken buna isyanıyla kırıp döktüğü ama bir taraftan da tüm isyanına rağmen otoritesine boyun eğdiği annesinden korumaya da gayret ettiği Türkan’la arkadaş oluşuydu ilginç olan hikâyede. Aşık çiftlerin konuşma özürlü olduğu kurgu dizi evrenimizde Somer ve Türkan sürekli konuşuyordu. Dur hemen deme son bölüm diye, oraya da geleceğim. Somer’in yaralı çocukluğunun karşısında tüm tezat haliyle duran mutlu çocuk Türkan. Sevmenin bir alma verme hatta karşılıklılık ilkesinde konumlandığına inanan ve buradan seven Somer’in karşısında karşılıksızlığı sevgiye mesken etmiş Türkan. Ne kadar Türk filmi değil mi? Ama bir o kadar güzel, nostaljik. Korman sevgisizliğinden şoklanmış Türkan’ın dayanma çabasına şu an durduğum yerden gözlerimi devirsem de, bu tezatın zamanla diyaloglarla dönüştüğü senkronu izlemek o kadar keyifliydi ki. Bu hafta Somer’in de dediği gibi en uzak olduklarında bile gülen, eğlenebilen, karşısındakini koşulsuz kabule yatkın en çok da içindeki duyguyu serbestçe konuşan bir çiftti Türkan ve Somer. İki annenin pamuk ipliği ile bağladığı ikili aynı odanın içinde yaralandı, ağladı, birbirinin yarasını sardı, oyun oynadı, atıştı. Somer’in umutsuzluğuna karşılık Türkan’ın umuduydu aslında atışan. Bir taraftan da en tutsak gözüken Türkan. Oysa  Canım’ın kafesindeki yaşamı gibi gidemeyen, özgürlüğü özleyen ama neresinden özgür kalacağını bilemeyen; Rüçhan’a hayatlarının anahtarını teslim etmiş Kormanlar. Hatta o kafesin bekçisi gibi gözükse de en büyük tutsağı Rüçhan. Kim tutsak kim özgür? Tüm bu sarmalın ortasında büyüdü Türkan Somer arkadaşlığı işte. Sonra su gibi aktılar birbirlerine. Deniz kenarında birbirlerini fırtınalı ve sakin denizlere benzettiklerinde başladı akışları. Benim için de su oluşları. Kafeslerinden çıktıkları ilk an denize gittiler ve yavaş yavaş birbirlerinin şeklini almaya başladılar. Su zaten en kolay form değiştiren şey değil mi? Bir taraftan içinde evrenin tüm sırrını saklarken damla damla bir taraftan da sükûnetle kabul etmiyor mu zorlamaları? Demiyor mu “Tamam şeklini alırım ama ben ben olmaktan vazgeçmem.” Somer Türkan’ı öğrendikçe annesi ve belki Mine’den farklı, o su halini gördükçe teslim etti kendisini, akışa bıraktı. Sevgisinin karşılıksızlığını kabullendiği Türkan’ın su gibi akıp gideceğini de hesaplamadı. Hatta o kadar hesaplamadı ki Türkan’ın babası onu senden alırım dedikten sonra eşya almak için döndüğü ortak kafeslerinde o yoklukla karşılaşınca gözleri doldu. Ama onun teslime en yakın olduğu bu zamanlarda Türkan ailesine yapılanlar ve Somer’in hayatında biri olduğuna inancıyla çıkılamaz denen hatta Korman erkeklerince cidden çıkılamayan kafesin kapısından akıp gitmişti bile. Türkan akıp gidince  Somer de babası da onun açık bıraktığı kapıdan süzülüp çıkıvermişti bir cesaret. Kendi yarattığı kafese mahkûm Rüçhan dışında herkes özgür kalmıştı bir anda. Rüçhan bir tarafta dursun. Somer ise kendi su haline geri döndü Türkan sayesinde. Deniz üstünde, kimseleri sokmadığı evine döndü. Döner dönmez de fırtına halini suskunluğunda saklayan Türkan’ı aradı. Ama kısa sürede anladı ki kendisi nasıl onun huzurlu akışının şeklini aldıysa Türkan da Somer’in fırtına halinin sert dalgaları olarak vuruyordu aşka. Deniz kıyısında yaşayan Türkan’ı denizden kaçıran, sonra denizin üstünde öpen, sonra denizde saklamaya çalışan, Türkan’ı ilk kez kalbini ona teslime hazır şekilde sabaha kadar izleyen Somer’in Mine’ye dair hiçbir şeyi de kendi evi ilan ettiği ve Türkan’la Türkan’a dair insanları aldığı alanında tutmaması da bana göre karışmak istediği denizin Türkan olmasına göndermeydi. Sözcüklerini susan Somer ve o sözcükleri duymadan geri dönmeyi asla düşünmeyen Türkan’ın itirafı da deniz kenarında mı olur acaba? Bu metaforu ben uydurmadıysam mutlaka öyle olması gerekir. Çünkü bazı aşklar ateştir. Yakıp kavurur. Yanmak baştan başlamanın aynılaşmanın yoludur. Yanmadan kendinde olan kendini yok etmeden aynılaşamazsın bazen. Yanmayı seçmektir bilmenin tek yolu. Bilmek için yakarsın kendini, kül olursun ki birlikte, külün küle karışsın savrulsun ve bizlik olsun. Bazı aşksa su olmaktır. Bilen bileni tanır. Zamanla karışır birbirine. Tanıdıkça aynılığını fark ettikçe sarmalanır aşk. Huzurlu bir bilme halidir. Ama o huzur elinden alınırsa suyun fırtınaya dönüşmesi en az yanmak kadar acı vericidir. Bilme halinin acısı kişinin içine oturur. İçini kurutur. Fırtınasında da melteminde de su, sudur ama. Nehir de dere de denize karışır. Bakalım Somer Türkan’a karıştığını ne zaman ve nerede itiraf edecek? Etmeli çünkü. Sürekli ıslanmakla olmuyor bu işler. 

Dilerim girişte Cibran’ın dediği gibi aşk kendisini gerçekleştirmenin yolunu bulur bu hikâyede. Zira kitaptan bağımsız hale geldiğini düşündüğüm Türkan ve Somer’in en keskin ayrılığı yaşamadan önce gerçekleşmesi lazım. Özellikle Somer’in karışma haline ve duygularının gücüne ikna olmaya ihtiyaç var. Bir de Türkan ve Somer’i güzel yapan konuşabilmeleri. Bu özelliklerini almayın ellerinden. Bırakın konuşa konuşa karışsınlar birbirlerine ki ayrıldıklarında denizi içmekten korkan Butimar’a dönmesi gereken Somer’e ikna olalım. Aşkta formunu değiştirmeye kararlı Somer’in Türkan’dan başka çaresi olmadığına Türkan’ın da içindeki bilgelikle acısında yeniden ve yeniden büyümesine, aşkta deniz olmasına ikna olalım. Şekil almaya çalışan Somer’in koşa koşa akmasına şahit olalım. Çünkü deniz Türkan ona koşan nehir Somer olmalı bu evrende. Bence...    


                                                                                                                            Umay Masal





3 Mayıs 2022 Salı

Hayal Perdesinin Aykırı Cadısı

 Tilya Damla Sönmez’e…

Arkadaşım, arkadaşımız Tilya Damla. Âdettendir arkadaşlara doğum gününde hediye verilir. Kuşkusuz sana da bir sürü hediye veren oldu, olmaya da devam edecek. Ben sana ne hediye vereyim diye düşünürken sözcüklere olan sevgimizin ortak paydamız olduğunu hatırladım ve sana sözcükler hediye etmeye karar verdim. Hem belki benim düşüncelerimi ve duygularımı paylaşan birileri de vardır kim bilir? Hem nasıl bir serüvenden geldiğimizi yazmak, buraya not düşmek de keyifli olabilir diye de düşündüm. Seninle tanışıklığımız en azından benim için Ceylan’la sanıyorum. Bir Aşk Hikayesi’nde Korkut’un acılı  hikayesinin ortağı, onun sevdasının muhatabı Ceylan’ın aşkla büyüyüşünde izledim ilk seni.  Zaman zaman şımarıkça zaman zaman korkarak ,bir kız çocuğunun ruhunun çizile çizile büyümesinin de öyküsüydü aslında. Sonra Gülru olarak gördüm seni. Hırslı, aşık, öfkeliydi Gülru. Hayattan intikam almak için sınırlarını zorlamaktan asla kaçınmayan genç bir kadındı. Garip şekilde kendi eğlenceni de kattığın bir karakterdi Gülru ama  orda bir yerde kaçırdım galiba seni ben.


Sonra Efsun’la yeniden karşılaştık seninle. Asla izlemeyeceğim hatta izlemeyi bile düşünmeyeceğim bir dizinin ortasında bir anda Efsun Kent olmuştun. İyi bir oyuncu olduğunu zaten biliyordum ama Efsun’la birlikte müthiş bir anlatıcı olduğunu da keşfettim. Hep dediğim gibi Şehrazad’tan referans alan, bazen yazan bunun fakında mıydı diye tereddüt etsem de, inanılmaz eril bir hikâyenin içinde ışıldayan, alabildiğine  dişil karakteriyle hikâyeyi ele geçiren Efsun. Sen öyle Efsun olmuştun ki oyunculuğundaki güce bir kez daha hayran oldum. Sanırım tam da o noktada yani Efsun’un eril evrene başkaldırısında ruhlarımız bir çeşit arkadaşlık bağına sahip oldu. Pek çok kişi buna katılacaktır. Sen ne kadar hissettin ya da bunun kendince ne kadar tarafısın bilemiyorum ama kurgu evrenine de fazlasıyla sirayet eden kadını hiçleştirmeye yönelik çabaya karşı ortak taraf olma tutumumuzdan biz zaten çoktan arkadaş olmuştuk bana göre.




 Sonra Damla ve Sibel’le tanıştım. Evet kronolojik değildi keşiflerim ya da seninle tanışma sürecim. Damla’ya çokça kızdım ben ama savrulmanın ne demek olduğunu bildiğim için o savruluşta kaybolmanın üstelik çocukluk ve sonrasında gençlik denen sarmalda tek başına, yersiz ve yurtsuz hissetmenin yarattığı tahribattı bana göre onun çığlıkları. Onunla da bağ kurmamı, pişmanlıklarına üzülerek finalde onu uğurlamamı sağladın. Sibel’e gelince… Kuşkusuz başyapıtlarından biri Sibel. Kadının özündeki ruhsal gücün yansıması Sibel’de arketipsel Vahşi Kadın’ın başkaldırarak toplumun Mavi Sakallarına karşı mücadelesini anlatırken sen de içinde yaşadığın dünyanın Mavi Sakallarına başkaldırdın belki de. Bunun için içimde en çok hissettiğim yaratılarından biri.  Aldığın ödülleri sonuna kadar hak etmekle birlikte Sibel’de ortaya koyduğun performansın en etkileyici hatta büyüleyici tarafı içine aldığın, kendine mal ettiğin seyircinin o atmosfere senin gözlerinle bakmasını sağlamandı. İnsanlık denen varoluşsal mücadelede aslında toplumların hangi maskara düzenlere babalık, sevgi, vicdan gibi kavramları nasıl kurban edebildiklerini izlerken ağladım.  


Sonra Anna ile tanıştım. Kırılgan ama güçlü. Bir Çağ Fatih’ine kafa tutabilecek cesarette ve zeki. Kısacık anlara sığdırdın onun hikayesini. Ben tanışırken teker teker yarattığın kadınlarla Efsun’da eviriliyordu kendi hikayesinde. Efsun’un evirilişi dursun bir kenarda bu kez Ophelia oldun bir anda. Hamlet’in kendi delirişinde parçaladığı Ophelia ve o parçalanmada sevdiği adamla birlikte pay sahibi baba ve erkek kardeş. Her seferinde erkeklerce sadece kendi çıkarları için parçalanan kadın ruhu, yağmalanan kadın hayatı. Bu kez Ophelia’ydın hem de aynı anda Efsun’un içinden başka başka Efsun’lar çıkarırken. Etkileyiciydi. Kabul ediyorum can yakıcı ama etkileyici bir performans süreciydi. Çok zaman geçmeden seni Arya olarak gördük. Bu kez adalet arayan bir savcıydın. Özgür seçimleri olan Arya’yı çok kısa zamanda Efsun’dan öyle bağımsız yaratmıştın ki yine oyunculuğun adına taktire şayan bir hamleydi. Arya özgürdü özgür olmasına ama yine de bir erkeğin hikayesinde heba olup gidivermişti günün sonunda. Sonra Dilruba’yı getirdin bize. Öyle bir hikâyede ve öyle bir anlatımla ki üzgünüm sadece senin sahnelerin ekseninde izleyebildim. Başta çok kızdım bu hikâyede ne işi var diye? Sonra sonra oynadığın karakter üzerinden anlatıyı ve beraberinde yarattığı yansımayı izledim. Hoş benzer bir deneyimi Efsun’la da yaşamıştım zaten ama burada en üzücü taraf bizzat kadın diliyle eril bir şekilde ezilen, ezildikçe şakşaklanan zihniyetti. Ne tuhaf.  

Şimdi seninle karşılıklı duruyoruz. Senin de eğer okursan düşüneceğin gibi daha tanışmadığım karakterlerin var. Tanışacaklarım da var. Sevdiklerim var sevmediklerim var. Sevdiklerim olacak, sevmediklerim de olacak. Bazen sana kızacağım, ki kızdığım da oldu; ama en çok seninle olan sevgiye dayalı arkadaşlığımızın devam edeceğini biliyorum sanırım bu serüvende. Tezer Özlü der ki; “Yolculuk ilginçtir. Dağlardan, deniz kıyılarından, kentlerden, gecelerden geçilir. İnsanlardan geçilir. Irmaklar görülür… Sonra yol ilerler. Dünyalara açılan, yeni yaşamlardır yolculuklar.” Hepimiz hayat içinde kendi hikayemizin peşinde bir serüven yaşıyoruz. Seçimlerimiz, seçmediklerimiz bize eşlik ediyor. Serüven dediğimiz çoğu zaman kendimiz oluyoruz ve çocukluğumuzun gizli bahçelerine dönmeye gayret ediyoruz. Burada kişisel yaşamımızın sanatçısı olmaya kendi kişisel mitolojimizi kurgulamaya çalışıyoruz aslında.  Sen de ben de biz de rutinin öldürücülüğünden uzak, süresiz başkalaşmalara açık yaşamak için mücadele ederken yoldayız ve yoldaşız işte.  Oruç Aruoba’nın dediği gibi “Yola çıkacak kişinin aşması gereken ilk ve en önemli engel, kendi yerleşikliğidir; kendi yeri – kendisidir.” Canım Arkadaşım Tilya Damla Sönmez, doğum günün kutlu olsun.  Yeni yaşın sana istediğin ne varsa versin. Bu serüvende hep aş kendini bir şekilde biz de seninle yeniyi arama gücümüze güç katarak ilerleyelim. Sen bizdeki kıymetini bil. Seninle heyecanlanan, senden ilham alan bunca ruhun elini omzunda hisset. Seni en kısa zamanda başta tiyatro sahnesi olmak üzere hayal perdesine hizmet eden her yerde görmek dileğini bırakıyorum buraya. Ek olarak umarım müzikal yaparsın. Kurt kadınları anlatmaya devam olur mu? 

Seviliyorsun hem de baya seviliyorsun Tilya Damla Sönmez, Hayal Perdesinin Aykırı Cadısı.    

                                                                                                                                       Umay Masal 




11 Haziran 2021 Cuma

EfYam'a Veda

 Bir filmde ihtiyar bir albayın sorgu sahnesinde anlattıklarının yani hikayesinin mantıksız olduğu ima edildiğinde; “Gerçek ile kurgu arasındaki fark da budur işte: Kurgu mantıklı olmak zorundadır.” cevabını verir. Kurgu tutarlılık ister. Kurgunun tabanının iyi oturması gerekir. Çukur evreninde tutarlılık hiç olmadı. Onca tutarsızlık içinde de en çok harcanan kadınlar oldu. Selam sevgili okur. Çukur yolculuğunda sona geldik. Anlamsızlıklarla boğuştuk. Kızdık, kırıldık, söylendik, bıktık, acı çektik, altı hafta ayrı kalan esas çift için şafak saydık. Sonra bir araya geldik ve tam sevindik dedik Efsun’un bağımlılığından dolayı aslında kavuşamadığımızı anladık. Zindana tıkıldık, halaylara söylendik, güvenli evlere geçtik iyileşir gibi olduk, evimiz oldu ama biz bir türlü sadece biz olamadık. Sahnelerimiz yok edildi. Acılarımız görmezden gelindi. 3 yıl işkence çektik sağlı sollu. Ne sağ soldan ne sol sağdan haberdar oldu. Ya da oldu biz görmedik. E o zaman biz o acıları neden çektik diye sormaya fırsat tam olacak gibiydi ölü balık hortladı, kafalar karıştı, akvaryum travmalarını sözlere tutunarak atlatalım dedik ve biz ne yaşıyoruz demeye kalmadan Gökhan Horzum öyle bir finalle geldi ki akıl tutulması mı desek para tuzağı mı desek toptan yıkama yağlama parlatma derdi mi desek bilemeden öylece kaldık. Mantık Çukur evrenini terk etmişti çoktan da son bölümde emek, meslek etiği, saygı, değer ne varsa yerle bir edilerek hikâyeyi Boticelli’nin Cehennemi’nin dibine yolladık. Cidden yolladık çünkü kanal 7 formatlı üç eşlilik güzellemeli, rakı sofralı katiller cenneti olsa olsa cehennemdir. Cennet olsa duramazsın çünkü. Hem de cehennemin yedinci katı.

Şimdi başa saralım ve üç bölümdür olanlara bakalım. Bu noktaya nasıl geldik düşünelim. Çukur’dan kaçmak zorunda kalan amcanın ardından Yamaç’ın Efsun’a evlilik teklifini izlemiştik. Aslında daha önce güvenli evde Hırçın Prenses masalının arasına sıkıştırılmaya çalışılan romantik tekliften bürokratik sebeplerle evlenmeye karar veren EfYam’a nasıl geldik biz bilmiyorum. Başta sahneyi Tilya Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’nin oyunculuğu sebebiyle bir çeşit “Ruhlar birken evlilik zaten bir formalitedir.” diye yorumlamış olsam da süreç gösterdi ki aslında dert o değilmiş. Dert iki yıldır bize imkansıza rağmen engel olunamaz şekilde doğan, büyüyen, önüne ne varsa katıp süpüren Efsun ve Yamaç aşkını dinamitlemekmiş. Tüm sezon boyunca altını boşaltmak için uğraşı gösterilen EfYam’la derdin sadece Çukur evreninin üzerine çıkması, o evrenden bağımsızlaşarak kendi kitlesini oluşturması olduğunu sanıyordum. Gittikçe içindeki büyünün boşaltılmasının, kavuşmaları bile olay olan, kızlarını oynayan çocuk oyuncunun fenomen haline gelmesine neden olan çiftin nikahının geçiştirilip tek replik bile yazılmamasının sebebi iki sezon önce kötü oyunculuğu, inandırıcılıktan uzaklığı ve özellikle izleyicinin artık karakteri görmek istememesi nedeniyle öldürülen Sena’ya ahiretten final yazılmak istenmesiymiş. Çok acayip. Motto da acayip: “Yanındaki ile yaşarsın, aklındakiyle ölürsün.”  Romantik hale getirilmeye çalışılan ama nereden bakarsanız bakın son derece çirkin ve aldatmaya dayalı olan bu cümleyi matah bir şey sanan akılsızlara diyeceğim şey umuyorum birilerinin aklında birileri varken siz onların hayatında olmazsınız. Bu tip mottoların sevgiyi, aşkı, her tip duyguyu anlamsızlaştırmaktan başka işe yaramadığını anlayacak zekâ düzeyine gelmeniz temennisiyle devam ediyorum. Bizlere son anda pazarlanan Yamaç’ın Sena aşkına inanabilirdim belki mesela Efsun Yamaç’ın  hayatına en imkânsız noktadan girmeseydi ve Yamaç Efsun’un gözlerinde dünyadaki tüm varlığını unutmasaydı. Mesela Efsun ve Nehir seçenek olarak önünde dururken Nehir anlamsızca evindeyken Yamaç kendisine “Git.” demiş olan Efsun’un kapısını kırmamış olsaydı eğer. İnanabilirdim Yamaç kolay olan ne varsa geride bırakıp “Bizim birlikte olmamız savaş meselesi.” diyen kadına “Belki zamanla” diye cevap vermeseydi eğer. İnanabilirdim belki Yamaç Efsun’u kaybedebileceği ihtimali karşısında ruhunu teslim edecek hale gelmeseydi eğer. İnanabilirdim belki Yamaç Efsun’u kaybedecek diye her seferinde delirmeseydi eğer. İnanabilirdim Yamaç Efsun için Çukur’u, ailesini geride bırakıp ölüme yürümeseydi eğer. İnanabilirdim Yamaç üç yıl işkenceden sonra dönüp “Efsun’u bulsam yeter.” demeseydi eğer. İnanabilirdim Yamaç Efsun sayıklamalarıyla eli kalbinde gezmeseydi eğer. Efsun’un elini kalbine koymasaydı eğer. İnanabilirdim Yamaç Efsun’a “Ben sen varsın diye yaşıyorum, sen varsın diye kim olduğumu biliyorum.” demeseydi eğer. İnanabilirdim Yamaç giden Nehir’in ardından kılı kıpırdamazken Efsun gidecek diye aklını yitirmeseydi eğer. İnanabilirdim Yamaç Efsun’a aşk, aşk işte demeseydi eğer. İnanabilirdim Yamaç Efsun’a aklından geçen her şeyi anlatmasaydı eğer. İnanabilirdim Yamaç Efsun’a “Ellerinde ne var senin, gözlerinde ne var?” diye tutkunluğunu anlatmasaydı eğer. İnanabilirdim Yamaç Efsun'u kendisine saklamak için deli gibi uğraşmasaydı eğer. İnanabilirdim aile sofrasında Efsun'un yokluğundan dünyanın en yalnız adamına dönüşmeseydi eğer. İnanabilirdim ağzından çıkan "Canımmm" sözcüğüyle canıyla beraber Efsun'a koşmasaydı eğer. İşte tam da bu yüzden inanmıyorum. Ben bana ilk andan beri bu ilişkide ne satıldığını biliyorum. Bana ne anlatıldı biliyorum. Aras ve Damla ne anlatmaya çalıştı görüyorum. EfYam’ın büyük aşk, çok büyük aşk olduğunu biliyorum. Bu hikâyede tek şizofren var. O şizofren de biz değiliz. Ne gördüysek onu okuduk biz. Ona göre yorum yaptık ki oyuncular da bunun farkında olarak oynadı hep. Aras Bulut’un Efsun’a dair yarattığı dil asla kimseye benzemedi. Bir bakışla, bir dokunuşla Efsun’a olan duyguyu ayırdı hep. Hikayenin en sakil kaldığı zamanda bile Efsun’a öyle baktı ki, kaybolurcasına biz dedik ki evet çok aşık Yamaç. Aras Bulut’tan iyi kim bilecek Yamaç’ı? Damla Sönmez sadece seven değil sevildiğinden emin bir kadın yarattı hep. Kırılgan ama güçlü bir sevdayı ilmek ilmek ördü iki oyuncu yorumlarıyla. EfYam dili yarattılar ekranda. Tekrarlı refleksler buldular Efsun’la Yamaç’a.  Kısaca biz şizofren değiliz. Şizofren olan cinsiyetçi kafanın adresi belli.  Hangi noktada, ne devreye girerek bu son reva görüldü izleyiciye bilmiyorum ama dilerim kurgu perileri sizden intikamı alır. Zaten sağdan soldan çalıp çırparak aparılmış “Çukur” evreninde böyle rezil bir sona ulaşmanın, bunu son diye izletmenin bedelini batarak ödersiniz umarım. Hani o yenileme derdine düştüğünüz hikâye politikanız da umarım elinizde patlar. Tilya Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’nin heba olan emekleri de sizden çıkar.

Aslında genel olarak Çukur evrenine hâkim olan eril dilin rezilliği yeni değil. Sadece Efsun’a yönelik de değil. En sert cezayı hep çeken Efsun olsa da, finalde hikayenin ana karakteri Yamaç’ı bile hiçe sayacak kadar ileri gitme pahasına yanına Efsun’u ekleyip gerçek aşkın üstünde tepinilse de bu hikayenin olayı zaten kadını yok saymak. Geriye dönüşlü baktığımızda şu an kör ölür badem gözlü olur ayağına yedirilen Sena aşkının da tamamen bir koruma- korunma refleksi üzerine kurulduğu, karakterin sadece erkeğe sığınan ve bu sığınma bedeli olarak sürekli iteklenen, hor görülen yapısı açık. Sadece bu kadar da değil. Karaca ve Akşın koca bekleyen kızlar olarak yazılmış mesela. Efsun gelene kadar evrenin en güçlü kadını yazılan Sultan ise, bilindiği kadarıyla kocası tarafından iki kez aldatılmış, belki daha çoktur bilemeyiz ki, sevgisiz, iktidar meraklısı bir kadın. Öyle ki Çukur gitmesin de varsın oğullarım ölsün kafasındaydı sürekli. Damla’nın hikâyeye giriş şekli ile devamında dönüştüğü şey ise ortada. Ayşe’nin sorgulanan anneliğinin üstüne annelik için mutlu olduğu adamı terk etmesi ama o adamın onu aldatmasına rağmen Ayşe için ölerek yine parlatılması. Bu hikâyede aldatan erkek parlatılır. Bakınız Murtaza, bakınız İdris. Yamaç Efsun için çatıda yatmışmış, Yamaç Efsun’u aldatmamışmış, Yamaç, Efsun için kıyamete yürümüş kimin umurunda? Bizim dışımızda pek kimsenin derdi değilmiş meğerse. Üstelik kızının intikamı için ölüme yürüyen Ayşe’nin amcayı öldürememiş olması ayrı hezimet. Ama doğru, kadınsan intikam alamazsın. Senin sevdiklerin için yapacağın tek şey çorba yapmak olabilir bu hikâyede. Gökhan Horzum sen bir cinsiyetçisin. Kadınlardan nefret eden ve kurguyu kadından intikam alma aracı olarak kullanan şizofrenik bir cinsiyetçisin. Efsun’a sadece ve sadece babasının intikamını almaya çalışan bir kız çocuğu olduğu için yaptıkların, sadece senin kadın cinsinin senin için ne kadar ulaşılmaz ve kompleks sebebi olduğunun başlı başına ispatı bana göre. Her seferinde ululamaya çalıştığın o evde çorba yapsın, sesi çıkmasın, konuşmasın, silik olsun kadın ve ancak ana olursa kutsaldır kafan var ya o kafaya anlatacağız kadının gücünü. Tatlı su demokratı seni. Ödünüz kopuyor ya kadın içindeki dişiyi yeniden yakalarsa ve onunla el sıkışırsa başınıza geleceklerden. İşte düşündüğün her şey olacak. Korkun. Sizin eşit olmayan kafalarınıza vura vura öğreteceğiz o eşitliği gerçekte de kurguda da. Bu final senin eserin veya değil hiç fark etmez bu hikayeyi buraya sürükleyen sensin. Dilerim bedelin buradan olur, hikaye anlatamazsın, anlatsan da kimse duymaz seni bir daha.

Son demde; ben zihnimde Efsun ve Yamaç’ı mutlu sonla uğurluyorum. Benim hikayemde Efsun ve Yamaç o geceden bir süre sonra Çukur’un minik ailelerine iyi gelmeyeceğini anladı ve Çukur’u terk etti. Çok uzaklarda bir sahil kasabasına yerleşti. Son sahnede evlerinin deniz görünen bahçesinde kocaman bir çınar ağacının altına kurulmuş hamakta EfYam kucak kucağa sallanıyor. Yamaç gözleri kapalı ve sımsıkı sarılmış Efsun’a. Başı sevdiği kadının göğsünde saklı. Huzurda Yamaç. Gülümsüyor.  Efsun o büyülü sesiyle ona masal anlatıyor. Efsun’un eli Yamaç’ın saçlarında dolaşıyor. Güneş ışığı yüzlerinde, saçlarında kovalamaca oynuyor ışıl ışıl. Kamera açısı genişlediğinde yerde çimde oynayan iki çocuk: Masal ve Yamaç. İkisi de kahkahalar atıyor. Sonra Yamaç’ın sesi: Mucize diye bir şey var. Güle güle EfYam.




Hamiş: Tilya Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli bu aşka inancınıza, sevginize, saygınıza teşekkürler. Siz inanmasanız çoktan düşmüştük. Efsun ve Yamaç Çukur evreninin en büyük aşkı oldu. Son cümlede ne yazarlarsa yazsınlar hikaye bizim. Bu sizin sayenizde. Dilerim başka bir hikâyede, en güzel halinizle yeniden sizi birlikte görürüz. Hak ettiğiniz değerde, hak ettiğiniz şekilde.

“Adam kadına gülümsedi:

-Sen, sen benim mucizemsin, dedi. Öyle imkânsız geldin ki hayatıma, hayatım diye bir şey var mıydı bilmiyorken. Sen maviye çalan gözlerinle, ellerinle benim mucizemdin. Hala da öylesin. İyi ki geldin.”

iyi ki geldiniz...

                                                                                                                              Umay Masal







14 Mayıs 2021 Cuma

Emanetçi Bellek

 Öyle hatıralar saplanıyor ki zihnimize içinde olduğumuz zamanın hangi noktasında bu saplanan hatıralarla ne şekilde karşılaşacağımızı düşünüyor buluyorum kendimi. Salgın hastalıklardan, savaşlardan, kötücül enerjilerden geçtiğimiz bugünlerde zihnimize mıhladığımız imgeleri gelecekte nasıl, ne şekilde hatırlayacağımızı veya hatırlayacağımı bilmiyorum. Anılar bellek denen depoda nasıl birikiyor, nörobilim açısından hangi odaya ne atıyoruz çok bilgi sahibi değilim. Sadece bildiğim yaşamışlıklarla evrilen anıların hatırlama zamanlarında insan üzerinde bıraktığı izin derinliği. Kısacık bir bilgi parçacığının kimliğimiz, acılarımız, sevinçlerimiz üzerindeki değiştirici etkisinin çağrışımsal gücünü biliyorum sadece. Selam sevgili okur. Son dört sayarken yine birlikteyiz. Sebeb-i girizgâh Efsun ve Yamaç. Şimdi eminim acaba bu hafta ne yazacak diye başladığın yazıda böyle bir girişin sebebini tartarak ilerliyorsun. Merak etme bağlayacağım bir yere. Ancak sen de eminim hak vereceksin ki bu hafta irdeleyebileceğim pek bir şey yok. Ben de bambaşka bir yerden hikâyeyi ele almaya çalışacağım mümkünse tabi. Neyse…  

Bu hafta Çukur klasiği ölülerin bulunması, mezarlık sahnesi ardından kısa süreli yas ve ardından edilen intikam yeminleri ile Çukur’un genel kitlesine hitap eden sözde dramatik ama bir kısmı James Cameron Avatar filmi evreninde geçerken eski Türk filmlerine editöryel anlamda selam da çakan bir bölüm izledik. Genel olarak suç filmlerini, dizilerini, kitaplarını severim. Polisiye ayağı güçlü dramatik kurgular en sevdiklerimdendir. Arthur Conan Doyle’dan Edgar Alan Poe’ya ordan Mario Puzo’ya ve Agatha Chiristie’ye kadar da kültleri okumuşluğum da var. Ama bu Çukur’un genel evreni hani minicik bir yerinden bile benim ilgimi çekemiyor. Çukur birileri ile savaşıyor ama neden, bu en güçlü düşman diye tanıtılan Amca bu muydu yani diye soruyorum kendime. Erdenetlerden boşalan yere çöktü madem bu adam için kurulan herkesten güçlü hikayesi yalan mıydı? Malum Yamaç bitirdi ya Erdenetleri. Falan filan. Kısaca çöp bir mahalle için neyin savaşındalar, babaları İdris çok mu düzgün bir kimlikti tartışmasına girmiyorum bile. Çünkü hepsi boş ya da doluydu da ben boş zamanına denk geldim bilemem. Zaten senaristin ve ekibinin de hikâye altı doldurmak gibi bir derdi yok şu anda. Gelelim bizim herhalde iki dakikayı ancak geçebilen sahnelerimize. Önce cenazelerin mahalleye geldiği anda Efsun’u Yamaç’ın yanında gördük. Yamaç’la olan göz temasını yitirmeyen onun acısını her an gören görmekten öte hisseden Efsun tam da yeriyken neden Yamaç’a sarılmadı mesela. Ya da en azından uzanıp elini tutmadı. Sonrasında mezarlıkta Yamaç’ın omzuna elini koyan Efsun ve onun elini alıp kalbine koyan Yamaç. Bu arada Efsunu'un elini kalbine koyduğunu sağ olsun Tolga Yaşar aynı sahneden fotoğraf attığı için biliyoruz. Eşsiz yönetmenimiz bölüm ortalarında bizi, ben diyim Avatar, siz diyin şirinler köyüne götürme becerisinde olduğu için kadrajlamayı öyle yapmış ki beş saniyelik sahnede anlamıyorsunuz Yamaç Efsun’un elini nereye koydu. Neyse buradan çıkan sonucumuz Efsun Yamaç’ın en büyük desteği. Alt metin müthiş de işte bu hikayeyi biz yazıyoruz sürekli. Sonra mutfakta neyi nereye koyacağını bilemeyen Efsun’u gördük. Çukur’dan gelenleri karşılıyordu. Buradaki alt mesaj Çukur evimiz Efsun anamız sanırım. Yine yazdık alt metni kendi kendimize. Geçtik. Sonraki sahne ise yine EfYam. Yamaç evdekilerin balkon dediği yerde tek otururken Efsun’un gelişi ve Yamaç’ın ona sarılarak ağlaması. Şimdi bu sahne ön izleme olarak atıldı. Ardından fragmana koyuldu. Ardından geri sayıma atıldı. Zaten ben orda dedim tek sahnemiz bu. Çünkü Efsun ve Yamaç fc sosyal medyanın efendisi. Üstüne oynamak lazım. Finale 4 bölüm varken bunu yapmak düpedüz dolandırıcılık. Ama yaptığı işe saygısı olmayan senarist, reji ve sosyal medya sorumlusuna artık denecek söz yok. Biri daha gitti kaldı 3 bölüm. Konuları mantık silsilesinde toplayabileceğine zerre inancım olmayan yazı ekibinden Efsun ve Yamaç’a dair hiçbir şey beklemiyorum artık. Sahnenin alt metnine gelince tam da tahmin ettiğim gibi Yamaç Selim’in ölümünden beri acıdan katılaşmış halde. Emmi öldüğünde de gözleri dolsa da bağıra çağıra ağlayamadı. Yaşadığı suçluluk daha çok Salih’i ikna etmeye odaklandı. Bu hafta Selim’in emaneti Karaca’nın ölümü onu parçalasa da ailesinin yanında yine çözülmedi. Ta ki Efsun yanına gelip elini tutana kadar. Efsun’un elinde, kolunda, yüzünde gezinen eliyle doğru orantılı olarak çözüldü Yamaç. Benim Selim’in ölümünde olmasını istediğim Yamaç’ın Efsun’un kucağında tüm acısını anlatarak ağlamasını, Efsun’a sığınışını gördük Karaca'nın Yamaç'ın inanmak istemediği ölümünde. Yamaç’ın içindeki çocuğun sığındığı tek yerin Efsun olduğunu yine yeniden altı çizile çizile anlatıldı senaristimizce. Ama tabi sahne kısa tutulup üstüne çat diye kesilince biz yine duygumuz havada asılı öylece kaldık. Bundan sonrası yokuş aşağı zaten. Efsun’un Yamaç’ın Salih’in peşinden gittiğini, telefonunun şarjının olmadığını soranlara haber verişi ama bizim Efsun ve Yamaç arasında tek diyalog görmeyişimiz ardından Salih’le eve gelip genel kabul konuşması yapan ve üstünü değiştiren Yamaç’la yine tek bir baş başa sahnesi olmayan Efsun. Bitmedi. Sultan Hanım’a tavır koyan ama Sultan Hanım tarafından manipüle edilen Efsun. Bir an Sultan özür dileyecek galiba diye düşünmek de benim saflığım sanırım. Kabul hala bir şeyler bekliyorum galiba. Üzücü. Benim için burada bitti zaten bölüm. Gerisine gerek yok. Şimdi başa dönelim. Evet Efsun İdris Koçovalı’nın ölümünde pay sahibi ama Koçovalılar da onun babasının ölümünde pay sahibi. Bunun asla Yamaç dışında biriyle gündeme geldiğini görmedik biz. Ki Yamaç zaten baştan beri bu paralel duruma inat âşık oldu Efsun’a, hatta olmayacak diyen Efsun’a belki zamanla diyen de oydu. Bu bir. İkincisi Sultan’ı aklama seremonisine dönüşen sahnede atlanmaması gereken şuydu. Canım Koçovalılar tarafından savaşın göbeğine çekilen Erdenetler’in tamamı Efsun’a zarar verdi. Yamaç yüzünden. Sultan ise Efsun’un üç yıllık işkencesinden sorumlu. Sadece evden attığı için değil. Yamaç’a sustuğu ve herkesi susturduğu için. Hamile bir kadına bu işkence kapısını açtığı için. Bellek önemli bir şey unutturmuyor. Bize bir hikâye vaat edip sonra onun üstünden aman da zamanım yok diyerek atlaya zıplaya geçemezsiniz.  Sultan Yamaç’a “O senin ailen değil, o çocuk ailenden değil.” diye bağırmışken kimsenin Sultan'a İdris konusunda empati  kurmasını bekleyemezsiniz. Özellikle Sultan’a özür bile diletmemişken. Ayrıca sadece Efsun üzerinden değil Ayşe üzerinden gelişen alt metne de tepkiliyim. Ayşe’nin tutup Yamaç’ı suçlaması, diğerlerini suçlaması ne kadar makul değilse Sultan’ın çocuklarının başında dur, Ayşe’nin ağzından Sultan etkisi ile çıkan anneysen çocuklarını koruyacaksın argümanı da o kadar makul değil. Murtaza seçimi tartışma götürür de olsa buradaki hani o Yamaç’ın Cumali’ye dediği “Sen ölürsen Damla’yı gömelim mi?” lafının evet gömelime gelen önermesi berbat. Karaca’nın çocukluk travmalarını ayrı ama Karaca kendi seçiminin bedelini ödedi. Kocaman insandı. Ne yaptığını biliyordu. Tıpkı evli barklı Akın’ın da ne yaptığını bildiği gibi. Anneler çocuklarının prangasız kölesi değildir. Annelik kavramına kutsiyet verirken onları köle hale getiren zihniyetlerin ürünü bu önermeler. Ayşe Murtaza’yı Amca’nın adamı olduğu için terk edebilir, sevmediği için terk edebilir, aldattığı için terk edebilir ama sen bir kadına artık kalan tek çocuğumun başında durmak için gidiyorum dedirtirsen bu bambaşka bir yere gider. Tabi burada kime ne anlatıyoruz? Haftalarca Efsun’u kadınlığı üzerinden aşağılayan, şarkı sözünü bile “Ben bedel geçtim” şeklinde değiştiren, nedense silah kaçakçısı, mafyöz İdris Baba için hala ağlama duvarına dönen bu yapıda sadece ve sadece kadının kimliğinin aşağılanması, o kimliğin sadece çorba kaynatan anneye sıkıştırılmasını kız babası bir senariste yakıştıramıyorum. Kadının çocuğu için çorba yaparken topuklu ayakkabıları ayağında telekonferansla şirket yönettiği zamanlardayız artık. Sizin kadının dişi kimliğini cadı diye yaktıkları dönemlerde asılı bıraktığınız zihniyetlerinizi söküp elinize verdiğimiz zamanlar da yakın. Efsun bu dizide bunun son kalesiydi. Harcadınız. Ağır harcadınız. Cesaretle Efsun’u yazdığınızda bu erkek egemen kafalara bambaşka bir kadın kavramı öğreteceğinizi sanmak başlı başına benim saflığım. Dişil gücün temsilcisi bir kadını en tepeye o haliyle koymaya cesaret edeceğinizi düşünmek de benim hatam. Güçlü bir kadın da olsanız bir erkeğin koruması olmadan pavyona düşer ve kendinizi kurtaramazsınız argümanınızdan çok da farklı olmayan alt metinleriniz mide bulandırıcı. Diğer taraftan biz bunca içe kapanışta bir yerinden yakalandığımız hikâyenin bizde bıraktığı izlerle devam ederken belleğimizin aydınlık tarafında tutacağız tüm yazdıklarınızı. Elbet bir gün bir yerde…  Çünkü atladığınız bir şey var ki kadınların ortak bir belleği var. Siz ataerkil kafada kadın kavramını kendinizce ürettiğiniz kadın özüne sıkıştırmaya çalıştıkça cinsiyet ayrımının farkında olan, kurgu da olsa gerçek de olsa bir yerinden bağlantılandığı kadın hikayelerine bağ kuran, içten içe alıkoymak için çırpındığınız o dişil gücü açığa çıkartacak kadınlar var. Kısaca Efsun Kent üzerinden gelinen noktada çözdüğümüz zihinsel yapınızda hesaplaşacak çok alan var.

Son demde; bu hikâyede net harcandığını düşündüğüm Tilya Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli uyumuna bir şerh ve dilek bırakıyorum. Dilerim gerçekten ne anlattığını bilen bir hikayecinin yazdığı, iyi bir senaryoda izleriz sizi. 140 dakikada 2 dakika gördüğümüz karşılıklı oyun gücünüz taktire şayan olsa da yetmiyor. Yetemez de zaten. 

Hamiş; neticede hepimiz bir zaman yolcusu sayılmıyor muyuz? Ruhlarımız bir şekilde tanıyor ya birbirini bir yerlerden ve bu tanışlık bazen seçimlerimizden ötede bir yerden yakalıyor bizi. İstemeden çekildiğimiz tanışlık ve bütünleşme hissinden kaçıyoruz kimi zaman. Kaçış varmış gibi. İnsan kendinden kaçabilir mi? Kendinden olandan kaçabilir mi? Deniyoruz işte. Belki bu hayatta kaçıyor, sonra kekremsi bir tatla o duygunun kayıplığında kalıyoruz. Emanetçi bir belleğe hapsolmuş halde. Büyümek için. Ama bazen kaçmak yerinde risk alıp o duyguya teslim oluyoruz. Büyüdüğümüz için.

Mutlu, huzurlu, sağlıklı bir bayram dileğiyle. Kavuşmalarınız olsun sevgili okur.

                                                                                                                UmayMasal




7 Mayıs 2021 Cuma

Aşkın Varlığında

 Nisan bitti mayıs başladı. Bahar bitti yaz başladı. Bitişleri başlayışlar kovalıyor. Başlangıçları da bitişler. Döngüsel belki. Ama şu bir gerçek ki döngüsel de olsa başlamak da bitirmek de cesaret. Yenilik içeriyor çünkü. Buluşma sebebimiz olan EfYam’a gelirken sevgili okur, dizinin son dörde girmesiyle bizlerin de artık son dönemeçte olduğumuzu söyleyebilirim. Çukur’a veda edecek olanların uzun bir maraton koştuğu bir gerçek. Onlar için bu veda bir tık başka anlamlar taşıyor muhakkak. Kurulumundan dağılışına, belki en güzel anlatılan bölümlerden kurgu anlamında korkunç hale gelen bölümlere doğru yol almak yükledikleri anlamlar açısından farklı bir noktadadır. Benim hikâyeye takılma nedenim olan aşk yani bana göre Çukur ana evreninin en büyük, en müstesna aşkı EfYam’a gelince sanıyorum benim gibi oltalananlar da onlardan ayrılacakları için bir parça hüzünlüler. Neyse daha yayınlanacak 4 bölüm var. Vedayı sona saklayalım. Bölüme başlayalım.

Geçtiğimiz hafta Yamaç’ın kucağında can veren Emmi’nin son nefesinden hemen önce Çukur’u Yamaç’a emanet edişinde kalmıştık. Bu hafta Yamaç Emmi’yi yaşadığı yeni ölüm şokuna rağmen Çukur’a getirdi. Çukur’un kalbine kahvenin önüne gelen Yamaç tıpkı Selim’i kaybettiğinde olduğu gibi katılaştı. Yamaç yaşadığı acılardan, ölüme dair acılardan katılaşmış halde. Ağlayamıyor, çektiği acıyı dışarı çıkaramıyor. Avuçlarından kayıyor korumaya çalıştığı hayatlar ama o bir şey yapamıyor. Bu Yamaç adına zor.  Diğer yandan Emmi’nin ölümü için toplanan Çukur açısından bir başlangıç. Belki sonun başlangıcı bilmiyorum. Bu sahnede önemsediğim asıl kısım Yamaç öyle kaskatı otururken Emmi’nin cesedinin başında, önce Akın’ın ardından Sultan’ın gelip sarılması. Akın’ın sarılışı ve son dönemde aşamalı olarak Yamaç’a paralel yazılan hikayesinden yola çıkarak evrildiği nokta açısından değerli geliyor bana. Bir ihtimal, çokça umudum yok çünkü Gökhan Horzum’da o cesaret yok bana göre, Yamaç Çukur’dan Efsun’u ve kızını alıp çıkarsa Akın’ın yeni Çukur sürecinin temsilcisi olmasın fikrini besliyor bende. Sultan’ın sarılmasına gelince Yamaç’ın o anki duygusal katılığında ana kucağına ihtiyacı mı yoksa Efsun’un bu sahneyi görmesi üzerinden beslenmek istenen bir rekabet mi karar vermek zor. Yalnız sonrasındaki süreçte Efsun’un tamamen ipleri eline alması ve tüm Efsun Kent zekasını önce Salih’i sonra Çukur’u almak isteyen Yamaç için seferber etmesi Sultan açısından bu rekabetin çok vurucu olacağının ayak sesleri. Zira bölüm tamamen Efsun’un çıkarım becerisinin Yamaç tarafından alana indirilmesi üzerine kuruluydu. İkinci sahne olan cenazede de Yamaç’la Salih kavgasında herkesin aksine oluşan kargaşaya kapılmak yerine gözlemleyen bir Efsun gördük. Efsun Yamaç’ı zaten her an görüyor. Bakan ama görmeyen herkese inat Efsun incelikli görüyor Yamaç’ı. Kavga sırasında ise o incelikli görü Salih’in dışlanırken yaşadığı acıyı, Yamaç ve Salih’in kavgasının iki adam üzerindeki etkisine odaklıydı. Tam da bu nedenle Yamaç çekip giderken Cumali tarafından durdurulsa da Yamaç’ı buldu ve onunla konuştu. Yamaç’ın ailesine, mahallesine olan sevgisi büyük ama Yamaç için üç kişi var ki nitelikleri farklı olsa da nicelik açısından sevgide başka bir yerde. Birincisi Efsun. Ona aşık. Efsunsuz yaşaması imkân dahilinde değil. Efsun kalbi, ruhu, varlığı. İkincisi Aliço. Onun için içindeki saf çocuğun yansıması Aliço. Yamaç da biliyor aldığı her canla, intikamla saflığından yediğini. Ama Aliço onun o en saf yerinden kopmamasını sağlıyor. Üçüncü ise Salih. Salih Yamaç’ın hayatta yapmak istemese de yaptıkları, seçmek istemese de seçtikleri için dayanma noktası. Salih gri. Asla da reddetmiyor bunu. Babası gibi. Yapılması gerekti yaptım, deme cesaretine sahip o dünyada. Beyaz olması gerekirse orada duruyor aksi durumda siyaha geçmekten tereddüttü yok. Çünkü geldiği yer tereddüt kaldırmaz. Ama diğer taraftan Yamaç’ın katıksız sevgisine de sonuna kadar cevap veren bir abi. Babasını vurdu diye onu suçlamayan, eliyle Efsun’un kapısına bırakan, Erdenetler’le çalıştı diye yargılamayan Salih. Sürekli yargılanan Yamaç için çok büyük lüks birinin onu yargılamaması. Aslında saydığımız üçlünün tamamı bu özelliğe sahip. Yamaç’ı katıksız sevme becerileri var. Yamaç gibi. Neyse tüm anlattıklarımın bilgisine ve alt metnine hâkim Efsun. Biz Çukur’da kedi kovalarken sahnelerde, sürekli geçmişe giderken bizim aşıklar baya baya bunları konuşmuş olduklarından Efsun da iki kardeşin arasını bulmak konusunda uzun uzun yol gösterdi Yamaç’a. Yamaç anlattı Efsun dinledi. Efsun Yamaç’a çözüm önerisi verdi Yamaç onu dinledi. Sahne boyunca bir an birbirlerinden kopamayan, hüzünlü taraf Yamaç olduğu için Efsun’un bütün şefkatini akıttığı bir aşk izledik. Ki sonunda Yamaç giderken döndü ve Efsun’u öptü. Sonra da derin bir nefes alıp “İyi ki varsın!” dedi. Karşılığında da sevdiği kadın “Sen de iyi ki varsın!” dedi. Ardından önce Yamaç sonra Efsun teşekkür etti. Buradaki ayrıntıyı sevdim. Yamaç’ın Efsun’a varlığı için teşekkür etmesi, Efsun’un da aynı duygu ile cevap vermesi değerli. Çünkü çok şey yaşadılar. Çok acı gördüler. Birbirleri için birbirleri uğruna. Sonra iki sevgiliyi evde gördük. Yamaç elinde kanıt olarak bir parça mektupla delirirken Efsun yine onu sakinleştirdi. Salih’in içinde bulunduğu durumu Yamaç’a tane tane anlatırken bir taraftan da sevdiği adamı koruma refleksini gördük. Bu sahnede birbirlerine senkronize, birbirini tamamlayan, hafif deli ama iletişim becerisi yüksek Efyam’ı izlemek zevkti. Haftalardır yazmaktan yorulduğum diyalog sıkıntısı bu hafta nispeten çözülmüş gibiydi. Bu çift baştan beri en keskin bıçak konuları bile konuşma becerisine sahipken bu sezon ısrarla yaz dizisi çiftleri gibi salak saçma hallere sokuldu ya ne diyeyim bilmiyorum. Oysa en başından beri elimizdeki yapı iki taraf açısından da alfa karakterlerden oluşan bir çift. Bu insanlar sen benim babamı öldürdün, hayır öldürmedim diye ilişkilerini başlatan karakterler. Neyse… devam. Akın’ın gelmesi ile Efsun’un öpe koklaya sakinleştirdiği, huzura erdirdiği Yamaç Çukur cehennemine geri dönse de evinde onu bekleyen huzuru var artık. Son sahnemizde ise kahvaltı masasındaydık. Cumali, Amca konusunda konuşurken yine akıl yürütmeleriyle olaya dahil oldu Efsun. Devamı gelemedi Cumali’nin utancı nedeniyle belki ama Efsun’un Yamaç ve Cumali’ye anlatmak istediği yöntem değiştirmeleri gerektiğiydi bence. Doğrudan saldırmak yerine belki daha akılcı ama vurucu hamleler yapmanın daha mantıklı olduğunu anlatmaya çalıştı Queen Kent ama işte… Burada Yamaç’ı aksiyon konusunda manipüle eden Cumali’ye de Efsun vetosu geldi. Evet Yamaç artık öyle bilinmezlere gidemezsin. Ben öleyim ne olacak diyemezsin. Abi senin ailen var ben atlarım öne de diyemezsin. Çünkü Efsun ve Masal var. Neydi seni bekleyen bir kadın ve evladın var. Kafanı kullan oğlum. Sonra bilgisayar ve işte mahalle derken en son sahne Karaca’nın bulunması… Bölümü bitirdik. Geçtiğimiz haftalarda Ayşe’nin rüyası beni çok etkilemişti. Bu hafta da anneye malum olur mottosundan yola çıkan çözüm acı verici ama bana göre gerçekti. Ama son sahneyi yazmak istemiyorum. Oyuncuların emeğine sağlık ama bu dizide en sevmediğim iki şey trajedi pornografisi ve şiddet pornografisi. Öpüşme çekerken takla atan, kör açılar bulmak için özel çaba gösteren hatta beş haftada bir anca yazan korkak ekip maşallah bu iki unsurun pornosunu yazmaktan da çekmekten de imtina etmiyor. Karaca’nın ölüm şekli hala benim için ürpertici. Ruhu yaralı bir topluma bunu yapmak bana göre acımasızlık. Ha bana mafya dizisi bu diyebilirsiniz. Ama bu yazdığım şeyin doğruluğunu değiştirmez.

Son demde; bu hafta ruhta bir olan Efsun ve Yamaç’ın fikirde ortak hareket ettiklerinde çözümlere ne kolay ulaştıklarını gördük ki biz bunu sezon 3’te de görmüştük. Efsun Çukur’un kralının yanındaki tahta yavaş yavaş yerleşirken bunun aile tarafından da hızla kabul edildiğine de şahit oluyoruz. Yamaç nasıl Efsun’dan gelen her şeye razı olduysa ve eminim hala razı, bu sözcük kötü anılarımı tetikliyor neyse, Efsun da yaralarına rağmen Yamaç’tan gelene razı. Madem ailem diyor Yamaç o halde o da parçası. Efsun’un öfke merkezinde sadece Sultan oturuyor. Sanırım ona vereceği en sağlam ceza da koltuğundan etmesi olacak. Ailedeki yerinden de ki Efsun, Queen moodunu açtığından beri o yer Efsun’a geçmiş gibi. Güce tapıcı Koçovalılar için de kabulü zor bir şey değil o halde Efsun’u o noktada görmek. Yamaç’ın Efsun’u koyduğu noktayı sorun eden cinsiyetçi abiler de unutmasınlar ki Efsun zaten baştan beri Baykal’ın kızı olarak oyun kurucuydu. Ruh eşi Yamaç gibi. Arada olan saçmalıklar sizin eril kafalara yaranmak ve üç beş aklı kıtın çenesini kapatmak içindi. Zira Yamaç Efsun’u hep dinledi. Hatta Erdenetlerin fabrikaları patlatırken bile git dediği Efsun’dan aldı fikri. Kısaca EfYam bir ruh ortaklığı. Ruh eşliği. Ortak dili konuşan, birbirini korumaya, birlikte kalmaya çalışan, imkansızı imkanlı hale getiren bir çift. Birlikte güçleri küçümsenmemeli. Yazarı bile küçümsedi, hikayesinin ayağına sıktı işte. Yazının sonuna gelirken yine yeniden; EfYam için özgün bir dil yaratan, sözcükleri, beden dilleri ile Efsun ve Yamaç’ı yaşayan gerçek bir aşka dönüştüren Tilya Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’ye selam ve muhabbetle. Çok çok içtenlikle diliyorum ki, en kısa zamanda doya doya sizi birlikte izleyeceğimiz iyi bir hikâyede yeniden buluşalım. Hayalim içinde müzik de olan, dönemsel bir aşk hikayesi. Ama ikinizi en alfa halinizle gayet şık kimlikler olarak cool bir hikâyede de görsem itirazım olmaz. Hoş galiba ne oynasanız itirazım olmaz gibi. Dilek fenerimi uçurdum. Artı bu hafta ikinci dilek feneri sana Tilya Damla Sönmez. Nice yaşlara, nice yıllara, huzurla, umutla, bol gülümseyiş ve başarıyla…     

Hamiş; herkes ben olurken seninle biz olmayı başarmamız ne kadar ilginç gelmişti en başında. Başa sarıp sarıp dinlediğimiz şarkılar gibi düşünürdüm ne noktada bu kadar bizleşebildik biz diye.  Gözlerimizle konuşmayı, gülümseyişimizle dokunmayı, kimse duymazken minicik dokunuşa çığlık çığlık cümleleri sığdırmayı ne ara öğrendik ki biz? Hangi noktada başladık inşa etmeyi bu aşkı? En imkânsız yerden bile gelse aynı renkte buluşmayı nasıl başarabildik diye düşündüm hep. Sonra buldum.  Biz seninle mutlu çocukluğumuzdan bulduk birbirimizi. Oyun arkadaşımızı tanıdık önce. Aşk… O zaten hep vardı.

                                                                                                                                  UmayMasal




30 Nisan 2021 Cuma

Daha Önce Kimseyi Sevmemiş Gibi

 Zamanlar elimizden akıp gidiyor ya sakin gibi ama aslında delice o akışın neresinde durduğumuzun sorgusunda bir yerden yazıyorum sevgili okur. Yaşanması zor coğrafyanın dünyaya dair daha da zor zamanlarıyla kesişimdeyiz. İyi olmak istiyoruz ama olmak zor. Çabalıyoruz güçlü kalmak için. Sadece güçlü kalmak ki mücadele etmek için gereken şey. Bir yanda inandıklarımız bir yanda inanmakta zorlandıklarımız bir yanda akan gerçek hikayeler derken belki yeni dünya düzenlerinde yüzmeyi öğreniyoruz kim bilir?  Neyse sizlerle buluşma sebebimiz olan aşk hikayesi Efsun ve Yamaç’ın masalının bu haftaki bölümünden devam edelim. Hadi takıl kalemin peşine belki kendinden bir şeyler bulursun.

Bu hafta kısıtlı zamanlarda üstelik diyalogsuzlukla da sınandığımız için sanırım biraz benim hayal gücümün insafına kaldın EfYam sever canım okur. Ne yapalım bu hikâye böyle. Postmodern romanlar gibi araları okurun tamamlaması gerekiyor. Teknik olarak tabi o tip bir romanla alakasız ama bizim senaristimiz artık nitelikli yazmayı bırakın yazmaya toptan üşendiği için elimizdeki verilerden ve oluşan karakterlerden ki çoğu zaman onların kimlikleri de hiçe sayıldı ya neyse diyerek yola çıkıp kendi hikayemizi yazıyoruz işte.

Geçtiğimiz hafta Efsun ve Damla’nın eski tarzlarına döneceklerinin sinyalini almıştık. Tam olarak da öyle oldu. Damla da Efsun da kendi tarzlarını yeniden kazandı. Efsun ikonik saçları ile arz-ı endam ederken hepimiz 3.sezon Yamaç “saçların çok güzel olmuş böyle” repliğini beklesek de bırakın bu cümleyi sahnede cümle bile kurulmayacağını, dudak okumak zorunda kalacağımızı bilemezdik tabi. Sırayla gidelim diyerek başa saralım. Akın’ın Yasmin’i hastaneye kaldırdığı ardından tüm Koçovalıların hastanede toplandığı sahnede aile kavramı ve bu kavramın altının boşluğu amca üzerinden tekrar gösterildi. Akın Yasmin’i kaybetmenin eşiğine geldiğinde aklına kendisinin de hayatını kurtaran Efsun geldi. Efsun’un kapısına gidip Yasmin’i kurtarması için ona yalvardı. Efsun ise Akın için yeniden büyülü ellerini kullandı. Burada parantez; ben Efsun’un büyülü ellerini, gözlerini ve hatta başlı başına Efsun’un kimliğini oluşturan her şeyi çok seviyorum. Tekrara düşeceğim belki ama Efsun dişil enerjinin temsilcisi şamanik bir karakter.  Bazı antilerin sürekli yazdığı Efsun’un cadıya benzetilmesine bile gülümsüyorum. Çünkü cadılık dişil enerjiden korkan erkeklerin kadınları sıkıştırmak, yakmak o gücü kullanmasını engellemek için ortaya attıkları bir yafta. Eğer dişil enerjiye sahip çıkmak, kadın olma bilincinde olmak, kendine veya istediğin birine şifa olabilmek, ayakta kalmak, güçlü durmak cadılıksa ben de cadıyım diyorum. Hepimiz cadı olabilsek keşke diyorum. Bana göre Çukur bittiğinde içindeki pek çok karakter tabi ki başta Yamaç ikonik tarzlarıyla hatırlanacak ama Yamaç’ın yanında hatırlanacak tek ve en ikonik kadın Efsun olacak. Kaldı ki bana göre Efsun sadece kadın kimliği ile değil bütünüyle Çukur evreninin en derin, özgün karakterlerinden biri. Hikâye aksını etkileyen, onun merkezine Yamaç’la oturan, seyircinin trajedisine şahit olduğu Yamaç’la beraber merakını kamçılayan tek kadın Efsun. Etkileyici, sofistike ve hep dediğimiz gibi tam anlamıyla bir Queen.  Parantezi kapatalım. Efsun’un Akın’la hastaneye girdiği sahne onun Sultan ve Koçovalı familya karşısında kurduğu üstünlüğün bir kez daha ilanı. Bu noktada Efsun’un bu üstünlüğü sağlarken halen Kent olmasını da önemsiyorum. Vakur, mağrur Queen Kent’in hala aynı güçte olup olmadığından emin olmaya çalışarak ellerine bakarken fonda çalınan müzik de onun Çukur’un annesi formatından çok Çukur’un Queen’i olduğunu gösteriyor. Efsun ile başlayan onun dişil gücünün yarattığı etkiye geçen en son Çukur’la biten müzik. Keşke müziğin adı Queen of Çukur olsa. Sanırım Toygar Bey senaristten daha net anlamış ya da anlatmayı başarmış Efsun’un Çukur’a karışmasını ve aslında Çukur’un da Efsun’a karışmasını. Burada yine parantez. Ben Çukur’un her an ihanete hazır tebaasından hiç hoşlanmıyorum. Onların Yamaç’ın kendini adayışına her seferinde ahmakça sırt dönüşünden de nefret ediyorum ama merkezde bu mahallenin olduğu anlatıda madem Çukur Yamaç’tı ve Yamaç Efsun’a karıştı ki bu kısım üçüncü sezonda çok iyi anlatıldı, biz Çukur’un da Efsun’a karışmasını izlemeliydik. Sonuçta başladığı noktaya gelen EfYam’ın işkence döneminin aslında hiçbir şeye hizmet etmediğini sadece zaman çaldığını gördüğümüz yerde bence asıl hikayelerden biri yine boşta kalan ipler gibi ucu açık kaldı. Yazık oldu. Parantezi kapat. Hastaneye girişte o hastanede neden Yamaç yoktu yine yeniden Efsun ve Yamaç neden bu kadar ayrı yazılıyor anlamıyorum. Düğümlenmiş bir aşktan bahsediyoruz. Ortak acılardan geçmiş, birbiri dışında gerçekten güveneceği kimse kalmamış, kızları olan bir çift bunlar. Yamaç üçüncü sezonda bile Efsun’a gidip sürekli anlatırken hala ve hala neden konuşmuyor bu iki insan anlamıyorum. Anlayamıyorum. Sahneleri neden geçiştiriliyor. Buraya şerh bırakıp devam ediyorum. Yamaç Emmi’yi korumaya çalışırken bizim Çukur evreninin en tuhaf karakteri maskeli beşler ile kapıştı ve sarı çizmeleri ile sonunda adamı patlattı. Bu arada yine ciddi şekilde okşandı Ninja maskeli tarafından. Buradan dönüşte Çukur ahalisine ayar verdi. Ecevit’ti galiba onun bacağa sıktı, bu arada Yamaç sen bilmiyorsun ama o Ecevit Efsun’u vermişti amcaya iyi yaptın, sonra yine Efsun’un kapısına gitti. Evet sevgili okur. Yamaç o kapıda yaralı beklerken benim de zihnimde “Ben gönlümün ayak bağını senin kapına astım da geldim.” diyerek Vurgunum çaldı. Resmi olmasa da en sağlam EfYam şarkılarından. Her ne kadar sahnede “Hiç ışık yok” çalsa da. Sahne klip tadında geçerken ben repliğe bu kadar aç bir sahnenin Meke ve Akın paralelinde şarkı fonuyla harcanmasına söyleniyordum. Hayatını adadığı, uğruna kayıplar yaşadığı mahallesinin değerlerini yitirişinin kırıklığını ruhunda taşıyan Yamaç’ın bedenindeki yaralardan çok ruhu kanarken şifayı Efsun’da bulması hatta onun huzuruna saklanmasının gösterildiği sahne böyle harcanmamalıydı. Yamaç daha önce annesi tarafından kovulduğunda da o huzura saklanmıştı. Oysa Yamaç önceleri deliliğe saklanıyordu artık yapmıyor. Efsun varken Yamaç’ın saklanacak bir evi var çünkü. Yamaç’ın evi o herkesi toplama telaşında olduğu bina değil. O çoktan dört duvardan çıkardı sığınağını. Kayboluşuyla kalbini sızlatan kadının kucağı onun sığınağı. Efsun’un elleri onun huzuru. Efsun’un göğsüne yattığında duyduğu ritim onun yaşama sebebi. Baktığında her şeyi unuttuğu gözler onun cenneti. Ama işte o ama… Neden anlatılmıyor, anlatılmak istenmiyor bu alt metin bilmiyorum hatta anlamıyorum. Yamaç’ın yaralarını temizleyip sonra öpüp sağaltmaya çalışan Efsun neden o dudak kenarını es geçiyor anlamlandıramıyorum. Yazılmıyor mu, yazılıyor ama kesiliyor mu, dert ne bu çiftle artık bilmiyorum ben. Ertesi sabah uyandıklarında minicik konuşmalarına Masal da eklenerek toplamda 1 dakika 39 saniye süren sahnenin yine kesilmesine de ne diyeceğimi bilemiyorum. Yaklaşık 140 dakika süren bir bölümde neden Yamaç’ın yaşam sebebi olan, sevgilisi Efsun ve kızı Masal neden yok sayılıp sadece 4 dakika toplam süre ile anlatılıyor ya da anlatılmıyor? Galiba son dört bölüme girerken hikâyenin genelinin girdiği çıkmazdan çıkmak için önüne geleni öldüren senaristin mutlu bir Yamaç’ı, aşık bir Yamaç’ı koyacağı bir resim yok. Öyle korkuyor ki Efsun ve Yamaç’ın büyüyen hikayesinden onlara yapmadığı kalmadığı halde birazcık huzur vermiyor. Birbirlerini sağaltmalarına, aile olmalarına, onların konuşmalarına, birbirlerini öpmelerine, sevmelerine izin vermiyor. Yamaç’ı başka türlü Çukur dramına nasıl hapsedecek değil mi? Selim’den sonra Emmi ve daha kimleri Yamaç’ın kucağında saçma bir mirasla öldüreceksin acaba?   Nedensellikleri o kadar zayıf ki her şeyin çözümlenen, altı doldurulmaya çalışılan her sahnenin aslında bizim hayalimiz olduğunu düşünüyorum artık. Devam. Yatakta Efsun ve Yamaç konuşmasında Yamaç’ın minik isyanı, Efsun ve Akın arasındaki yakınlığı hafiften sorgulayacağının işareti dokunuşlar ve Masal’ın tamamlayıcı gelişi süresi yetersiz olsa da çok sevimli bir sahne çıkarmış ortaya. Yamaç kadar bizlerin de derdi o Efsun’un erken kalkışları. Gönül ister Efsun ve Yamaç’ı kendi alanlarında ayrıca birlikte, Masal ile de ayrıca izleyelim. Ama kimin umurunda bizim gönlümüz. Hayır Efsun ve Yamaç cidden ateş gibi bir çiftken üstelik nasıl bir kurgucu bu çifte sahne yazmaz şaşkınım.  Yok ya şaşkın değilim. Biliyorum aslında. Bir süredir EfYam > Çukur. Olay bu. Bu arada Yamaç’ın kendi Çukur’unu kuracağını Efsun’un bu noktada nerede durduğunu daha önce yazdığım için tekrarlamıyorum. Yamaç'ın gitarı nerede diye de sorumu bırakıyorum.

Son demde; Tilya Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’yi gerçekten ikisi üzerine kurulmuş, daha uzun süreli beraber sahnelerinin olduğu bir işte ikonik bir aşkı anlatmak için bir araya getirecek bir yapımcı diliyorum. Burada ne yapımdan güldü yüzümüz ne senaryodan. Dilek fenerini uçurdum yine göğe.

Hamiş;

Kadın adama bakmış. Adam da kadına bakmış. O bakışta dünyalar varmış. Adam şaşırmış. Daha önce çok kadın görmüş adam hatta çok göz. Belki çok güzel gözler. Ama böyle bakan bir kadın böyle bakışına dünyaları sığdıran bir kadın hiç görmemişmiş. Sormuş. “Gözlerinde ne var senin, nasıl bu kadar çok şey sığıyor gözlerine senin?” Kadın gülümsemiş. Kadın gülümsediğinde kelebekler uçmuş mavi-yeşil. Adam yine şaşırmış. Kadın: “Benim gözlerime sığan onca şeyi sadece sen görüyorsun desem.” Adam gülümsemiş bu kez ama sormuş. “Nasıl?” Kadın uzanmış adamın elini tutmuş. “Ben seni nasıl görüyorsam sen de beni görüyorsun. Aramızda bir gümüş sicim var çünkü. Görünmeyen. Ben seni anlıyorum sen beni. Aramızda bize ait bir dil var çünkü. Sen benim gözlerimdeki dünyaları görüyorsun ben senin gözlerinde o dünyaları keşfetme merakını. Sen beni merak ediyorsun ben seni. Daha önce kimseyi merak etmemiş gibi, daha önce hiçbir şeyi bu kadar merak etmemiş gibi.” Anlamış adam daha önce kimseyi bu denli anlamamış gibi. Sevmiş adam. Daha önce kimseyi sevmemiş gibi.

 

                                                                                                                       UmayMasal  




22 Nisan 2021 Perşembe

Zamanın Rüzgarı

 Eksiliyoruz adım adım. Bir yanımız siyahlarda diğer tarafımız grilere hapis yaşıyoruz. Yaşamak ağır bir yük demiş ya şair o yük başa çıkma yöntemlerine rağmen acıtıyor omuzlarımızı. Neyse işte o başa çıkma yöntemlerinden birinde EfYam’dayız. Efsun ile Yamaç’ın aşkı bu karmaşık zamanlarda minik bir nefeslenme hikayesi bizler için ya da öyleydi. Çünkü bu hikâye çoğu noktada eksikleri, yanlışları ile canımızı yaktı. Anlatılan hikâyenin can yakması beklendik olabilir belki ama işte mantık silsilesi önemli bir ayrıntı oluyor hikâyede. Canım neden yanıyor, o acı neye hizmet ediyor bilirsem belki katlanma olasılığım yükselirdi diye düşünüyorsun. Neyse… Neyselerle geçiyordu ömrümüz hazan mevsimleri gibi ama yine de tutunmak lazımdı baharlara inanca diyerek geçiyoruz bölüme dair bize göre bizce çözümlemeye. Haydi gel sevgili okur beraber yürüyelim o yolu kim bilir belki kendi zihninden, kalbinden geçenlere rastlarsın. Geçtiğimiz hafta Yamaç’ı kucağında çeyizleri Efsun’un kapısında annesini eve alması için Efsun’a melül melül bakarken bırakmıştık. Bu hafta EfYam oradan olmasa da bir tık ileriden başladı. Tam anlamıyla Efsun’un “Bu kadın buradan gidecek” isyanıyla sahneyi açtık. Aslında içeri nasıl kabul edildiklerini de merak ettiğim çeyizci tayfanın başı Sultan Hanım derin bir sakinlikle karşıladı Efsun’un isyanını. Burada parantez Gökhan Horzum bu tip sahnelerde neden arayı boş geçiyor soruma artık cevap aramıyorum çünkü bir cevabım var: Adamda bağlama mantığı yok. Topu seyirciye atıyor. Neyse bu sahnenin ana fikirlerinden biri Sultan’ı evden atmasını Yamaç’tan saklamayan Efsun’un Sultan’a karşı hissettikleri konusunda da son derece dürüst olduğuydu. Yamaç’tan yine saklamadı, sessiz kalmadı. Hatta Sultan’a en çok Masal konusunda içerlediğini de gösterdi. Diğer taraftan iki hafta önce annesini de eve getirmekten bahseden Yamaç bu hafta, tam da olması gerektiği gibi, Efsun’a Sultan’ı affetmek zorunda olmadığını söyledi. Efsun-Sultan hesaplaşmasından Cumali-Sultan hesaplaşmasına dönen diyaloglar Medet’in Feyyaz’ı dövmesi ile mola verse de masa metaforunun önemli olduğu hikâyede ikinci raunt Yamaç’ın ve Efsun’un oturmadığı masada devam etti.   Edip Cansever’in bir şiiri vardır: Masa da masaymış ha, der. Salih de geldikten sonra Yamaç o masanın üstüne pek çok şey koydu. Medet’in seri katilliğini, Cumali’nin vukuatlarını ki başta bizzat kendisini vurmasını sanıyorum kastetti, annesinin söylemeye dilinin varmadığı vukuatlarını tek tek hatırlattı. Salih de keza aynı şekilde. Yalnız bu kadar nasıl desem leş bir ailenin yüzleşmesini bu kadar sulandırarak vermek sanıyorum sadece Gökhan Horzum ve ekibine dair bir özellik olmalı. Sen bana sıktın, o ötekine sıktı, anam da zaten çocuğum karnındayken sevgilimi kapıya attı, ben üç sene işkence gördüm ruhunuz duymadı, sevdiğim kadın ve çocuğumun başına gelmedik kalmadı ama olsunnnn ben ailemi geri isterim. Cidden hangi kafada yazılıyor bunlar anlamış değilim. Tamam her fırsatta Yamaç’ı satan, varotik mahalle için Yamaç’ın hayatının içinden geçeceksiniz de bari yaşanmışlıklarını sulandırmayın. Hala izleyiciye üç eşli İdris’in güzellemesini yaparken üstelik. Ki asıl komik olan kısım bence orası. Zavallı oğullar onları okutmayan, Yamaç’ın kişisel çabası İdris’e mal edilemez bence, torunlarını karadul ruhlu Sultan’ın insafına bırakan, Çukur halkını silah kaçakçılığı ve pavyon korumalığı ikileminde tutan zavallı düzenin mimarı İdris ama güzellenen, insan biriktiren baba. Traji-komik. Ben zaten bu senaryoya gülüyorum da çoğu zaman, bu ara gülmek için hal kalmadığından es geçiyorum. Neyse devam. Masada Yamaç Bey’in “Kol kırılır yen içinde kalır. Birbirinizi affedeceksiniz.” restini gören Efsun “Bazı şeylerin affı olmaz.” diyip noktayı koydu. Yamaç ise Efsun’un peşinden merdivenleri koşar adım çıkarak kadını merdiven başında yakaladı. Devamı “Ya annen ya ben.” şeklinde gelse de Yamaç’ın öncelikli tercihinin aşağıda kıyamet koparken durduğu yer, Efsun ve kızının yanı, olduğu net. Her ne kadar babasının mirasını, emanetini her neyse devam ettirme takıntısı sürse de orda bir yerde bir alan var. O alan sadece Efsun’a ait. “Sana ailenle mutluluklar.” cümlesini duyduğunda yüzünün aldığı şekil de bunun göstergesi. Git Yamaç’tan , ben gidiyorum tavrına evrilen Efsun’u Kulkan’la durdursa da Yamaç, eminim Kulkan kozu olmasa da zaten Efsun’u bırakmayacaktı.  Burada parantez; Yamaç’ın aşkta ciddi bir dönüşüm geçirdiğini düşünüyorum. Güvenli evden beri Yamaç’ın Efsun’a duygularını gösterme şeklindeki anlayış, her ne kadar aldığı kararlarda halen sıkıntılar olsa da başka bir yerde. Efsun’u kaybetme korkusuna yönelik ayrıntıların her bölümde mutlaka verilmesi de zaman zaman beni sona ilişkin endişelere sürüklese de Yamaç’ın katlana katlana büyüyen bir aşkta olduğu gerçeğinin de altını çiziyor. Parantezi kapatıp devam. Bir sonraki EfYam sahnesinde Kulkan Erdenet’i kovalama macerasına kapıldık. Akın’ın yardımıyla pavyonda bulunan Kulkan ki bu pavyon olayı gittikçe travmatik bir hal aldı da neyse Efsun ve Yamaç tarafında uzun süre İstanbul sokaklarında kovalandıktan sonra maskeli tarafından çatıdan atılmak suretiyle Efsun’un önüne düştü. Efsun da Kulkan’ın önce gözlerine baktı sonra kafasına sıktı. Ki bence acılar içinde kıvrana kıvrana ölen Kulkan’a yine iyilik yaptı. Burada iki şey üzerinde durmak lazım. Birincisi Maskeli nedir? Bu arkadaşın varlığının sebebi nedir? Ben size söyleyeyim. Bizim senarist dağıttığı hikâyeyi toplamaktan o kadar aciz ki artık işine yaramayan veya kurguya bir yerinden yerleştiremediği karakterleri ortadan kaldırmak için böyle Çukur evreninde dahi saçma sapan duran bir Ninja bozması ile aktivasyon almaya çalışıyor. Fethi Naci şey der: “Yazarlığın en aciz noktasıdır kurguda bir sonuca ulaşamayınca ölümlerden medet ummak.” Gökhan Horzum tam bu noktada duruyor. Öyle zavallı bir noktada ki Yamaç’ı bir yerlere dokundurmadan hikâyeye patinaj yaptırmak için bütün ölümleri bu abuk sabuk maskeliye yüklüyor. Celasun ve Karaca yok ama canım Koçovalılar “Hayırdır.” bile demiyor. Hoş bunlar üç yıl kaybolan Yamaç’a da hayırdır dememişlerdi. Zekâ küpü Koçovalılar. Komik çok komik. Değinmek istediğim diğer nokta ise; Efsun’un iyileşmesi neden bu kadar uzatıldı madem senelerce Yamaç’a ve Efsun’a işkence edilme sebebi Kulkan’ı bu ne olduğu belli olmayan adam öldürecekti? Ben Salih’in amca gerçeğini öğrenme süresi uzasın diye uzadı sanmıştım da yine öğrenmedi. Yani bu uzatmalar neye hizmet etti şimdi? Kaç bölümdür patinaj yapan hikâye sünmeye devam etsin diyeymiş galiba. Sonra bir açık nokta daha var. Geçen hafta tüm travmasını çözmek Kulkan’ın ölümüne bağlıymış gibi konuşan Efsun’a Kulkan’ın resmini cebinde taşımasının gerekçesini “Ona yapacaklarımı unutmamak için.” diyen Yamaç’ın da bu konuda travması olduğu belli edilmişti. Kulkan öldü. Neden bu iki insan eve döndüğünde konuşmadı? Neden işkenceden işkenceye savurduğunuz, ayrılıktan ruhlarını parçaladığınız bu iki aşık bir kelime bile konuşamıyor bu konuda? Zindanda konuştular bitti mi? Şaka. Ne konuştular orda? Birbirlerini sağaltmak için hiçbir şey yapamadılar. Oysa bölümlerce portakal satmak zorunda kalan ve katilliği özleyen Cumali’nin kariyerine dönme travmasını konuştuk biz. Yamaç’la konuştuk, Damla ile konuştuk yetmedi bu hafta anasıyla konuştuk. Ancak Masal’ı üç yıl göremeyen, birbirinden ayrı kalan, işkence gören Efsun ve Yamaç’ı konuşurken göremedik. Aynı masada kahvaltı ederken bile göremedik. En komiği ne? Aslında hikâyede gerçekten ilgi çeken tek aks Efsun ve Yamaç. Geri kalan tüm çatışmalar öyle karton, öyle lüzumsuz, öyle bitmiş ki. Artı tüm ekip bunun farkında olmalı ki bu hafta dizinin en az kırk dakikası saçma sapan eski sahnelerle geçti. Acizlik. Acizlik ötesi seyirciye saygısızlık ama ne gam. Para konuşur. Neyseeee. Son EfYam sahnemiz ayrı ayrı aynı evde Yamaç’ın Masalcımın tabiri ile Bibaldi eşliğinde uyanması ve Efsun’un tamamen ona döndüğünü anlaması, Efsun’un ise neşeyle kızıyla dans edip sonra kendisini bulmasının nişanesi Efsun Kent tarzına dönüşünün müjdecisi alışverişe çıkışı. Burada Yamaç  kızı ve sevdiği kadını neden dans ederken görmedi, neden Efsun’un hazırladığı o kahvaltı sofrasında ailecek salatalık yemediler diye sormuyorum çünküüü kimin neye hizmet ettiği belli olmayan hikâyede Çukur sokaklarındaki kedileri kovalamak çok önemli. Kısaca bölümün ilk bir saati dışında izlediğimiz her şey bana göre kurgu anlamında zırva. Hatta zırva ötesi.

Bu bölüm sevdiğim şeyler Yamaç’ın Efsun’a hissettiği aşkın büyüklüğü nedeniyle kendi intikamını Efsun’un avucuna bırakması, her ne kadar tatmin edici bir son olmasa da, Efsun Kent’in dönüşü, Sultan’ın Queen Kent tarafından tahtından paldır küldür indirilişi ve kimsenin buna ses edemeyişi, üstelik Sultan’a boyun eğen onca insanın gözü önünde saklanmadan, sakınmadan bunu yapması, kesinlikle Efsun ve Yamaç’ın Çukur raconunda çatapata beraber gitmesi ve Efsun’un kızında kendine dair izler bırakması. Bunlar güzeldi. Keşke daha çok Efsun, Yamaç, Masal görsek. Bir parantez daha, o kadar amatör iş yapıyorlar ki kuvvetle muhtemel unuttular, Yamaç’ın gitarı neden EfYam odasına asılmadı? Bir de dizi bitmeden Yamaç’ın o gitarla Efsun’a şarkı söylediğini filan görsek fena olmaz sanki.

Son demde; Tilya Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’nin çok cool bir çift olduğunu ve her tip sahneye uyum sağladıklarını yine yeniden gördük. Aralarında öyle bir enerji var ki yazılmayan ne varsa tamamlıyor, kurgu olduğunu belli eden her hatayı aralarında eritiyor geriye sadece kendine ait bir gerçeklikte Efsun ve Yamaç kalıyor. Son dönemde izlediğim en müthiş çift Tilya Damla ve Aras Bulut. Sofistike bir o kadar cool aynı zamanda tutkulu ve nahif olmayı başarıyorlar. Kendi aralarında onlara dair bir dil var ve bu ikisinin anlattıkları hikâyeyi tüm Çukur evreninin üzerine çıkarıyor. Alan yaratıp istila ediyorlar.  Eminim yapımcılar da bunun farkındadır ama ben yine de dileğimi bırakıyorum. Bu çift mutlaka ama mutlaka sadece ikisinin üzerine kurulu bir işte olmalı ve bize aşkı anlatmalı. Efsanevi bir uyumları var. Efsanevi bir aşk hikayesi anlatacaklar eminim ki kısıtlı sürelerde, tüm karşı çabaya rağmen EfYam’ı yarattılar. Efsun ve Yamaç aşkını başka bir yere koydular. 

Hamiş; zaman ve rüzgâr karşılaşmış. Zaman rüzgâra ne tarafa gittiğini sormuş. Rüzgâr bilmediğini söylemiş esmekmiş onun derdi. Bu kez rüzgâr sormuş zamana ne tarafa aktığını. Zaman bir varmış bir yokmuşa gittiğini söylemiş. Rüzgâr anlamamış. Zaman gülümsemiş. Onu anlamak için durmuş ona bakan rüzgârın savurduğu ağaçlara, bulutlara bakmış ve demiş ki:

“Bir kadının dudaklarına hapsolmaya, bir varmış bir yokmuş diyebilen; evvel zaman içinde sonraki zamanın dışındaki yemyeşil gözleri olan bir kadının toprağında bulutlanıp yağmaya niyetli kibirli bir savaşçının vazgeçişinde durmaya, ikisinin aşkının tam ortasında akışımı durdurmaya, onların birbirini anlamaya adanmış hikayesinde sonsuzluğuma onları kâtıp ululamaya.” Rüzgâr zamanda görmüş o aşkı sonra rüzgâr zamana, zaman rüzgâra karışmış. Rüzgâra kapılmış her şey de o hikayedeki aşka…

                                                                                                                UmayMasal