29 Nisan 2018 Pazar

Sürrealizm:Biz /YağHaz

“Alice: Buradan gitmek için hangi yolu seçmek gerek?
Cheshire Kedisi: Bu nereye gitmek istediğin konusuna bağlı... Nereye gitmek istiyorsun?
Alice: Neresi olduğunun önemi yok.
Cheshire Kedisi: Bu durumda hangi yolu seçtiğinin de önemi yok.”
Biz... Biz olma savaşının en derin sorunsalı ben olma kimliğini kaybetmeden o benliğin önüne bizi koyabilmektir. Toplumsal dayanışmaların, arkadaşlıkların, aile olmanın ve en çok da aşkın temelinde bu vardır. Bizleşmek. Öyle sancılı bir süreç ki bu, vazgeçişler barındıran, acıtan, egoları yeraltına çeken, bilinç düzeyi ve farkındalık isteyen yaşanmışlıklar bütünü biz. Sadece bilinç düzeyinde değil bilinçaltında kabul etmeyi tabanına almak. Peki Yağız ve Hazan ne kadar biz? Ne zamandır biz? Yağız ve Hazan uzun zamandır bilinç düzeyinde olmasa da bilinçaltında biz olduğunu sanırım 44.bölümde gösterdi. Hatta biz o bilinçaltının bilinç düzeyine nasıl çıktığına şahit olduk. En çok bu aşkın en çok suçlananı ama en güçlü savunucusu Hazan’da. Sevdiğine “Git” demiş Yağız’ın kaldırımdaki çökmüş oturuşuyla açıldı YağHaz sahneleri. Git demek zor. Gitmesini istemediğin , giderse ruhunu , nefesini alıp gidecek olduğunu bile bile git demek çok zor. Yağız Hazan’a bunu dedi demesine de içindeki o küçücük umuda da sarıldı. Belki gitmez, benim onu fırtına ortasında yalnız bırakmamak için gidememem gibi o da kalır, bırakmaz diye umdu. Ancak umduğu ona göre olmadı. Sinan’ın kaza haberiyle hastaneye yola çıkan Yağız hem sevdiğini hem kardeşini uğurlama travmasıyla uğraşadursun Sinan kazasını duyup uçaktan inen Hazan bize göre Yağız, Yağız’a göre Sinan’ın kazası için hastahaneye koştu. Yağız koca bir iç savaşın içindeydi zaten ama bu savaşın artık taraflara bölünmeye başlayacağının ilk sinyali o hastahaneye giriş sahnesinde netleşti bence. Zira Sinan’a ailesine dair meraklarına, endişesine rağmen Hazan’ı gözünün ucuyla gören Yağız’ın mıhlanmış gibi o kapının önünde kalışı, sevdiğini, sevgilisini bekleyişi artı o kapıdan el ele olmasa bile omuz omuza girmeleri ilişkilerinde yepyeni bir dönemin habercisiydi. Kimisi kapıyı başka bir dünyaya geçiş diye tanımlar kimisi başka bir hayata. O kapıdan kiminle girersen sonrası onunladır. İster başka bir dünyada ister başka bir hayatta. Yağız ve Hazan o kapıdan beraber girdi. O kapı Yağız önündeyken açıldı ve birlikte girmek için Hazan beklendi. Sonra içeri girildi. Bile bile. Birlikte yürümelerinin nelere sebep olacağını seze seze. Yanyana. Omuz omuza. Sonra koridor boyu yürürken Hazan’ın orada olduğuna inanamayan Yağız’ın yine içinde bulunduğu ruh haline rağmen Hazan’ın gidişiyle tükenen nefesinin yeniden derinleşmesini duyduk. Yağız Egemen yine yeniden nefes almaya başlarken aslında ruh eşinin de aynı döngünün içinde ona bakarak nefes aldığını da anladık. Sinan kazasının bedelinin ikisine ödetileceğini bile bile ailelerinin yanına birlikte girdiler. Bir taraf YağHaz diğer taraf ahlaksız ahlaklılar. Her biri ayrı sır içinde boğulan, her biri başka hayatlara dokuna dokuna mahvına sebep olmuş her karakterin vicdansız vicdanına karşı Yağız ve Hazan’ın aşkı. Kendinden , yaşanmaktan vazgeçmiş aşkı.
Sonraki sahnede Hazım’ın Yağız’a tokadını gördük. Hazan’la gelen Yağız’a kardeşinin hatasını yükleme çabası içeren bu tokat tam da Hazan’ın dediği gibi sadece Yağız’a atılmadı. O tokat aralarındaki aşka atıldı. Tıpkı yüzük sahnesinde Fazilet’in Hazan’a attığı tokat gibi. Böylece YağHaz tokat yeme konusunda da eşitlendi. Aynada birbirinin yansıması olan çiftimiz aynı kaderde ortak devam etti kısaca. Tokat sonrası Hazan’ın Hazım’a bakışı, içindeki vicdani sorumluluk duygusunu duvara asacağının adeta habercisiydi. Ki sonrasında annesine söylediği gibi Sinan için üzülse de Sinan’ın kaza sorumluluğunu ne kendisine ne de Yağız’a yüklemek istemedi. Hep diyorum Hazan bu ilişkinin kalbi. Hissetmediği bir şeye inanması mümkün değil. Sinan’la arasında yaşanan ilişkimsi süreçte Sinan’ın sorunlardan nasıl kaçtığını, çocukça sorumluluk almaktan kaçındığını, insanlarla onların gerçeğini de duymak için konuşmak yerine yargıladığını çok iyi biliyor Hazan. Eminim için için Sinan’ın bu kazaya bile isteye yürüdüğünü de hissediyor. Sinan eğer bir yetişkin gibi davranıp Hazan’ın karşısına dikilebilseydi ve “Neden?” deseydi eminim Hazan’daki vicdan yükü daha ağır olurdu. Gelelim tüm saçmalığına rağmen Yağız’ın Sinan’ın kalbini çalıştırdığı kısma. Burada hem Hazım’ın tokatına mecazi bir karşılık hem de Sinan tarafından gelmesi muhtemel kaotik “senin yüzünden” cümlesine cevap üretildi. Kaldı ki Hazım’ın özür çabası ile bu netleştirildi fakat tokat ve öncesinde Yağız’ın kimliğinin ciddi parçası haline gelen aşkının küçümsenip yok sayılmasının verdiği duygunun da Yağız’ı hızla babasından kopardığına da şahit olduk. Burada ileri saralım Fazilet’in Mehmet’in babası belli değil sözünden yola çıkarak acaba Yağız Egemen için gerçek bir kahraman babanın varlığından bahsedilebilir mi? Bu adam kim olacak? Diğer taraftan Hazım için Yağız kaybı ciddi sonuçlara sebep olacak sanki. Göreceğiz.     
Yağız’ın Hazan’la hesaplaşma süreci de adım adım devam etti bölümde. Merdivenlerde Hazım’ın tokadına inat her şeye rağmen Yağız’ın yanında durmaya karar veren Hazan’ı öyle fena vurdu ki Yağız; onu her vurduğunda aslında kendisini de vurduğunu bilmesine rağmen hepimizi kızdırdı. Fakat burada Yağız’ın siteminin acısı dışındaki en önemli dinamiği Hazan’ın gitme teşebbüsüydü. “Ben gidemem sen gidersin, zaten gitmeyi de denedin, beni bilmene rağmen denedin. Oysa git derken bile sana gitme dedim.”  Yağız’ın iç sesini duyan Hazan bir sonraki Farah hesaplaşmasında “Gitmiyorum, burdayım, o çok yoruldu, onu çok utandırdılar” dedi. Kendisi giderse tüm hesaplaşmaların biteceğini, Yağız’ın hayatının eskisi gibi devam edeceğini düşünen Hazan’ın hastahanede yaşananlara şahit olması ona gerçekleri göstermişti çünkü. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi ve olmayacaktı. O halde o fırtınanın kalbinde dümen beraber tutulacaktı. Hazan Farah hesaplaşmasının bir başka yönü ise Hazan’ın aslında Yağız’ı ne kadar iyi tanıdığını göstermesiydi. Yağız Farah konusunda Hazan’a açıklama yapmadı, ama gördük ki zaten o açıklamaya gerek yokmuş. Sevdiği adamın sevme biçimini bilen kendisine olan aşktan zerre kadar kuşkusu olmayan Hazan Farah’a çizgilerini çizdi ve Yağız’a doğru yola çıktı. Tam bu esnada Gökhan’a duygularını anlatan Yağız Hazan’a hissettiklerinden zerre kadar pişmanlık duymadığını söylerken aslında olanı ilan etti. Yağız içinde yaşadığını önce Farah sonra Gökhan’a anlatırken zaten Fazilet,Ece, Hazım,Sinan tarafından da bilinen aşkın gizli kalmayacağını ilan edileceğini de gösterdi. Peki neden? Yağız karşısındaki kadının tüm imkansızlıklara rağmen parçası olduğunu biliyor. Onu tıpkı okumadığı not gibi parçalasa da her parçasını kalbinin üstünde taşımaya devam edeceğini biliyor. Gökhan’a bitecek dese de Hazan’ın “Sana yenildim ama o yenilgi benim en büyük zaferim” demesiyle Hazan’ın da en az kendisinin onu sevdiği kadar  sevdiğini anladı. Sonrası zaten duvarı hızla incelen iradesinin yok oluşu. Hazan’a duyuramasa da kocaman bir “Seni çok seviyorum.” Bölümün devamında bir haftalık zaman atlaması ve nasıl o hale geldiklerini hala anlayamadığımız sevgili durumuna gelmiş, Biz olmakla sorunlarını halletmiş ve Sinan’la konuşmaya karar vermiş bir YağHaz... Sinan’ın hafıza kaybı oyunlarına gelince , bu tip oyunlar bırakın karaktere sempati duymayı empati duymayı bile engelliyor. Sinan gerek Yağız’la gerek Hazan’la yüzleşmeyi deneseydi mesela, bağırsaydı, çağırsaydı “Neden”deseydi veya “Bana neden söylemediniz?” deseydi belki tüm ergenliklerine rağmen bir parça empati kurulabilirdi kırgınlığıyla. Bu şartlarda ise zor. Diğer taraftan Sinan savımızın da güçlendiğini söyelebiliriz. Sinan’ın derdi Yağız derken ve Yağız’ın duygularını biliyordu ondan Hazan’a taktı derken de haklıymışız. Çünkü “İkiniz yanyana” cümlesinde sadece Yağız’a aşık olduğu bilinen bir Hazan yok , Hazan’a aşık bir Yağız da var. O halde, Sinan’ın Hazan’la ilgili takıntısının temelinde kan bağı olmadığını öğrendiği Yağız var. Burdan hareketle evlatlık meselesini üstlenmesindeki tavrını da gözden geçirsek karakterin Yağız’la rekabetinin kahraman olma isteğini tetiklediğini de söyleyebiliriz bence. Dark Side bir yapılanmaya gireceği açık olan Sinan’ın Fazilet’in Yağız tespitine nazire yapar gibi akılcı olmayan hareketler yapması da kuşkusuz başta Fazilet olmak üzere pek çok kişiyi etkileyecek. En çok da Sinan koruma ve kollama göreviyle mükellef Yağız’ı umalım. Yeniden gelelim “Biz” meselesine.
Yedi iklim dört bucak, tüm masalların temel sorunu varoluş mücadelesidir. Ortak biliçlerin “Biz” olma temelinden beslenir her masal. Masallarsa o bizleşmeyi aşktan anlatır çoğu zaman. “Bir varmış bir yokmuş” la başlayan. –Bugün var yarın yok- Şimdi FHVK evrenindeki en güçlü aşka YağHaz’a baktığımızda en başından beri biz olarak hareket ettiklerini, bilinçaltında herkese, annelere, babalara, kardeşlere güven hızla öğütülürken birbirlerine olan güvenlerinden en ufak kayıp yaşamadıklarını, hastahane önünde elleri birbirlerine koşmak isterken umutla şunu da atlatalım diye ruhlarını birbirlerine sardıklarını, gözlerini artık birbirlerinden koparamadıklarını, konuşmadan anlaştıklarını görüp Biz olmadıklarını söylemek mümkün mü? Karşılarındaki her karakter öğütülüp yok olurken Yağız ve Hazan birbirini her an daha çok bütünlüyor.  Olacak olanların önemi var mı? Yok. Çünkü onlar Biz’ken hangi yolu seçtiklerinin de önemi yok.
Bence Bana Göre YağHaz

UmayMasal


23 Nisan 2018 Pazartesi

Ayrıntıda Sanat: AŞK/YağHaz

Dünyada herkesin bir ruh eşi varmış. Hepimiz bu ruh eşini arayıp bulmaya çalışırız ama bunun farkında değilizdir der hikaye. Ancak o eşi bulduğumuzda içimizdeki tamamlanmışlık hissiyle anlarmışız aslında aradığımızı. Yağız Egemen aradığını bulduğunu kuşkusuz Hazan Çamkıran’dan önce anladı. Fakatt... Her aşk kendi imkansızlığını kendi içinde yaşarmış ya, Yağız’ın imkansızlığı da Hazan’ın Sinan’a karşılığı olan ilgisi oldu. O ikisi bunu aşk diye tanımlasa da gören gözün hisseden kalbin bu etkileşimde aşktan çok merak duygusu barındırdığını anlaması hiç de zor değildi. Sorun ne Sinan ne de Hazan’ın o ayrıma varacak olgunlukta olmayışıydı. Sinan kendi kırılmışlığını badboy tavrına saklarken büyümeye direnmiş, ağabeyinin ardından ağlayan o çocuk kimliğine sımsıkı tutunmuşken erkek Fatma Hazan ona ilginç geldi. Öyle ya onun adına sorumluluklarını taşıyacak güçte ve duyguda ikinci birini bulmuştu. Hazan’a gelince onun hikayesi daha da hazindi. Evin babası olma sorumluluğunu giymiş, içindeki kız çocuğuna küs, annesi ve kardeşiyle ortak hiçbir değeri paylaşmayan annesinin para umudunu bağladığı taş bebek kızından çok uzak... Sonuç iki kayıp ruh iki kendini tanımayan, kendisinin kim olduğunu bilmeyen ruh nasıl aşık olabilir ki? Ancak merak eder. Hatta o merak bile kendine yönelik bir meraktır. Çünkü kendini bilmeyen başkasını bilme şansına sahip değildir. Hikayeye hiç de istemeden, fikri sorulmadan dahil edilen Yağız ise o kadar kendisini bilen biriydi ki... Sınırlarını, zaaflarını en çok da iradesini. Hoş o iradenin elinde sapır sapır döküleceği zamanlar çok yakın ya neyse. Yağız hikayenin en kendinden emin karakteri. Herkesi gözlemleyen , anlamaya çalışan ve dengesi hep yerinde olan. Bir taraftan da bir başka yaralı kimlik. Çocukluğu yalnızlığı, yalnızlığı çocukluğu. Başa çıkmak hayata tutunma şekli olmuş. Sorun mu bırak gelsin, tavrı ile tam bir determinist. Çünkü ondan beklenen bu. Sorunları çözmesi, dağılanları toplaması, Egemenlerin kahramanı olması. Kabul gördüğü tek yer burası çünkü. Kahramansa var, kahraman değilse yok. Duyguya yer yok, zaafa yer yok. Bu üç travmatik karakterin ortasına düşen aşkın da travmatik etkilere neden olması kaçınılmazdı zaten. Bu aşk üçgen şeklinde değil ama yanlış anlaşılmasın. Yağız ve Hazan arasındaki aşkı kastediyorum.
Yağız ve Hazan arasındaki duygu hiç de aşk gibi başlamadı. Derin bir yara bırakan bir kapışmaydı birbirlerini fark edişleri. Sonrasında adım adım birbirlerine güvenmeyi öğrendiler. Önce Yağız gördü Hazan’ı. Çünkü Yağız’ın bakması gereken bir kendisi yoktu. Yağız aşk dışında öyle tamamdı ki kendisinde karşısındaki aynada yansımasını aramadı, aynanın içindeki ruh eşini tuttu çıkardı. Hazan ise aşk sandığı Sinan’da kendisini kovalarken Yağız’a doğru koştuğunu fark edemedi bile. İlk öpücüğünden sonra bile güvenme refleksi geliştiremediği Sinan’da aradığı çocukluğunun Hazan’ıyla barışmak iken derdi, o barışı imzalayan Yağız olunca güven de beraberinde Yağız’a yönelik gelişti. Kimsenin gerçeğini yadsımayan onu öyle kabul eden bir kimlik Yağız Egemen. Olanı olduğu gibi kabullendi. Hazan aşığım dedi , kabullendi. Sinan seviyorum dedi, kardeşini tanımasına rağmen tamam dedi. Kendi duygularının sarsıntısını hissetmeye başladı, peki gel bakalım dedi. Dedi demesine de o sarsıntının şiddeti arttıkça kimliğine dair ne var ne yoksa sorgusu başladı. Yağız Hazan’a tüm imkansızlığında aşık olduğunu anladığında hayatını merkezine oturttuğu dengenin bozulacağını anında çözdü. O dengeyi korumak adına da hemen en güçlü silahını devreye soktu. Mantığı. Soğuk determinist mantığı ve onun yansıması iradesi. Duygularıyla yüzleşmekten kaçmadı belki ama onların güçlenmemesi adına kaçabileceği kadar uzağa kaçtı. Hazan’ı manipüle ederek Sinan’a iterken bilinç düzeyinde derdi kardeşlik olsa da derinde bana göre kaybedeceğini gördüğü o dengeyi bozmama derdi vardı. Yağız attığı her adımla Hazan’ı kendisinden uzaklaştırmaya çalışırken Hazan’ın Sinan da Sinan bağlamasının temelinde aşk olmadığını göremeyecek zekada olduğunu düşünmüyorum. Gördü ama sözlere inanmayı seçti. Zira Hazan’ın kendisine aşık olduğunu, Sinan’ı kendisi için terk ettiğini öğrendiğinde zerre şaşırmaması bunun işareti. Gururunu bir kez kırdığı kızın ruhundaki her değişkene tek bir bakışla hakim olan Yağız mı anlamadı Hazan’ın kardeşine olan duygularının meraktan ibaret olduğunu? Anladı anlamasına ama belki Hazan’ın anlamasını bekledi belki kendisinden korktu. Yağız ve Hazan’ın bastırılan iç sesi Ece’nin dediği gibi, iradesine iyi geldi o kabul belki.  Zira Yağız Sinan’ın ağabeyi olma görevini severek yaparken bile “Gücümü deneme” diyebilen biri. Eğer savaşa girerse o savaşta ölmeyi göze alabilecek biri. O sınıra gelirse tüm o nahif kimliğe rağmen savaşçıya dönüşebilecek biri. Bunu kendisinde tanımlıyor mu? Bence tanımlıyor yoksa neden Sinan’a gücümü deneme desin ki. Yağız için aşk dengelerini bozan huzurunu kaçıran bir duygu oldu. Son döneme kadar da bu huzursuzluğa karşı kanının son damlasına kadar direndi. Her kaçtığında yanında bulduğu Hazan’a rağmen hem de. Canı yana yana aşkın basit bir irade meselesi olmadığını öğrendi bu hikayede Yağız. Duvarları döküle döküle yürüdü yolunu. Sonunda da kendisini zaptedenenin iradesinin değil Hazan’ın kendi aşkının farkında olmaması olduğunu da anladı. Mezarlık sahnesinde Yağız Egemen o mezarı elleriyle açarken aslında kendi irdesiyle tabuta tıkıp gömdüğü aşkını çıkardı mezardan. Farah boşuna; o mezardan sonra gözlerin başka bakmaya başladı demedi. Zira Yağız o mezardan öncede aşkla bağlıydı Hazan’a. Kaybetme korkusu ciddi dışa vurum sağlar bu da bir gerçek tabi. Hazan’ın itirafa ramak kala tutumu da kafasında olmasa da kalbinde bazı şeyleri netleştirmiş olmalı. Tüm bunlar işte o aşkın gömülü tutulduğu mezarı açtı. Sonrası Yağız için yokuş aşağı bir süreç. Hala dirense de eskisi kadar dayanacağını sanmıyorum. Zira Hazan’a sarıldığına artık Ece’ye ihtiyacı kalmayan iç sesi Hazan’la gitme veya Hazan’ın kalması için debelendi durdu. Hazan’a git dese bile uçak kalkana kadar belki gelir umuduyla kapıda bekledi. Fragman ve spoiller nedeniyle bazı şeyleri biliyoruz. Tecahül-i arif yapmayacağım. Hazan uçağa binmeyecek ve tam bir amazon gibi aşkı için savaşmaya karar verecek. Bu noktada Yağız Egemen ne yapacak? Sinan’ın intihar süslü hayali cinayet teşebbüsü nedeniyle hastahanede oluşuyla Hazan’ı itecek mi? Sanmıyorum. Sinan’a rağmen iç sesi kal  ya da beni de al diye bağıran Yağız tutacak Hazan’ın elini. Kurban etmeye devam etmeyecek aşkını. Çünkü çok önemli bir ayrım var artık. Aşkı karşılıklı. Öyle bir karşılık var ki bu aşka önündeki her engele dimdik durup elindeki kartları masaya açacak kadar büyük. Hazan’ın eli güçlü. Annesine, Hazım’a karşı. Aslında pek çok kişinin ipi Hazan’ın elinde. Sadece Sinan’ın tehditleri onu durdurabilir lakin Sinan’ın zayıf kimliği nereye kadar bu güçlü aşka dayanır bilmiyorum. Sinan öykünün başından beri korkak çünkü. Yüzleşmeye korkan , kaçan bir yapısı var. Asansör kapısından çıkamamasının Hazan’la otel odası konusunda yüzleşememesi ya da bu olay ortaya çıktıktan sonra Hazan’la konuşamamasından bir farkı yok. Yüzleşemiyor. Çünkü başkalarının onun için sorunları çözmesine alışık. Sorunla yüz yüze gelmek yerine kaçmak tabiatı. Bazen Sinan aslında Hazan’ın değil de Yağız’ın derdinde mi diyorum. Paylaşmak istemediği Yağız mı? Baştan beri Yağız’ın Hazan’a akan duygularını hissediyor bilinçsiz bir bilinçle ondan mı Hazan’a yöneliyor? Söz konusu Sinan’sa mümkün. Hazan’a gelirsek, duygularını çözmesi kendisini tamamlamasıyla mümkün oldu ancak. Aynadaki aksini tanımladıktan sonra Sinan’a ilgisini ve merakını hızla kaybetti. Evlatlık sürecinde Sinan’a karşı zerre kıskançlık yapmazken tek derdi Yağız’ın yara almamasıydı. Kendisini yaraladı, Yağız’ı yine de uzak tuttu sırdan. Ama düşünmeden duygularıyla davranan kızımız durup da annesinin sorduğu soruyu bir kez bile kendisine sormadı. Neden bu adam senin neyin? Baban için yapabildiğini yaptığın bu adam senin neyin? Hazan düşünmüyor. Yağız ne kadar akılsa Hazan o kadar kalp. Hazan hissediyor. Peşinden gidiyor. Gitti. Gitti. Sonunda Yağız’a açıklama yapmak zorunda kaldığında ikimizin arasında bir şey olabileceğinden korkuyorlar dediğinde bile, kızım başka yalan mı yok neden bunu söyledin, demedi kendisine. Taki onun  sorması gereken sorular kıskançlık sarmalının ortasında Farah tarafından sorulana kadar. Zaten başka bir kadın fikrinin sarstığı ruhunun karmaşasını anlamlandırmaya çalışan Hazan o masada tokat üstüne tokat yedi. Görmezden geldiği tüm soruları Farah’ın ağzından sanki kendi cevapları Yağız’mış gibi dökülürken Hazan tüm yollarının dimdik Yağız’a çıktığını anladı. Ancak bu anlayış ona nasıl bir çıkmaz yola da girdiğini gösterdi. Yağız’a aşıktı ama Sinan’ın elini tutuyordu. Yağız ise, tüm soruların cevapları olarak başka bir kadının elini tutuyordu. Geç kalmıştı. Anlamak , elini uzatmak için geç kalmıştı. Yağız’ın masal gibi, anlatmalara kıyılamayan bir aşkı vardı ama o aşk başka bir kadınındı. Sarsıldı. Daha önce sarsılmadığı kadar sarsıldı. Kabullenmek istemedi. Ta ki karanlık korkusunun ortasında bir tabuta kapatılıncaya kadar. Kabullendi. Öleceğini düşündüğü için o tabutta ailesi dışında kaybetmeyi istemediği tek adamı düşünüp aşkını kabullendi. Teslim oldu. Her şey bitti dediği anda o karanlıktan  yine Yağız’ın elleri çekti kopardı ve aldı onu. Yağız “Benimlesin” dediğinde “Seninleyim”diyen Hazan artık sonsuza kadar Yağız’laydı. Ölse de bırakmayacağı ölümsüz bir aşkı vardı artık. Hastahanede Yağız’a sarılırken de havaalanında vedalaşırken de gözünün içine bakıp Yağız’dan tek bir söz beklemesi bundan. Yağız’ın söyleyemediklerini anlaması, hissetmesi bundan. Mezarda fısıldanan aşkın kendisine büyütüldüğünü Yağız söylemese de bilmesi bundan. Yağız onu öptüğünde tüm manipüle edilmişliğine kızgınlığıyla tokat atması, sonra kıyamayıp aşkla Yağız’ı öpmesi bundan. İlk öpücüğü olmayan ama ilk aşk dolu öpücüğü olan öpüşmesinin etkisinden sarsılması bundan. Hazan’ın ruhunun sahibi Yağız. Sorularının cevabı, hikayesinin tamamı.  Hazan bu aşkta kalp, Yağız akıl. Birbirlerini tamamlamalarının sebebi bu. Aynı kararları biri duyguyla biri akılla sahiplenerek veriyor. Hazan neden daha atak? O kalp çünkü akıyor sevdiğine hatta akmıyor çağlıyor. Yağız akıl, dinamikleri, dengeleri ; Hazan’ın yaşayacaklarını hesaplıyor. Ancak artık Yağız da önündeki seti zorluyor. Akıl kararı verdi mi artık önünde kimse duramaz malum. Set yıkıldığı anda bu iki aşığın önünde hangi sır hangi bent kalır ki? Seti o kadar zorladılar ki Ece’nin dediği gibi, artık yıkılması an meselesi. Belki son bir Hazım tokatı kim bilir?
Son demde; aşk onu gördüğünde onda kaybolmakmış.Bir kez kaybolan bir daha bulunmazmış. Kaybolduğun o gözlerden başkasına bakmaksa aşığı öldürürmüş.
Bence Bana Göre... YağHaz 
UmayMasal  

                                                                                                                               
        

8 Nisan 2018 Pazar

YağHaz "içimden geldiği gibi"

“Nefes Bile Almadan...”
Hikayeyi hikaye yapan aşk, aşkı aşk yapan nefestir. Nefes bile almadan sevebilmektir aşkı efsaneye dair kılan. İmkansızı yaşamaksa tarafları dağlasa da hikayesini dilden dile dolaştıran. Ferhatı Şirin’e düşüren, Mecnun’u Leyla’da öğüten, Kerem’i Aslı’da yakan kavuran. Aşk büyüktür. Taraflardan , engellerden büyük. Aşk döndürür dünyayı , aşk eğip büker zamanı. Bazen tek bir an için vazgeçirir kendinden bazen bir ömür için. Aşk dipten sektirir, ama bazen düşmemek için birlikte derine atlatır. Karanlıkta kendini kaybettirir. Aşkın gerçeği kendisidir çünkü. Başka gerçekleri barındırmaz. Bir kere hissetmeyegör , onu, ruhunun diğer yarısını bulmayagör acı biter diye kendisini bitirmeye razı olur. Yaşayamadıklarını yüklenir, eksikleri tamamlar; acıttıkça acıtır kanatır. Ama ben seçtim der aşık, ah demez. Neden demez. Kaçmaya çalışsa da imkansız zaman alsa da o zaman ömrü bir rüzgarın kuyruğuna takıp hayatı öğütse de gülümser. Çünkü bilir ruhudur o. İçinden alınsa geriye bir şey kalmadığını ruhunu aslında onu bulduğunda bulduğunu bilir. Ruhsuz yaşamanın anlamsızlığını bilir. Aşkını ilk anda karşılıksız sanan aşık kıvranır. Ama içine akar kanlı gözyaşı. Zehir olsun yine de içerim der. Sonra imkansızının tüm imkansızlığı ortada durmasına rağmen imkanlı olduğunu görünce önce şaşırır. Onca zaman nefesini tutturan o imkansızlık , onu içten içe boğan olmayacak hali karşısına dikiliverince hatta dudağına buse olup konunda kelebek gibi hayata döner aşık. Onca nefessizliklerine inat derin bir nefes alır. Şaşırır. Karışır. İmkansızdır engeller yüzünden ama aşkı artık karşılıklıdır. Aşık korkuyla kapandığı iç mezarından , ama aslında kendi kalbinde bizzat kendisinin gömdüğü  sevgilisini tırnaklarıyla kazıya kazıya çıkarır. İşte nefes can vermiştir ama sevgili hala ona ait değildir. İlk öpüşmenin ölüm ve yaşamı bir araya getirişi gibi her öpüşmede ölüm ve yaşamın bir araya geleceği gerçeği gibi. İki sevgili birbirini ister ama tuhaf engeller çıkar da çıkar. Sabırdır sınav. Aşık alışkındır lakin sıra sevgilidedir. Engelleri yendikçe yenisi eklenir. Eklendikçe aşk büyür. Büyüdükçe kendi gerçeğini büyütür. Kendi gerçeğini evrene dönüştürür. Sonunda başka her şeyi yok eder. Sevgililer kavuşur.

Aşk eski kitaplarda böyle anlatılır. Ne kadarı artık böyle kalmıştır, ne kadarı evrilip başka yere konmuştur bilemem. Son on bölümdür izlediğim sonra eskilerine baktığım benim için Yağız ve Hazan’dan oluşan dizinin özeti gibi sanki anlatılan aşk hali. Bilemem senarist Binbir Gece masallarına benim kadar meraklı mıdır? Zira yarattığı hafif soap opera evrenine nasıl masallaradki imkansızlıkta bir aşk yerleştirmiş şaşılası. Ne oydu ne buydu, ne o olacak ne bu olacak diyebilirim. Sadece diyebileceğim şey şu; eğer masalsı bir aşkı yukarıda anlattığım dinamikleri alt mesajlarına yerleştirerek yazdıysanız ve artık acının birlikte çekilme aşamasına gelindiyse Yağız ve Hazan’ın kendi evrenlerine yer açma yolculuğuna başladıysanız artık sınav evrenine ve aşkına sahip çıkma sınavı olmalı. Üçüncü şahıs sınavlarını çoktan atlayıp geçmeli bu hikaye. Engellerin başında bulunan kardeş faktörü de artık benzer hikayelerin çoğunda olduğu üzere ,aslında aşkın biricikliğinden de hareketle , iki kardeşin iktidar savaşına verilmeli. Çünkü aşk tek kişiye aittir.   "UmayMasal"

26 Ocak 2018 Cuma

Meryem- 24-25.bölüm

Panik Dehlizi
Öncelikle geçtiğimiz hafta yorum yazamamış olmaktan dolayı bizleri takip edenlere minik bir özür. Bazen elinizde olmayan sebepler sizi yapmaktan keyif aldığınız noktalardan uzağa savurabiliyor. Geçen haftaki durum ne bölümle ilgiliydi ne de eleştirdiğimiz sıkıntılarla. Zira bazen kızsak da eleştirsek de biz hikaye ile bağımızı kaybetmedikçe devam ederiz. İzlemeye de naçizane yorumlamaya da. Şimdi bizce Meryem evrenine bakalım. Umarım keyifle okursunuz.
“Padora’nın kutusunu açtığımda bilmiyordum olacakları. Kaosun etrafımızı saracağını. Her felaket birbirini tetikledi sonra canım yandı. Biri bitmeden diğeri başladı. Devam ettim. İçime gömdüm tüm acımı, dilimi susturdum. Şikayet etmedim edemezdim. Ben açmıştım o kutuyu. Sonra sen geldin o kutunun içinden o kutuya rağmen. Dokundun önce öfkeyle sonra şefkatle. Sonra sonrası yine kaos yine çelişki.”
Korkarım Meryem’in Savaş’la ilişkisinin bir türlü rayına oturamaması gibi bizlerin de dizideki kırılmaların raylarında savruluşumuz. Her hafta tam bir şeyleri koyuyorken bir yerlere yeni bir koşturmacanın içinde savruluyoruz. Hikayelerin düğümlere ihtiyaçları vardır bu muhakkak ancak son iki bölümdür izlerken koca bir boşluk hissiyle bakıyorum ekrana. Gülümser Anne gitti gideli duygu anlamında bir türlü yoluna sokulamadı sanki hisler. Evet Meryem ve Savaş birbirine sevgisini kabullendi Burcu Güçlü’süz olamayacağını biliyor artık da... İşte bu da düğümlüyor her şeyi. Haftalardır Meryem ve Savaş’ta hatta Burcu ve Güçlü’de bir şeyler kayıp. Meryem Savaş cephesinde konuşulamayan onca şeye ek Oktay manipülasyonları; Burcu ve Güçlü’nün travmadan travmaya koşan ilişkileri. Meryem baştan beri duyguyu aksiyona harmanlama çabasındaki bir dizi bunu biliyorum. Her bölümünü izledim yorumlamasam da. Ama Meryem’i Meryem yapan bu dengede hep insani duyguların önplanda olmasıydı sanki. Önce pişmanlıklar, ihanetler karşısındaki kırılmalar hatta öfkeler. Savaş’ı Yurdallaştığı ilk bölümlerde dahi sevebilme nedenimiz onun insani acısıydı. Güçlü’nün kıymetli oluşu Savaş uğruna kendi doğrularını yakabilecek kadar büyük bir yüreği olmasıydı. Burcu’nun adalet duygusunu sevdik mesela. Meryem ise uğradığı tüm haksızlığa rağmen iyi olmayı seçebilme gücüyle tutup içimize soktuğumuz bir kadındı. Tıpkı Suzan Şahika’nın dediği gibi her şeye rağmen dik durmuştu. Kırılmak uğruna eğilmemişti. Aşk olsun dedik. Aşk oldu. Savaş’ın Meryem’i kendi doğrularına inat kaçırdığı bölüm, ordaki itiraf, Sevinç’in anısına rağmen Savaş’ın inandığı her şeyi Meryem için çiğneyişiydi etkileyici olan. Sadece bunlar mı? Berk benim için ilgi çekiciydi çünkü Naz’a intikamına rağmen aşık bir delikanlıydı. Naz babasına rağmen , aldatılmışlığına rağmen sevdiğinin acısına sahip çıkacak kadar Savaş’ın kardeşiydi. Çözümlenecek duyguların, düşüncelerin satır arasıydı çoğu seçim. Şimdi... Bilmiyorum. Akıcı ve zaman zaman heyecanı yüksek bir bölüm izledik geçtiğimiz Çarşamba. Fakat eksik bir tarafı vardı. Mavi ve Kuzey’e rağmen. Tavandan sarkan mektuplara rağmen. Savaş’ın travması var diyerek Meryem’i koruma çabasına rağmen. Hatta Tülin’in bebeğinin, baba olmayı her şeyden çok isteyen ama zaafları nedeniyle baba olmayı beceremeyen Yurdal yüzünden, Savaş’ın çocuğu olarak yetişeceğinin yarattığı o sorumluluk duygusundaki inceliğe rağmen eksikti. Savaş onca cephede Güçlü, Yurdal, şirket, Şahika , Oktay’ın hayaleti koştururken aslında kendine dair tek düğümü Meryem’le en ufak sorunda kriz haline gelen düğümü çözmekten aciz dolaşıyor. Acziyeti güçsüzlüğünden değil zamanı yok. Ölenler, suçlayanlar, intikam narası atanlar. Berk bile adalet duygusunu bıraktı intikam doldu. Beliz’in aksak karakterinin aksine Berk adil değil miydi? Yasmin annesinin ölümüne sebep olan babasıyla tanışmaya can atarken Naz konusunda neden bu kadar gergin? Oktay ve Derin nereye koşuyor? Şahika’nın ölmeden önce almak istediği intikam sebebi etkilediği hayatlar düşünüldüğünde zayıf kalmıyor mu? Hastalıklı Meryem takıntısı Oktay’ı fazla fütürsuz hale mi getirdi? Kaan hikayeye güçlü bir oyuncunun bedenlendirmesiyle dahil oldu. Peki burdan açılan cephe yeterince güçlü bir temeli oluşup oluşmadığı belli olmayan Burcu ve Güçlü’yü ne hale getirecek? Güçlü fabrika ayarlarına dönecek mi? Kayıp üstüne kayıp yaşamış en son annelerini kaybetmiş karakterlerimiz için sağım solum suçlu saklanamam zira her an başıma yeni bir bomba düşebilir hali fazla değil mi?  Soru üzerine soru ancak farkındaysak sorularda Meryem ve Savaş ne olacak yok. Soramıyoruz bile. Çünkü en baştan beri ana ekseni oluşturan Savaş-Meryem-Oktay geriliminin temel aldığı duygu bir tarafın güçlenerek devam eden aşkıyken diğer tarafın hastalıklı bir takıntıya dönüşen kıskançlığıydı. Biz bu eksenden kaydık galiba. Yeniden o eksene dönüldüğünde ve yan hikayelerle beslendiğinde hikaye yeniden kendisini kurtaracaktır. Galiba sözcüğüm bu, son iki bölümdür yoruldum. Düğümlere tamamım ama soluklanacak alanlara ihtiyacım var izleyici olarak. İnsana , sevgiye dair alanlara ihtiyacım var. Hayat zaten tüm zorluğu ve gerçekliğiyle boğazımıza çökerken bir parça aşk, bir parça sevgi en azından kurguda bizle olsa fena olmaz sanırım. Hep söyledim hikayedir aslolan. Oyuncuların uyumu gücü ancak güçlü bir hikayede parlar. İzleyeni içinde tutar.

Şimdi gelelim bölüm yorumumuza; Meryem’in 25.bölümü Savaş’ın “Acaba babam mı öldürüldü?” kaygısıyla açıldı. Burada Meryem’le yine paralellik yaşayan Savaş ölenin babası olmadığını anladığı anda Meryem’in acısının tekrarlanan etkisine odaklandı hep yaptığı gibi. Meryem’i korumak için o kocaman kanatlarını açtı ve onu içine aldı. Hoş Savaş kimi almıyor ki o kanatların altına? Sonrası sorgu sual. Kafalarda , resmi yazılarda. Cinayeti kim işledi? Gerçekten Yurdal mı? Sonra Tülin’in hamileliğine hem Naz’ın hem Savaş’ın tavrı. Burada parantez. Tülin harika bir üvey anne modeli. Hatalarına rağmen Yurdal’ın çocuklarını kendi evladı benimsemiş, korumaya kollamaya çalışan onların onayını, sevgisini önemseyen bir kadın. Bunun cevabı gibi zaten Naz ve Savaş’ın onu benimseme şekli de. Meryem’in bu sahnedeki kabul görme biçimi de kuşkusuz gayrı resmi olarak bir Sargun kabul edildiğinin belgelerinden biri. Derin Oktay ilişkisi tutkulu bir çete olmaya dönüşürken Oktay’ın en temel güdüleyicisi hala Meryem. Bir diğer taraf Yurdal ise, yarattığı enkazların ailesinin başına çökmesinden rahatsız ama öylesine çaresiz dolaşıyor etrafta. Ah Yurdal Sargun sen bu hallere düşecek adam mıydın? Oktay’ın annesinin annelik içgüdüsüyle oğlunun sağ olabileceğini düşünmeyip hissedebilmesi de Oktay ve annesi arasındaki ilişkinin hayata yeniden dönme duygusuyla değiştiğinin işaretlerini taşıyor. Derin Şahika ilişkisi ise tüm sorunlu halleriyle devam ederken Şahika Hanım’ın kızını Oktay’a itekleme hali  sonraki bölümlerde neye neden olacak göreceğiz.
Son demde; kalbim hala orada mısın? Ruhuma eşlik eden o panik halindeki sekansın içinde misin? Soramıyorum delilik halinin yansıması aşk ne zaman tutkusunda boğacak seni ve sen kalbim ne zaman teslim olacaksın kızıl sarı denizlerine onun? Karabasan gibi dolaşırken sisli caddelerinde ruhumun o nereden ne gelecek duygusu, söyle kalbimi ellerine koyduğum adam beni tutup çıkaracak mı?
Emeklere saygıyla...
                                                  UmayMasal  


                                                                                                                          

14 Ocak 2018 Pazar

Meryem -23.bölüm

Hayalimin Cenneti-Ailem
*“Sevgilim ve dostum, babam oğlum, arkadaşım aşkım, her şeyimdin sen...”
Dünyada bir insanın en değerli mirası ailesidir. Aile kalıtımdır. Aile değerdir. Aile varlıktır. Aile bizi biz yapandır. Köklerimizdir. Güç aldığımız ancak aldığımız güç oranında zayıflıklarımızı da bilen. Bu hafta izlediğim “Meryem” bölümünü kafamda evirip çevirirken başından sonuna hissettiğim ayrıntı aileydi. Öyle baskındı ki bu “aile bağları” teması işin açıkçası görmezden gelemedim. Hatta başlık başlık ele almak istedim naçizane. Dilim döndüğünce, algım yettiğince Meryem Hanım’ın aile bağlarına bakışını yine “Meryem” evreninde değerlendirmeye çalışalım.
Derin-Şahika
Şahika Hanım adeta dizi evrenimize bomba olup düştü. Gelişiyle saflarda ciddi değişiklikler oluştu. Bu bölüme kadar önce duyum sonra kadraja sığdırdığı hamleleriyle tanımaya çalıştığımız  Şahika Hanım’a daha yakından bakma fırsatımız oldu. Şahika’nın gerçek bir aşık olduğunu öğrendik. Kocasına ya da diğer bir deyişle Derin’in babasına hissettiklerinin onda bıraktığı acının yansımasını o tahtaya saplanan bıçakla gördük. Savaş’la konuşmalarında anne olarak aslında Savaş’a ne kadar da kızgınlıktan uzak olduğunu hatta Yurdal’la arasındaki savaşta onu taraf olarak görnek istemediği ifade etti. Şahika eğer hikayesinde bilmediğimiz başka bir ayrıntı yoksa Yurdal’a kızmakta haklı görünüyor. Fakat intikamına Meryem’i dahil ederse tahminim bu haklılık ciddi yara alır. Hoş Şahika’ya ne hacet, Oktay ve manipülasyon becerisi sağolsun. İşin ucu dönüp dolaşıp Savaş Meryem aşkına ilk darbesini vurdu bile. Buraya kadar görünenlerden bahsettik, şimdi gelelim bizce kısmına: Derin ve Şahika arasındaki anne-kız bağına.
Derin’in anne eksikliğinden kimliğinde ciddi deformasyon olduğunu zaten biliyorduk. Fakat bu hafta Şahika’ya meydan okuyan Oktay’a verdiği tepkiden anlıyoruz ki Derin’in annesiyle rekabeti gerçekten ciddi. Hatta bu sahneden sonra Oktay’a tavrı bana şunu düşündürdü. Şahika’nın Yurdal’a nefreti herkesin malumuyken Derin’in ısrarla Savaş’ı istemesi, bir Sargun olma telaşı garip değil mi? Acaba Derin’inki sadece takıntı düzeyinde bir aşk değil de anneye yapılmış bir meydan okuma mıydı? Üstelik her ne kadar Derin’i Oktay’a yönlendiriyor gibi algılansa da Şahika’nın Oktay gibi birinin kızıyla olmasını isteyeceğini düşünmüyorum. Kızındaki çiviyi sökerken başına gerçek bir bela sarmak sanırım Şahika’nın sınavı olacak. Jasmin’in ise Yurdal’ın kızı olduğu gerçeği netleşirken tartışma konusu annesinin Şahika’yla muhtemel aile bağı ne? Yeğen? Göreceğiz.
Savaş- Yudal
“Babamın oğluydum önce, oğlumun babası oldum sonra, babamın babası oldum bu arada...” Savaş ve Yurdal arasındaki durumu daha iyi özetleyen bir söz var mı? Sanırım yok. Savaş hiçbir zaman parçası olmayı tercih etmediği yapının baş mimarı, kızgınlıklarının , öfkelerinin merkezinde duran kişi babası. Kayıplarının sorumlusu bu adama kızmak, terk etmek son zamanlara kadar seçtiği şeyken karşısına çıkan yeni durum onu bir anda o adam olma gerçeğiyle karşı karşıya bıraktı. Yurdal’ın çaresizliği, köşeye sıkışmışlığı Savaş’la arasındaki dengeyi oğul yönüne ağırlaştırırken aslında Savaş’a verilen saatle simgelenen durum açıkça ortaya da kondu. Savaş artık Sargunların babası, Yurdal ve diğerlerinin koruyucusu. Mecbur. Gelen fırtınanın niteliğini bilmese de niceliğini bilen babasının gerçeklerini bilse de daha yüzleşecekleri olan Savaş olmaktan ölümüne kaçtığı şey olmak zorunda artık. Zaten bu noktada Meryem devreye giriyor. Savaş için aşkın adı olan Meryem içindeki huzurun kokusu, sağduyusunun da sesi. Savaş içindeki potansiyel öfkenin emniyeti olarak Meryem’i görüyor. Çünkü şu bir gerçek ki Savaş sevdikleri söz konusuysa acımasızlaşabiliyor. Bunu biz izleyiciler ilk üç bölümde zaten izledik. Ancak şu nokta Yurdal’la arasındaki en temel fark: Savaş vicdanı olan bir adam. Tıpkı Tülin’in dediği gibi Gülümser tarafından yetiştirilmiş hatasıyla yüzleştirilmiş bir karakter. Sevmeyi bilen sevilmenin değerine kendisini sarıp sarmalayıp korkularından kendini sağalatan bir adam.  Savaş’ın hep istediği Yurdal’ın onlara yaşattığının aksine huzurlu bir aile, korkusuz bir ömür. Belki bundan Meryem’i “Sen de ailedensin” diye değil “Sen de benim bir ailemsin” diye niteliyor. Aradaki fark o kadar net ki. Yurdal’ın reisi olduğu ailenin gerçeğiyle Savaş’ın reisi olduğu aile hayali arasındaki fark kadar net. Savaş’ın Tülin ,Yurdal ve Naz’ı hatta Meryem’le Güçlü’yü koruma refleksi şimdilik bu farklar arasına sıkışacak. En azından hayallerine dair tek renk olan Meryem’e tutunması bundan belki.
Savaş-Meryem-Güçlü-Burcu
Aileni seçemezsin ama bazen hayat sana ailene akleyeceklerini seçma şansı verir. Güçlü Savaş’ın kardeşi. Bu “Meryem evren”nin ilk bölümünden beri varolan köklerini, gücünü bildiğimiz bir seçim. Birbiri uğruna ölebilecek iki insandan bahsediyoruz. Fakat bu üçlü arasındaki aile bağına Meryem ekleneli çok olmadı. Meryem’in Güçlü için kardeş olduğu bölüm Gülümser’i kaybettiğimiz bölümdü. Sonrasında yaşananlar bu iki arasındaki ipleri gerse de kopartmayı başaramadı. Güçlü Meryem’e dair duygularında net, kabulünde ise dürüst. O kadar aileden ki, o kadar kardeş ki Savaş’la dahi uğruna karşı karşıya gelinebilir. Meryem’i o kadar iyi tanıyor ki korkularının kökünü gözlerine bakar bakmaz görüyor Güçlü. Bu nedenle Meryem’in Savaş’ın karanlıkta kaybolacağına dair endişesinde destek alacağı tek adres Güçlü. Savaş’ınsa Burcu’ya yaklaşımındaki özen ona yalan söylemekten duyduğu utanç aile bağlarına yakın zamanda Burcu’nun da dahil olacağının net göstergesi. Zira Meryem’de akıl almaya gelen Burcu’nun kimseyi hatta kendisini kalbini dinlemekten kaçarken Meryem’i dinlemesi de bir başka bağın oluştuğu ifade ediyor. Kuşkusuz karşılaşacakları Kaan ,Oktay, Derin fırtınalarından korunma yolları da birlikte olmaları. Aralarındaki bağ güçlendikçe de kuşkusuz kayıpları azalacaktır.
Son demde; azabındayım seçmediğim haketmediğim cehennemlere sürgün edilmekten. Hatta daha da beteri o sürgünün vicdanımın kararı olmasından. Cennetle  tek bağım sensin, senin gözlerin. Sakın gözlerini benden alma. Gözlerini benden çevirme. Çünkü senin aydınlığın olmazsa ben kaybolurum ömrümü kaçmaya adadığım karanlığın içinde. Sevgili sakın vazgeçme benden. Sakın gitme ya da gitme. Ben sensiz artık yokum. Ben sensiz ben olmaktan çıkarım. Anla beni. Söylemesem de duy. Hisset çığlığımı. Hayallerimin cenneti, sakın beni cehenneme terk etme.  
*Şebnem Ferah-Babam Oğlum
Emeklere saygıyla...

                                                                                                   UmayMasal


28 Aralık 2017 Perşembe

Meryem-22.bölüm

KOZADAN ÇIKMAK
“Evin neresi deme,
Bildiğim tek ev omzun.
Sığındığım tek odam göğsün artık.
Evin neresi deme,
Ev nedir ki?
Sensin işte.”
Affetmek insanı sağaltır, affetmek hayatı sağaltır. Yüreğimiz sevdiklerimizle  kanatlanır o kanatları sevdiklerimiz yakabilir. Meryem’in  daha pek yeni kozadan çıkmış ve kanatlanmış olan ruhu yine yeniden Oktay’ın yarattığı cehennemin ateşiyle tutuştu.  Gülümser Anne’nin  ölümündeki payını öğrenmesiyle “yeter artık” diyerek zarar verdiğini düşündüğü Savaş ve Güçlü’den kaçtı. Kaçışı onu yine Oktay’ın yarattığı cehennemin zebanisi olmaya aday ama aslında o cehennemde kurbanlıktan öteye geçemeyecek kadar zayıf kalan ikilinin karşısına çıkardı. Derin ve Nurten. Nurten oğlunun ölümünün intikamı derdindeyken Meryem’in dimdik duruşu hem onu hem de Derin’i sarstı. Kuşkusuz bu ikili hakkında Meryem’le aynı fikirdeyim. Nurten utanç içinde boğulurken aslında oğlunun yaptıkları ve kendi tohumunun aslında neden olduklarından kaçma hesabında. Okuyanlar hatırlar belki biz Oktay ve Derin’in karakter sıkıntısını anneleriyle ilişkilerine çok önce bağlamıştık. Bu haftaki bölüm bu konudaki haklılığımızı iki karakter açısından da ortaya koydu. Oktay’ın gerçeği kendine göre eğip bükme halinin, hastalıklı takıntılılığının merkezinde annesinin olduğu o kadar barizdi ki. Nurten’in tüm karikatür hallerinde rağmen hem de. Diğer taraftan Derin ve annesi Şahika arasındaki ilişki sarmalının da çok sevgi dolu olmadığının da altı çizildi. Derin’in en az Oktay kadar hastalıklı bir takıntıya dönüşen Savaş aşkı(!)  da yine annesinin onu terk etmesinde yücelttiği aşka bağlandı. Derin gibi bir kadının neden Savaş’a bu kadar takıntılı olduğunun temelini merak ediyordum. Annesinin kızını görmemek uğruna aşk acısı çekmekten kaçışı güzel cevaptı. En azından benim adıma. Derin her şeyin üstünde olan anne sevgisinin bile ancak aşkla üzerine çıkılabileceğine inanarak büyümüş. Sevildiğine inanmamış, aşkla sevilmek istemiş. Çocukluktan kalan her boşluğu aşkla doldurmak istemiş. Acısına eş değer gördüğü ve acılarında yanında olduğu Savaş’ı işte tam da bu yüzden kendine hak görmüş. Bedele karşılık aşk benim demiş. Tam da bu nedenle şiddeti, aşka ,aşkı saplantıya el vermiş.
Meryem ve Savaş’sa o kadar normalleşerek bir biz oluşturmaya başladı ki son iki haftadır. Birbirlerinden  şiddetli kaçışlarının ardından bu kadar sakin bir bizlik sanırım seyirciye de garip gelmiştir. Ancak diğer taraftan yaşayacakları fırtına öncesi ikisinin de karakteristik olarak dinlenmeye ihtiyacı vardı. Normal sevgililer gibi olamazlar bu muhakkak. Çünkü Meryem evreni buna izin vermez. Yine de bakalım bu sükûnet halindeki aşka. Savaş da Meryem de ne kadar değişti ve aynı zamanda ne kadar aynı aşkta. İlk bölümde Oktay’dan evlenme teklifi beklerken ne kadar umudunu başkasına bağlamış bir Meryem vardı. O teklifi isteyen, o teklifle sanki ilişkisine ait olmayı başaracak bir Meryem. Peki Savaş’ın Meryem’i böyle mi? Hayır. Savaş’ın her sözcüğü onunla evlenmek istediğini haykırırken alttan alta o Meryem kadar ait ki bu aşka takılmıyor, tüm ilişki akışında olduğu gibi kabul ediyor her sözü.  Savaş’ın söz vermesine gerek yok onun için. Savaş’ın her sözü bir yemin çünkü biliyor. Savaş’ın inanmadığı yapmak istemediği bir şeyi söylemeyeceğinden o kadar emin ki… “Seni hep yanımda  istiyorum” demesinin bir söz olduğunu aralarındaki sevdanın mühür olduğunu bildiğinden Savaş’ın kollarında uyumayı kendisi istiyor. Diğer taraftan eski koca problemiyle Burcu ve Güçlü arasındaki ilişki de ilginç yerlere sürükleniyor. Burcu’nun tüm karşı koyuşuna rağmen kapıyı zorlamayı sürdüren Güçlü sonunda araladı o kapıyı. Meryem ve Güçlü arasındaki haklı kırgınlık daha bu haftadan çözüleceğinin sinyalini de verdi. Güçlü adı gibi. Haklı kırgınlığına rağmen uzaklaşıp düşündüğünde yoluna sokacaktır her şeyi. Zira Güçlü Savaş’ı abiliğe nasıl kabul etmişse çocukluğundan bu yana Meryem’i de kardeşliğe seçti. Gerisi zaman. Biraz da Güçlü ve Burcu’ya ayrı hikaye yaratma süreci.
Meryem hikaye olarak başladığında ana konusu Sevinç kazası , Oktay-Meryem sırrı , beraberinde tüm bunlara dahil Savaş ve uzantılarıydı. Bu ana konu geçtiğimiz haftalardan başlayarak kapanmaya başlamıştı zaten. Bu hafta senaristimiz hikayede eskiye dair ne varsa silip süpürdü. Meryem evreni yeni katılımcılarıyla bambaşka bir yolculuğa başladı. Benim kanaatim Sargun Berker savaşına doğru gittiği hikayenin. Kaldı ki bu hafta geldiğinden beri Savaş’a çok benzettiğim Berk’in yeniden oyuna dahil olmasıyla muhtemel Sargun-Bilen  ortaklığının tohumları da atıldı. Naz’a aşık olması, Savaş’ın korkusuzluğuna neredeyse denk hali, Oktay’a olan tiksintisi ile Berk, Beliz’den farklı bir kimlik. Beliz ne kadar zayıf, kendini var etmek için ne kadar muhtaç bir karakterse Berk o oranda güçlü, net. Doğruları olan, doğrular uğruna kurban vermekten çekinmeyen biri. Bu noktada Meryem’den değil Savaş’tan bizim iyiler takımına dahil olmasının bence bir sakıncası yok.  Yurdal’ın oyun dışına çıkmış gibi duran konumu da bu hafta Şahika’yı çözümleme şekliyle yeniden tanımlandı. Dizinin başından beri babasıyla çatışma halinde olan Savaş artık babasıyla aynı tarafta olacak. Yurdal Sargun ise Tülin’in de ilan ettiği gibi Meryem’in varlığını kabul etmiş durumda. Savaş’a Naz’ı anlatırken aslında kendi kabul sürecini de özetledi. Şahika’nın gelişi kuşkusuz dizideki tüm dengeleri değiştirdi. Oktay’ın bitirilen savcılık macerasından sonra böyle bir kimlik kuşkusuz çatışmayı desteklemek için şarttı. Derin tek başına zayıf kalacaktı. Aslında Şahika’nın Derin’i kanata kanata uyguladığı strateji Derin’in daha acımasız hale gelmesini sağlayabilir. Savaş’ı koruma içgüdüsü kalmayan bir Derin bence en az uyanacak olan Oktay kadar tehlikeli olacaktır. Bölümün finalinde içerdeki odada Nurten, gözükmese de orda olduğunu bildiğimiz Oktay, onun başındaki Jasmin, Şahika ve Derin yepyeni kötü ittifakıyken diğer tarafta Yurdal’ın yanındaki Savaş, Berk; ve bu üç adama bağlı Meryem, Naz, Beliz, Tülin. Savaş’tan ayrı düşünülemeyen Güçlü, ona bağlı Burcu. Beliz konusunda emin olamasam da kalanlar konusunda şu denebilir: Cidden iyi bir takım.
Son demde; birinin gözlerine baktığında tüm kargaşalara inat huzuru, inancı, geçmişin temize çekilişini görüyorsan; üstüne o senin elini tutup her şeyin iyi olacağını söylüyorsa hayatta bir şeyler daha güzel olacak demektir. Sen sevgili, her şeyden önce gözleriyle tanıştığım, gözlerindeki acıya şahit olduğum, o acı bana bakan bir sevgiye dönüşürken birlikte düştüğüm, birlikte dipten sektiğim; güzellik denilen o şey kıskansın senin kalbime dokunduğunda ruhuma dağılan o hissi. Sen seviyorum demesen bile sevdiğini bildiğim. Omzunu evim bildiğim, göğsünde dinlendiğim.
Emeklere Saygıyla…
                                                                                                  UmayMasal



      

24 Aralık 2017 Pazar

Siyah Beyaz Aşk-Aslı Ferhat (Özel)





Siyah Beyaz Çokça Sevda Biraz Ayaz

“Özgürlüğün kölesiyiz, suçluluk duygumuz da bize suçsuzluğumuzu armağan eder, masumiyetin yolu budur. Yani içindeki suçun , suçluluk hissinin kölesi olan özgürlüğün kölesi olur. Suçluluk duygunuz varsa özgürlük duygunuz vardır.”
Siyah Beyaz Aşk siyahın köleliğinde beyazın özgürce kök salma telaşını anlatan bir hikaye. Bir tarafta sistemin özgür bıraktığı suça köle efendi Ferhat diğer tarafta o efendinin  kölesi gibi görünen ama aydınlığın, ışığın rengi beyazın olanca eriticiliğiyle efendiyi köleye çevirmeye muktedir Aslı. İlk bölümden itibaren Ferhat’ın içindeki siyahı ağır ağır eritiyor Aslı. İsmiyle müsemma Ferhat önüne geleni yenerken, her girdiği mücadelede üstün olan tarafken, Namık dahil etrafındaki tüm otoritelere karşın tüm bünyelerin tek ele geçireniyken hatta bu özelliklerinin tamamını ama Namık’a başkaldırı ama Aslı’ya daha ilk anda kayıtsız kalamamasıyla adeta manifestoya çevirmişken; asıl olandan gelen, en berrak, en katıksızdan süzülüp hakikatin anlamı olan Aslı’nın o hakimiyeti başta zorunlu kabulden yavaş yavaş sıyrılıp Ferhat’ın evrenini hakikate boyaması süreci sanırım ilgi çekici.
Ferhat da Aslı da kendi hikayelerinin bedel ödeyenleri, sevdiklerine kavuşma telaşındayken bu uğurda can verenleri. Hoş süreç o metafordan Güzel ve Çirkin’e dümen kırmışsa da kendilerince kayıplarıyla, yaralarının ortak paydalarıyla daha çok bir bedel ortaklığını fark etmeleri birbirlerine kapı aralamalarını sağladı sanırım. Hoş Ferhat  o çiftlikte saçlarını hikayesinin ateşine inat suyla savuran, orman gözlü kadına  en baştan ilgi duydu belki. Kıyamaması, koruma çabası tüm kabalığına rağmen bundandı belki. Aslı’nın Ferhat’ın ilk olarak durdurmak için sonra kurtarmak için akıttığı kanı belki aralarındaki aktin kanla mühürlenişiydi belki. Belki , belki… İçinde ihtimal barındıran ama ihtimalsizliği de çağrıştıran belki.
Taraflar arası vicdan- vicdansızlık, iyilik-kötülük tanımlamaları siyahın ve beyazın mücadelesi gibi devam ededursun her ikisinin de keskinliği birbirini anladıkça, gördükçe azalıyor. Kuşkusuz karakterleri gereği bilenmeye müsait renkleri birbirini kesmekten vazgeçtiği an başkalarını kesmeye başlayacaktır. Bu kesiş önce Namık’a sonra da artık arada kimliksiz , kişiliksiz kim kaldıysa silip süpürecek geriye kalanlar da kuşkusuz siyahla beyaz arasındaki uyumlu sarmalın içinde kalacaklardır. Aslı son bölümde dedi ya “Ben insanları yaralarından tanırım.”. Kuşkusuz Ferhat da insanları bakışlarındaki bulutların ardına sakladıklarından tanıyor. O kadar uzun zamandır sırlarıyla yaşayanların içinde sırları göre bile giden adam olarak kendi kötücüllüğünü kabullenişiyle bir nevi sırlara dahil olmayan kendi ekseninde dürüst bir kimlik yaratan Ferhat sırları olmayan varsa da başkasına zarar vermekten uzak kendi acılarına düğümlenen Aslı’nın gözlerindeki tertemizlikten bildi belki Aslı’yı. Tanımak ve bilmek. Bilmek tanımaktan ötedir derler. Ruhun bilir, duygun bilir, kalbin bilir. Tanımaksa akla, gözleme, deneyime dayalıdır. Biri bilir öteki tanırken hikayede aşk da  şiddetini artıracaktır. Ferhat’tan yana zaten kopup gitme haline dönüşen korku denilen en  uzağında tuttuğu duyguyu çağırmasıyla ruhunda çatırdama yaratan aşk, Aslı da daha çok bir koruma kollama refleksiyle gelişiyor. Ardından gitme, bırakmama, sürükleniş gibi. Son duyduklarıyla Aslı’nın Ferhat’a karşı koruma duvarı da yıkılınca üstüne Namık tehlikesi en saldırganından Aslı’yı vurmaya kalkışınca Ferhat o buzdan ateş duygularını nasıl kontrol eder diye sormak gerek.
Aslı-Ferhat aynılık içinde başkalık barındıran , gürültünün içinde tek ses olabilen, tek mimik tek jestle aslında denmek isteneni hisseden , durmak istedikçe istemeden koşan bir aşk. Kendi kendilerine itiraf edemeseler de Namık’tan Cem’e tüm hikaye kahramanları tarafından aralarındaki elektrik fark edilen bir çift AsFer. Duyguları kabullenmeden kolay, peki kabullendikten sonra ne olacak? Ferhat Aslı’nın benliğindeki Beyaz’a teslim olmak istese de evrenindeki konumu buna izin verecek mi? Aslı’ya teslim olmamak adına kaçmaya  ya da kovalamaya bile kalksa içindeki düğümün merkezi onu çekerken olmayı kabullendiği şeyden ne kadar uzaklaşabilecek? Diğer taraftan Aslı inandığı değerlerin tamamına karşı bir düzenin temsilcisi olan Ferhat’a nasıl teslim olup onu ve olduğu, olmak zorunda kaldığı şeyi kabullenecek?  Aşk her şeyi silip temizler belki kalpte ama ya değerler, kurallar, inanılanlar ne olacak? Asıl çatışma bundan sonra başlayacak sanki.
Son olarak; sana her baktığımda gördüğüm benim. Kendimi görme umudum olmadığı halde göreyi umduğum ama bir taraftan da görmekten korktuğum. Sana her baktığımda hissettiğim benim. Hissetmeyi beklemediğim, hissetmeyi istemediğim ama hissettikçe kapıldığım. Ben kimseyle biz olmadım. Olmayı umduklarım oldu belki ama olmadım. Seninle değil biz, sen ve ben olmayı aynı bağlaçla buluşmayı bile ummadım. Ummak ne sen ve ben ne virgülle ne bağlaçla bağlanabilirdik. Oysa şimdi tüm bağlayıcılardan öte bir bizliğe giderken korkuyorum. Kendim için değil senin için.
Emeklere saygıyla…
                                                                                           UmayMasal

Not: @muge_muge ye ithafımdır.