‘En büyük sır insanın
kendisiymiş. Güvenmek bu sırrın anahtarı. Ah sevgili sen kaldın elimde tüm
yalanlara inat. Sakın beni aldatma. Hançeri varlığımın sırtına sokup beni yok sayma.’
Uzun süren tutkulu bir ilişkinin sırrı nedir? Arzuyu ne sürdürür? Düşünüyorum.
Hayattaki karşılıkların kurguya yansıması olarak bu soruların süzülüp
damıtılmasının cevabını bulmaya çalışıyorum. Sağından solundan önünden arkasından
baktığım bu iki sorunun cevabını yine yazılmış olanda bulmayı başarıyor zihnim.
Esther Perel’e göre birbiriyle çelişen iki şey gerekli bu sürdürülebilirlik
için: bağlanma-süreklilik ve tahmin edilmezlik-sürprizler. Aşkla arzu nereden
bağlanır ve nasıl ayrılır? Sanırım iki kişi arasındaki o kimyayı, çekimi ya da
adına ne derseniz onu ancak bu sorulara kafa yorarak anlayabiliriz. Aşk sahip
olmaksa arzu istemek sanırım. Aşkta yakınlaşmak,
mesafeleri kapatmak varsa arzuda tam tersi, aşılacak tehlikeli köprüler, gücün
karanlık tarafında bir şeyler isteriz. Ateşin havaya duyduğu ihtiyaç gibi
arzunun da boşluklara, ayrılıklara ihtiyacı vardır. Bir araştırmacının dünyanın
farklı yerlerinde sorduğu ‘‘Ne zaman partnerinize karşı ilgili oluyorsunuz?’’
sorusuna çoğunlukla aldığı cevap ‘‘Ne zaman ayrılsak ne zaman tekrar kavuşsak
işte o zaman .’’olmuş. Şimdi hayat gerçekliğinde
bu romantizmi nerelere koyarız, hangi çalışma koşullarında, hangi geçim
sıkıntılarında değerlendiririz tartışılır. Zira hepimizin sadece koşmak,
yaşamaya çabalamak çemberinde varolmak adına verdiği mücadelede aşk ve arzu
nereye evrildi cevabı zor bir soru. Ancak yazıyı yazmaya sebep Hayat-Murat
aşkında sanıyorum denenen de bu sistematik senaristlerimiz tarafından. Aşkın doğasının
arzuyu da barındıran yaklaştıran ama tehlikeli uçurumlar bulunduran kaygan
zemini. Hayat ve Murat arasındaki tutku, arzu çemberi her hafta
tırmandırılırken bunda sadece aşkın değil yaşanan gerilimlerin de payı olduğu
aşikar. Ki o tutkunun her dışa vurumunda daha şiddetli hale gelmesi bundan
kanımca. Patlayacağı noktanın da şu ana kadarki dışa vurumlardan daha vurucu
olmasını bekliyorum çünkü eğer daha azı olursa ben naçizane hayal kırıklığına
uğrarım. Burada küçük bir virgül koyup Hande Erçel’i tebrik etmek istiyorum. Hayat’a
her hafta daha fazla sahip çıkıyor. Mimikleri, ellerini kullanma şekliyle
özellikle Hayat- Murat sahnelerinde tam bir Hayat izliyoruz. Devam edelim
virgül koyduğumuz yerden, Murat’ın Hayat’ı kurtarıp olan her şeyi yokmuş gibi
yapmasının ardından her ne kadar uzun bir iç hesaplaşma görmediysek de Hayat’ın
Emre’ye yaklaşımı ve Tuval’e anlattıklarından anlıyoruz ki bundan sonra Emre’nin
Hayat’a yaklaşması, burada arkadaşlık vb yöntemlerden biriyle demek istiyorum,
mümkün değil. Bunun farkında olan Emre’nin bölüm sonunda Hayat’ı tehditle
yakınında tutma çabası da bundan. Emre’ye sonra dönelim. Hayat ve Murat’tan
devam edelim. Bu hafta Murat’ın onca olanın üzerinden atlayıp geçmesi, konuyu
açıklığa kavuşturmaya çalışan Hayat’ı susturması ve tamamen tesadüfi şekilde
Hayat’ın neden Emre’nin teklifini kabul ettiğini anlaması beni biraz rahatsız
etti. Meselelerin konuşulması, anlama çabası olması önemli. Tabiki devamlılık
açısından her hafta iki saatlik bir senaryo yazmak ve acımasız reyting
sistemiyle yarattıkları evrenle başa çıkmak zorunda kalan senaristlerimize da
hak veriyorum. Düğüm atıyorlar, boşluk bırakıyorlar ki o boşluklar yeni
hikayeler açsın. Ama ne biliyim, Hayat’la Murat azcık konuşsa kendi sorunlarını
: ( Murat’ın kıskançlığını Othello’ya benzetmiştim daha önce. Sanırım ben Murat’ı
Shakespeare’den kurtaramıyorum kafamda. Bu hafta sorunları erteleyen, bunu
Hayat’la ilgili ertelenmişliklerine inat yapan, babasından ve annesinden, hatta
benim iyiye doğru evrilmesini umduğum Derya’dan da darbe yiyen Murat o kadar
Hamlet’ti ki. Bilen bilir Hamlet özellikle psikoloji anlamında en çok
tartışılan tiyatro kahramanlarından biridir. Oyunu izlerken bu kadar da olmaz
dersiniz hep. Murat’ın bu haftaki kötülüklerle çevrelenişi bana buradaki
duygumu anımsattı. Diliyorum ki hesaplanan süreç Murat’ın sonunu Hamlet’e
benzetmesin. Çok mu derin düşündüm? Belki... Hayat’ın yavaş yavaş ayakları yere
basmaya başladı. Murat’ın kaybetme korkusuna Hayat’ın da aynı mihvaldeki
korkusu eklenince iki taraf açısından da yanında olma, onun elini bırakmama ve
evliliklerini koruma içgüdüsü yüzeye çıktı. Umalım Derya’nın Emre’yle iş
birliği içeriyor kokusu taşıyan hamlesi de boşa çıkar. Hayat ve Murat’a mesajım
ER-TE-LE-ME-YİN.
Dizinin erkekler safhını büyük ölçüde tek başına sırtlayan Murat’a en büyük
destek Doruk ve Kerem’den geliyor daima. Murat’ın henüz adı var kendi yok
kardeşine gelince, o kısım da henüz muamma olarak duruyor. Babalarının Murat ve
Doruk’a yaptığı sürpriz sonrası Emre’nin iyiliğin tarafı Murat’ın karşısında
gri bir karakter değil tamı tamına zifiri karanlık bir yapı olarak dikileceği
de netleşti. Burada kafamı kurcalayan şey geçen haftaya kadar Emre açısından
Hayat mücadelesi gibi duran yaklaşımın daha çok Murat’ı alt etme haline
dönüştüğü izlenimi. Özellikle ‘‘Benim olan her şeyi alacağım.’’ cümlesini
duyduğumda aklıma iki ihtimal geldi. Ya Emre ağır şizofren ya da Murat’ın
kardeşi. İkinci ihtimal çok garip çünkü Murat’ın hali hazırda zaten Doruk
dışında bir kardeşi var. Nejat Bey yönünden yeni birini kaldırır mı hikaye
bilemedim. O kısım senaristlerimizde, bakalım nereye bağlanacak? Ancak kafamda
net olan bir şey var ki, o da Emre’nin derdi Murat yüzünden Hayat. Hayat
yüzünden Murat değil. Derya’ya gelince adeta Bergman filmlerinden fırlamış bir
karakter gibi. Aynı evin içinde ortak sıkıntıları yaşadığı, yıllardır elinde
büyümüş ve kendisine yapılan hiçbir saygısızlığa prim vermeyen Murat’a
düşmanlığı akıl alır değil. Kendi oğlunu koruma içgüdüsünün arkasına saklanan
istenmeme kompleksini rahatlıkla empati kurabileceği, annesi tarafından
istenmemiş Murat’tan çıkartması bir yansıtmaysa bile kabul edilir olmaktan
uzak. Hani derler ya susuz dalın kolayca kırılıvermesi gibi sevgiye aç
bireylerin duyguları nefrete dönüşebilir. Diğer taraftan Murat’ın bu kadar
kimsesiz kalması beni üzüyor. Ailem diyebileceği insanların Doruk ve babannesi
hariç hiçbiriyle kan bağı yok. Kan bazen intikam barındırır derler ya. İşte yine
Hamletvari bir durum. Hayat’ım dediği elindeki tek kale, aşkı da sürekli tehdit
ediliyor. Dayan Murat ne diyeyim. Aslı-Doruk, Kerem-İpek ve dayanışma içindeki
Derya-Azime’ye gülümsememe rağmen biraz gri bir yorum oldu sanırım. Dilerim daha
kırmızı hissettiğimiz anlar olur bu dizide. Bu arada Metin Akpınar’ı gözüm
aradı bölüm boyu. Haşmet Dede dönsün nolur. Ertelemenin keşkeleri getirdiğinin
ispatı Haşmet Azime aşkı, dizinin asıl belkemiği olan AŞK ekseninin önemli bir
rengi. Kaybolmasın lütfen.
Son demde; ‘‘Geçmişten getirdiğim
bir şey kalmamış aslında ruhumda. Yalnızmışım. Bağsızmışım. Issızmışım. Yeni anladım.
Oysa dünya var sanırdım hayatımda. Şimdi durmuş bakıyorum ne oldu geçmiş
sandığım dünyama. Şimdinin dünyası sadece sensin anladım. Geçmişi de seninle
başlatmak aslında tüm telaşım.’’
Emeklere saygıyla...
Not: ALA ailesine ayrıca saygıyla. Paylaşan, değer veren, yorum yapan
nezaketinize teşekkür ediyoruz.
UmayMasal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder