15 Ocak 2017 Pazar

Aşk Laftan Anlamaz -26.bölüm

‘En büyük sır insanın kendisiymiş. Güvenmek bu sırrın anahtarı. Ah sevgili sen kaldın elimde tüm yalanlara inat. Sakın beni aldatma. Hançeri varlığımın sırtına sokup beni yok sayma.’
Uzun süren tutkulu bir ilişkinin sırrı nedir? Arzuyu ne sürdürür? Düşünüyorum. Hayattaki karşılıkların kurguya yansıması olarak bu soruların süzülüp damıtılmasının cevabını bulmaya çalışıyorum. Sağından solundan önünden arkasından baktığım bu iki sorunun cevabını yine yazılmış olanda bulmayı başarıyor zihnim. Esther Perel’e göre birbiriyle çelişen iki şey gerekli bu sürdürülebilirlik için: bağlanma-süreklilik ve tahmin edilmezlik-sürprizler. Aşkla arzu nereden bağlanır ve nasıl ayrılır? Sanırım iki kişi arasındaki o kimyayı, çekimi ya da adına ne derseniz onu ancak bu sorulara kafa yorarak anlayabiliriz. Aşk sahip olmaksa arzu istemek sanırım.  Aşkta yakınlaşmak, mesafeleri kapatmak varsa arzuda tam tersi, aşılacak tehlikeli köprüler, gücün karanlık tarafında bir şeyler isteriz. Ateşin havaya duyduğu ihtiyaç gibi arzunun da boşluklara, ayrılıklara ihtiyacı vardır. Bir araştırmacının dünyanın farklı yerlerinde sorduğu ‘‘Ne zaman partnerinize karşı ilgili oluyorsunuz?’’ sorusuna çoğunlukla aldığı cevap ‘‘Ne zaman ayrılsak ne zaman tekrar kavuşsak işte o zaman .’’olmuş.  Şimdi hayat gerçekliğinde bu romantizmi nerelere koyarız, hangi çalışma koşullarında, hangi geçim sıkıntılarında değerlendiririz tartışılır. Zira hepimizin sadece koşmak, yaşamaya çabalamak çemberinde varolmak adına verdiği mücadelede aşk ve arzu nereye evrildi cevabı zor bir soru. Ancak yazıyı yazmaya sebep Hayat-Murat aşkında sanıyorum denenen de bu sistematik senaristlerimiz tarafından. Aşkın doğasının arzuyu da barındıran yaklaştıran ama tehlikeli uçurumlar bulunduran kaygan zemini. Hayat ve Murat arasındaki tutku, arzu çemberi her hafta tırmandırılırken bunda sadece aşkın değil yaşanan gerilimlerin de payı olduğu aşikar. Ki o tutkunun her dışa vurumunda daha şiddetli hale gelmesi bundan kanımca. Patlayacağı noktanın da şu ana kadarki dışa vurumlardan daha vurucu olmasını bekliyorum çünkü eğer daha azı olursa ben naçizane hayal kırıklığına uğrarım. Burada küçük bir virgül koyup Hande Erçel’i tebrik etmek istiyorum. Hayat’a her hafta daha fazla sahip çıkıyor. Mimikleri, ellerini kullanma şekliyle özellikle Hayat- Murat sahnelerinde tam bir Hayat izliyoruz. Devam edelim virgül koyduğumuz yerden, Murat’ın Hayat’ı kurtarıp olan her şeyi yokmuş gibi yapmasının ardından her ne kadar uzun bir iç hesaplaşma görmediysek de Hayat’ın Emre’ye yaklaşımı ve Tuval’e anlattıklarından anlıyoruz ki bundan sonra Emre’nin Hayat’a yaklaşması, burada arkadaşlık vb yöntemlerden biriyle demek istiyorum, mümkün değil. Bunun farkında olan Emre’nin bölüm sonunda Hayat’ı tehditle yakınında tutma çabası da bundan. Emre’ye sonra dönelim. Hayat ve Murat’tan devam edelim. Bu hafta Murat’ın onca olanın üzerinden atlayıp geçmesi, konuyu açıklığa kavuşturmaya çalışan Hayat’ı susturması ve tamamen tesadüfi şekilde Hayat’ın neden Emre’nin teklifini kabul ettiğini anlaması beni biraz rahatsız etti. Meselelerin konuşulması, anlama çabası olması önemli. Tabiki devamlılık açısından her hafta iki saatlik bir senaryo yazmak ve acımasız reyting sistemiyle yarattıkları evrenle başa çıkmak zorunda kalan senaristlerimize da hak veriyorum. Düğüm atıyorlar, boşluk bırakıyorlar ki o boşluklar yeni hikayeler açsın. Ama ne biliyim, Hayat’la Murat azcık konuşsa kendi sorunlarını : ( Murat’ın kıskançlığını Othello’ya benzetmiştim daha önce. Sanırım ben Murat’ı Shakespeare’den kurtaramıyorum kafamda. Bu hafta sorunları erteleyen, bunu Hayat’la ilgili ertelenmişliklerine inat yapan, babasından ve annesinden, hatta benim iyiye doğru evrilmesini umduğum Derya’dan da darbe yiyen Murat o kadar Hamlet’ti ki. Bilen bilir Hamlet özellikle psikoloji anlamında en çok tartışılan tiyatro kahramanlarından biridir. Oyunu izlerken bu kadar da olmaz dersiniz hep. Murat’ın bu haftaki kötülüklerle çevrelenişi bana buradaki duygumu anımsattı. Diliyorum ki hesaplanan süreç Murat’ın sonunu Hamlet’e benzetmesin. Çok mu derin düşündüm? Belki... Hayat’ın yavaş yavaş ayakları yere basmaya başladı. Murat’ın kaybetme korkusuna Hayat’ın da aynı mihvaldeki korkusu eklenince iki taraf açısından da yanında olma, onun elini bırakmama ve evliliklerini koruma içgüdüsü yüzeye çıktı. Umalım Derya’nın Emre’yle iş birliği içeriyor kokusu taşıyan hamlesi de boşa çıkar. Hayat ve Murat’a mesajım ER-TE-LE-ME-YİN.
Dizinin erkekler safhını büyük ölçüde tek başına sırtlayan Murat’a en büyük destek Doruk ve Kerem’den geliyor daima. Murat’ın henüz adı var kendi yok kardeşine gelince, o kısım da henüz muamma olarak duruyor. Babalarının Murat ve Doruk’a yaptığı sürpriz sonrası Emre’nin iyiliğin tarafı Murat’ın karşısında gri bir karakter değil tamı tamına zifiri karanlık bir yapı olarak dikileceği de netleşti. Burada kafamı kurcalayan şey geçen haftaya kadar Emre açısından Hayat mücadelesi gibi duran yaklaşımın daha çok Murat’ı alt etme haline dönüştüğü izlenimi. Özellikle ‘‘Benim olan her şeyi alacağım.’’ cümlesini duyduğumda aklıma iki ihtimal geldi. Ya Emre ağır şizofren ya da Murat’ın kardeşi. İkinci ihtimal çok garip çünkü Murat’ın hali hazırda zaten Doruk dışında bir kardeşi var. Nejat Bey yönünden yeni birini kaldırır mı hikaye bilemedim. O kısım senaristlerimizde, bakalım nereye bağlanacak? Ancak kafamda net olan bir şey var ki, o da Emre’nin derdi Murat yüzünden Hayat. Hayat yüzünden Murat değil. Derya’ya gelince adeta Bergman filmlerinden fırlamış bir karakter gibi. Aynı evin içinde ortak sıkıntıları yaşadığı, yıllardır elinde büyümüş ve kendisine yapılan hiçbir saygısızlığa prim vermeyen Murat’a düşmanlığı akıl alır değil. Kendi oğlunu koruma içgüdüsünün arkasına saklanan istenmeme kompleksini rahatlıkla empati kurabileceği, annesi tarafından istenmemiş Murat’tan çıkartması bir yansıtmaysa bile kabul edilir olmaktan uzak. Hani derler ya susuz dalın kolayca kırılıvermesi gibi sevgiye aç bireylerin duyguları nefrete dönüşebilir. Diğer taraftan Murat’ın bu kadar kimsesiz kalması beni üzüyor. Ailem diyebileceği insanların Doruk ve babannesi hariç hiçbiriyle kan bağı yok. Kan bazen intikam barındırır derler ya. İşte yine Hamletvari bir durum. Hayat’ım dediği elindeki tek kale, aşkı da sürekli tehdit ediliyor. Dayan Murat ne diyeyim. Aslı-Doruk, Kerem-İpek ve dayanışma içindeki Derya-Azime’ye gülümsememe rağmen biraz gri bir yorum oldu sanırım. Dilerim daha kırmızı hissettiğimiz anlar olur bu dizide. Bu arada Metin Akpınar’ı gözüm aradı bölüm boyu. Haşmet Dede dönsün nolur. Ertelemenin keşkeleri getirdiğinin ispatı Haşmet Azime aşkı, dizinin asıl belkemiği olan AŞK ekseninin önemli bir rengi. Kaybolmasın lütfen.
Son demde; ‘‘Geçmişten getirdiğim bir şey kalmamış aslında ruhumda. Yalnızmışım. Bağsızmışım. Issızmışım. Yeni anladım. Oysa dünya var sanırdım hayatımda. Şimdi durmuş bakıyorum ne oldu geçmiş sandığım dünyama. Şimdinin dünyası sadece sensin anladım. Geçmişi de seninle başlatmak aslında tüm telaşım.’’     
Emeklere saygıyla...
Not: ALA ailesine ayrıca saygıyla. Paylaşan, değer veren, yorum yapan nezaketinize teşekkür ediyoruz.
                                                                                                  UmayMasal

    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder