‘‘Bak Milena ‘En çok seni seviyorum’ diyorum ; ama gerçek sevgi bu değil
belki, sen bir bıçaksın ve ben de durmadan içimi eşiyorum bu bıçakla dersem
gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki...
Bazen düşünüyorum da, eğer gerçekten insanlar mutluluktan ölebilselerdi
benim çoktan ölmüş olmam gerekecekti. Ama aksine mutluluk sayesinde hayata
döndüm...’’
Yukarıdaki alıntı tahmininiz üzere F.Kafka’ya ait. F.Kafka’nın Milena’ya
Mektuplar’ından. Üç yıl boyunca aralıksız yazdığı ;ama sadece iki kez
görebildiği bir kadına duyduğu takıntılı aşkının gizlendiği satırlardan örnek.
Şimdi Kafka ve Aşk Laftan Anlamaz ne alaka diyebilirsiniz. Şöyle ki ben bu
hafta bölümü izlerken iki temel duyguya takıldım. Bu iki duygu beni
bölümlerdeki olaylardan koparttı Kafka’ya kadar getirdi. Neydi bu duygular?
Takıntı... Bu hafta iki takıntılı erkek profili izledik
bence Aşk Laftan Anlamaz’da. İlki Emre. Emre’deki takıntılılık rahatsız edici
boyutlarda. Sanki deliliğin yansıması bir labirent var kişiliğinde ve bu
çıkışsızlık içeriyor gibi. Balayına giden çiftin arabasına takip cihazı
koymalar, balayı evine gitmeler, elindeki raporu Hayat’ın suratına sallayarak
tehdit etmeler. Şımarıkça ve fütusuzca bir yaklaşımı var. Bu yaklaşım metodu karakteri itici, rahatsız
edici yapıyor. Evli ve kocasına aşık bir kadına yönelik tavır entrikavari değil
daha çok saldırganca geliyor bana. Amaç rahatsız eden bir tip yaratmaksa
başarılı diyebiliriz Emre’nin kurgulanışı. Diğer taraftan Emre ile işbirliği
halindeki Derya’nın da yaptıkları kabul edilirlikten uzak. Murat’ın bir
Sarsılmaz olmadığını ortaya koyup güya tek derdi şirket ve parayken Murat’ın
mutsuzluğunu bu kadar istemek niye? Murat zaten bir Sarsılmaz olmadığını
öğrendiği an her şeyi bırakıp gidecek karakterde biri. Murat’ın hayatını zehir etme
çabası kendi mutsuzluğunun hayattan acısını çıkartma isteği mi? Murat’ta yetmiyor Derya’ya mutsuzluk
senfonisine Aslı ve Doruk’u da eklemek için çabalıyor. Birbirlerini çok
sevdiklerini kabul ettiği ikinin hayatına kabus olup çökme ısrarını sürdürüyor.
Doruk öyle güzel tespit etti ki annesindeki eksikliği ama Derya için ne gam. O sadece
istediklerini alma peşindeki bir başka çeşit takıntılı. Kısaca Derya ve Emre
ikilisi izlerken beni fazlasıyla geriyor. Rahatsız ediyor. Dediğim gibi amaç
buysa gerçekten başarılı. Lakin burada küçük bir not bazen hayatın
sıkıcılığından böyle dizilere sarılan insanlar için yaklaşım uzaklaştırıcı
olabilir gibi.
Takıntılı aşk; önce kendini tatlı tatlı gösteren sürekli onu düşünme hali,
sonrasında güven problemleri, endişe ve yıkıcı kurguları kapsar der uzmanlar.
Murat’ın Hayat’a duyduğu aşka ne kadar benzer bir süreç. Belki bu kadar uçta
olmasa da Murat her hafta edebiyatın başka bir karanlığa eğilimli aşığından
gölgeler taşıyor. Aydınlık başlayan, ışıl ışıl hallerden bir anda karanlık,
öfkeli duygulara savruluyor ardından da hiçbir açıklama almaksızın yine o aşkın
aydınlığına sığınmak istiyor. Naçizane fikrim bu savruluş Murat’ı çok kırılmaya
müsait bir karakter haline getirmekte. Kuşatılmış durumu zaten yeterince baskılıyor
Murat’ı. Yaşanmışlıkları haklı çıkartıyor belki onu. Yalanların içinde yalansız olmanın haketmedikleriyle sürekli
sınanmanın ona yükledikleri ağır geliyor. Tüm bu ağırlığı en sevdiğinden ,Hayat’tan,
çıkartması bundan belki. Daha önce de yazdığım gibi Murat yalnız bir adam. Her hafta
daha da yalnızlaşıyor. Hayat-Murat fotoğraf çekiminde sadece Hayat’ın ailesinin
olması bu yalnızlaşmanın sinyaliymiş adeta. Murat annesiz başladığı yolculukta
annesini yalanlar içinde bulurken sevgiye inancını olmasa da güvenini yitirdi. Sonra
babasını yitirirken aslında tüm ailesini kaybetti ki bu bilgiye henüz sahip
değil. Bunun etkisine maruz ama bilgisine sahip değilken annesi kollarında
hayattan gitti. Murat’ın sanı olup kendisi henüz olmayan kardeşi dışında
kimsesi kalmadı kanım diyeceği. Doruk’u ve babanneyi de kaybettik yani. Hamlet
Murat, dayan. İçimde o çığlık ; ‘Bu kadar da olmaz ama’ diyor. Murat’ın Hayat’a
güvensizliği hep sorunsal olarak tutulacak cepte bunun farkına çok önceden
varmış bir izleyen olarak çok da yadırgamıyorum. Ancak karısının aşkından emin
bir adam olarak tepkilerindeki sorgulayıcılığın şiddetinin sonrasında hızla
dönüşen sığınma ihtiyacına şaşkınlıkla bakmıyor değilim. Burada Burak Deniz’e
hayran olduğumu belirtmek isterim. Bu kadar hızlı ve dik duygu geçişlerini
verebilmek gerçeklik algısından kopmaya bu kadar müsaitken Murat’ı gerçek
tutmak konusunda çok başarılı. Son sahnedeki anne kaybını yansıtma şekline
yorum dahi yapmıyorum.
Bana göre bölüme damga vuran diğer duyguya gelince; kaybetme korkusu. Hayat balayının ortasına düşen bombanın pimi
elinde öylece kalakaldı. Kalmakta haklı karşısında şeytandan bozma bir ruh
hastası avuçlarında sevdiği adamın aklını darmaduman edecek sır. Sonra bıçağı
Emre’nin boğazına dayadığında işte dedim bizim Hayat’ı sevme nedenimiz. Korkusuzluğu.
Hayat’ın tek korkusu Murat. Hayat’ın
yaptığı hataların farkında olarak Murat’tan korkması kaçınılmazdı elbette. Hepimiz
istedik Hayat hemen Murat’la konuşsun diye fakat diğer taraftan böyle bir sır
hemen öyle söylenebilir mi? Hele aile ve yalan konusunda acılarına defalarca
şahit olduğunuz birine. Doğru zaman doğru sözcükler. Emre’ye papuç bırakmayan
Hayat Murat’ın suçlamalarıyla
boğuşadursun aynı yatakta birbirlerine yabancılaştıkları sahnede gördük ki
Hayat’ı dağıtan ne Murat’ın güvensizliği ne de elinde patlayan sır. Hayat’ı
dağıtan kaybetme korkusu. Güvensizlikle sarmalanan, sırlarla sınanan ve büyüyen
büyüdükçe keskinleşen bir aşkı yitirme korkusu. Öfkesine ve güvensizliğine
rağmen Murat’ın sığınacak yerinin Hayat olduğunu da gördük bu sahnede. Hayat Murat’ın dünyası. Murat’sa Hayat’ın Aşk’ı.
Semir Zeki der ki: ‘‘ Aşk bir hastalık ama tedavi etmeye gerek yok. Hayatınız boyunca
devam etsin istediğiniz bir hastalık. Arzu edilen bir felaket.’’ Karamsar mı
oldu? Sanırım Aşk Laftan Anlamaz’ın bu haftaki ikliminden kaynaklı bu grilik
bende.
Dizimizde babalık konusu cidden dört koldan sınandı ve korkarım sınıfta
kaldı. İpek cephesinde, Hayat cephesinde,
Murat cephesinde hatta Doruk cephesinde. Babasızlık köksüzlüktür. Sığınılandır baba,
gölgesinde dinlendiğiniz ağaçtır. Eksikse eksiksinizdir, varsa hep fazla ve
güçlü. Korktuğunuzda sığındığınız, saklandığınızdır baba. Hayat ve Murat
açısından farklı renklerde de olsa ciddi travmalara gebe baba konusu. Ne diyelim;
travmatik çiftimiz HayMur’a tek tavsiyemiz aşkın kalkanına sığınmaları,birlikte
ve birbirlerine tutunarak. Onları başka ne kurtarır cidden bilmiyorum çünkü.
Son demde; Seni kaybetmek istemiyorum sevgili. Bana yalanlar söylesen de sensiz
kalmakla sınanmaktansa kabullenirim yalanlarını. Seninle başladı hikayem
seninle sürsün. Yüreğimsin ki sen. Nasıl sökerim seni ordan söyle...
Not: ALA fanlarına destekleri için sozsuz teşekkürler...
ve senaristlerimize de destekleri için teşekkürü borç bilirken Makbule
Hanım’a da acı kaybı için başsağlığı diliyoruz.
Emeklere saygıyla...
UmayMasal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder