30 Ocak 2017 Pazartesi

Aşk Laftan Anlamaz-28.bölüm

‘‘Bak Milena ‘En çok seni seviyorum’ diyorum ; ama gerçek sevgi bu değil belki, sen bir bıçaksın ve ben de durmadan içimi eşiyorum bu bıçakla dersem gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki...
Bazen düşünüyorum da, eğer gerçekten insanlar mutluluktan ölebilselerdi benim çoktan ölmüş olmam gerekecekti. Ama aksine mutluluk sayesinde hayata döndüm...’’
Yukarıdaki alıntı tahmininiz üzere F.Kafka’ya ait. F.Kafka’nın Milena’ya Mektuplar’ından. Üç yıl boyunca aralıksız yazdığı ;ama sadece iki kez görebildiği bir kadına duyduğu takıntılı aşkının gizlendiği satırlardan örnek. Şimdi Kafka ve Aşk Laftan Anlamaz ne alaka diyebilirsiniz. Şöyle ki ben bu hafta bölümü izlerken iki temel duyguya takıldım. Bu iki duygu beni bölümlerdeki olaylardan koparttı Kafka’ya kadar getirdi. Neydi bu duygular?
Takıntı...  Bu hafta iki takıntılı erkek profili izledik bence Aşk Laftan Anlamaz’da. İlki Emre. Emre’deki takıntılılık rahatsız edici boyutlarda. Sanki deliliğin yansıması bir labirent var kişiliğinde ve bu çıkışsızlık içeriyor gibi. Balayına giden çiftin arabasına takip cihazı koymalar, balayı evine gitmeler, elindeki raporu Hayat’ın suratına sallayarak tehdit etmeler. Şımarıkça ve fütusuzca bir yaklaşımı var.  Bu yaklaşım metodu karakteri itici, rahatsız edici yapıyor. Evli ve kocasına aşık bir kadına yönelik tavır entrikavari değil daha çok saldırganca geliyor bana. Amaç rahatsız eden bir tip yaratmaksa başarılı diyebiliriz Emre’nin kurgulanışı. Diğer taraftan Emre ile işbirliği halindeki Derya’nın da yaptıkları kabul edilirlikten uzak. Murat’ın bir Sarsılmaz olmadığını ortaya koyup güya tek derdi şirket ve parayken Murat’ın mutsuzluğunu bu kadar istemek niye? Murat zaten bir Sarsılmaz olmadığını öğrendiği an her şeyi bırakıp gidecek karakterde biri. Murat’ın hayatını zehir etme çabası kendi mutsuzluğunun hayattan acısını çıkartma isteği mi?  Murat’ta yetmiyor Derya’ya mutsuzluk senfonisine Aslı ve Doruk’u da eklemek için çabalıyor. Birbirlerini çok sevdiklerini kabul ettiği ikinin hayatına kabus olup çökme ısrarını sürdürüyor. Doruk öyle güzel tespit etti ki annesindeki eksikliği ama Derya için ne gam. O sadece istediklerini alma peşindeki bir başka çeşit takıntılı. Kısaca Derya ve Emre ikilisi izlerken beni fazlasıyla geriyor. Rahatsız ediyor. Dediğim gibi amaç buysa gerçekten başarılı. Lakin burada küçük bir not bazen hayatın sıkıcılığından böyle dizilere sarılan insanlar için yaklaşım uzaklaştırıcı olabilir gibi.
Takıntılı aşk; önce kendini tatlı tatlı gösteren sürekli onu düşünme hali, sonrasında güven problemleri, endişe ve yıkıcı kurguları kapsar der uzmanlar. Murat’ın Hayat’a duyduğu aşka ne kadar benzer bir süreç. Belki bu kadar uçta olmasa da Murat her hafta edebiyatın başka bir karanlığa eğilimli aşığından gölgeler taşıyor. Aydınlık başlayan, ışıl ışıl hallerden bir anda karanlık, öfkeli duygulara savruluyor ardından da hiçbir açıklama almaksızın yine o aşkın aydınlığına sığınmak istiyor. Naçizane fikrim bu savruluş Murat’ı çok kırılmaya müsait bir karakter haline getirmekte. Kuşatılmış durumu zaten yeterince baskılıyor Murat’ı. Yaşanmışlıkları haklı çıkartıyor belki onu. Yalanların içinde  yalansız olmanın haketmedikleriyle sürekli sınanmanın ona yükledikleri ağır geliyor. Tüm bu ağırlığı en sevdiğinden ,Hayat’tan, çıkartması bundan belki. Daha önce de yazdığım gibi Murat yalnız bir adam. Her hafta daha da yalnızlaşıyor. Hayat-Murat fotoğraf çekiminde sadece Hayat’ın ailesinin olması bu yalnızlaşmanın sinyaliymiş adeta. Murat annesiz başladığı yolculukta annesini yalanlar içinde bulurken sevgiye inancını olmasa da güvenini yitirdi. Sonra babasını yitirirken aslında tüm ailesini kaybetti ki bu bilgiye henüz sahip değil. Bunun etkisine maruz ama bilgisine sahip değilken annesi kollarında hayattan gitti. Murat’ın sanı olup kendisi henüz olmayan kardeşi dışında kimsesi kalmadı kanım diyeceği. Doruk’u ve babanneyi de kaybettik yani. Hamlet Murat, dayan. İçimde o çığlık ; ‘Bu kadar da olmaz ama’ diyor. Murat’ın Hayat’a güvensizliği hep sorunsal olarak tutulacak cepte bunun farkına çok önceden varmış bir izleyen olarak çok da yadırgamıyorum. Ancak karısının aşkından emin bir adam olarak tepkilerindeki sorgulayıcılığın şiddetinin sonrasında hızla dönüşen sığınma ihtiyacına şaşkınlıkla bakmıyor değilim. Burada Burak Deniz’e hayran olduğumu belirtmek isterim. Bu kadar hızlı ve dik duygu geçişlerini verebilmek gerçeklik algısından kopmaya bu kadar müsaitken Murat’ı gerçek tutmak konusunda çok başarılı. Son sahnedeki anne kaybını yansıtma şekline yorum dahi yapmıyorum.
Bana göre bölüme damga vuran diğer duyguya gelince; kaybetme korkusu.  Hayat balayının ortasına düşen bombanın pimi elinde öylece kalakaldı. Kalmakta haklı karşısında şeytandan bozma bir ruh hastası avuçlarında sevdiği adamın aklını darmaduman edecek sır. Sonra bıçağı Emre’nin boğazına dayadığında işte dedim bizim Hayat’ı sevme nedenimiz. Korkusuzluğu. Hayat’ın tek korkusu Murat.  Hayat’ın yaptığı hataların farkında olarak Murat’tan korkması kaçınılmazdı elbette. Hepimiz istedik Hayat hemen Murat’la konuşsun diye fakat diğer taraftan böyle bir sır hemen öyle söylenebilir mi? Hele aile ve yalan konusunda acılarına defalarca şahit olduğunuz birine. Doğru zaman doğru sözcükler. Emre’ye papuç bırakmayan Hayat  Murat’ın suçlamalarıyla boğuşadursun aynı yatakta birbirlerine yabancılaştıkları sahnede gördük ki Hayat’ı dağıtan ne Murat’ın güvensizliği ne de elinde patlayan sır. Hayat’ı dağıtan kaybetme korkusu. Güvensizlikle sarmalanan, sırlarla sınanan ve büyüyen büyüdükçe keskinleşen bir aşkı yitirme korkusu. Öfkesine ve güvensizliğine rağmen Murat’ın sığınacak yerinin Hayat olduğunu da gördük bu sahnede.  Hayat Murat’ın dünyası. Murat’sa Hayat’ın Aşk’ı. Semir Zeki der ki: ‘‘ Aşk bir hastalık ama tedavi etmeye gerek yok. Hayatınız boyunca devam etsin istediğiniz bir hastalık. Arzu edilen bir felaket.’’ Karamsar mı oldu? Sanırım Aşk Laftan Anlamaz’ın bu haftaki ikliminden kaynaklı bu grilik bende.
Dizimizde babalık konusu cidden dört koldan sınandı ve korkarım sınıfta kaldı.  İpek cephesinde, Hayat cephesinde, Murat cephesinde hatta Doruk cephesinde. Babasızlık köksüzlüktür. Sığınılandır baba, gölgesinde dinlendiğiniz ağaçtır. Eksikse eksiksinizdir, varsa hep fazla ve güçlü. Korktuğunuzda sığındığınız, saklandığınızdır baba. Hayat ve Murat açısından farklı renklerde de olsa ciddi travmalara gebe baba konusu. Ne diyelim; travmatik çiftimiz HayMur’a tek tavsiyemiz aşkın kalkanına sığınmaları,birlikte ve birbirlerine tutunarak. Onları başka ne kurtarır cidden bilmiyorum çünkü.
Son demde; Seni kaybetmek istemiyorum sevgili. Bana yalanlar söylesen de sensiz kalmakla sınanmaktansa kabullenirim yalanlarını. Seninle başladı hikayem seninle sürsün. Yüreğimsin ki sen. Nasıl sökerim seni ordan söyle...
Not: ALA fanlarına destekleri için sozsuz teşekkürler...
ve senaristlerimize de destekleri için teşekkürü borç bilirken Makbule Hanım’a da acı kaybı için başsağlığı diliyoruz.
Emeklere saygıyla...

                                                                                                   UmayMasal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder