28 Kasım 2016 Pazartesi

Bodrum Masalı 14.bölüm

‘‘Aşk Söyleyemediklerindir.
 Söyleyebildiklerinse sadece meşktir.’’
Neresinden başlamalı bilmiyorum. Sanırım Bodrum Masalı’na dün gece damgasını vuran duyguydu aşk. Söylenemeyen duygulardı acıtan. Geçmişten gelen intikamlara inat sevdaya yeni düşenler hallerini tanımlamaya çalışırken eski sevdalar yaralarına yara ekledi. Eski mesneviler bab dermiş bölümlere. Hadi biz de bab bab bakalım her aşka. Kapı olsunlar onların ruhlarında taşıdıkları sevdalara.
Bab-ı FarYıl
Faryalı’nın aşkı öyle sadık öyle acılıydı ki baştan beri, en güzel seven olarak onu düştük hep kalplerimize not. Açıktı, netti. Bakarken de duyarken de korurken de hep en beyaz tonuydu sevdanın. Kararmamıştı, kirlenmemişti. Ayakta kalmaya çalışsa da bir yer vardı ki orası hep Yıldız Yıldızdı. Bu bölüm  Evren’in yaptığı her hamleyle Faryalı’ya yürümeye başlayan Yıldız ise, pişmalıkları ve sırlarıyla en çok da fotoğrafları yaktıktan sonra boynunda gördüğümüz kolyeyle zor olsa da eski aşıkların biraraya geleceği sinyalini verdi. Ateş’in annesine ‘Seni görüyorum’ dediği ve destek verdiği sahne ise bana göre  ters köşe olup   Ateş Faryalı’nın oğlu çıkmasa bile Ateş’in Evren’e karşı baba seçimini Faryalı’dan yana yapacağının kanıtıydı. Öyle ya ‘Faryalı söylemez’ derken genç adam ne kadar güvendiğini de anlatmadı mı? Ki yine söylüyorum klişe olsa da Faryalı Ateş gibi evladı hakediyor. Bu benim fikrim.
Yıldız ve Faryalı’nın anılarını yaktıkları sahne bana göre bölümün en hüzünlü sahnesiydi. Yırtılmadı fotoğraflar, çöpe atılmadı, yakıldı kor sobanın içinde. Kor olmuş kara sevdalar gibi.
Bab-ı SuKel
Su ve Kelebek aşkı hız kazanacak anladık bu bölüm. Dilerim Ateş oğlan bu aşka engel olmaz. Biraz atar yapacak gibi zira. Ama diğer taraftan kimse Kelebek’i üzmesin. Kocaman yüreğiyle yine kanat kanat renk, umut dağıttı Kelebek. Aslı’ya sarılırken sahiplendi, uğurlarken gözü doldu, Su’ya bakarken onun hayallerinin dilek perisi olduğunu söyleyemedi. Sonra gururla karşısında dururken bile mahcup gülümsedi Su’ya. Oysa ne badireler atlatıldı Su için, aşk için. Su ve keman hocası arasında bir ilişki umarım düşünülmüyordur. Sırf çatışma adına Kelebek’in aşkına böyle bir hançer saplanırsa olmaz. Kelebek aşkı sırtlayabilen buna istidadı olan bir karakter, çünkü ustası Faryalı. Peki Su. Su büyümeli, Kelebek’in aşkını haketmeli benim gözümde. Hala öyle kırılgan ki Su’nun karakteri, her an bir şeyin peşine takılacak gibi. Olmasın. Su derslerini başka yollardan alsın. Hatalarının bedellerini başka noktalardan ödesin.   
Bab-ı AsAt
‘Yüreğim vardı ellerimde. Sana vermek için arkama sakladığım. Çocukluğumun her hayalini sana bağlamıştım seni gördüğüm andan beri. Umudumdun. İstedim ki ben söylemeden sen anla.’
Pişmanlığı sindirecek bir ruh yoksa insan pişman olmanın hıncını pişman ederek çıkarmaya çalışırmış. Alara’da hissettiğim duygu bu.  Öyle hınç dolu ki, kendisini esir aldığının farkında değil. Uzay dedi ya ‘Seni senden koruyamıyorum artık’. Alara’nın pişmanlıklarını sindirecek bir ruhu yok. Korkarım öfkesi büyüyecek. Çünkü Alara pişman olmak yerine öfkeli olmayı yeğleyen bir kadın.
Ateş, Alara yüzleşmesinde vicdanını astı ve çıktı arabadan. Alara öfkesini ve nefretini Aslı’ya kusarken Ateş o astığı vicdanın deli gömleğini Aslı için giydi. O gömlek onu sıktı, sıktı. Bölüm boyunca Ateş sustu. Gözleri bağır bağır bağırırken Aslı’ya büyüyen sevdasını Ateş sustu. En baştan beri Aslı’yı bildiğini ama görmezden geldiğini, ter basa basa itiraf ederken susması bunaydı. Alara’ya duygularını yedi düvele duyuran, kimseye baş eğmeyen Ateş susmakla sınandı tüm bölüm. İçin için yanarken, Aslı’nın arkasından bakakalırken hatta kıskançlığına rağmen hesap sorma hakkını kendinde göremezken Ateş hep sustu. İçindekiler Aslı giderken içinden dolup taşıp gözünden yaş olup akarken daha birkaç ay önce başka bir kıza gitme demiş olmanın ağırlığından belki dur diyemedi. Onun yanında çipil çipil her acısına, her kayboluşuna şahit olan Aslı’yı kırmanın pişmanlığıyla aşkının delirmişliğini bile vicdanına yükledi. Burada Alperen Duymaz’ın performansına selam ediyorum. Uzay’ın şahit olduğu iki aşk hali arasındaki farkı çok net veriyor. Her bakışı, her mimiği, yaklaşımı ile Ateş’i katmanlandırıyor. Bu Ateş’in önceki Ateş olmadığını, değiştiğini, büyüdüğünü üstüne basa basa gösteriyor. Bu yüzden de inandırıyor Aslı’ya aşkına.
Aslı’ya gelince önemsenmenin iyi gelen enerjisine biraz da Ateş’e kızgınlığının etkisiyle  kendisini kaptırsa da sonunda aşkından yana kalarak ne güzel nokta koydu. Son sahneye kadar Ateş’i bile isteye görmezden gelmeye devam etse de son sahnede tüm duvarlarını yıkıp dudaklarını kahramanına teslim etti. Kuşkusuz avucundaki kalbini de Ateş’in yüreğine emanet ederek.
Ezgi Şenler ve Alperen Duymaz arasındaki kimya çok gerçek. Aslı ve Ateş’i bu kadar hissedilir yapan da bu ikilinin arasındaki enerji. İzlerken keşke film çekseler dediğim oluyor. 
İzleyenlerin tabiriyle AsAt bu bölüm başladı. Alara, Ateş’in aile sorunları, Uzay, Evren-Gözde ilişkisi bu çifti zorlayacaktır. Ne gam, aşk gerçekse kim korkar hain kurttan. Çok güzel oldular çok.
Bab-ı Uzay
Burada özel başlık açmasak haksızlık olurdu. Uzay bu bölümün en tatlı kötüsüydü. Senaryoyu yazdı, yönetmen koltuğuna oturdu ve hamle hamle Aslı ve Ateş’i biraraya getirdi. Repliklerindeki komedi sosu, hareketlerindeki netlikle inanılmaz sevimli bir kötü Uzay. Hitchcock demiş  ya bir filmde kötüler ne kadar iyiyse o kadar iyi bir filmdir. Uzay sınırlarda gezen tavrıyla dizinin en renkli kötüsü. Aslı ile durumu ne olur bilmiyorum. Umuyorum Ateş’in karşısına rakip olarak çıkmaz. Ama bir şekilde Aslı’yla bağ geliştireceği net. O bağ Uzay’ı nasıl bir sınavdan geçirir merak konusu. Bekleyip göreceğiz.
Yazının sonuna gelirken, Bodrum Masalı’yla ilgili naçizane değinmek istediğim bir konu da müzikleri. Her sahneye anlam katan, karakterin duygusunu bütünleyen inanılmaz müziklere sahip Bodrum Masalı. Işıl Özsüt söylediği her şarkıyla içini titretiyor izleyenin. Cenk Tevet’in Portakal şarkısı da Aslı ve Ateş’in şarkısı olarak sanıyorum dizi müzikleri listesine giriş yaptı. Benim için müzikler bir filmin ya da dizinin ruhudur. Ruh bütünlemezse görseli her şey havada kalır benim için. Bodrum Masalı gerek tema müzikleri gerek yorumcuların söylediği şarkılarıyla muazzam. Ne diyim kısa zaman sonra sanıyorum TMC etiketli yeni bir dizi albümüm olacak. Bodrum Masalı’nı başka bir masalın yanına koyacağım. Sonra dizi bittiğinde anılarımda saklayacağım.  

                                                                                                                         UmayMasal

21 Kasım 2016 Pazartesi

Bodrum Masalı 13.bölüm

Aşk: Yazgı
*‘‘Sevgiyi çabuk kaybediyorsun
Pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.’’
3.fragmana kadar bölümle ilgili beklentimi sıfırda tutmaktan yanaydım. Ancak 3.fragmanla özellikle de Şevval Sam’ın o güzel sesini duyduğum anda hah dedim, sonunda. Dizinin ilk bölümünden bu yana Faryalı için kılı kıpırdamayan Yıldız’ın yıllardır içinde sakladıkları dudaklarından sızmaya başlamış mıydı? Bu sızma haline Faryalı’nın da şahit olması ne güzel olurdu. Yine Kelebek için Su’yun geçmişten vazgeçmesi güzel bir adımdı. Ateş’in ise Aslı’ya benim aklım fikrim zaten seninle repliği ise umut vaddediyordu.
Sonrasında Ateş tagını görünce içimden bir ses hafiften bir selam çakıldığını söyledi izleyene doğru. Oturduk başına vesselam bölümün. İzledikçe de bölüme ateş denme nedeninin ismiyle müsemma karakterimizden ziyade dizinin genlerine işlemiş aşk temasından geldiğini de fark ettim. İç içe geçmiş aşkların hüzünlü yazgılarıyla yüzleştik bölüm boyu. Haydar Amca’nın da dediği gibi aşk engel olunamaz bir şeydi. Hapşuruk gibi. Tutamazdın, kalbinin ona akmasına engel olamazdın. Üzüm Yenge’nin hastalığıyla belki de dizimizin tüm eski aşıklarının kalplerindeki düğümler sıkıldı. Çözüldü demiyorum. Çözülmesine daha vakit var belli ki. Yıllanmışlar, üzümden şaraba geçmişler, aşk şarabını içip edeple onun sarhoşluğunu gizlemişler olarak Haydar ve Üzüm kavuştu belki ;ama müzmin hastalarımız Faryalı ve nihayet hala sevdiğini bize de hissettiren Yıldız’ın yolu var. Ne acı kendinden kaçmak diyor insan? Ne acı aşktan kaçmak? Ne acı pişmalıkla kavrulmak. Faryalı kovalamadan sessizliğinde sevmeye devam ederken kaçamak bakışlarıyla, ona akan Yıldız öyle tatlıydı ki bu bölümde. Türkü söylerken yakalanıp ardından Faryalı gidince onun gittiğinden emin olmak için çocuksu bakışlarıyla gülümseyen Şevval Sam’a bayıldım. Sanki Yıldız’ın yıllar önce geride bıraktığı çocuk içinde uyanıyor gibiydi di mi? Timuçin Esen ise bildiğimiz gibi hep. Çınar’dan bu yana her yarattığı karakterde farklılaşsa da bakışlarında yaşattığı gerçeklik duygusu değişmiyor işte. İçinize işliyor. Sevmesi, acısı yarattığı karakterin yaşayan olmasını sağlıyor.
Bu haftanın bana göre oyunculuğuyla ve acısıyla öne çıkan ismi kesinlikle Toprak Sağlam’ın can verdiği Gözde’ydi. O şarkı söylerken gözlerinden akan pişmalığı, aşkı, eksilmişliği, acıyı ve hepsinden öte kırgınlığı öyle bir yaşattı ki Aslı ve Kelebek gibi biz de dağıldık. Geçen hafta Evren ve Gözde’nin çatışmalarda eksik kaldığını söylemiştim. Sanırım senaristlerimiz de bunu fark edip bu hafta Faryalı, Yıldız, Evren ve Gözde dörtgenini aktifleştirmişler. Bana en ilginç gelen ayrıntı ise Gözde ağlarken yanına giden Yıldız’a Gözde’nin bakışıydı. Hep rakip olarak bakan ve bunu bize geçiren Gözde Yıldız’a gerçek bir dosta bakar gibi baktı o sahnede. Belki bana öyle geldi bilmiyorum. Velhasıl ben bu bölüm ağır aksak giden bu dörtlünün ritminin artmasını sevdim.
Gelelim henüz aşkla yeni tanışan gençlerimize. Kelebek aynı Faryalı. Kendini sevdikleri için yok sayan. Sevdikleri için kanatlanan, rengarek. Cenk’le nihayet yolları ayrılan Su ergenlik triplerinde dolaşırken elindeki imkansızlıklara rağmen onu mutlu etmeye çalışan Kelebek gerçekten izlenmeye değerdi. Hilmi Cem İntepe her geçen hafta kendisini geliştiriyor. Çok doğal kendine has bir Kelebek yaratıyor ve bunu izlemek keyifli. Bilhassa bu hafta Alperen Duymaz’la çok eğlendirdiler beni. Ateş ve Kelebek enerjileri tutan karakterler. Aynılıktan gelen bir bütünlükleri var. İkisinde de aynı saf temiz sevme biçimi, aynı fütürsuzluk, korkusuzluk ve kendi adaletini kendi sağlama refleksi. Su konusunda hala kararsızım. Kelebek’le ilgili duyguları olduğu net ama bir şey var. Yani bu belki Kelebek’in aşkının derinliğinden bilmiyorum, sığ geliyor Su’nun sevme biçimi. Her an kafası karışacak gibi hissediliyor. O eksik neyse zamanla dolacak eminim. Bekleyip göreceğiz.
Aşkın Ateş haline gelince. Çarşı biraz karıştı bu hafta. Geçtiğimiz hafta Alara’nın mesajıyla Aslı’nın yanından giden Ateş affedilmemiş görünüyordu. Aslı’ya gelen hediyelerin yeni farkına varan Ateş’in buna karşı koruma refleksi geliştirmesi güzeldi. Yiğit ve Mert’in de fark ettiği gerçeği sanırım Ateş’in de kabullenmesi yakındır. Hatta tam manasıyla Ateş açısından bir kasırganın yaklaştığı da ortada. Uzay faktörü başta Ateş’le Aslı’yı yaklaştırma mottosuyla yola çıksa da sanıyorum Aslı’yı tanıdıkça fikir değiştirecek. Uzay’ın bölümler önce sevgisizlikten nasıl ağladığını hatırlıyoruz. Bu noktada Pasifik gibi kalbi olan Aslı’dan etkilenmesi şaşırtıcı olmaz. Olmaz  ;ama işte o ama. Uzay Yiğit değil. Uzay Ateş’in arkadaşı değil. Uzay nahif biri değil. Sınırları olan biri de değil. Ateş için, rakip olursa şayet, baya zorlayıcı olacaktır. Alara’ya gelince kendisini seven ikinci adamı da Aslı’ya aşık bulunca ne tepki verir bilemiyorumJ
Aslı’ya gelince. Portakal ağacından düşmeye devam eden şiir yürekli kız, öyle güzel anlattı ki Yiğit’e hem aşkını hem korkusunu. Kimseyi göremediğini ;ama kurtulmak istediğini. Aslı sevdasının karşılığı olmadığından o kadar emin ki, Ateş ‘Benim aklım fikrim zaten seninle’ dese de inanmıyor. Öyle ya hep Alara’ya giden bir Ateş var ortada. Ona hesap verse de, içi gider gibi baksa da yanmışlıktan görecek halde değil Aslı. Avucuna konan küçücük motor oysa ne güzel anlatıyordu Ateş’in duygularını. Ciddi olarak ben geçen haftaki motorun anahtarlarını verdiğini düşünmüştüm. Yanıldım. Ateş gücüm bu kadara yeter ama diyerek o oyuncak motoru koydu ya Aslı’nın avucuna, içtenlikte bana göre zirve yaptı. Yansın dediğimiz Ateş oğlanın az yolu kaldı sanki. Doğrudan yapılacak bir itirafta da Aslı kızımız şüpheci yaklaşır mı? Sanmam.
Kısaca benim için reytigi ne olursa olsun keyfi yerinde bir bölümdü. Sınırlar belirginleşti. Her aşk için düğümler atılırken biraz da çözümler verildi.
Son olarak Ian Craib’in bir sözüyle bitirmek istiyorum: ‘‘Eğer  elimi ateşe uzatmışsam ve yanmışsam bunu hemen tekrarlamam, psikoterapi ise bir anlamda, elini ateşe uzat ve orada tut, der.’’  
                                                                                                                     UmayMasal

*Ataol Behramoğlu

16 Kasım 2016 Çarşamba

Bodrum Masalı mı Bodrum Yangını mı?
‘ Sen yanmasan...
 Ben yanmasam...’
Aşkın dili nakışlardan, mektuplardan cep telefonu mesajlarına indirgenince Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun sabrı da rahmetli oluyor haliyle. Bireyselliğin her anlamda hayatımızı ele geçirdiği yaşanmışlıkların içinde tadı tuzu olmayan, yavan yaşam kurgularınının ürettiği aşklar düşünüldüğünde kuşkusuz aşk acıları da kurgu dediğimiz sahne sanatlarının sahte zeminlerinde ifade bulmakta zorlanıyor. Oysa ne güzeldi aşk. Dizi dediğimiz kurgusal dünyalar kolaylıkla evlerimize konuk olmaya başladığından bu yana anlatımlar da tıpkı hayatlarımızdaki paralellikleri gibi değer kaybetti. Gün içinde efsane dediğimiz çiftlerin, unutulmaz sandıklarımızın bile unutulur olması bundan belki. Şöyle bir bakıyorum da bana anlatımıyla, derinliğiyle hala aşk hissi veren kurgu çiftler Selim-Esma ya da Seymen-Bahar’dan ileri gitmiyor. Bunun altında yatan nedenler sorgulanabilir belki. Süreler, koşullar gibi. Ama şu an baktığımda altında gerçekmiş hissi olmayan, altı boş hikayeler ve aşklar karton kalmaktan kurtulamıyor. Yazık ki...
Şimdi gelelim yazının mevzu bahsi olan hikayeye veya çifte. Sosyal medyadaki paylaşımlarla görüp daha sonra 9.bölümünde Aslı’nın, sevgilisinin babasından madur Ateş’in üstünü derinlikli aşkına karışmış anne şefkatiyle değiştirdiği sahneyle takılıp kaldığım Bodrum Masalı’na... İki bayıldığım oyuncu Timuçin Esen ve Şevval Sam’a rağmen ağır ilerleyen tavrıyla çok da seyretmediğim diziye bu sahnenin etkisiyle daha derinlikli bakmak istedim. Kuşkusuz usta oyuncuların oyunculuklarına diyecek laf yoktu ancak anlaşılan o ki her diziyi sırtlayan lokomotif çift algısını taşıyacak aşk  Aslı ve Ateş’in aşkıydı. Alperen Duymaz ve Ezgi Şenler arasındaki kimya tutmuş ama sanki ilerleyiş anlamında biraz yavaş kalmıştı.
Senaristlerin kurgu bütünlüğünde bu çifti ağırdan almasının eminim profesyönel sebepleri vardır. Zira en başından bu ikilinin arasında aşk olacağı netti bana göre. İsim seçiminden, karşılaşma biçimlerine kadar. Hayatta tutunduğu her şeyi bir gecede kaybeden Ateş ve kayıplıklarıyla büyümüş Aslı. Bundan daha doğal bir çift olabilir miydi? Alara’nın annesinin de dediği gibi, onlar engel olmasa Ateş’in karakteri engeldi Alara ile olan ilişkisine. Bu ilişkinin sürmesine. Şimdi bazı izleyenler eminim Ateş Alara’ya çok aşıktı diyecekler. Evet ve hayır. Önceki Ateş Alara’nın sevgilisiydi bu doğru. Kendine has sevgisi de samimiydi. Amaa... Zorluklarla mücadele etmek zorunda kalmadan, üç kuruşun hesabını yapmadan, pencere önünde bambaşka hayatlara bakmadan önceydi o.  Bir genç kızın onun için hayatından vazgeçebileceğine şahit olmadan önceydi. Ateş belki Aslı’yla bu konuyu hiç konuşmadı. Baştan beri görmezden geldi ;ama ta en başından bu yana Aslı’nın aşkının gücünü,  Aslı onu Alara’ya götürürken bile hissetti bana kalırsa. Sormazlar mı kendini sevdiğine kurban edebilecek bir kadını sevmemeye daha ne kadar dayanacaktı bu yaralanmış ve kaybetmiş genç adamın yüreği? Aşk katmanlanırken Ateş için, anne ve babası arasında görmediği belki annesinin yüreğini köz gibi yakan aşkı bilinçaltında ona en yakın olarak hisseden bu genç adam, terk etse de sevmeye devam eden kadının genlerinden nasıl kopacaktı? Ateş belki Yıldız’ın içindeki Faryalı’ya dair Ateş’tir buz gibi görüntüsüne inat. Peki bu Ateş Aslı’ndan nasıl kopacaktı?
 Alara’nın o adada ne oldu sorusunun temelinde de işte bunlar var bence. O adada her şeyden soyut, kaçan, terk edilmiş, yüksüz bir Ateş olarak baktığında,tüm flu grilerden arınmış, Aslı’yı gördü Ateş. Ne zamandır farkında olduğu ;ama eski yaşamına ve belki söz vermişliklerine dair tek köprüsü çocukluğunu bağladığı Alara’dan göremediği hatta görmezden geldiği Aslı’yı gördü adada. Onu elinden zehirli balık yiyen, zehirlendiğinde bile sahil güvenlik seni polise verir diye onu düşünen, içi acıya acıya sen Alara’yı bırakır mısın diye kendi kendisine telkinde bulunup kollarında ölüme yürürken bile aşkını gözleriyle anlatmayı sözlere tercih eden Aslı’yı gördü. Aslı Ateş’e beni duymadın dedi belki ;ama Ateş Aslı’yı duyduğu için gözleri dolu dolu baktı koparız herhalde diyen Aslı’nın ardından.
Neyse şairin dediğine gelelim;
-Kül olayım Kerem gibi yana yana...
Ben yanmasam
Sen yanmasan
Biz yanmasak
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...
Soru hikaye tamamlanacak mı? Bilmiyorum ;ama umuyorum tamamlansın. Nazım’ın şiirinde bambaşka bir şeye dönüşen yanmak metaforunu biz Aslı ve Ateş’in sevdasında görebiliriz umuyorum. Aslı’nın aşkının Ateş’iyle tutuşan Kerem gibi derinlikli bir aşık olsun Ateş. Sevdaya düşmek böyle bir şey çünkü, bile bile yanmak. Koca bir alev topuna dönmek ama bundan memnun olmak.  Ben vakti olursa ve artık odaklanılırsa Alperen Duymaz ve Ezgi Şenler’in hayat verdiği Aslı ve Ateş’ten incelikli, dolu bir masal çıkacağı fikrindeyim. Naçizane fikrim, aşk olsun artık. 
Dizinin diğer konularına baktığımda, özellikle Kelebek Su hattında, net bir şekilde ben sadece Kelebek görüyorum. Her haliyle nerede olursa olsun sevdiklerine sahip çıkan, iki eli kanda olsa yine de koşan, seven hep seven, sevginin her rengini içinde tutan, kanatlanan Kelebek. Su nasıl bir dönüştürülmeden ya da nasıl bir acıdan geçip Kelebek’in kıymetini anlar bilmiyorum. Belki gereken budur. Ama şu an her ne olursa olsun orda bir aşk varsa tek taraflı gözüküyor. Ateş’in dediği gibi kimi seviyorsun? Ya da benim izlerken sorduğum gibi neyi istiyorsun sen Su? Burada Hilmi Cem İntepe’yi özellikle Timuçin Esen’le sahnelerinde çok samimi bulduğumu belirtmeden geçemeyeceğim.
Faryalı Yıldız ilişkisi bana göre parçalı bulutlu devam edecek. Ateş Faryalı’nın oğlu mu sorusuyla da meşgul edilen kafalara son anda bir ters köşe yapılsa bile,ki sanmıyorum, kan bağıyla olmasa da Faryalı’nın Ateş’in seçimiyle babası olacağını da küçücük not düşmek isterim. Gönül ister klişenin dibi olsa da onca eziyete Faryalı bir oğul sahibi olsun tabi. Çünkü dizide öyle ya da böyle aşkı her haliyle bilen ve çeken Faryalı... İkinci sırada ise kuşkusuz Aslı var. Ancak burada küçük bir eleştirim daha var. Bu gençlere büyük büyük laflar ettirmek yerine,büyük büyük yaşatsanız sayın senaristlerimiz. Yaşayarak öğrenirsin ya hayatı o yaşta. Kıskanırsın, yumruklarsın, ağlarsın, içine atarsın, pişman olursun, ağız dolusu gülersin sonra bunlara inat. Hatırlarsın en çok. Yaptığın hatalarda sana söylenenleri hatırlarsın.
Gözde ve Evren’e  gelince, ne diyim bilmiyorum. Çatışma yaratmak adına zaman zaman zayıf kalıyorlar bana göre. Pek ne olacak merakı yaratmıyorlar. Oysa oyunculuk anlamında çok iyi ifade edilen iki karakter. Buna rağmen iş, gençler hattından özellikle de Aslı ve Ateş diyaloglarından eksildi mi, yavaşlıyor. Cahit faktörü bile bana göre daha heyecan vericiydi mesela. Yazdığım bu küçük yazının sonuna gelirken, yazıyı yazdıran ikiliye ve onları yaratan senariste selam ediyorum. Yazanın da oynayarak yaratanın da eline sağlık. Temennimi söyledim ikiletmeyeyim. Son demde yine Aslı ve Ateş’e ithafen:
‘Kalbimin acısı etimin acısıyla bir oldu. Sert, çok sert, gözyaşlarımı almıyor içine, yaşımda boğuluyorum. Soğumaya başladım, kanım aktığı anda kristalleşiyor,üşüyorum. Taş işliyor bana, elimden bir şey gelmiyor. Bırakıyorum kendimi, izin veriyorum beni almasına, şekil vermesine, kendine katmasına.’


                                                                                                          UmayMasal