28 Aralık 2017 Perşembe

Meryem-22.bölüm

KOZADAN ÇIKMAK
“Evin neresi deme,
Bildiğim tek ev omzun.
Sığındığım tek odam göğsün artık.
Evin neresi deme,
Ev nedir ki?
Sensin işte.”
Affetmek insanı sağaltır, affetmek hayatı sağaltır. Yüreğimiz sevdiklerimizle  kanatlanır o kanatları sevdiklerimiz yakabilir. Meryem’in  daha pek yeni kozadan çıkmış ve kanatlanmış olan ruhu yine yeniden Oktay’ın yarattığı cehennemin ateşiyle tutuştu.  Gülümser Anne’nin  ölümündeki payını öğrenmesiyle “yeter artık” diyerek zarar verdiğini düşündüğü Savaş ve Güçlü’den kaçtı. Kaçışı onu yine Oktay’ın yarattığı cehennemin zebanisi olmaya aday ama aslında o cehennemde kurbanlıktan öteye geçemeyecek kadar zayıf kalan ikilinin karşısına çıkardı. Derin ve Nurten. Nurten oğlunun ölümünün intikamı derdindeyken Meryem’in dimdik duruşu hem onu hem de Derin’i sarstı. Kuşkusuz bu ikili hakkında Meryem’le aynı fikirdeyim. Nurten utanç içinde boğulurken aslında oğlunun yaptıkları ve kendi tohumunun aslında neden olduklarından kaçma hesabında. Okuyanlar hatırlar belki biz Oktay ve Derin’in karakter sıkıntısını anneleriyle ilişkilerine çok önce bağlamıştık. Bu haftaki bölüm bu konudaki haklılığımızı iki karakter açısından da ortaya koydu. Oktay’ın gerçeği kendine göre eğip bükme halinin, hastalıklı takıntılılığının merkezinde annesinin olduğu o kadar barizdi ki. Nurten’in tüm karikatür hallerinde rağmen hem de. Diğer taraftan Derin ve annesi Şahika arasındaki ilişki sarmalının da çok sevgi dolu olmadığının da altı çizildi. Derin’in en az Oktay kadar hastalıklı bir takıntıya dönüşen Savaş aşkı(!)  da yine annesinin onu terk etmesinde yücelttiği aşka bağlandı. Derin gibi bir kadının neden Savaş’a bu kadar takıntılı olduğunun temelini merak ediyordum. Annesinin kızını görmemek uğruna aşk acısı çekmekten kaçışı güzel cevaptı. En azından benim adıma. Derin her şeyin üstünde olan anne sevgisinin bile ancak aşkla üzerine çıkılabileceğine inanarak büyümüş. Sevildiğine inanmamış, aşkla sevilmek istemiş. Çocukluktan kalan her boşluğu aşkla doldurmak istemiş. Acısına eş değer gördüğü ve acılarında yanında olduğu Savaş’ı işte tam da bu yüzden kendine hak görmüş. Bedele karşılık aşk benim demiş. Tam da bu nedenle şiddeti, aşka ,aşkı saplantıya el vermiş.
Meryem ve Savaş’sa o kadar normalleşerek bir biz oluşturmaya başladı ki son iki haftadır. Birbirlerinden  şiddetli kaçışlarının ardından bu kadar sakin bir bizlik sanırım seyirciye de garip gelmiştir. Ancak diğer taraftan yaşayacakları fırtına öncesi ikisinin de karakteristik olarak dinlenmeye ihtiyacı vardı. Normal sevgililer gibi olamazlar bu muhakkak. Çünkü Meryem evreni buna izin vermez. Yine de bakalım bu sükûnet halindeki aşka. Savaş da Meryem de ne kadar değişti ve aynı zamanda ne kadar aynı aşkta. İlk bölümde Oktay’dan evlenme teklifi beklerken ne kadar umudunu başkasına bağlamış bir Meryem vardı. O teklifi isteyen, o teklifle sanki ilişkisine ait olmayı başaracak bir Meryem. Peki Savaş’ın Meryem’i böyle mi? Hayır. Savaş’ın her sözcüğü onunla evlenmek istediğini haykırırken alttan alta o Meryem kadar ait ki bu aşka takılmıyor, tüm ilişki akışında olduğu gibi kabul ediyor her sözü.  Savaş’ın söz vermesine gerek yok onun için. Savaş’ın her sözü bir yemin çünkü biliyor. Savaş’ın inanmadığı yapmak istemediği bir şeyi söylemeyeceğinden o kadar emin ki… “Seni hep yanımda  istiyorum” demesinin bir söz olduğunu aralarındaki sevdanın mühür olduğunu bildiğinden Savaş’ın kollarında uyumayı kendisi istiyor. Diğer taraftan eski koca problemiyle Burcu ve Güçlü arasındaki ilişki de ilginç yerlere sürükleniyor. Burcu’nun tüm karşı koyuşuna rağmen kapıyı zorlamayı sürdüren Güçlü sonunda araladı o kapıyı. Meryem ve Güçlü arasındaki haklı kırgınlık daha bu haftadan çözüleceğinin sinyalini de verdi. Güçlü adı gibi. Haklı kırgınlığına rağmen uzaklaşıp düşündüğünde yoluna sokacaktır her şeyi. Zira Güçlü Savaş’ı abiliğe nasıl kabul etmişse çocukluğundan bu yana Meryem’i de kardeşliğe seçti. Gerisi zaman. Biraz da Güçlü ve Burcu’ya ayrı hikaye yaratma süreci.
Meryem hikaye olarak başladığında ana konusu Sevinç kazası , Oktay-Meryem sırrı , beraberinde tüm bunlara dahil Savaş ve uzantılarıydı. Bu ana konu geçtiğimiz haftalardan başlayarak kapanmaya başlamıştı zaten. Bu hafta senaristimiz hikayede eskiye dair ne varsa silip süpürdü. Meryem evreni yeni katılımcılarıyla bambaşka bir yolculuğa başladı. Benim kanaatim Sargun Berker savaşına doğru gittiği hikayenin. Kaldı ki bu hafta geldiğinden beri Savaş’a çok benzettiğim Berk’in yeniden oyuna dahil olmasıyla muhtemel Sargun-Bilen  ortaklığının tohumları da atıldı. Naz’a aşık olması, Savaş’ın korkusuzluğuna neredeyse denk hali, Oktay’a olan tiksintisi ile Berk, Beliz’den farklı bir kimlik. Beliz ne kadar zayıf, kendini var etmek için ne kadar muhtaç bir karakterse Berk o oranda güçlü, net. Doğruları olan, doğrular uğruna kurban vermekten çekinmeyen biri. Bu noktada Meryem’den değil Savaş’tan bizim iyiler takımına dahil olmasının bence bir sakıncası yok.  Yurdal’ın oyun dışına çıkmış gibi duran konumu da bu hafta Şahika’yı çözümleme şekliyle yeniden tanımlandı. Dizinin başından beri babasıyla çatışma halinde olan Savaş artık babasıyla aynı tarafta olacak. Yurdal Sargun ise Tülin’in de ilan ettiği gibi Meryem’in varlığını kabul etmiş durumda. Savaş’a Naz’ı anlatırken aslında kendi kabul sürecini de özetledi. Şahika’nın gelişi kuşkusuz dizideki tüm dengeleri değiştirdi. Oktay’ın bitirilen savcılık macerasından sonra böyle bir kimlik kuşkusuz çatışmayı desteklemek için şarttı. Derin tek başına zayıf kalacaktı. Aslında Şahika’nın Derin’i kanata kanata uyguladığı strateji Derin’in daha acımasız hale gelmesini sağlayabilir. Savaş’ı koruma içgüdüsü kalmayan bir Derin bence en az uyanacak olan Oktay kadar tehlikeli olacaktır. Bölümün finalinde içerdeki odada Nurten, gözükmese de orda olduğunu bildiğimiz Oktay, onun başındaki Jasmin, Şahika ve Derin yepyeni kötü ittifakıyken diğer tarafta Yurdal’ın yanındaki Savaş, Berk; ve bu üç adama bağlı Meryem, Naz, Beliz, Tülin. Savaş’tan ayrı düşünülemeyen Güçlü, ona bağlı Burcu. Beliz konusunda emin olamasam da kalanlar konusunda şu denebilir: Cidden iyi bir takım.
Son demde; birinin gözlerine baktığında tüm kargaşalara inat huzuru, inancı, geçmişin temize çekilişini görüyorsan; üstüne o senin elini tutup her şeyin iyi olacağını söylüyorsa hayatta bir şeyler daha güzel olacak demektir. Sen sevgili, her şeyden önce gözleriyle tanıştığım, gözlerindeki acıya şahit olduğum, o acı bana bakan bir sevgiye dönüşürken birlikte düştüğüm, birlikte dipten sektiğim; güzellik denilen o şey kıskansın senin kalbime dokunduğunda ruhuma dağılan o hissi. Sen seviyorum demesen bile sevdiğini bildiğim. Omzunu evim bildiğim, göğsünde dinlendiğim.
Emeklere Saygıyla…
                                                                                                  UmayMasal



      

24 Aralık 2017 Pazar

Siyah Beyaz Aşk-Aslı Ferhat (Özel)





Siyah Beyaz Çokça Sevda Biraz Ayaz

“Özgürlüğün kölesiyiz, suçluluk duygumuz da bize suçsuzluğumuzu armağan eder, masumiyetin yolu budur. Yani içindeki suçun , suçluluk hissinin kölesi olan özgürlüğün kölesi olur. Suçluluk duygunuz varsa özgürlük duygunuz vardır.”
Siyah Beyaz Aşk siyahın köleliğinde beyazın özgürce kök salma telaşını anlatan bir hikaye. Bir tarafta sistemin özgür bıraktığı suça köle efendi Ferhat diğer tarafta o efendinin  kölesi gibi görünen ama aydınlığın, ışığın rengi beyazın olanca eriticiliğiyle efendiyi köleye çevirmeye muktedir Aslı. İlk bölümden itibaren Ferhat’ın içindeki siyahı ağır ağır eritiyor Aslı. İsmiyle müsemma Ferhat önüne geleni yenerken, her girdiği mücadelede üstün olan tarafken, Namık dahil etrafındaki tüm otoritelere karşın tüm bünyelerin tek ele geçireniyken hatta bu özelliklerinin tamamını ama Namık’a başkaldırı ama Aslı’ya daha ilk anda kayıtsız kalamamasıyla adeta manifestoya çevirmişken; asıl olandan gelen, en berrak, en katıksızdan süzülüp hakikatin anlamı olan Aslı’nın o hakimiyeti başta zorunlu kabulden yavaş yavaş sıyrılıp Ferhat’ın evrenini hakikate boyaması süreci sanırım ilgi çekici.
Ferhat da Aslı da kendi hikayelerinin bedel ödeyenleri, sevdiklerine kavuşma telaşındayken bu uğurda can verenleri. Hoş süreç o metafordan Güzel ve Çirkin’e dümen kırmışsa da kendilerince kayıplarıyla, yaralarının ortak paydalarıyla daha çok bir bedel ortaklığını fark etmeleri birbirlerine kapı aralamalarını sağladı sanırım. Hoş Ferhat  o çiftlikte saçlarını hikayesinin ateşine inat suyla savuran, orman gözlü kadına  en baştan ilgi duydu belki. Kıyamaması, koruma çabası tüm kabalığına rağmen bundandı belki. Aslı’nın Ferhat’ın ilk olarak durdurmak için sonra kurtarmak için akıttığı kanı belki aralarındaki aktin kanla mühürlenişiydi belki. Belki , belki… İçinde ihtimal barındıran ama ihtimalsizliği de çağrıştıran belki.
Taraflar arası vicdan- vicdansızlık, iyilik-kötülük tanımlamaları siyahın ve beyazın mücadelesi gibi devam ededursun her ikisinin de keskinliği birbirini anladıkça, gördükçe azalıyor. Kuşkusuz karakterleri gereği bilenmeye müsait renkleri birbirini kesmekten vazgeçtiği an başkalarını kesmeye başlayacaktır. Bu kesiş önce Namık’a sonra da artık arada kimliksiz , kişiliksiz kim kaldıysa silip süpürecek geriye kalanlar da kuşkusuz siyahla beyaz arasındaki uyumlu sarmalın içinde kalacaklardır. Aslı son bölümde dedi ya “Ben insanları yaralarından tanırım.”. Kuşkusuz Ferhat da insanları bakışlarındaki bulutların ardına sakladıklarından tanıyor. O kadar uzun zamandır sırlarıyla yaşayanların içinde sırları göre bile giden adam olarak kendi kötücüllüğünü kabullenişiyle bir nevi sırlara dahil olmayan kendi ekseninde dürüst bir kimlik yaratan Ferhat sırları olmayan varsa da başkasına zarar vermekten uzak kendi acılarına düğümlenen Aslı’nın gözlerindeki tertemizlikten bildi belki Aslı’yı. Tanımak ve bilmek. Bilmek tanımaktan ötedir derler. Ruhun bilir, duygun bilir, kalbin bilir. Tanımaksa akla, gözleme, deneyime dayalıdır. Biri bilir öteki tanırken hikayede aşk da  şiddetini artıracaktır. Ferhat’tan yana zaten kopup gitme haline dönüşen korku denilen en  uzağında tuttuğu duyguyu çağırmasıyla ruhunda çatırdama yaratan aşk, Aslı da daha çok bir koruma kollama refleksiyle gelişiyor. Ardından gitme, bırakmama, sürükleniş gibi. Son duyduklarıyla Aslı’nın Ferhat’a karşı koruma duvarı da yıkılınca üstüne Namık tehlikesi en saldırganından Aslı’yı vurmaya kalkışınca Ferhat o buzdan ateş duygularını nasıl kontrol eder diye sormak gerek.
Aslı-Ferhat aynılık içinde başkalık barındıran , gürültünün içinde tek ses olabilen, tek mimik tek jestle aslında denmek isteneni hisseden , durmak istedikçe istemeden koşan bir aşk. Kendi kendilerine itiraf edemeseler de Namık’tan Cem’e tüm hikaye kahramanları tarafından aralarındaki elektrik fark edilen bir çift AsFer. Duyguları kabullenmeden kolay, peki kabullendikten sonra ne olacak? Ferhat Aslı’nın benliğindeki Beyaz’a teslim olmak istese de evrenindeki konumu buna izin verecek mi? Aslı’ya teslim olmamak adına kaçmaya  ya da kovalamaya bile kalksa içindeki düğümün merkezi onu çekerken olmayı kabullendiği şeyden ne kadar uzaklaşabilecek? Diğer taraftan Aslı inandığı değerlerin tamamına karşı bir düzenin temsilcisi olan Ferhat’a nasıl teslim olup onu ve olduğu, olmak zorunda kaldığı şeyi kabullenecek?  Aşk her şeyi silip temizler belki kalpte ama ya değerler, kurallar, inanılanlar ne olacak? Asıl çatışma bundan sonra başlayacak sanki.
Son olarak; sana her baktığımda gördüğüm benim. Kendimi görme umudum olmadığı halde göreyi umduğum ama bir taraftan da görmekten korktuğum. Sana her baktığımda hissettiğim benim. Hissetmeyi beklemediğim, hissetmeyi istemediğim ama hissettikçe kapıldığım. Ben kimseyle biz olmadım. Olmayı umduklarım oldu belki ama olmadım. Seninle değil biz, sen ve ben olmayı aynı bağlaçla buluşmayı bile ummadım. Ummak ne sen ve ben ne virgülle ne bağlaçla bağlanabilirdik. Oysa şimdi tüm bağlayıcılardan öte bir bizliğe giderken korkuyorum. Kendim için değil senin için.
Emeklere saygıyla…
                                                                                           UmayMasal

Not: @muge_muge ye ithafımdır.   





21 Aralık 2017 Perşembe

Meryem-21.bölüm

Aşk-ı Tufan
“Ölüm yaşam bir varmış bir yokmuştur. Ölümle yaşam aynı yaprağın iki yüzüdür, art arda gelen iki yaprak değil.”
Hayat dediğin o kadar ince bir iplik ki nerede ,  ne zaman kopacağını kime ne zaman düğüm olacağını öngörmek zor. Meryem bu hafta Oktay’ın ölüm haberiyle açıldı. Bu haber dizi evrenimizde her karakterde ayrı yankı buldu. Duygu şiddetleri bakış açıları ile doğru orantılı değişse de tıpkı Oktay’ın dediği gibi onun ardından sadece Beliz gerçekten üzüldü. Bir de Beliz’in motivasyonunun  çok uzağındaki duygularıyla Meryem. Meryem’i çok sarstı bu ölüm. Öncelikle katil olmak ya da en azından bir ölümde daha pay sahibi olmaktı onu sarsan. Sonrasında Burcu’ya da anlattığı gibi Oktay varken olanları onun suçu olarak hissetmek kolayken suçların bir anda kendi omuzlarına kalmasıydı Meryem’i ağlatan. Savaş’ın da dediği gibi Meryem böyle biri. Ama bir taraftan da ciğeri beş para etmez adama üzülen Meryem’in üzüntüsüne kıyamasa da ona tek laf etmeyen, onu anlamaya çalışan Savaş’ta kuşkusuz  Meryem’le aynı hamurdan. Hüzün çökmüşken ruhuna ve belki  geçmişine dair her renk siyahta olsa hayatından çekilip gitmişken, uzaklaşan çocukluğunun arkasından tuttuğu yası Savaş’ın doğum günü için geride bırakmaya razı Meryem Savaş için tek telefonla o hüznün perdesini aralayıverdi. Savaş’ın telefonu açtığında bulutlu yüzünde Meryem onu çağırdığında açan güneş kuşkusuz gözlerden kaçmadı. Sürprizler, aile olmalar, Münir Özkul’a , Vecihi’ye yapılan göndermeler derken Savaş için tüm sevdiklerinin resmi geçitine dönen doğum gününde anladık ki Savaş’ın istediği hep basit ama huzurlu bir aile tablosu. Kardeşleriyle, sevdiğiyle gülümseyerek sarıldığı bir sıcaklık. Bir de diğer dikkat çeken şey Savaş için Meryem ve Meryem’e dair her şey aslında kendi parçası haline gelmiş bile. Meryem’e evlenme teklif etmeden onunla geleceğini inşa etmeye başlamış zihninde. Onda belirsizliğe inat hayatlarına dair , Savaş’ta Meryem’e dair her şey yerli yerinde. Üçüncü bölümdü galiba. Meşhur rüyadan beri sanki Savaş’ın ruhu Meryem’le aile olmaya, onunla çocuklar büyütmeye hazırlanmış. Geçtiğimiz hafta Meryem’in başında “bizimki de ormana bakan”derken kendi cümlesine şaşıran Savaş bu hafta bir ömür Meryem’i dilerken o şaşkınlıktan ne kadar uzak, ne kadar sahiplenici. Meryem’i değil Meryem’le bir hayatı sahiplenen bir Savaş Sargun var. “Ne istersen , içinden ne gelirse onu yap” o kadar incelikli bir ifade ki. Genel erkek jargonundan sıyrılmış , özenli, birlikteliğe odaklı. Ah ah Savaş Bey iki haftadır gönlümüzü alıyorsun ne diyim? Savaş’ın doğum günündeki bir başka dikkat çekici unsur ise Yurdal’ın aile reisliğini Savaş’a bırakmasıydı. Yurdal için artık geçmişle hesap zamanı. Ancak bu hesaplaşma korkarım Sargunlar ve Berkerler olarak cephelere ayrılacak. Derin’in Tülin’in desteğini yitirmesi, tam da beklediğimiz gibi gri bir karakterden siyaha evrilişi , Jasmin’in gelişinin ve  ne hikmetse Meryem’e düşmanlığının Derin’in histerik aşkını bilemesi, Jasmin’in sırf Naz’ı acıtmak için Berk’i öpmesi diye gidiyor. Safların , tarafların değişmeye başladığının sinyallerinin alındığı bir bölümdü. İyilerimiz zaten katıksız orada sorun yok ancak Derin’in yeni ittifakının Nurten oluşu hikayeye döndüğü an Oktay ve Derin pazarlığının kanlı olacağının bana göre işareti. Diğer taraftan Yurdal’ın iç hesaplaşmaları, Güçlü’nün ailesinin anılarına sığınma telaşı, bir baba olarak davranma çabası karakterdeki öncelik sıralamasının yönünün değiştiğini gösteriyor bence. Ertan Komiser’e  gelince Meryem’e yardım etme telaşı bir vicdan temizleme kadar saflardaki değişimle de alakalı gibi. Hoş Gülümser’in ölümündeki Meryem payının ortaya çıkması adına söyledikleri taze sevgililer Savaş ve Meryem’in hayatına bomba gibi düştü. Burada bir parantez, okuyan bilir Gülümser Anne’nin ölümünü hiç desteklemedim. Bunun iki ana nedeni vardı. Birincisi bilge bir  kimlik bu tip hikayelere hep renk katar. Gerilimi azaltır. İyi gelir. İkincisi ise bu yükün Meryem’e ağır olduğunu düşünmemdi. Kaldı ki Güçlü’nün anne kaybının müsebbibi gördüğü Meryem susarak evet buna sebep oldu. Pek çok şeye neden olduğu gibi. Kendi babasını kaybettiği gibi. Güçlü Meryem’i affedecek. Hatta kardeşim dediği, ailem dediği genç kadının sırtını yasladığı kardeş olacak. Hem de çok kısa sürede. Lakin burada Meryem ne hissedecek. Bu vicdan yükünün üzerinden atlayıp mı geçecek? Sanmam. Bölümün en güzel sahnesi olan yağmur altındaki sağaltma seremonisinde gördük Meryem’in unutmadığını, unutamadığını. Diğer taraftan bu sahnedeki alt mesaj öyle derin ve güzeldi ki. Unutulamayana inat bir yağmurla hayatlarının en korkunç gecesini yaşayan ve korkutucu bir döneme giren Savaş’la Meryem’in Savaş’ın doğum gününde yağan yağmurla temizlenip geçmişteki duygulardan kendilerini sağaltıp yepyeni bir döneme adım atışıydı bu sahne. Aşk, tutku, özlem, acı, sevgi karmasıydı adeta. Sonrasındaki süreçte Savaş’ın Meryem’i kaçırışı, Derin’in derin hesapları. Bu kaçırma kısmında en sevdiğim sahne kuşkusuz ikilinin yolda kalmasıydı. Bu sahnedeki doğallık, karşısındakini hayatına kabul etmişlik, sevimlilik ve en çok da sıradan ama en samimisinden sevgililik hali.  Muhteşemdi. Burada bir es Savaş ve Meryem’e.
Burcu ve Güçlü zor bir süreçten geçerken bir taraftan da biz olma dönüşümünü de yaşıyor. Kim ne derse desin Güçlü’nün elini bırakmayacağına ikna olacak Burcu. Belki çoktan oldu bile de… İşte o bile sıkıntı. Çünkü korkarım Burcu’yu Güçlü’den uzak tutan şey güvensizlik değil.  Burcu’nun bebeğini kaybederken beraberinde bir daha anne olma olanağını da kaybetmiş olması. Bu Burcu yaradılışındaki bir kadını sevdiği adamdan uzak tutmak için çok güçlü bir neden. Kuşkusuz Savaş Meryem nikahından biliyoruz bu ikili de sorunlarını aşacak. Ama sancılı bir geçiş olacağı da belli. Belki tazelenen anne acısı Burcu’nun Güçlü’ye  yaklaşımını değiştirebilir. Aralarındaki ince buz da böylece erir. Güçlü hikayede kuşkusuz etkin hatta en etkin karakterlerden biri. Sadece Burcu merkezinde değil, Savaş Meryem ilişkisi hatta Naz hattında bile. Kafa karışıklıklarını attığında kendi hikayesini de oluşturmaya başlayacağı da bu bölüm kalın kalın çizildi. Burcu’nun kayıp kocası bakalım önce Güçlü’yü sonrasında onun sırtını dayadığı dağı, Savaş’ı, nerelere götürecek. Tabi Burcu ve Meryem’i de.
Berk ve Naz… Nazcım ne dersen de. Berk ve sen tutuldunuz birbirinize. Ancak bu aşkı hikayeye nereden yedirecekler nasıl ana hikayeye bağlayacaklar meraktayım. Jasmin’in Berk’e sırf Naz kıskançlığıyla yürüyeceğini hissetsem de bakalım. Jasmin’in Savaş ilgisi de ilginç. Bu aşk ilgisi olsa ki olmadığı aşikar, Derin sakin kalamazdı. Burada bir kız kardeş kıskançlığı mı var acaba, demeden geçemiyorum. Ey Yurdal Sargun yoksa bunu da mı yaptın?
Son demde;  Meryem’in yüreğinin güzelliğini görüp şaşıran Savaş, aşkın yüzüne baktığını nerede anladı acaba? Kalbiyle, kokusunu ezberleyip her şeyden korumaya çalıştığı, iyiliğine, kendinden geçebilme haline vurulduğu kadına hala benim mi şaşkınlığıyla sevdalanan Savaş için Meryem katman katman açılan bambaşka bir sevda mı? İlk hasta yatağında onu bırakıp gitmemesiyle ama ondan da önce gözlerine yakından baktığında Meryem’e görmese de bildiği miydi bu sevda? Tüm sıradanlıkların içinde olağanüstülük gördüğü , onun için süslendiğinde gözünü alamadığı ama en çok etrafında dolaşmasında yuva bulduğu ilk kadın mı Meryem? Ölümlerle yaşam arasındaki gelgitlerde savrulurken ortak hikayelerinde aslında yaşama tutunduğu mu Meryem? Ya Meryem? Savaş , onun için hayatta olmanın, hayat olmanın tek anlamı mı? İyiki varsın iyiki doğmuşsun demesinde mi varlığının onun varlığına bağlı olduğunu? Hayattaki tekliğini Savaş’ta bulduğunu. Tıpkı Güneş gibi. Unutmadan aşk tektir. Tek kişiye hissedilir.
Emeklere Saygıyla…
                                                                                                    UmayMasal






       

20 Aralık 2017 Çarşamba

Çukur-9

Konusu, oyunculukları, müzikleriyle senenin fark yaratan yapımlarından ‘Çukur’ yani bir mahalle. Aslında sadece mahalle değil; İdris Koçovalı, ailesinin ve orada yaşayanların ortak evi. Herkesin herkesi tanıdığı, gösterişin yakınından geçmediği, bir ıslıkla her şeyin gerçekleşebildiği bir yer. Velhasıl durum böyle olunca da bu yere göz koymak isteyenler, geçmişten gelen hesaplaşmalar çerçevesinde her hafta iki buçuk saatlik sinema tadında bölümler… Üzerinde detaylıca çalışıldığı, ince ince düşünüldüğü, planlı yol katedildiği geçtiğimiz 9 bölümden anlaşılıyor. Tabii ki burada da diziyi daha da sevmemizi sağlayan oyuncuların mükemmel perfromansını da belirtmemiz gerekiyor. Her birini izlerken ayrı ayrı farklı duygular yeşeriyor içimizde. Herkes haklı ama hiçbiri haklı değil sanki. Kısacası karmakarışık ama yine de çok güzel.
Bölümümüze geçersek de uzun uzadıya anlatmak istemiyorum ama her sahne dolu dolu olduğundan bu durum biraz zorlaşıyor. Neyse diyerek Yamaç’ın geçmişteki cinayet olayının detaylarını öğrenerek başlıyoruz izlemeye. Aiesini kurtarmak adına adam öldürmüş ancak bu neden yetmemiş olmalı ki ona kapıyı çarpıp çıkmış, 10 yıl yok olmuş ortalardan. Şimdiki deli doluluğu da o andan kalmış belli ki. Üstelik kendi hayatını, istediği hayatını yaşarken aşık olmuş, evlenmiş işler yolunda giderken yeniden Çukur’a dönmek yani bir nevi zorunda kalmak Yamaç için Koçovalı’lıktan kaçılamayacağını gözler önüne serdi ne yazık ki.
Evlilik derken Sena’dan bahsedelim biraz. Garibim  tam olarak nereye düştüğünün anca anca farkına varıyor. Yaşadığı hayat ile Çukur’u iki ayrı dünya olarak tanımlasak pek de yanlış olmaz sanırım. Şöyle ki kendi değişmiyor, çevresindekiler değişsin istiyor. Bu da çatışmaların fitilini ateşliyor doğal olarak ve son bölümdeki kaçırılma olayıyla arkasına bakmadan gidecek kıvama geliyor. Ama İdris Koçovalı ile ‘sevgi’ üzerine yapılan konuşma ve aileden özellikle Sultan Hanım’dan gelen tavırla eksikliğini hissettiği bu sevgi kavramını bulmasıyla kaçıp gitme fikirlerine set vuracak gibi gözüküyor. Buraya bir şimdilik bırakalım, sonrası ise kısmet…
Yeniden bölüme bakarsak da Serdar’ın neden olduğu olaylar ile geçiyor çoğunlukla. Selim Koçovalı’nın dahiyane aklı ile Yamaç’a sorun olmaya gelen Serdar, geçen bölüm parmağından olunca ortalığı iyice karıştırıyor ve İdris’i kaçırma gibi bir gaflette bulunuyor. Burada hemen değinelim ki Selim Koçovalı düşmanlarla işbirliği içinden olan, aileye ihanet eden, zayıf karakterde, ortaya attığı fikirleri de eline yüzüne bulaştıran biri olarak karşımıza çıkıyor. Her ailede bir çürük olur ya burada da Selim bu görevi güzelce üstleniyor. Devam edersek de Yamaç biraz akıl daha çok delilikle tabii ki Aliço’nun da yardımıyla Serdar’a misilleme yapıyor, kaçırmaya başka kaçırma ile karşılık veriyor ve babası ile Sena’yı kurtarıyor. Sahnedeki kutu açma detayını es geçemeyerek çok hoş bulduğumu da ayrıca belirtmek istiyorum. Serdar ise… Geldiği gibi yok olarak, sonunun geldiğini önümüzdeki bölümde göreceğiz gibi duruyor.
Asıl sorun ise son iki bölümde biraz arka planda da kalsa hala orada duruyor. Aslında sorun demek de bir anlamda haksızlık gibi geliyor bana. Dizinin ilk bölümlerinde belki öyleydi ama izledikçe yaşanmışlıklarının bu hale gelinmesine neden olduğunu net şekilde gösteriyor. Vartolu Sadettin… İdris Koçovalı’nın oğlu… Son zamanlarda beni en çok etkileyen karakter. Tabii ki bunda müthiş performans sergileyen Erkan Kolçak Köstengil’in etkisi yadsınamaz. Üzüntüsü, sevinci, öfkesi kısaca her sahnesi ayrı zevk veriyor izleyiciye kanısındayım. Sosyal medyadaki yorumlar da bunu kanıtlar nitelikte zaten.
Vartolu’dan devam edersek o da Çukur dövmesine sahip yani Çukur’dan çıkma ama Koçovalı soyadına sahip değil maalesef. Annesi Mihriban gözleri önünde öldürülüyor çocukken. Mihriban ise İdris’in hayatı boyunca unutamadığı kadın olarak gösteriliyor. İnsan neden kötü olur? Vartolu için sormamız gereken asıl soru bu sanırım. Bazen sonuca değil de ilk önce nedenlere bakmamız gerekiyor çünkü. Annesinin ölümü ve ondan sonraki hayatının getirdiği zorlukları yaşamış bir insandan iyi biri olmasını beklemenin olasılığı da az gibi. Tabii ki bu durum da kötü yanlarını savunmak anlamında değil hepten ama hayatla yalnız savaşmak zorunda kalan Vartolu’yu farklı bir yere koyuyorum bu sebeplerden ötürü. Sadiş ile ilişkisini de ayrıca merak etmekteyim. Mutlu sonra ererler mi bilinmez ama onunla konuşması, şivesinin birden kaybolması, farklı birine bürünmesi insanı ayrıca hüzünlendiriyor. Kısaca Vartolu’nun geçmişini de gelecekteki durumunu da, nelere sahip olacağını, neleri kaybedeceğini, hikayesini izlemeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Son paragrafı da Yamaç’a yani Aras Bulut İynemli’ye ayırmak istiyorum. Oyunculuk anlamında fazla söze gerek olmadığının kanısındayım ancak bu bölüm kendisini izlemek ayrı bir zevkti. Her rolün üstünden kolayca kalktığını gösteren, farklı ruh hallerini ustaca yansıtabildiğine dair bir bölümle geldi karşımıza. Böyle oyunculukları izlemek her projeye kısmet olmuyor ne yazık ki ve bu dizinin de en büyük artısı da bu oyunculuklar sanırım. Kıssadan hisse yazan, çeken, oynayan herkesin emeğine sağlık böyle güzel bir iş çıkardıkları için. Haftaya görüşmek üzere…

                                                                                                                                                  <--->

                                                                                                                                                 Müge


14 Aralık 2017 Perşembe

Meryem-20.bölüm

RUHUN UYUMUNDAKİ SEVDA
*“Aşk, teki kaybolmuş bir papuçla doğmaktır, böyle der Şehrazad. Sindirella masalındaki tek papucun sırrı budur. Ayakkabının uyması koşulu,aşkın uyum olduğunu tarif eder. Ayakkabı bir kişiye uyar; eğer o ayakkabı sayısız kişiye uyuyorsa , aşkın ayakkabısı değildir.”
Sevdaya dair en güzel sözcüktür uyum. Uyumsuzların içinde yakalanan rengarenk bir uyum. Kişi tanıdıkça gözlerine baktığını , gözlerindeki kuyuya düştüğünü; ruhunun kayıp parçasını bulduğunu anlar. Sözlerin muhatabı malum:Savaş ve Meryem. Dizinin başından bu yana en imkansız , en karmaşık, en karşı taraf, en yalanlarla örülü kozanın içinde hapis kalarak büyüyen aşk. Geçtiğimiz hafta aralarındaki yalan duvarının yıkılmasıyla aralarındaki adı konmuş lakin resmen kabul edilmemiş ; kalbin içinde tutulup gözlerden ellere evrilememiş Savaş-Meryem sevdası bu hafta başladı. Okuyanlar bilir Savaş’ın Meryem’e uzun süre kırgın kalamayacağını söylemiştik. Çünkü bize göre Savaş’ın derdi Meryem’in sevdiği adamdı. O adamın cinayetini saklaması değil. Bu hafta Savaş yaptığı her hamleyle attığı her adımla bunu ispatladı.
İlk sahneyle başlayalım: Oktay Meryem karşı karşıya. Silah Meryem’in elinde. Meryem Oktay’ı vurmak ve intikam almak derdinde mi? Hayır. Meryem kendi vicdanında kendisini affedemediği için Oktay’dan hesap sormak için orada. Sonra ne oluyor? Savaş geliyor. Meryem’in düğümlerini çözen, Meryem’den başka Meryem doğmasına sebep Savaş. Oktay Meryem’in dikkatinin dağılmasının verdiği fırsatla kendi silahına uzanıp o silahı Savaş’a doğrultunca olan oluyor. Meryem’in elindeki silah patlıyor. Derdimiz izlediğinizi size yeniden anlatmak değil. Bu sahne bana göre ciddi bir kırılma Meryem için. Haftalardır değişsin dediğimiz Meryem’in karakterindeki ilk ciddi dönüşüm. Karıncayı incitmekten korkan Meryem’in Savaş’ı korumak için ilk aktif hamlesi. Evet daha önce o silahın önüne de dikildi Meryem. Ancak onun Gandhi ruhunun parçasıydı bu pasif direniş, ölümü sevdalı olduğu adam için kabulleniş. Asla şiddete yönelik olmayan Meryem söz konusu Savaş olunca gözünü kırpmadan bastı tetiğe. Tabiki Meryem’in haftalardır üzerine çözen onca vicdan yükünün de etkisi vardı belki ama Oktay’ın kendisini vurmasına bile ses etmeyeceğini söyleyen genç kadının o tetiğe basarken tek güdüleyicisi Savaş’ı koruma refleksiydi. Buradan Savaş ve Meryem karakterlerinin paralelliklerine yenisini ekleyebiliriz sanıyorum. Sevme biçimleri ortakken şimdi koruma biçimlerindeki uyum  da bir bakıma ortaya çıkmış oldu. Susmayan Savaş’a artık susmayacak olan Meryem eklendi. Daha sonraki bir başka çözümlenmeye değer sahne de kuşkusuz Meryem’in kazası. Meryem’i kaybettiğini sanan Savaş’ın çığlık çığlık Meryem’i sevdasının ipiyle çekme telaşı. Savaş Meryem’e “seni seviyorum” demedi. Yani dedi de sözcüklerle değil, gözleriyle, yaptıklarıyla dedi. Meryem de bunu bildi. Savaş o arabanın içinde baygın Meryem’i bulduğunda kelimenin tam anlamıyla delirdi. Bilen bilir “Sevda” zaten bir delilik halidir. Meryem’in ölme ihtimali, Savaş’taki bütün kırgınlıkları, kızgınlıkları, hataları, imkansızlıkları süpürdü geçti. Genç kadının bir anlık gözlerini açması ile dünyası aydınlanan Savaş, o gözler kapanınca umutsuzluk ve kaybetme karanlığına yeniden savruldu. Bu kısım da Savaş için kırılmaydı. Hayat kısa ölümse her an orda. Savaş’ın tabiriyle sevdiği tüm kadınları kollarına alıp dans ederken Savaş’tan uzaklara savuran kader. O kader ki Meryem’i Sevinç’in kaderini izlemek için , Sevinç’in yokluğunu sağaltıp Savaş’ta var olan sevgiyi sevdaya çevirmek için getiren. Savaş Meryem’i kaybetme duygusuyla yüzleşirken geçmişe dair her şey yok oldu gitti. Burada parantez Furkan Andiç bu sahnede gerçekten duyguyu inanılmaz geçirdi izleyene alkışlar ona. Sonrasında Oktay ve Meryem’in hikayesinin kopmayacağına dair alt mesajlarla yüklü hastane sahneleri geldi. Doğrucu Davut Savaş’ımızın nasıl Meryem uğruna yalanı göze aldığını sonra Meryem’le başa çıkamayacağını anlayıp göz göre göre adaletten Meryem’i kaçırışını izledik. Ee Savaş Beycim sevda dediğin yapmam dediğini yaptırır, olmaz dediğini oldurur. Hoş sen bunu kabul ettin bile.
Aşkın Savaş Meryem haline virgül atıp Burcu Güçlü haline bakalım. Burcu’yu zaman zaman çözmeye çalışırken onun da kimsesizliğinden ama bu kimsesizlikteki vurgunun aileye dair olmadığına dair hissimizden bahsetmiştik. Yanılmadık. Burcu’nun hikayesi başından beri genç kadının savunma reflekslerine, erkeklere mesafesine, Meryem’i koruma şekline adeta cevap oldu. Ciddi bir acıyla ,geçmişle sarsılan Güçlü her şeye rağmen zaten Burcu’nun yanında duracaktı ve durdu. Tabi Burcu’nun direnişi devam etti. Ne Burcu’ya kızılabilir ne Güçlü’ye. Onlar için aşk bir direnme hali. Öyle direniyorlar ki ikisi de inandıkları uğruna Savaş ve Meryem bile zaman zaman onların direnişinde güç alıyor bana göre. Bu arada düşünmeden edemedim hem Güçlü’nün hem de Savaş’ın başka sevgilerden geçmiş , güvenleri yerle bir olmuş kadınlara sevdalanması da ayrı ironik. Güçlü’nün hem Burcu’ya duyduğu aşkta hem de sevgilerinde direnme biçimi hikayenin en güzel taraflarından biri.
Bir başka aşk hali de Berk ve Naz... Evet henüz yeni yeşeren bir aşk bu ancak şu da bir gerçek ki temeli ve hikayesi bana göre sağlam gelen bir aşk. Kuşkusuz bu hikayede merhale merhale aşklar. Berk ve Naz da kendi imkansızlık evrenlerinde güzel bir öyküye başladı. Naz’ın gerçeklerle yüzleşmesi babasının da gerçeğiyle karşılaşması eminim esas hikayeyi besleyen lezzetli yan hikayelerden olacak. Berk’in inatla reddettiği fakat başına buyruk “Meryem” erkeklerinden olmaya aday sevgisi de yine Naz’la öykülerinde bağlayıcı olacak. Netice ; ben sevdim bu aşkı da.
Aşkın Meryem-Savaş haline devam. Savaş Meryem’i kaçırdı. Yine bir kulübeye hapsetti. Bu kez Meryem’i korumak, Meryem’siz kalmamak adına. Kendi adıma en sevdiğim sahneydi 20.bölümden. Buradaki hesaplaşma ve devamı sanıyorum Meryem-Savaş ilişkisinin temelinin sağlam atılması adına gerekliydi. Meryem’in Oktaylaşmak istememesi, Savaş’ın onun doğrularına mağlup direnişi, Meryem’in gözlerine aşkla bakan adama aşktan bırakmayan adama “sevdiğin kadının katilini koruyan kadın için mi hapis yatacaksın?” sorusuna dağılan ama yine de Meryem’i kaybetme ihtimaliyle sınanmış ruhuyla yine de Meryem’e sığınan Savaş. Tüm şiddeti ve tüm özlemiyle ; sevgisinin karşısına çıkardığı sevdasının gücüyle geçmişi temize çeken Savaş. Savaş’ı Oktay’la vurup doğrularına Savaş’ı kurban etmemeye çalışan Meryem. Meryem’in gözlerine bakıp kendi sevdasından yansıyan aynada Meryem’in kendi uğruna tetik çekecek kadar güçlü aşkını görüp “sen benden önce kimseyi sevmedin”diyen Savaş. Savaş’ın Meryem’in Oktay’ı sevme haline tahammülü yok bu zaten malumumuzdu. Kalın kalın çizdi altını. Bu arada Savaş Sargun Bey aldık selamını Derin’le konuşmandan. Mesele söylemek değil o sevda uğruna yaptıkların dedin bir nevi. Gördük, duyduk, anladık. Senin öfkende, neşende, korkularında saklı sevdanın söze dökülmesi mühim değil, orda olması yaşanması mühim.
Son sahnede Savaş teslim olmaya giden Meryem’i durdurdu. Burcu ve Güçlü Oktay’ı kaçıran Derin’in peşine düştü. Biliyoruz ki Oktay yaşayacak, Derin ve Oktay ortaklığı çok can yakacak daha. Ama şu bir gerçek ki hikayemiz bambaşka yerlere savrulacak. Tahmin elbet var. Ama hep dediğimiz biz de aslolan ruh halleri.
Son demde;  bazen bir sevdayı tanımak için başka duygulardan geçmek gerekir. Önce sevmeyi öğrenmek, sonra haksızlığa direnmek. Bazen susmak gerekir canın yana yana, bazen eğilmek gerekir kırılmamak için. O sevdayı geçerken yakalamak , tanımak için önce kendinden geçmen gerekir. Kendin olmayı bırakmak. Sonra o sevda karşına çıktığında tüm o acıların ortasında , simsiyah karanlığının içinde ince bir sızı ışık olduğunda kendin olmaktan geçtiğin için biz olmaya , sevdada tek olmaya hazırsındır. O vakit sadece sevdanın elleri yeter. Tutarsın.
*Şehrazad'ın Sırları
Emeklere saygıyla...

                                                                                                               UmayMasal   

     

7 Aralık 2017 Perşembe

Meryem-19

Affetmek “AŞK”
*“Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içindeyiz. Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun, ne de ben seninkileri. Ve senin önünde kendimi yere atsam , ağlasam ve anlatsam bile , biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak o kadarını bilebilirsin.”
Aşk enleri eni aşk. Dünyaya kafa tutanı, olmazı olduranı aşk. Eskiyi kazıyanı, suçları yok sayanı, kendini affedemeyeni, ruhunu dağlayanı aşk. Gitmek isterken gidemeyeni, kalmayı isterken kalamayanı aşk. Aşk Hüsn’e aşık olmuş. Ona varmak, onunla olmak istemiş lakin; engeller engeller. Başta da Hüsn’ün babası. Neyse gel zaman git zaman sonunda razı olmuş evlenmelerine ama Aşk’a demiş ki bir yolculuğa çıkacaksın. Tamamlarsan Hüsn senindir. Yok tamamlayamazsan olmaz bu iş. Aşk aşkı için çıkmış yola. Neler aşmamış ki. Sonunda ateşten bir nehri mumdan gemilerle geçmiş ve Hüsn’e kavuşmuş. Şeyh Galip’in hikayesinden kısacık bir alıntıyla açtım bu hafta. Sebep diye bir şey yok aslında sadece aşk. Bu hafta Meryem’i izlerken sırlar birer birer açıldı düğümlerinden ama benim içimde hissettiğim aşktı. Meryem’in Savaş’a Savaş’ın Meryem’e aşkı. Büyüyen ilk defa bu kadar büyük hissedilen aşkı.
Geçtiğimiz hafta namlunun ucunda dururken Savaş Meryem o namluya bakarken kapatmıştık bölümü. Yola oradan çıktık yine. Meryem Savaş’ın canını yakarsa diye geçen hafta atladığı silahın şarjörünü tamamen boşaltmış meğer. Kuşkusuz bu sahnede en etkileyici şey Meryem’in Savaş’a sahip çıkışını gören Savaş’ın Meryem’in aslında neyle tehdit edildiğini anlamasıydı. Savaş’ı Oktay’ı öldürme noktasına getiren işte tam da bu farkındalıktı. Meryem’i acıtan ,susturan durumun doğrudan Savaş’ın kendisine yönelik tehdit olması. Hepimiz Oktay’ın Savaş tarafından hırpalanmasını oh olsun kafasında izlesek de yine o hırsla kendinden geçme haline son veren aşk haliydi sahneyi güzel kılan. Savaş’ı durduran gizliden, kapalı kutulara saklanmış sevgisinin Meryem’e ses buluşuydu. Meryem’e doğrudan hiç “seni seviyorum” demeyen Savaş’ın aslında her zerresiyle bunu haykırdığını Meryem duymuştu işte. Tam da bu yüzden Savaş Meryem’e “benim ne istediğimi senden daha iyi kimse bilemez, kimi istediğimi...” dedi. Savaş ve Meryem arasındaki motto tam anlamıyla gözlerle konuşmak çünkü. Söylemeden bilmek, dokunmadan hissetmek. Oktay’ın yaptıklarının bir kısmı birer birer ortaya çıkarken Meryem de uzun zamandır kendisini hazırladığı itirafa doğru yürüdü. Burada daha önce de yazdığımız gibi Meryem ve Savaş’ın aşkı henüz bir ilişki değil, aralarında her geçen hafta tırmanan bir aşkın olması ve devamında yaşanacak ilişki için o sır zaten ortaya çıkmalıydı. Şükür çıktı. Şükür her ne kadar yine daha önce dediğimiz gibi Savaş tarafından çoktan anlaşılıp bilmezden gelinen nasıl yüzleşileceği bilinmediği için ısrarla kaçınılan durum Meryem’in ağzından netleştirildi. Savaş ve Meryem’in arasında gerilime neden olsa da ayrılığa dönüşmeyecek bu sır bence. Çünkü Sevinç’in ve Savaş’ın çocuğunun katili olan Oktay’ın aynı zamanda Meryem’in babasının da katili olduğunu öğrenmeleri aralarındaki dengeyi yeniden kurdu kanımca. Meryem’in kendi vicdanına nasıl yüklendiğini zaten hisseden Savaş birebir o yükün ağırlığını Meryem’den duydu. Şimdi Oktay’ı vurmaya giden Meryem’i tüm kırgınlığına tüm öfkesine rağmen bırakmayacaktır. Çünkü Oktay bir şekilde kurtaracak paçayı. Hatta bu noktada küçük bir tahmin Sevinç’in ölümüne sebep olan kazayı gerçekten Oktay ve Meryem mi yaptı yoksa Sevinç başka biri muhtemelen Yurdal tarafından mı o hale getirildi. Kuşkusuz Sevinç’i o halde orada bırakan ve tam bir seri katile dönüşen Oktay suçlu. Ancak bence olayın bir tarafı bilerek açık bırakıldı. Neyse devam... Savaş Meryem’in itirafı sırasında ona onu sevdiğini söylemek istedi. Tahmin ettiği hatta belki emin olduğu gerçek yüzüne vurulmadan o cümle çıksın ağzından istedi. Belki derinden derine Savaş’ın affediciliğine kalbine sığınma umudu taşıyan Meryem gibi o da o cümleyle Meryem’e bağlanıp kurtulamamak istedi. Meryem konuşturmazken duyacaklarının acısı çökmüştü gözlerine tam da bu nedenle Savaş’ın.  İtiraf sahnesi gecenin iki önemli anından biriydi aslında. Savaş’ın yıkımı bilemesine rağmen içinde kaldığı durumu hazmedememesiyle. Burada küçük bir parantez. Ben Savaş’ın Meryem’e kızgınlığı ya da kırgınlığının temelinde Oktay’ı saklaması olduğuna inanmıyorum. Savaş zaten Meryem’in o katili sakladığını bile bile bu sevdaya düştü. Hatta o katile bir zamanlar tüm kalbiyle bağlı olduğunu da biliyordu Savaş. Meryem’in sevgisi uğruna hayatından vazgeçebilecek bir kadın olduğunu hem katili saklama sürecinde hem kendisine beslenen sevdalanma sürecinde gördü, bildi. Savaş’ın hazmedemediği Meryem’in Oktay’ı sevmiş olması aslında. Onca acıya sebep olan , karakteri beş para etmez bir adama, hatta birebir Savaş’ın şahit olduğu taciz olayı dahil acımasızlığı ayan beyan ortada olan adama beslenmiş sevgi Savaş’ı dağlayan. Bir taraftan da kuşkusuz koskocaman bir kıyasın içindeyiz. Gülümser Anne’nin “sev Meryem’i eski sevdana halel gelmez” demesi bir yana Savaş Sevinç’le yaşadığının aksine Meryem’le koca bir ateş denizinde mumla yüzmeye başladı. Tüm imkansızlıklara rağmen, tüm kaçınmalara rağmen tıpkı kendi dediği gibi vazgeçilmezi Meryem. Kaçsa da kurtulması mümkün değil. Bundan belki hücrede kızgınlıkla onu görnek istemediğini söylediği Meryem’i çıkar çıkmaz sorması Güçlü’ye ve gidememesi Meryem’den, Meryem’in duyması muhtemel gerçekle yüzleşmesinde yalnız bırakmamak için. Tüm bunlar Savaş’ın Meryem’de büyüyen aşkının daha da keskinleşmesine neden oluyor işte. Kökleri sırlarla, olmazlarla beslendikçe daha derine salıyor kendilerini. Meryem’deki aşka gelince o zaten hiçe sayılma halinden geldiği için Savaş tarafından sevilmeye çoktan teslim. Savaş olmadan da Savaş’ı sevebilecek kadar derin. Savaş’ı korumak uğruna kendinden geçecek kadar meftun.
Yurdal’ın sırlarına, Berk’in Naz’ı kaçırmasına, Derin’in Savaş’ın Meryem sevdasıyla yüzleşmesine,Beliz’in yediği tokada dokunup geçiyor dizi evreninde bile olsa hakeden hakettiğini bulsun diyorum. Burcu ve Güçlü’ye bakınca da iyiki varlar diyorum. Aşklarının tatlı huzuru bir yana Meryem ve Savaş’ı birada tutmalarına iki iyi dedektif gibi tüm parçaları biraraya getirmelerine herkes duygularında hırslarında kaybolmuşken oldukları yerde durma becerilerine selam olsun.
Son demde; affetmek de affedilmek de aşkın doğasında var derler. Aşk varsa kin kendine yer bulamaz, aşk varsa tercih kendisini kavuşmadan uzak tutamaz. Sevdalı bulut uçma üzerimden sana dair ne varsa yağdırdığın çiğlerden. Üzerimde bıraktıkların hazinem gitme. Seni sevmeyi unutmak diye bir şey yok, senden geçmek diye bir şey yok. Susturma beni. Bırak ben de yağayım üzerine pul pul. Işıltımı bırakayım ellerinde. Tut, bırakma. Parmak uçlarımdan tuttuğun ellerim ellerinde kalsın. Affet. Ruhum huzurla sana aksın.   
Emeklere saygıyla...
*Kafka

                                                                                                           UmayMasal   

 

1 Aralık 2017 Cuma

Meryem-18

Tercihin Sırrı
*“Bak işte yine güldün
Öyle
Gülme
Bakma öyle
Yoksa böyle
Aşık oluyorlar
Düşman biliyorlar
Küçük hareketleri
Biliyorsun
Sanıyorlar...”
Adımlamaktır tercih. Tek tek seçmek, ayırmak, bazen zorlanmadan, bazen zorlanarak,bazen farkında olarak bazen farkında olmayarak adım adım yürümek. Ama bazı tercihler vardır ki , zihinde fırtınalar yaratır, insanı hayatını allak bullak eder. Enerjisini soğurur,karartır yaşamın mutluluğunu.
Çoklu seçenekler yormaz çoğunlukla insanı,ama ikili seçenekler , ikilemler havayı karartır, iklimi değiştirir, kasırgalar estirir. O ikili tercih ıstıraba dönüşür, kıvrandırır,şiddetli yalpalamalarla içimizdeki sarkacı kalbimize vura vura savurur. Görüş bulanıklaşır. Sarkaç salındıkça ikilemler arasındaki dengede değişkenler oluşur. Mantık konuşur başta. Oyununu oynar. Bedelleri hesaplar. Hesap kitaplar tutar, tutmaz. Sarkaç sallanır. Artılar eksilere, eksiler artılara dönüşür. Sorular ağırlaşır. Bedeller ağırlaşır. Bedel bindikçe vicdanın omzuna insan medet umar hala mantıktan. Halbuki mantığın yapacağı bir şeyi kalmamıştır. Mantık tükendikçe tercihini yapan durur mu? Duramaz ki. Yolunu yürür. Mantık susunca duygular konuşmaya başlar. Duygu konuşmaya başladığında her şey susar. Duygunun terminojisi ‘ben ne istiyorum’dur çünkü. Duyguda karşılığını bulan tek şey o duyguya ait olandır. Bu haftaki bölümde o duyguya ait olan Savaş’tı işte.
Meryem tercihlerini duygudan mantığa mantıktan tekrar duyguya doğru dümen kırarken ilk defa bu kadar kararlı ve kalbine teslimdi. Meryem’in içindeki sarkaç haftalarca savruldu, salındı, salındı sonunda Savaş’ta durdu. Oktay silahını Savaş’a doğrultmuşken araya giren Meryem tercihini aşkından yana kullandı. Bedel neyse öderim derken ne mantık vardı, ne de düşünce, sadece kalp . O namlu kalbe doğru tam da bu nedenle indi ,dayandı. Savaş çırpınadursun Meryem duygusunun gücüne teslim Oktay’ın ben merkez narsizmini bile durdurdu. Oktay Meryem’in tercihinin Savaş’tan yana olduğu gerçeğiyle yüzleşmenin ağırlığıyla yenildi. Her yenilenin bir daha deneme arzusuna sahip olmasına rağmen o an durdu. Oktay Savaş kapışmasındaki nefret, kıskançlık sarmalı Savaş’ın şüphelerinde su yüzüne çıktı. Birbirlerinin boğazına yapışan genç adamların farklı temellerden kökünü almış duyguları elle tutulur hale geldi. Meryem ise Savaş’a dair korkularının duygusuyla önce Oktay’ı sonra hesap soracak kadar onu kendinden gören Savaş’ı da kavga etme pahasına da olsa  kapı dışarı etti. Sonrası yokuş aşağı devam etti. Savaş’ın tüm öfkesine rağmen, şüphelerinde rağmen Meryem’i düşünürken onu affeden tavrı, Meryem’in tüm yeminlerini Savaş uğruna çiğnemesi, Oktay’ın çaresizlik içinde kıvranırken Berk’in Savaş-Meryem ikilisinin hikayesine tanık oluşu, Selma’nın Oktay’ı çözmesi derken Meryem ve Oktay arasındaki sırrın her hamlede bir parça daha dağılması, ortaya çıkması. Aslında bir süredir bu sırrın Savaş tarafından öğrenilerek ortaya dökülmesini bekliyoruz. Son birkaç haftadır bunun sinyali de verildi. Teknik olarak Meryem ve Savaş arasında itirafı yapılsa da başlamayan ilişkininin başlama koşulu zaten bu sırrın ortaya çıkması. Bu hafta Oktay’a yapılan itiraf ve Oktay’ın yaptığı itirafla aşk üçgeninin üç cephesi de netleştiğine göre sanıyorum artık sırra ihtiyaç kalmadı. Oktay’la mazisi Savaş ve Meryem arasında gerilime yol açacaktır lakin Beliz’e katılıyorum. Bence de Savaş zaten puzzleı çözdü sadece Meryem’in Oktay’ı sevme ve bu denli büyük bir fedakarlığa onun uğruna katlanma ihtimaline tahammül edemediğinden bütünü görmekten kaçınıyor. Yoksa Savaş gibi zeki bir adam çoktan tamamladı zihnindeki parçaları. Meryem’e gelince kendi itiraf etmekten kaçınsa da Savaş’la arasında tek engel gördüğü bu sırdan artık kurtulmak istiyor. Başta bahsettiğimiz tercih bu noktada yeniden devreye giriyor. Onun gözünde yalancı olmaktansa onun gözünde suçlu olmak. Belki derinlerde Savaş’ın affediciliğine sığınma beklentisini korka korka saklıyor Meryem. Tıpkı Savaş’ın şüphelerinin cevaplarını sakladığı gibi. Tarafların sevme becerileri birbirlerince malum. Bu nedenle kim, nerede durursa dursun silahların önüne uğurda atlama cesareti olan aşıkların yolu uzun ayrılmaz. Hele ki Oktay tehlikesi dururken. Diğer aşık çift Burcu ve Güçlü’ye gelirsek... Burcu’nun kimsesizliğini daha önce de yazmıştık. O kimsesizliğe bir kapı açıldı bu bölüm. Güçlü ise kendi duygu çokluğunda Burcu’nun tekliğini boğmaya kararlı adımlarla yürüdü aşkına dair yolunu. Zor olanın tercihleri değiştirmek olduğunu bilen Güçlü her durumda adıyla müsemma davranmayı bildiği gibi yine güçlü durdu ve değişimi sağladı. Burcu ise dirense de teslim olmaktan başka umutlu yol bulamadı.
Son sahnede ne olur, nasıl kurtulur Savaş? Tahmin elbet var ama tahminden öte bizim tercihimiz de duygu durumları. Bu nedenle son demde diyelim ve ekleyelim; neyi seçerseniz seçin,hangi koşullarda, ne yöne koşarsanız koşun, belki de yegane önemli olan şey sizi siz yapan şey o seçim oluyor. Seçtiğiniz şeyden hoşnut olun ya da olmayın geleceğinizi o seçim şekillendiriyor. Meryem Oktay’ı seçmese o arabada olmazdı, Sevinç Savaş’ı seçmese o yolun ortasına bırakılmazdı. Meryem susmayı seçmese Savaş ona bu denli takmazdı, Savaş intikamı seçmese Meryem’i tanımazdı. Her ikisi de iyiliği seçmese birbirlerindeki yansımayı görmezdi. Sonunda sevmeyi seçmeseler birbirlerinin son aşkı olmazlardı. Soru neyi tercih ediyorsun? Cevap sana dair ne varsa seçimim bedeli neyse kalbimle öderim.
Emeklere Saygıyla...
*Oedipus

                          UmayMasal
 

      

23 Kasım 2017 Perşembe

Meryem-17

AŞK,BİZ
*“Seni seviyorum
Bunu sana esen yelle söyledim
...
Bunu sana suyla söyledim.
...
Bunu sana korkuyla söyledim,
Bunu sana sevinçle söyledim,
Tiksinerek söyledim, korkunç sözlerle.
Ancak yetmiyordu bunlar bana:
Yaşamdan da öte,
Ölümle söylemek istiyorum bunu sana;
Sevdadan da öte,
Unutuşla söylemek istiyorum sana.”
Aşk acısı...  Sözün  bittiği , kelimelerin anlamını yitirdiği ya da tam tersi sözcüklerin kendi anlamlarının dışında anlamlara evrilip yepyeni cümleler kurmaya adandığı acı. Nedeni nasılı o kadar kişiye özgü ki ,yüklenen anlamla o kadar bağıntılı ki. Aşk acısı bir kayıplık duygusu. Tamken yarım kalmışlık hali en çok. Aşk iz. Birinin sende bıraktığı senin birinde bıraktığın iz. Bu bölüm acılardan aşk acısının ağır bastığı bir evren izledik Meryem’de. Bölüm başındaki 6 ay sonrasını en sona saklayarak devam edelim yola. Meryem Savaş’a Savaş Meryem’e itirafın eşiğindeki kapıda tutulmuşken eskilerin hayaletleri zihinlerini istila edip yine yeniden uzaklaşmalarına neden oldu birbirlerinden. Savaş aralarındaki sırlar yüzünden Meryem’i tutamadığını söylediğinde aslında onu nasıl sarıp sarmalamak istediğinin gözlerinden akamayan yaşlarda gördük. Meryem ise baştan kabullendiği aşkı yaşamaktansa aşkının yaşaması haliyle ağlaya ağlaya gitti en başta zorla çıkarıldığı kapıdan , baba ocağından içeri girmeye. Savaş ve Güçlü konuşurken bilse de dillendiremediği gerçek korkaklık suçlamasıyla çarpıldı yüzüne Savaş’ın. Güçlü Savaş’ın çocuk tarafı, vicdanı. Adı gibi sevdi mi var gücüyle seven, uğurda canı hiç eden biri Güçlü. Meryem’i kardeşliğe seçti bir kere. Artık Savaş’a karşı Meryem Meryem’e karşı Savaş kim haklıysa onun tarafı Güçlü. Diğer yandan Savaş’ın vicdan yükü de Meryem gibi ağırlaşıyor. Vicdan Tanrı’nın tatlı fısıltısıdır, demiş yazar. Fısıltı yük üstüne yük ekleye ekleye Meryem ve Savaş’tan yumak yaratadursun, o yumağın iplerini her hamlesiyle sımsıkı hale getiren Oktay’a Derin’i de ekledik bu bölüm.  Derin’in Savaş’a hissettiği takıntılı aşk  Meryem’e de Sevinç’in kaderini yaşatmak için eyleme dönüştü. Yok etme obsesif bir içgücü Oktay ve Derin’de. Beliz’in dediği gibi Oktay’la Derin aynı. Tıpkı Meryem ve Savaş aynılığı gibi. Aynasal düzlemde Derin’in kendisinde olmayanı ve Savaş’ın yansımasına dönüşeni, Oktay’ın da Meryem’in yansımasına dönüşeni karanlıklarıyla boğmak istemeleri bundan belki. Hem Oktay hem Derin o kadar rahatsız tipler ki kendilerinden memnuniyetsizliklerinin hayattaki karşılığı haline getirdikleri ve hiçbir zaman seçenekleri olamayacakları insanların yaşamlarını mahvediyorlar. Oktay hadi bir noktada Meryem için bir zamanlar seçim olmanın hırçınlığıyla saldırıyor, Derin’in argümanı ne tartışılır. Yalnız iki karakterde dikkat çeken en önemli unsur anne figürü. Yani hem Oktay’ın hem Derin’in anneleriyle ilişkilerindeki karmaşık kopukluk bu nedensiz takıntıyı açıklayabilir. Yaşayan ama olmayan anneler.  Diğer taraftan Savaş ve Meryem’in erken kaybettiği annelere karşın sağlam bir sevme becerisi geliştirmiş olması da yine karakter yapılarının  ne kadar paralel ve diğerleriyle bir o kadar tezat içerdiğini gösteriyor bence. Kurgu anlamında bu iyi, tabi aralarındaki kazanma dengesi doğru kurulursa. Derin Meryem’i öldürmekten son anda vazgeçti. Pencerede gördüğü Ali onu vazgeçirdi. Aynı zamanda Ali de onu gördü. Bu ayrıntı boşa değildi umuyorum. Derin’in çabası Meryem’in yine korkarak kaçmasına içerleyen ve uzak durma kararına saygı duymaya karar veren Savaş’ın bu kararını tuzla buz ediverdi. Meryem’den haber veren Güçlü’ye çıkışayım derken tüm savunma mekanizması endişe ile kırılıp döküldü. ‘Ona bir şey olacak diye aklım çıktı Güçlü.’ Bence bu cümle gecenin aşka dair en güzel ifadesiydi. Öyle ya bir gece önceki tüm argümanlar orada öylede durmaya devam ederken, Meryem hala bir katil saklarken, üstüne görüşmemek isterken, Savaş’ın derinden derine bildiği sevgi uğruna saklama hali hala içini kemirirken, tüm kayıplar, tüm acılar sıcacık yüreklerini dağlarken yine de sevebilmek... Savaş’ın Meryem’e duyduğu şeyin Sevinç’ten farklı olduğunu sanırım senaristimiz bu bölüm özellikle anlatmak istemiş. Meryem’in başkalığı aslında Savaş’ın hissettiklerinin başkalığı. Meryem’in saflığı aslında Savaş’ın aşkının saflığı. Yaşanmamışlığı, yaşanamama ihtimalinin keskinliği her an ikisinin duygularını biliyor. Oktay ve Derin araya girdikçe de o imkansızlık hali  yüzlerine vuruyor. Bu durum uzaklaştırmak şöyle dursun birbirlerine koşmalarına neden oluyor.Kısaca yumak dolandıkça Savaş Meryem birbirine dolanıyor.
Berk-Beliz-Derin üçgeninde ise olay dönüp dolaşıp tam da düşündüğümüz gibi Oktay’ın kucağına düştü. Güç saplantılı Oktay yine yeniden Savaş’a ait bir şeyi şirketin yüzde onunu isteyerek bu konuda malum olan tezimizi güçlendirdi. Tabi bu tez gereği Meryem ve Savaş yan yana üstüne üstük  bir de el ele durursa Oktay’ın kendisi dışında bir şeyi düşünmeyen ve hızla narsizme dönüşen egosu nereye varır? Yurdal’a gelirsek çocuklarına bırakabildiği tek genetik miras olarak doğru insanı hayat arkadaşı seçebilme yetisi dışında şimdilik dipte görünüyor. İlerleyen bölümlerde kalp krizi yaşaması muhtemel Yurdal’ı Savaş ve Meryem’den uzak tutan Berk-Naz ilişkisi de dozunda.
İlk sahneyi sona bırakmıştık malum. Altı ay sonra Savaş ve Meryem’i evli görmemiz en azından oraya nasıl geleceğiz sorusunu sormak adına orijinallik olmuş. Kaldı ki Furkan Andiç ve Ayça Ayşin Turan’ın verdikleri olağanüstü resimlerle izleyene güzel bir göz kırpış. Dizi süreç içinde nereye gider izlediğimiz sezon finali mi final mi olur bilemiyorum. Umudum sezon finali olup o silahın ilk defa iyi taraftan birine değil de başkasına patlaması. Ne Savaş’ın ne bizim bir bebek kaybına tahammülü var eminim. En az Savaş ve Meryem kadar tatlı, enerjisi yüksek çift Burcu ve Güçlü’yü de o nikahta gördük ya şahit olarak ne gam. Saralım filmi başa izleyelim yolculuklarını . Unutmadan Meryem’in herkesten kaçarken kendisine yakalanıp Savaş’ı sevdiğini itiraf etmesiyle geçen hafta özette Savaş’ın verdiği değişim sinyalinin  artık kanlı canlı hale geçişi de sağlandı. Savaş’ın da dediği gibi artık ‘Burdan sonra işler değişti.’ Kendi adıma artık Savaş’ın zekasını Meryem’in sahip çıkışını çatışma yaşanacaksa da satranç oynar gibi olmasını bekliyorum. Meryem değişeceğini gösterdi bize. Hadi evren değişsin.
Son demde; Aşk susma ki içimdeki en olmaz olsun. Aşk dediğin yeter mi, biter mi, susar mı? Aşk ne kadar ense o kadar büyük, ne kadar olağan değilse o kadar şiddetli. Aşk kimse değil  ‘O’ ,aşk ikilik değil teklik.  Korkulara kapıldığım o iç mezarımda kapatırken tabutumu kendi ellerimle sen değilsin çekip çıkaran beni, senin içindeki benim. Gözlerimden akan sana doğru ben değil içimdeki sensin. Soluk aldıransa kendi dudaklarım değil seninkiler. Her öpücük ölüm ve yaşamın bir araya gelişi.  Aşk sende varolan bende yok. Ben sende yok olan sen de var. Sen kim ben ne? Biz bir bütün senle ben sadece parça.
Emeklere saygıyla...
*Luis Cernuda

                                            UmayMasal

                               

17 Kasım 2017 Cuma

Meryem-16

TUTSAK
*“İhaneti sende gördüm , sende şiddeti gördüm, aşkı gördüm.
Yanarak içinden geçtim aşkın, kor olmadan küle döndüm.
Dokun bana bana dokun nolur, hasretinden öldüm.
Kopar zincirleri yeniden gel, durmadan gel hep gel...”
‘Hangi kadını sevdiysem terk etti beni, önce annem, sonra Sevinç şimdi de sen’le başlayan sonra aynı cümlenin sonuna eklenen ‘Belki de sevdiğine kavuşmamaktır benim kaderim’le biten Savaş’ın duygularının hikaye boyunca nereden nereye savrulduğunun özeti anne oğul dertleşmesiyle yola çıktık bu Çarşamba Meryem’de.Savaş konuşurken hem Gül annesine veda etti hem de Meryem’le bundan sonraki ilişkisinin değişeceğinin sinyalini verdi. Bu özette konuşan Savaş artık hiçbir şeyin aynı olmayacağını hikayenin ve karakterlerin bir eşiği geçtiğini anlattı. Kuşkusuz bölüm boyunca memnun olunmayan, geren, hikayenin ayaklarını yerden kesen durumlar oldu lakin... İşte bu lakin son sahnede özetteki dertleşmeden çıkardığımız sonucun ne kadar doğru olduğunu da yüzümüze vurdu. Son sahneye tekrar gelmek üzere bölümü başa saralım biz de.
Acılar büyütür diyerek yola çıksa da bu bölüm bana göre anne kaybının insanı ne kadar derinden sarstığının ne kadar büyüttüğünün girizgahıyla başladık. Gülümser’in kaybı her karaktere o veya bu şekilde dokundu. Tülin’e , Yurdal’a, Beliz’e, Berk’e, Derin’e hatta öyle veya böyle Oktay’a. Acının merkezinden yayılan o dalga hale hale etrafa titreşimini gönderirken iyi kalplerde acıya ortak olma kötülerde acıyı lehine kullanma tavrını kustu. Maskeler sıyrıldı, duygular açık edildi. Kim kötü kim daha kötü ortaya saçıldı. Anneye hissedileni anlatmaya benim sözcüklerim yetmez. Köktür anne içimizde sürgün veren. Bizi koruyan, kaç yaşında olursak olalım sert rüzgarların bizi üşütmesine engel olan. Bu nedenle Güçlü ve tabiki Savaş en çok canı yananlardı. Güçlü abisinin kendi ruhundaki fırtınaya siper olacağını bilerek yaslandı Savaş’a. Savaş o fırtına kendi yüreğini vursa da iki kardeşine kol kanat gererek acısına şimdilik mühür vurdu. Gözünden akan yaşı durdurdu. Bıraktı ona yaslansınlar. Acının tazeliği kokularla zihinlerinde kalplerinde dolaşırken Savaş bir tek Meryem’e bakarken o da bazı anlarda gerçekliğinden koptu. Meryem’e gelince acıya alışmış bünyelerin vereceği bir tepkiyle Gülümser’in ölümünü kabullenmeye çalışan Güçlü,Savaş,Naz üçlüsüne iyi gelmeye çalıştı. Ellerine anne gibi tarhana çorbası verdi ki üşüyen ruhları azcık ısınsın. Kahve verdi ki uyumanın çok uzağındaki gözlerine ve bedenlerine yardımı olsun. Meryem etraflarındaki varlığıyla onları sarıp sarmalayadursun kapıdan giren Derin’le beraber kıskanmanın o duygudayken bile gölge olarak geçebileceğini Meryem’in gözlerinde görmemiz yine mümkün oldu. Derin’in, üzgünüm ama haklı ,suçlamalarından yaralanıp dışarı çıksa da Güçlü’nün gözünde kardeşliğe geçen, Savaş’ta aşkın kendisi olan Meryem yanında yine onları buldu. Derin de dış kapının mandalı konumunu yine kabullenmese de hissetmek zorunda kaldı. Naz’a gelince Meryem’in abisi için anlatılandan fazlası olduğunu hissetmişti zaten. Bu bölüm Meryem’in getirdiği tüm felaketlere rağmen abisini büyüttüğünü hatta daha bir abi yaptığını tespit ederek Savaş’ın da dediği gibi tanıyınca vazgeçmenin, sevmenin imkansız olduğu o saflığa kendisinin de kapıldığını söyleyiverdi. Ben bu sürüklenişe Sargun tarafından daha kim katılır merak ediyorum.
Gelmek istemesem de Oktay’a değinmeden geçmek imkan dahilinde değil. Oktay müneccim hali, suç makinesine dönüşmeyi her hafta daha bir azimle başarır hale geldiğinden beri bir parça karakter kimliğini yitirdi bende. Kötü bile olsa zaaflar ,hatalar,hatta sevilen birinin olması gerçeklik katıyor bence karaktere. Oktay son zamanlarda biraz yitirdi sanki bunu. Meryem’i seviyor ya her şeyi onun için yapıyor ya demiyor aklım. Duygudaşlık kurmamın zaten mümkün olmadığı biriyken yaptıklarını da kendi karakterinde bir yere koyamıyorum artık. Tavuk boğazlar gibi adam öldürmesi, İstanbul’da başka savcı kalmamış gibi her taşın altından çıkması, hatta bu durumun bırak bizim iyi tayfayı savcılıkta dikkat çekmemesi. Buraya girdim mi çıkamıyorum. Meryem’in baş savcı amcası Turan’a ne oldu mesela? Oktay Şahin’in Yurdal Sargun’a ilişkin her davaya atlayıp atlayıp sonra Yurdal’ı serbest bırakması kimsenin mi umrunda değil? Hani seri katile bağladı bu adam fütürsuzlaştı, ukalalaştı. Dünkü stajyer değil miydi? Ne ara bu denli güçlendi, örgüt gibi çalışır oldu? Para kaynağı Yurdal’ken, Yurdal’ı çarpar hale ne ara geldi? Sorular sorular. Burda aksayan çok şey var. Bence acilen bu konunun ayakları yere bastırılmalı. İnandırıcılık hikaye için en önemli devam nedeni bana göre. Haftalardır acıdan kapkara giden hikayede bir de inandırıcılık giderse ne olur ben bilemiyorum. Neyse, Oktay yaptıklarıyla Güçlü’nün anne acısını neredeyse kendi egosuna kurban edecekken Meryem Oktay’ın karşısına dikildi. Her ne kadar hep aynı tehditle Oktay’ı kışkırtmak istemiyor düşüncesiyle Meryem’e ‘Ne istersen’ dedirtilse de bir başka hata burada yapıldı. Kabul Oktay her yaptığıyla, her hamlesiyle Meryem ve Savaş’ı birbirine itiyor. Yine aynı şey oldu. Belki Savaş’ı bir daha görme demesi muhtemel Oktay ikiliyi o sahnede o şekilde karşı karşıya bıraktı ama  Meryem yara alıyor. Bir yerde yavaşta olsa, bazı taraflar kesinlikle sabit kalsa da dönüşmek gerek, değişmek gerek. Bu bölüm de boyun eğdi Meryem. Bekliyoruz. Ne zaman başkaldıracak diye?
Berk-Beliz-Derin hattı da ne yazık ki Oktay’a yarayacak gibi duruyor. Sanırım Meryem- Oktay arasındaki Sevinç olayının Savaş’a yönelik sarmalı çözümlenip Yurdal’a dair sırlarla eli güçlenen bir Oktay çıkacak karşımıza. Tabi Meryem Savaş aşkına düşman bir Oktay’a karşılık hala babasının katilini bilmeyen Meryem, annesinin azmettiricisini bilmeyen Savaş. Hala Oktay’ın derdinin Savaş ve sahip oldukları düşüncesindeyim. Savaş’ın ittiklerini itmesi ve istediklerini istemesinden. Yanılıyor muyum? Bakalım.
Son sahneye gelirsek, beni bu sahnede en çok etkileyen ne Savaş’ın neredeyse Meryem’i öpecek olması ne de Meryem’in Savaş’tan kopmaktan duyduğu acı. Sahnede Savaş’la Meryem arasındaki o duygunun imkansızlıktan kendi tercihleriyle güven duygusuyla sarmalanarak bambaşka bir yere gelmesi vardı. Savaş Meryem’in her adımı neden attığını bilecek, düğümlerini çözecek kadar tanıyor artık onu. Ağzından çıkanla gözlerinden akanı, bedeninden sızanı harf harf tanımlıyor. Meryem’e gelince vazgeçmekte ne kadar zorlandığını Savaş’sız kalmak istemediğini aslında bas bas bağırıyor. Savaş’ı sarıp sarmalamak isterken Savaş uğruna gitmesi gerekirken bile istemediğini söylüyor fısıldayan haliyle. Tutup bırakmayacak olan Savaş’a en cılız sesiyle söylüyor artık iyi gelmiyoruz birbirimize sözünü. Kararlı mı Meryem gitmeye? Fırında kalarak, Savaş’a bu son derken tut beni bırakma diyen gözlerle mi?  Savaş’ın aşk itirafı ukalalık mı karşısındaki kadını artık ezberlemek mi? ‘Sen de beni seviyorsun’, derken kendi duygusunu ortaya koyan Savaş Meryem’e de ben seni artık satır satır biliyorum dedi. Savaş Meryem’den nefret ederken en başta şimdi ondan gelene razı hale geldi. Savaş değişti, Savaş öfkelerine kurban vermeden düşünmeyi, tanımayı öğrendi Meryem’de. Hissettiği ve gördüğünü, kalbiyle aklını harmanlamayı bildi. Zekiydi, gönlünün zihnini de açtı. Şimdi Oktay’ın karşısına çıkarken Meryem için tüm kötü ve art niyetli kavgalara daha hazır bence. Saflığı yeterince kötüye kurban verdi. Dahasına izin vermeyecektir. Geçen  hafta parmak uçlarından tuttuğu Meryem’in elini  kıskıvrak kavrayarak devam edecek yola.  Korunamamışların ruhunda onu koruyarak.
Son demde; bırak beni ağlayayım, insafsız kaderimin sarmaşık düğümüne. Özlem duyayım özgürce yaşanamayan ve yaşanamayacak olan aşkıma. İzin ver hüznüme, ıstırabım kırsın elimdeki ayağımdaki prangayı. Merhamet senin içinde biliyorum. Bulmaya cesaretim yok, sen bul ben sende nefes alayım
Emeklere saygıyla...
*Sezen Aksu-Tutsak(Nilüfer yorumu)

                                                                                            UmayMasal       


       

12 Kasım 2017 Pazar

Meryem-15

Ruhumun Fısıltısı
‘‘Benzerlik mi, karşıtlık mı?
Kayıp mı, bir olmak mı?
Bütün mü, parça mı?
Sen ruhumun fısıltısını duyan
Gitme.
Ben annesizlikle sınanmak istemiyorum.’’
Hayatta sahip olunan en değerli şeydir anne. Kalbimizdir. Ruhumuzdur. Sesi aklımızın, vicdanımızın seslenişidir. Dinlemedik sandığımız ama duyduğumuz. Bizi biz yapandır anne. Her sırrımızı bilen, duygularımızı, hayallerimizi biz daha yüzleşemeden anlayan bizi yumak çözer gibi çözendir anne. İşte tam da bu yüzden anneyi kaybetmek kendini kaybetmektir. Vicdanın kendi sesini bulana kadar sağır kalmaktır anne kaybı. Yönünü kaybetmek pusulanı yitirmektir. Meryem’in yeni bölümünde Gülümser giderken bıraktıkları ağır. Güçlü ve Savaş için acı, Meryem için yine yeniden suçluluk, Naz için öfkesine harman hüzün, Burcu için sevdiği adamın kalbinde kalacak ağıt. Gülümser gitmeli miydi? Gerçekten bitmiş miydi hikayesi? Bilmiyorum. Savaş’ı Meryem’e, Güçlü’yü Burcu’ya en vazgeçilmezinden bağlamak için atılmış bir adım mıydı bu gidiş? Kuşkusuz öyleydi. Savaş ve Meryem’in arasında her acıda güçlenen ve vazgeçilmesi imkansız hale gelen o duygunun son birkaç bölümdür sesi çıkmasa da bu bölüm özellikle karaciğer nakli konusuyla aralarındaki duyguyu yeniden somut bir şekilde görme şansımız oldu. Savaş’ın minnete dolanmış aşkı gözlerinden akarken asıl aşık olanın Meryem olduğunun Savaş’a sarılırken ve ona dokunurken gösterdiği reflekslerden hissedilmesi çok güzeldi. Acılarla dolu ve iyi karakterlerimizin tamamının hüzne boğulduğu bölümde nefeslendirdi bu kısacık an. Meryem ve Savaş’a dair diğer güzel ayrıntı kuşkusuz Derin’den rahatsız olan Meryem’di. Derin kadınca hisleriyle uzun zamandır Savaş’ın Meryem’e akmak üzere olduğunu hatta aktığını biliyor. Bir parça gözdağı bir parça kıskançlık Derin’in Savaş’a hamle yapmasına neden oldu. Orada Meryem bu durumdan rahatsızlığını gözleriyle gösterirken Savaş’ın Meryem’e bakışındaki rahatsızlıkla aslında Derin’den ne kadar uzak olduğunu, yönünün her an Meryem’e döndüğünü de göstermesi açısından muazzamdı.       
Erkekler dayanıklılık, kayıtsızlık ve güçten oluşan bir imaj sergileme adına, yüzlerine geçirdikleri maskenin ardında eziliyorlar. Bu toplumun genel bakış tarzının vücud bulmuş modelleri sokaklarda olduğu gibi sokağın yansıması kurguda da kol geziyor. Savaş ve Güçlü’nün onca acının ortasında dayanmak pahasına ,ki zaman zaman kontrolü kaybetseler de, o maskeye tutunma çabalarını da gördük. Yurdal, Oktay ve diğerlerini söylemiyorum bile. Çünkü o cephe zaten maskelerle yaşamaktan kendi yüzünü unutmuş durumda. Bana göre durağan bir bölüm olsa da bölümün en etkileyici sahnesi Gülümser’in öldüğünü haber aldıkları an Savaş’ın varlığını reddetse de ailesi tarafından sarmalanırken kaybın asıl sahibi Güçlü’nün o an tutunacak kimseyi bulamamasıydı. Baştan beri annesini vuran adamın peşine düşeceğini bilsek de bana göre o adamı öldürmeye o an karar verdi. Duygularıyla yaşayan bir karakter Güçlü. Kuşkusuz bölümün de en ön plandaki karakteriydi. Savaş Gülümser’i anne yerine koymuş olsa da Güçlü’nün acısı sanırım bir tık üstteydi. Kenan Acar’ın oyuncuğu ile o farkı incelikle ama bir taraftan da kafalara vura vura anlattığı bir bölümdü baştan sona. Sonuçta kimsesize kimsesiz bir hikayeye dönüştü Meryem. Burcu’nun kimsesizliğine karşın, şu ana kadar tersi bir done görmedik çünkü, Güçlü’nün kimsesizliği; Meryem’in kimsesizliğine karşın Savaş’ın aslında olan kimsesizliği. Ama sanırım bu hikayede Burcu’yu bilemesek de en beter durumda olan Savaş. Meryem babasının kaybına rağmen sevildiğini ve ailesinden kendisine kalan değerlerin mirasını üstlendiğini biliyor. Keza Güçlü de. Savaş ise babasıyla öyle bir noktada ayrılıyor ki, sanırım bu ölümden beter. Değer yargılarında, hayata bakışında hayattayken bir babayı gömmek ondan kalan mirası istememek yok saymak acıdır sanırım. Öyle ya babasına ciğerin beş para etmez deme noktasına geldi Savaş. Ki savcı, Sevinç, Derin üçgeninde dördüncü köşenin babası olduğu gerçeği önüne koyulduğunda Savaş’ı Meryem bağı dışında ne durdurur bilemiyorum.
Önümüzdeki bölümlerde ne noktalara gideceğimizi beklerken artık hikayede mekan olarak bile karakol, hastane, Beliz’in evinden çıkıp mesela Meryem’in mahallesine gitmeyi teklif ediyorum. Biliyorum Oktay Meryem geçmişini Savaş’a yakalatmamak adına kaçınılıyor o mekandan. Lakin karanlıklardan, grilerden yılmış bir izleyen olarak artık sıcak görüntüler de görmek istiyorum.
Başından beri aşk sarmalının ortasındaki bir varolma mücadelesi gibiydi Meryem’in öyküsü. Hani yıllardır kadının meselesidir ya sesini duyurmak, ölümü pahasına da olsa varlığını onaylatmak ve mümkünse erkek dünyasında ayakta kalmak. Meryem dönüşürken bu mücadelenin su yüzüne çıkmasını umdum. Şu ana kadar sözde de kalsa. İstedim ki Meryem dönüşürken Savaş’a yönelik gelişen duyguları Oktay’a olandan bu nedenle farklı olsun. Oktay’da sessizleşen ve kabulle şekillenen aşkı Savaş’ta çığlık çığlık olsun. Büyüsün, kendisini Savaş’la eşitlesin, kabul etmesin geleni uğruna savaşsın. Bekliyoruz bakalım. Meryem’in katmanlı olduğunu düşündüğümüz ruhundan kabul dışında neyin soyunup gün ışığına çıkacağını, Savaş’a hissedilenin Meryem’de neyi hangi noktada nereye savuracağını bekliyoruz. Birbirlerinde sınadıkları güven her şeye rağmen orada duruyorken gelecek dalgalar onların parmak uçlarından birbirlerine tutunma halini sağlam bir kavrayışa ne zaman dönüştürecek bekliyoruz.
Son demde; gözünü yumup kendini teslim edebiliğin birini affetmek mesele yoksa sevmediğinin ihaneti sana koyar mı? Hayat top, tüfek saldırırken sırlarla sarmalanmış kalbime tutunduğum senin gözlerinken ve sen bana sarılıp burnunu saçlarıma saklarken yüreğimde sana ihanet ettiğimi söyleyen düğümle ne yapacağım? Sana dair içimdeki her duygu kontrolüm dışında büyüyor. Dur desem bile umrunda değil kalbimin. Koşuyor sana, seni paylaşmak istemiyor, paylaşmaktan korkuyor. Ama bir taraftan da beynimdeki o kıymık zonkluyor. Ya gerçek onu benden kopratırsa...
Emeklere saygıyla...

                                                                                                             UmayMasal     



  

5 Kasım 2017 Pazar

Meryem-14

PANDORA’NIN KUTUSU
‘‘Büyüdüm ben.
Yıllanarak değil,
Yaş alarak değil.
Ölümlerle büyüdüm ben.
Oysaki,
Hiç büyümek istememiştim.’’
Ateşi Zeus’tan almak, tüm uyarılara rağmen Pandora ile evlenmek,  yasaklı kutuyu açmak. Hepsinin bedelini insanlık ödüyor gibi düşünülse de ateşi çalan Epimetheus güzel Pandora’sından olarak, kutuyu açan  Pandora ise kutuda hapis kalıp tüm insanlık tarafından kötülüğü dünyaya yayan kadın diye bilinerek öder bedelini. İnsanoğluna da ders çıkar. Seçimler ve sonuçlarını üstlenmek ile ilgili. Çünkü malum seçimler beraberinde sonuçları getirir. Bu sonuçlar da sorumluluk. Karar her ne olursa olsun sonuçların getireceği sorumluluk üstlenilmediği sürece anlamı yoktur. Çünkü pişmanlık tam da bu noktada yıkıcılığının şiddetini arttırır. Sorumluluk almamayı seçmek uzun vadede sorumluluğunu almadıklarının hatırlatmalarının çığlığını bastıramamak, onlarla yüzleşememek demektir. Bu da bedel olarak büyür ve büyür.
Yukarıdaki hikayenin Meryem’le bağını kurmak sanırım güç değil. Pandora’nın kutusu o malum kazayla açıldığından beri pişmanlık, bedel ve bedel ödemeyi red evreninde savrulan karakterler geride yaprak dökümü gibi mezarlar bırakarak ilerliyor. Dizinin hayat evreni iyilik ve inanç uğruna ne varsa kurban ede ede dramatik kurgusundan trajediye evriliyor. Yaşamın kötü tarafları olsa da ve hikaye düğümleri devamlılık açısından önemli görünse de ben bu kadar siyahlığa boğmanın gereğine inanmıyorum. Zira midemle bir baskıyla dizi izlemek, zaten zor olan gerçekliğe kurgunun boğucuğunu da eklemek sıkıntılı. Gülümser’in yalan söylemenin bedelini ölerek ödeyecek olması, eğer bir ters köşe gelmezse, acı. Dizinin akıl vercisi, sarıp sarmalayanı, gerçek annesi olan Gülümser Yurdal’ın hırslı babalığına karşı bir antitezdi.  Keza yine Oktay’ın annesinin yarattığı resmin tam tersi renkleriyle nefeslenme durağıydı. Gülümser’in ölmesi Savaş’ı, Meryem’i zaten var olan vicdan yüklerinin altında ezilir hale getirmek değil mi? Oktay’ı ihbar etmemenin bedelleriyle ilerde karşılaşacak Meryem bunu nasıl kaldıracak? Güçlü’ye Savaş’a hangi hesabı verecek? Dizinin tek gülümseyeni Güçlü’yü de dertler derya hale getirmek neye yarayacak? Kafamda deli sorular.
Diğer taraftan Beliz-Berk-Derin ortaklığının Oktay’ın ve devamında Yurdal’ın başına dert olması her ne kadar bölüm temposu adına çok katkı yapmamış olsa da güzel olmuş. Hoş dönüp dolaşıp yediği baskıyı yine Meryem ve Savaş’a dert haline getirmeyi başardı Oktay. Bu arada Serhat Onat’ın geçtiğimiz haftaya nazaran daha iyi ve hareketli bir Berk portresi çizmesi de iyi olmuş. Bir de Tülin gerçeği var ki es geçmek istemiyorum. Dizi dünyasının üvey annelerinin tüm kötü cadı hallerinde inat anne gibi anne Tülin. Naz’a tutumu üvey filan değil doğrudan annelik. Savaş’ın da dediği gibi, ‘Üvey annem bile var, babam yok.’ Tülin var. Savaş’ın gıyabında arkasında duran, Naz’ı koruyan, kuyu kazmayan , anlamaya çalışan biri Tülin. Yurdar’ın ne kadar vicdanına ulaşır bilemem ama çabalayacağı kesin.
Savaş ve Meryem’e gelince... Bir arpa boyu yol alamayan iki karakterimiz son iki haftadır sanki biri diğerinin duygularından haberli, diğeri o duyguları hiç itiraf etmemiş gibi yapmaya devam ediyor. Kabul kimin kimi vurduğu belli olmayan, polislerin gözü önünde silahlar ateşlenen bir ortamda hele bir de Sevinç kazası hala arada dururken çok zor aşka düşmek. Ama korkarım dizinin temposunun artması için ufak ufak da olsa o dokunuşlara ihtiyaç var. Fırın anahtarının güneş anahtarlıkla Meryem’e teklif edilmesi de bir şey belki ama yeterli değil. İnanılsın ki bizler işlenen aşkın yavaş yavaş ve eski sevdaya leke sürülmemeye çalışılarak incelikle sızdırılmaya çalışıldığını anlıyoruz. Yalnız birbirlerine koşmalarını beklemesek de adımlama görmek istemek de sanırım bir parça hak. Oktay sorunsalının yarattığı onca şeyde sadece acıda ortak ama orda bile ayrı Meryem Savaş. Güneş kurabiyelerle sımsıcak ısınan , notlarla gülümseten aşka dair imasız ama bir o kadar aşka dair incelikler yok oldu gitti. Üzgünüm . Sevdasız bir hikaye susuz çöl gibi. Kuşkusuz bir parça pembelik, beyazlık serpilse hikayeye Oktay’ın saplantılı halleri bu kadar sıkıntı vermeyecek insanlara. Oktay’ın değersizlik hissinin yarattığı , kendinden nefret etme, varlığını olduğu gibi kabullenemeyip kendinden yeni bir kimlik yaratma telaşındaki obsesif tavırları belki ilgi bile çekecek. Ama öyle dengesiz ki, siyahla beyaz arasındaki o mücadele. Siyahtan griye savruluyor izleyen. Oktay’a bakarken onun hastalıklı takıntılarının sosyal tabanını göremiyor. Oktay’ın annesiyle ilişkisindeki ayrıntının ve annesinin sınıfsal takıntılarının yansıması hallerinin kaotik halini es geçiyor. Savaş’ın Sevinç’te imgeleştirdiği şeyin aşktan daha çok ailesizlik telaşı olduğunu ve tam da bu nedenle Meryem’e ilgi duymasının aslında yadırganacak bir şey olmadığını hissedemiyor. Meryem’in farkında olmadan bulaştığı Oktay’ın saplantılı pisliğini Savaş’a ve onun sevdiklerine bulaştırmamak için mücedele verdiğini görmezden geliyor. Çünkü hep kötünün kazandığı cepheler hayattaki karşılıklarla gönül yorgunluğuna dönüşüyor. Onca nefrete inat iyilikle yeşeren güçlü bir aşkın ilk kozadan çıkış sancısını görmek istiyoruz, istiyorum. Kanatlanmasına var elbet ama o sancıyı duyumsamak, nefeslenmek olacak biraz. Meryem’in Pandora’ya dönüşmesini izlemekten bir parça sıkıldım demek istemiyorum ama yoruldum. Paradoks haline gelen pişmanlıklar, cezalar ve kayıplar biraz dursa.
Son demde; oysaki hayat hazır olmadıklarına hazır olduğundur. Henüz geç değil. Nefes alıyoruz bak atıyor kalbimiz. Şansımız var. Hayattan alacak bir zaferimiz bir aşkımız daha var belki.  
                                                                                                        UmayMasal