Zamanlar elimizden akıp gidiyor ya sakin gibi ama aslında delice o akışın neresinde durduğumuzun sorgusunda bir yerden yazıyorum sevgili okur. Yaşanması zor coğrafyanın dünyaya dair daha da zor zamanlarıyla kesişimdeyiz. İyi olmak istiyoruz ama olmak zor. Çabalıyoruz güçlü kalmak için. Sadece güçlü kalmak ki mücadele etmek için gereken şey. Bir yanda inandıklarımız bir yanda inanmakta zorlandıklarımız bir yanda akan gerçek hikayeler derken belki yeni dünya düzenlerinde yüzmeyi öğreniyoruz kim bilir? Neyse sizlerle buluşma sebebimiz olan aşk hikayesi Efsun ve Yamaç’ın masalının bu haftaki bölümünden devam edelim. Hadi takıl kalemin peşine belki kendinden bir şeyler bulursun.
Bu hafta kısıtlı zamanlarda üstelik
diyalogsuzlukla da sınandığımız için sanırım biraz benim hayal gücümün insafına
kaldın EfYam sever canım okur. Ne yapalım bu hikâye böyle. Postmodern romanlar
gibi araları okurun tamamlaması gerekiyor. Teknik olarak tabi o tip bir romanla
alakasız ama bizim senaristimiz artık nitelikli yazmayı bırakın yazmaya toptan
üşendiği için elimizdeki verilerden ve oluşan karakterlerden ki çoğu zaman
onların kimlikleri de hiçe sayıldı ya neyse diyerek yola çıkıp kendi hikayemizi
yazıyoruz işte.
Geçtiğimiz hafta Efsun ve Damla’nın
eski tarzlarına döneceklerinin sinyalini almıştık. Tam olarak da öyle oldu. Damla
da Efsun da kendi tarzlarını yeniden kazandı. Efsun ikonik saçları ile arz-ı
endam ederken hepimiz 3.sezon Yamaç “saçların çok güzel olmuş böyle” repliğini
beklesek de bırakın bu cümleyi sahnede cümle bile kurulmayacağını, dudak okumak
zorunda kalacağımızı bilemezdik tabi. Sırayla gidelim diyerek başa saralım. Akın’ın
Yasmin’i hastaneye kaldırdığı ardından tüm Koçovalıların hastanede toplandığı
sahnede aile kavramı ve bu kavramın altının boşluğu amca üzerinden tekrar
gösterildi. Akın Yasmin’i kaybetmenin eşiğine geldiğinde aklına kendisinin de
hayatını kurtaran Efsun geldi. Efsun’un kapısına gidip Yasmin’i kurtarması
için ona yalvardı. Efsun ise Akın için yeniden büyülü ellerini kullandı. Burada
parantez; ben Efsun’un büyülü ellerini, gözlerini ve hatta başlı başına Efsun’un
kimliğini oluşturan her şeyi çok seviyorum. Tekrara düşeceğim belki ama Efsun
dişil enerjinin temsilcisi şamanik bir karakter. Bazı antilerin sürekli yazdığı Efsun’un cadıya
benzetilmesine bile gülümsüyorum. Çünkü cadılık dişil enerjiden korkan
erkeklerin kadınları sıkıştırmak, yakmak o gücü kullanmasını engellemek için
ortaya attıkları bir yafta. Eğer dişil enerjiye sahip çıkmak, kadın olma
bilincinde olmak, kendine veya istediğin birine şifa olabilmek, ayakta kalmak,
güçlü durmak cadılıksa ben de cadıyım diyorum. Hepimiz cadı olabilsek keşke
diyorum. Bana göre Çukur bittiğinde içindeki pek çok karakter tabi ki başta
Yamaç ikonik tarzlarıyla hatırlanacak ama Yamaç’ın yanında hatırlanacak tek ve en
ikonik kadın Efsun olacak. Kaldı ki bana göre Efsun sadece kadın kimliği ile
değil bütünüyle Çukur evreninin en derin, özgün karakterlerinden biri. Hikâye aksını
etkileyen, onun merkezine Yamaç’la oturan, seyircinin trajedisine şahit olduğu
Yamaç’la beraber merakını kamçılayan tek kadın Efsun. Etkileyici, sofistike ve
hep dediğimiz gibi tam anlamıyla bir Queen. Parantezi kapatalım. Efsun’un Akın’la hastaneye
girdiği sahne onun Sultan ve Koçovalı familya karşısında kurduğu üstünlüğün bir
kez daha ilanı. Bu noktada Efsun’un bu üstünlüğü sağlarken halen Kent olmasını
da önemsiyorum. Vakur, mağrur Queen Kent’in hala aynı güçte olup olmadığından emin
olmaya çalışarak ellerine bakarken fonda çalınan müzik de onun Çukur’un annesi
formatından çok Çukur’un Queen’i olduğunu gösteriyor. Efsun ile başlayan onun
dişil gücünün yarattığı etkiye geçen en son Çukur’la biten müzik. Keşke müziğin
adı Queen of Çukur olsa. Sanırım Toygar Bey senaristten daha net anlamış ya da
anlatmayı başarmış Efsun’un Çukur’a karışmasını ve aslında Çukur’un da Efsun’a
karışmasını. Burada yine parantez. Ben Çukur’un her an ihanete hazır tebaasından
hiç hoşlanmıyorum. Onların Yamaç’ın kendini adayışına her seferinde ahmakça sırt
dönüşünden de nefret ediyorum ama merkezde bu mahallenin olduğu anlatıda madem
Çukur Yamaç’tı ve Yamaç Efsun’a karıştı ki bu kısım üçüncü sezonda çok iyi
anlatıldı, biz Çukur’un da Efsun’a karışmasını izlemeliydik. Sonuçta başladığı
noktaya gelen EfYam’ın işkence döneminin aslında hiçbir şeye hizmet etmediğini
sadece zaman çaldığını gördüğümüz yerde bence asıl hikayelerden biri yine boşta
kalan ipler gibi ucu açık kaldı. Yazık oldu. Parantezi kapat. Hastaneye girişte
o hastanede neden Yamaç yoktu yine yeniden Efsun ve Yamaç neden bu kadar ayrı
yazılıyor anlamıyorum. Düğümlenmiş bir aşktan bahsediyoruz. Ortak acılardan
geçmiş, birbiri dışında gerçekten güveneceği kimse kalmamış, kızları olan bir
çift bunlar. Yamaç üçüncü sezonda bile Efsun’a gidip sürekli anlatırken hala ve
hala neden konuşmuyor bu iki insan anlamıyorum. Anlayamıyorum. Sahneleri neden
geçiştiriliyor. Buraya şerh bırakıp devam ediyorum. Yamaç Emmi’yi korumaya
çalışırken bizim Çukur evreninin en tuhaf karakteri maskeli beşler ile kapıştı
ve sarı çizmeleri ile sonunda adamı patlattı. Bu arada yine ciddi şekilde okşandı
Ninja maskeli tarafından. Buradan dönüşte Çukur ahalisine ayar verdi. Ecevit’ti
galiba onun bacağa sıktı, bu arada Yamaç sen bilmiyorsun ama o Ecevit Efsun’u
vermişti amcaya iyi yaptın, sonra yine Efsun’un kapısına gitti. Evet sevgili
okur. Yamaç o kapıda yaralı beklerken benim de zihnimde “Ben gönlümün ayak
bağını senin kapına astım da geldim.” diyerek Vurgunum çaldı. Resmi olmasa da
en sağlam EfYam şarkılarından. Her ne kadar sahnede “Hiç ışık yok” çalsa da. Sahne
klip tadında geçerken ben repliğe bu kadar aç bir sahnenin Meke ve Akın paralelinde
şarkı fonuyla harcanmasına söyleniyordum. Hayatını adadığı, uğruna kayıplar
yaşadığı mahallesinin değerlerini yitirişinin kırıklığını ruhunda taşıyan Yamaç’ın
bedenindeki yaralardan çok ruhu kanarken şifayı Efsun’da bulması hatta onun
huzuruna saklanmasının gösterildiği sahne böyle harcanmamalıydı. Yamaç daha önce
annesi tarafından kovulduğunda da o huzura saklanmıştı. Oysa Yamaç önceleri
deliliğe saklanıyordu artık yapmıyor. Efsun varken Yamaç’ın saklanacak bir evi
var çünkü. Yamaç’ın evi o herkesi toplama telaşında olduğu bina değil. O çoktan
dört duvardan çıkardı sığınağını. Kayboluşuyla kalbini sızlatan kadının kucağı
onun sığınağı. Efsun’un elleri onun huzuru. Efsun’un göğsüne yattığında duyduğu
ritim onun yaşama sebebi. Baktığında her şeyi unuttuğu gözler onun cenneti. Ama
işte o ama… Neden anlatılmıyor, anlatılmak istenmiyor bu alt metin bilmiyorum
hatta anlamıyorum. Yamaç’ın yaralarını temizleyip sonra öpüp sağaltmaya çalışan
Efsun neden o dudak kenarını es geçiyor anlamlandıramıyorum. Yazılmıyor mu,
yazılıyor ama kesiliyor mu, dert ne bu çiftle artık bilmiyorum ben. Ertesi sabah
uyandıklarında minicik konuşmalarına Masal da eklenerek toplamda 1 dakika 39
saniye süren sahnenin yine kesilmesine de ne diyeceğimi bilemiyorum. Yaklaşık 140
dakika süren bir bölümde neden Yamaç’ın yaşam sebebi olan, sevgilisi Efsun ve
kızı Masal neden yok sayılıp sadece 4 dakika toplam süre ile anlatılıyor ya da
anlatılmıyor? Galiba son dört bölüme girerken hikâyenin genelinin girdiği
çıkmazdan çıkmak için önüne geleni öldüren senaristin mutlu bir Yamaç’ı, aşık
bir Yamaç’ı koyacağı bir resim yok. Öyle korkuyor ki Efsun ve Yamaç’ın büyüyen
hikayesinden onlara yapmadığı kalmadığı halde birazcık huzur vermiyor. Birbirlerini
sağaltmalarına, aile olmalarına, onların konuşmalarına, birbirlerini öpmelerine,
sevmelerine izin vermiyor. Yamaç’ı başka türlü Çukur dramına nasıl hapsedecek
değil mi? Selim’den sonra Emmi ve daha kimleri Yamaç’ın kucağında saçma bir mirasla
öldüreceksin acaba? Nedensellikleri o kadar zayıf ki her şeyin
çözümlenen, altı doldurulmaya çalışılan her sahnenin aslında bizim hayalimiz
olduğunu düşünüyorum artık. Devam. Yatakta Efsun ve Yamaç konuşmasında Yamaç’ın
minik isyanı, Efsun ve Akın arasındaki yakınlığı hafiften sorgulayacağının
işareti dokunuşlar ve Masal’ın tamamlayıcı gelişi süresi yetersiz olsa da çok
sevimli bir sahne çıkarmış ortaya. Yamaç kadar bizlerin de derdi o Efsun’un erken
kalkışları. Gönül ister Efsun ve Yamaç’ı kendi alanlarında ayrıca birlikte,
Masal ile de ayrıca izleyelim. Ama kimin umurunda bizim gönlümüz. Hayır Efsun
ve Yamaç cidden ateş gibi bir çiftken üstelik nasıl bir kurgucu bu çifte sahne
yazmaz şaşkınım. Yok ya şaşkın değilim. Biliyorum
aslında. Bir süredir EfYam > Çukur. Olay bu. Bu arada Yamaç’ın kendi Çukur’unu
kuracağını Efsun’un bu noktada nerede durduğunu daha önce yazdığım için
tekrarlamıyorum. Yamaç'ın gitarı nerede diye de sorumu bırakıyorum.
Son demde; Tilya Damla Sönmez ve
Aras Bulut İynemli’yi gerçekten ikisi üzerine kurulmuş, daha uzun süreli beraber
sahnelerinin olduğu bir işte ikonik bir aşkı anlatmak için bir araya getirecek
bir yapımcı diliyorum. Burada ne yapımdan güldü yüzümüz ne senaryodan. Dilek fenerini
uçurdum yine göğe.
Hamiş;
Kadın adama bakmış. Adam da
kadına bakmış. O bakışta dünyalar varmış. Adam şaşırmış. Daha önce çok kadın
görmüş adam hatta çok göz. Belki çok güzel gözler. Ama böyle bakan bir kadın
böyle bakışına dünyaları sığdıran bir kadın hiç görmemişmiş. Sormuş. “Gözlerinde
ne var senin, nasıl bu kadar çok şey sığıyor gözlerine senin?” Kadın
gülümsemiş. Kadın gülümsediğinde kelebekler uçmuş mavi-yeşil. Adam yine
şaşırmış. Kadın: “Benim gözlerime sığan onca şeyi sadece sen görüyorsun desem.”
Adam gülümsemiş bu kez ama sormuş. “Nasıl?” Kadın uzanmış adamın elini tutmuş. “Ben
seni nasıl görüyorsam sen de beni görüyorsun. Aramızda bir gümüş sicim var
çünkü. Görünmeyen. Ben seni anlıyorum sen beni. Aramızda bize ait bir dil var
çünkü. Sen benim gözlerimdeki dünyaları görüyorsun ben senin gözlerinde o
dünyaları keşfetme merakını. Sen beni merak ediyorsun ben seni. Daha önce
kimseyi merak etmemiş gibi, daha önce hiçbir şeyi bu kadar merak etmemiş gibi.”
Anlamış adam daha önce kimseyi bu denli anlamamış gibi. Sevmiş adam. Daha önce
kimseyi sevmemiş gibi.
UmayMasal