1 Aralık 2022 Perşembe

Büyürken mi Büyüdükten Sonra mı Aşk?

 Selam sevgili okur. Uzun zaman oldu. Takip eden bilir bu blogda keyfe keder yazılır. Canımız ister hikâyenin kendisine vuruluruz peşine takılırız canımız ister hikâyenin içinde saklı bir ayrıntıya takılır onun ardından kovalarız. Ama ne olursa olsun bunu kendimizce ve evrenin yapısının bütününe bakarak yaparız. Hatta baktık hikâye bizim sevdiğimiz akstan çıktı başka bir yere savruldu iyi o zaman deyip yolumuzu ayırırız. Neyse  sebeb-i girizgâh Tozluyaka evreninin iki çift. Biri sosyal medyadaki adıyla ZeyÇağ diğeri de DerÖn. Zeyno ve Çağrı hikayenin gençler ayağının bana göre en güçlü çifti diğeri yani Derya Önder ise başka türlü bir hikayede rahatlıkla merkeze yerleşebilecek bir ikinci bahar aşkı. Dizi bizim hanede annemin Dolunay Soysert sevgisi nedeniyle izleniyor. Ben de onunla birlikte, onun seçimi olarak izliyorum. Hikaye örgüsünün en sert düğümü yani Vefa’nın ölümünden sorumlu olan kişinin ortaya çıkması ve bir nevi katilin cezasını çekmesinin ardından Tozluyaka içinde yeni çatışma alanları aranmaya başladı. Fakat çatışmanın yetişkin tarafı bir anda iyilerimiz açısından garip bir yere evirilip gençler kısmı da bariz şekilde çatışma dışı kalınca dizi kan kaybetmeye başladı. Lakinnnn… Şimdi akışla ilgili eleştiri ve önerileri sonraya bırakıp lakin kısmından devam edelim.

Aşk benim kurguda en çok sevdiğim konulardan biri. Nasıl işlendiği, hangi temele oturduğu ve ilişkinin gelişimde tarafları değiştirebilme gücünün nereye koyulduğu benim için önemli bağlayıcılardandır. Tozluyaka’da da söz ettiğim bu iki cephe dönüştürme şekli, cesareti ile cidden güzel temelli aşklar. Öncelikle Derya-Önder…

İkinci baharı yaşıyor ömrüm… Zihnimde bu şarkı ile izlediğim çiftlerden biri bu ikili. Öncelikle aşkın 17-25 yaş aralığına sıkıştığı hatta zaman zaman yaş almış aktörlerin kızları olacak yaştaki oyuncularla partner olduğu dizi atmosferinde ciddi bir nefes alma alanı Derya ve Önder’in hikayesi. İkisinin de yaşadığı başarısız ilişkileri var geçmişlerinde. Tesadüf mü demeli tevafuk mu bilemem ama ikilinin önceki partnerleri tam anlamıyla narsisimin dibini sıyıran insanlar. Kenan kendi çıkarı uğruna oğullarını dahi feda etmekten çekinmeyen, sorunlu bir baba modeli her şeyden önce. Hoş burada parantez Tozluyaka evreninde Önder ve Bilal dışında düzgün baba yok. Ya kayıplar ya hasta ruhlu. Neyse devam. Kenan kadar hasta ruhlu diğer kişi de Nesrin. Oğluna dahi Önder’e yakın olmak için yaklaşan, üstelik çocuğunun ruh sağlığıyla oynamak pahasına yalanlar söyleyen biri Nesrin. Kısaca takıntıları uğruna önlerine çıkan hiçbir şeyi harcamaktan çekinmeyen bu iki güya yetişkin çok tehlikeli. Derya da Önder de çocukları ile sınana sınana geldikleri süreçlerden öylesine makul bireyler olarak çıkmışlar ki sapasağlam duruyorlar her krizde. Belki de ne istemediklerini bildikleri için ne istediklerini de biliyorlar. Bu sağlam duruş ortaklığıyla başlayan arkadaşlıklarının da aşka evirilmesi kaçınılmaz hale geldi dolayısıyla. Önder baskılamayan, alan yaratan, nezaket sahibi bir adam. Çelişik karakteri Kenan’ın aksine sevmeyi biliyor. Alan daraltmıyor. Kızıyor, kıskanıyor, kırılıyor ama kızdırmıyor, kıskandırma çabasına girmiyor, kırmamak için uğraşıyor. Derya ise yaşadıklarına, kimsesizliğine inat dimdik duran bir kadın. Sert bir mizaç geliştirmiş. Hayat zorunda bırakmış onu. Derya’nın hayatla inatlaşmasının ortasına düşen Önder’in yaptığı ilk şey sanırım Derya’nın yalnızlığını almak oldu. Her sorunda yanında durdu. Oğlunun tarafı ve Derya’nın oğlunun tarafı arasındaki savaşta tam ortada durarak Derya’nın güvenini kazandı. Derya gibi oğlunun babası ve ailesi tarafından yok sayılmış, en çok güveninden vurulmuş, hayatta kendisinden başka kimseye güvenemeyen biri için ne büyük aşama. Sonrasında Önder’i tanıdıkça aralarındaki benzerlikler ve ortak kader devreye girdikçe Önder’e sevgi büyütmesi de artık kaçınılmaz hale geliyor haliyle. Şimdi geldikleri noktaya bakınca saçma sapan bir entrikanın ortasındalar. Gerekli miydi? Bilmiyorum. Bence değildi. Birbirlerine olan sevgileri böylesine sert bir sınavdan geçmeli miydi? Hoş hastalıklı Kenan ve Nesrin varken bir yerden mutlaka patlayacaktı o silah. Bundan sonra ne olacak göreceğiz. Umarım daha da tırmanıp aralarındaki bağ zedelenmez. Nesrin ve Kenan’ın oyunları ortaya çıkar. Aşkın ikinci baharındaki Derya ve Önder bir araya gelir.




Diğer taraf Zeyno ve Çağrı’ya gelirsek. Bu ikilinin arasındaki duygu tam anlamıyla bir ilk aşk. İnsanın kulaklarında Sabahattin Ali’nin “Çocuklar gibi” şiiri yankılanıyor bu ikisini görünce.

“Hissedince sana vurulduğumu,

Anladım ne kadar yorulduğumu,

Sakinleştiğimi, durulduğumu,

Denize dökülen bir pınar gibi.”

Zeyno babasının prensesi olamamış eksik gedik kız çocuğu yüreğini saklamış hep. Erkek gibi olarak belki babasının sevdiği evladı olabileceğini düşünmüş belki ya da hayatta ayakta kalmanın ancak erkek gibi olmakla mümkün olacağını düşündü kim bilir. Tıpkı Derya gibi Zeyno. Güven onun en kırılgan yeri. Arkadaşları çok kıymetli çünkü onlara güveniyor. Babasının gerçeğiyle karşılaştığında parça parça olan Zeyno’nun kabuğunu tam da buradan kırması boşuna değil. Parçalarını toplamadan hemen önce, dostları onu sarıp sarmalamadan hemen önce Çağrı ile karşılaşmaları da boşuna değil. Hatta Zeyno’nun genç bir kız olduğunu hatırlamadan önce sınıfta ona hatırlatma yapanın Çağrı olması, elbiseli ilk kombinini abartılı tepkisiyle karşılayanın Çağrı olması da tesadüf değil. Tıpkı arkadaşlıkları konusundaki aldatılmışlığı, uğradığı haksızlıklar, bakış açısındaki defo konusunda Çağrı’yı uyaranın Zeyno olması gibi. Zeyno’nun kırıldığı yerden kendisi kırılınca yani annesinin gerçeğiyle yüzleştiğinde Çağrı’nın Zeyno’ya sığınmasının tesadüf olmaması gibi. Başta öfke kontrolü konusunda sorun yaşayan Çağrı’nın sakinleşmesinde Zeyno’nun etkisi de en az yaşadıkları kadar önemli. Bazen sosyal medyada buna ilişkin serzenişler görüyorum. Ama şunun ıskalandığını düşünüyorum. Çağrı birini öldürdüğünü sandı. Vicdanıyla yaşadığı travmatik yüzleşmeden sağ çıkmasında babasının sevgisi etkiliydi. Sonrasında arkadaşlarının ihanetleri ile karşılaştı. Onlardan farklı yerden değişmeye başladı. Babasının güvensizliğini yaşadı. Belki yıllarca annesinden neden nefret ediyor diye düşündüğü babasının haklılığı ile sarsıldı. Âşık oldu. Reddedildi. Annesi gözünün önünde bıçaklandı. Korktu çok korktu. Tam sevdiği kızın elini tutmaya hazırlanırken onun çevresi ve kendisi arasındaki duvar dikildi karşısında. Bu bir kez olmadı üstelik. Defalarca ve defalarca oldu. Sınandı Çağrı. Dürüstlüğünden sınandı ve sınavı geçti. Zeyno ve Çağrı arasındaki ilişki ikisi açısından da değiştiren, farklılaştıran bir aksta ilerliyor. Çağrı babasının oğlu. Nazik, kendine özgü ve sevmeyi biliyor. Sevdiği kimseyi geride bırakamıyor. Asla bırakmıyor. Zeyno da öyle. Ali’ye dair hissettiğinin aşk olmadığını anlama süreci atlanıp geçilse de ki bence bu ciddi bir boşluk, Zeyno  Çağrı’yı sevmeye başlamadan hemen önce ona güvenmeyi öğrendi. Bir oyunun içinde olduğunu sandığı süreçte bile Çağrı’nın iyi niyetiyle karşılaştı ve Ege’ye karşı onu savundu. Çağrı saf bir noktadan bakıyor hayata ve Zeyno o bakışın en derin yerindeki ilk aşkı. Ne demişti: “Artık senden bir şey saklamak istemiyorum.” Tam da burası bu aşkın çekirdeği. Kimse kimseden saklanmıyor. Acı çekerken de severken de çocuklukta da saflıkta da oyunbazlıkta da saklanmıyorlar birbirlerinden. Birlikte büyüme halinin en tatlı tonu ZeyÇağ kod adlı Zeyno Çağrı. Güvenmek, yaslanmak, aynı yerden acı çekmek, sevgide eksik gedik kalınan yerden birlikte sürgün vermek… Keşke diyalog anlamında biraz daha beslenebilseler diyeceğim de işte… Buraya derin bir işte bırakıyorum.




Son demde; Tozluyaka’nın şu an en büyük sorunu ciddi bir çatışma alanından yoksun oluşu. Berk’in iyi mi olmalı kötü mü kalmalı kargaşası devam ediyor. İyi kalamıyor gözümde çünkü sadece Cemre konusunda acı çekti ve baba kaybı konusunda. Yani duygusu ve empatisi kendisinden çıkmadı. Ali çok karikatür kalıyor. Esas oğlan statüsündeki karakter o kadar defosuz yazılmaya çalışılıyor ki Derya Önder konusunda yol açtığı sorun çok derin olmasına rağmen üstü örtülüyor. Bu da seyirci ile bağı koparıyor. Kenan çatışması ne kadar taşır hikâyeyi bilmiyorum. Çünkü orada Kenan’ın tavrı nefes alacak alan bırakmıyor bu düğüm yerinde seyirciye. Hazal da koyu griden açığa evirildiğine göre elimizde kimse kalmıyor. Ya düşman iki tarafı aynı tarafa tüm kimlik çatışmalarına rağmen çekecek büyük bir dış çatışma gelmeli ya da… Üzgünüm. Ben aşk noktasında yazdığım iki ilişkinin alıcısıyım. Ama derinleşmeleri lazım. 2.30 saatlik bölümü sırtlamak içinse daha büyük bir şeye ihtiyaç var. Pazar zor gün. Benden şimdilik bu kadar sevgili okur. Belki yine geliriz. Kim bilir?

                                                                                                         UmayMasal  


  



       

20 Haziran 2022 Pazartesi

Ayrılmak Diye Bir Şey Yok Aslında- TürMer

 “Tanımak haddinden fazla şefkatin sızısını. Yaralanmak kendi aşk idrakinizle; kan ağlamak isteyerek ve sevinçle.”- Cibran

Aşka dair en önemli ayrıntı aşkın kendisinden başka hiçbir şeyi barındırmadığıdır. Kendisinden başkasını vermez kendisinden başkasından da almaz. Rotasını çizemezsiniz çünkü aşk kendi rotasını çizer. Kendisini gerçekleştirmek için o rotanın doğrultusunda ilerler.

Selam sevgili okur. Aşka dair hikayeler içinde bir yerinden bağ kurduğumuz Türkan ve Somer’den devam etmek üzere buradayız. Sezonun son bölümünde toplam hikâyenin orta yerinde tüm düğümlerin atıldığı noktadaki Türkan Somer aşkının derinlik kazanışıyla, ayrılık olmadan eylüle kadar uğurladık çifti. Adım adım bakalım mı bölüme? Haydi takıl peşime belki kendine dair izler bulursun yazının bir yerlerinde.

Geçtiğimiz hafta aşka teslim olan, yıldızlardan dilek tutan, çocukluk yaralarını birlikte sarıp sarmalayan, sevgiden sarmalanıp uyumayan, denizin kalbinde kucak kucağa kalan Türkan’la Somer’in en keyifli oldukları anda öğrendikleri satış haberiyle sarsıldıkları yerde kalmıştık. Türkan’ın gözleri babasının yaşadığı kırgınlık ve çaresizlikle dolmuştu. Bu hafta iki sevgili bu çaresizliğin sebebinin Rüçhan Hanım olduğunu öğrendi. Tıpkı Sadık Baba’nın dediği gibi Türkan ve Somer’in birlikte olmaması için bütün kozlarını oynuyordu Rüçhan Korman ki oynamaya da devam edecekti. Durumun netliği karşısında Türkan’ın Somer’e tepkisi “Ayrılalım.” oldu. Geçtiğimiz haftalarda “ne olursa olsun elini bırakmayacağım” dediği Somer’e hemen ayrılıktan bahsetmesi garip gelebilir ama Türkan’ın Rüçhan Korman’ın yapabileceklerini en iyi bilen kişi olduğunu da unutmamak lazım. Türkan’a işkence eden, ailesinin adını hırsıza çıkarmaya kalkan Rüçhan’ın ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor Türkan. Diğer taraftan Somer de annesinin yapabileceklerini biliyor ama Somer’in bildiği başka bir şey daha var. Somer bu kez annesine ne kendisini kurban etmek istiyor ne de sevdiğini. Türkan’ a hissettiği duygunun tanımının aşk olduğunu biliyor Somer.  Türkan’ın onun tamamlayıcısı olduğunu da biliyor. Türkan’ın korkularını tam da bu nedenle göğüslemekten kaçmıyor. Ayrılık sözcüğünü bile istemiyor aralarında. Türkan’ın Somer’in hayatına getirdiği koşulsuz sevgi Somer için çok kıymetli ama bu kadar değil. Çünkü Türkan sadece koşulsuz bir sevgiyi getirmedi Somer’in hayatına aile sıcaklığını, sarıp sarmalamanın önemini, umutlanmanın nasıl sıcacık bir duygu olduğunu da getirdi. Sevdiklerin için savaşmanın ne kadar değerli olduğunu öğrendi Somer Türkan’dan. Tam da bu yüzden bölüm boyunca Kalender evini Rüçhan’a kaptırmamak için savaştı. Ama Fatih’le ama Rüçhan’la. Türkan’a da artık ailen benim ailem dedi. Oğul olarak da bağıra basıldı. Diğer taraftan Rüçhan’ın Türkan’a beslediği nefretin hızla büyümesine de şahit olduk bölüm boyu. Nefretin büyüme nedeni bize Özer Baba’nın ağzından Türkan’ın Somer üzerindeki etkisi ve Rüçhan tarafından bu etkinin yansıması kopuş olarak ifade edildi ama… Kusura bakılmasın. Bu köklü nefret ikna edici değil. Evet Rüçhan kendi kader yoldaşı olarak gördüğü Türkan’ın gidişini ona ilk isyanı olarak yorumladı. Öncesinde altın krizi çıkararak ki bile isteye yaptı bunu derdi Türkan’ı korkutarak ailesiz bırakmaktı. Rüçhan kendi yolundan giden bir Türkan istedi ama bir yerinde Türkan o yolu terk etti. İşin garip tarafı yolu terk ettiği an Somer’in parçalanmış ilgisi bir anda tamamen Türkan’a odaklandı. Parçalanmış ilgi ile anlatmak istediğim şu: Somer Türkan’la evlendiğinden beri ilgileniyordu. Bir yerinden Türkan onun hep ilgisini çekti. Şarkı söylemesi, dürüstlüğü, sevme şekli, ailesi, güzelliği… Bütünlüklü olarak değerlendirmese de bunca şeyi teker teker yakalamakla tanıdı Türkan’ı. Sonra Türkan gidince anladı ki yavaş yavaş hayatında önemli bir yere sızıp yerleşivermiş Türkan. 9.bölüm hezimetini de duygularından kaçma olarak yorumlamak istiyorum zira başka türlüsü gelinen yerde makul görünmüyor. Neyse Somer ev telaşına düşmüşken bana göre bölümün en önemli yüzleşmelerinden biriyle karşılaştı. Mine ile. Mine ve annesinin itişmesinin ortasında ne olduğunu anlamaya çalışırken Somer kafalardaki soru işaretlerine de cevap verdi. Daha önce ben nasıl baba olacağım telaşıyla beklediği çocuğa dair şüpheleri kendisine dair netleşince Somer sanılanın aksine çok mutlu olmadı. Verdiği tepkinden anladık ki Somer, Türkan’a yürümeye karar verdikten sonra o çocuğun kendisinin olmamasını tercih etmiş. Lakin yine de sorumluluk almaya eyvallah demeyi de ihmal etmeyen Somer cümlesini de şöyle tamamladı: “Benden bir şey bekleme. Çünkü artık benim kalbim de aklım da Türkan’a ait.” Bu cümle önemli. Türkan’ın bölümler önce Somer’e “Aklın ve kalbin başkasında değil mi?” sorusunda Mine’ye dair evet diyemeyen Somer, Mine’ye Türkan için kolaylıkla bunu söyleyebildi ve yolunun ayrıldığını da ekledi. Kuşkusuz dinamikleri farklı ilişkilerden bahsediyoruz ama izleyen açısından Somer’in Türkan sevdasının daha başka bir noktaya ilerlediğini görmek önemli. Kalenderlerin evinde küçücük koltuğa sığmaları, birbirleri olmadan uyuyamamaları, mutfakta birlikte yemek yapmaları bunlar minik ama özel anlar. Çünkü Somer’in Korman kibrinden Türkan için nasıl sıyrıldığının kanıtı. Fatih’e karşı, Mine’ye karşı hatta Rüçhan’a karşı kolayca ortaya çıkan Somer Korman kibri, Türkan ve sevdikleri söz konusu olunca yok hükmünde. Diğer taraftan bir diğer güçlü yüzleşme de Somer ve Rüçhan arasında yaşandı. Mine konusunda dahi annesine direnemeyen Somer artık annesinin fikirlerini umursamıyor. yaptırımlarını da. Söz konusu Türkan'sa  Somer Rüçhan'a direniyor. En tepeden tehditlerle üstelik. Çünkü bu aşk onu özgürleştirdi. Hem aklında hem kalbinde tek çünkü. Onun için Türkan çok anlamlı. Her biri için ayrı ayrı feda edilebilir pek çok şey. Ki etti de. Kalenderlerin evinin kurtulması için bizim mavi panjurlu evin harcanmasına içerlesem de doğru olan doğru olandır. Sonuçta ev kurtarıldı. Devamında iki güzel sahnede iki güzel dans izledik. Biri Somer’in Türkan’da evliliklerine dair tüm kötü anıları silme çabasının ürünü evlilik teklifi, diğeri küçük düğün merasimi. Burada parantez bazı noktalarda aksadığını da düşünsem öyle güzel paraleller kuruluyor ki hikayede bu hoşuma gidiyor. Örneğin Somer evin babası gibi balık getiriyor Kalenderlere, Türkan’la pişirip onca kedere rağmen neşeyle kocaman bir aile sofrası kurabiliyorken aynı anda belki aynı ağdan çıkan balığı sorunsuz hayatına sorun kata kata tek başına yemek durumunda kalan Rüçhan yalnızlığı. Yine Somer’in  Türkan’la her anında o yaşayamadığı tüm çocukluğu ortaya çıkarması ve muziplikleriyle karısını güldürüp öpüp koklaması. Sevgisini ona göstermekten asla sakınmayan, bencil davranmayan Türkan’a aynı tondan cevap veriyor Somer. Kaldı ki aralarındaki saflığın simgesi balonlarla yapılan evlilik teklifinden sonra edilen dansın tutkusu, yine derinleşen ve büyüyen aşkın izi. Burada yine parantez. Yönetmenin yakaladığı, oluşturduğu sekanslar inanılmaz sanatsal bu ikiliye. Cem Adrian eşliğindeki dans sahnesinin çekimleri muhteşem olmuş. Türkan- Somer aşkı gibi. Hem yüzlerinden, gözlerinden, hikayelerinden gün gibi açık hem de gizli, kendilerine dair. Hem masum hem tutkulu. Son sahne zeybekte de yine küçük dokunuşlar çok keyifli. Öncelikle bir su çifti olduğunu hep yazdığım Türkan Somer’in denizin içinde oynuyormuşçasına hem de “Deniz Üstü Köpürür” le oynaması çok manidar. İkincisi Somer’in Türkan’ı dansa kaldırırken söylediği cümle “Sadık Baba düğünde Türkan’la siz oynarken çok özenmiştim.” Somer’cim evlenmeyi istemediğin kızın babası ile dansına özendin demek. Özenmek keşke barındırır derler. Neyse ‘keşke bırakmama telaşın’ demek sana da hizmet ediyor. Diğer taraftan Somer’i artık Türkan’dan ayıramayacağını Mine bile anlamışken saldırısına onu dahil eden Rüçhan’ı yeni sezonda karma vuracak gibi duruyor. Çoğu kişinin aksine üvey abi olayının TürMer açısından değil de Korman cephesi açısından büyük sarsıntı yaratacağını düşünüyorum ben. Nesrin sahnesine ayrı bir parantez. Sezonun başından beri evlatlarının hayatını gasp eden iki anne izledik. Biri sevgi ile yaptı bunu biri tehditle. Rüçhan öyle kibirli ki oğlunu adım adım kaybettiğinin farkında değil. Sanıyorum ikinci sezon bu kaybı tümden yaşadığında ne olduğunu anlayacak. Ki karakterin geldiği noktaya bakınca, memnun değilim durduğu net karanlıktan, Rüçhan’ın sert düşmesi lazım. Nesrin’e gelince, o cidden sert düştü. Bir anda yüzleştiği Türkan Korman gerçeği kendi çocuğuna yaptığı kötülükle de karşı karşıya bıraktı onu. Hemen öncesinde Fatih’le yaşadıkları da burada yaşadığı yıkımın gücünü arttırdı. Yetmedi Somer, Mine ve bebeği öğrendi. Yetmedi bahçede tüm bu imkansızlığın ortasında karısını mutlu etmek için evin hissesini alan aşık Somer’le ona en başından beri aşık olan kızı Türkan’ın dans ederken yaşadığı mutluluğu gördü. Bu kocaman düğüm geldi Nesrin’in kalbinin üstüne çöktü. Şimdi ne olacak? Göreceğiz ama ben Türkan ile Somer’in yaşayacağı o büyük hesaplaşma öncesi ilişki anlamında köklenmesini görmek istiyorum. Bunu da öyle hamilelikle filan değil konuşmaları, birlikte sahneleri, birbirleri için vazgeçtikleri ve seçtikleriyle görmek istiyorum. Sahneleri kesintisiz olduğunda youtube’dan da anlaşılacağı üzere etkileri büyüyor. Konuşabilen, dertleşebilen bir çift TürMer. Bu kullanılmalı. İlişki güçlensin ki yaşanacak fırtınadan ikisi sağ çıksın. Bir de bu ikili çok güzel dans ediyor. İnsanın zihninde Leonard Cohen çalıyor onları izlerken. Bu değerlendirilmeli.

Son demde; “Karışmak nedir?” diye sordu kuş denize. Deniz: “Bir olma halidir.” dedi. “Bir olmak için ne yapmalı?” dedi kuş bu kez. Deniz cevap verdi: “Aşık olmak lazım ama beklentisizce. O zaman benlik bize dönüşür ve aradaki farklar ortadan kalkar. Fark yoksa engel yoktur. Engel koymak yoktur. Yokluktaki tek varlık sevgidir aşktır.”

İyi tatiller… Umarım, eylülde buluşmak üzere…

                                                                                                 UmayMasal



     

11 Haziran 2022 Cumartesi

"Seni Görmek Kendimi Görmekti"- Türkan ve Somer

 "Şafak vakti kanatlanmış bir yürekle uyanmak ve minnet duymak yine aşkla dolu yeni güne; öğleyin dinlenmek ve aşkın vecdini düşünmek derin derin; akşamleyin eve şükranla dolup taşarak dönmek, sonra da uyumak yüreğinizde sevgiliye bir dua ve dudaklarınızda bir övgü şarkısı- Cibran”

Aşkta ve savaşta diye başlar hikâye. Aşk temizler yapılan her kötülüğü, aşk sağaltır çekilen her acıyı, aşktandır çünkü her şey. Başka izahata ihtiyaç yoktur. Selam sevgili okur. Bu hafta biraz geciktik. Malum hayat zor, hele bu ülkede koşar adım ilerleyen onca şeye ayak uydurma telaşındayken, durup düşünmelere vakit kalmazken. Gecikmeli de olsa yeniden merhaba diyerek başlayalım her hafta kendinden yeni bir aşk yaratan TürMer aşkına.  Geçtiğimiz hafta Türkan’ı kendi hayatından vazgeçecek kadar umutsuz bırakmıştık sahilde. Onun umutsuzluğunun elinden kendi umuduyla tutmuştu Somer. Sorularına, Türkan’dan çok önceye dayanan güvensizlikleriyle hırpalanan ruhuna, annesine, Mine’ye hatta bizzat Türkan’ın kendisine rağmen Somer Türkan’ın elini tutmuştu geçen hafta. Ama Türkan aldığı ilaçların da etkisiyle kendinden geçivermişti Somer’in kollarında. Tıpkı uyuyan güzel gibiydi. Bu hafta hastanede devam ettik kaldığımız yerden hikâyeye. Somer’in telaşını gördük önce. Onca korkuya, telaşa rağmen hala karısına dair ima içeren konulardaki öfkesinin çabucak alevlenebileceğini de gördük. Türkan’ın Somer’in kırmızı çizgisi haline geldiğine yönelik bir çıkarım yapabilir miyiz buradan? Bence yapılabilir. Somer’in Türkan’a duyguları yavaş yavaş gelişip yerini buldu belki ama en başından beri Türkan’a dair sahiplenmesi derindi. İkinci bölüm başladı bu sahipleniş. Özellikle Mine ile ilişkisini devam ettirirken zaman zaman rahatsız edici olsa da bu sahipleniş, Somer kalbinin bir  yerinden Türkan’ı koruyup kollamak istedi hep. Annesinden, Mine’den, tehlikeden. Süreç ilerledikçe bilhassa konuşabildiği, kendisini anlatabildiği kişi haline gelen Türkan’a kayıtsız kalamadı. Sahipleniş nedeni başta koruma kollama haliyken zamanla bambaşka bir boyut kazandı. İçindeki umutla ki burada Somer’in ısrarla hayatında biri olmadığını vurgulamasının da payı vardı, çabaladı Türkan. Somer’in duvarlarından içeri sızmaya çalıştı. Sonunda da bu hafta o duvarları yıkmaya karar veren Somer’in içine sızmayı başardı. Hem de ne sızma. Türkan’ın gitmesi için her şeyi yapan Somer, kibrinden bazen vicdanını unutan Somer, geçen hafta sen değmezsin diye bar bar bağıran Somer, ağlaya ağlaya “Ya sana bir şey olsaydı, ne yapardım ben?” Noktasına geldi. Burada küçük bir parantez. Tv izleyicisi için çok hızlı bir sevdalanma hali Somer’inki ama sanıyorum alt metne bakınca ki bu hafta Somer’in Türkan’a anlattıkları da düşüncemi doğruluyor, Somer zaten Türkan’ı tanımaya başladığında bu sevdalanma hali onu sarıp sarmalamaya başlamıştı bile. Mine ile yaşadığı ilişki nereye kadar aşktı bilemem ama aşk vazgeçilir bir şey olmadığı için durduğumuz noktada aşk olmadığı net gibi. Peki Mine neden vardı? Bunun iki sebebi olabilir. Birincisi Somer annesinin sevme biçimini sevmek böyle bir şey diye algıladığı için annesine çok benzeyen, hırslı, zeki, otoriter Mine’yi hayatına aldı. İkincisi ise Mine Somer’e göre Rüçhan Korman otoritesine karşı durabilecek güçteydi. Ama süreç öyle işledi ki, Somer sevmek denen şeyin sandığını şey olmadığını da Mine’nin Rüçhan’a karşı duracak güçte olmadığını da gördü. Üstüne güvensizlikleri de eklenince Mine bir anda kaybolup gitti Somer için. Başta nefret edilen birine dönüştü sonra bu hafta da gördüğümüz gibi hiçleşmeye başladı. Öyle ki ortak bir çocuklarının olma ihtimali bile Somer’i durdurmuyor. Yok sayıyor bu durumu ve hızla Türkan’a koşuyor. Delicesine bir hızla hem de. Peki Türkan cephesi nasıl tanımlandı Somer için? Önce güzel ama sıradan, ailesinin isteği ile zengin koca derdinde bir kız sandı Türkan’ı. Kendi kibrinden Türkan’ı görecek halde değildi belki. Ama küçük küçük nüanslarda yine de gördü Türkan’ı. Nezaketini, sakinliğini, dayanma gücünü, sessiz direnişini gördü. Kendi umutsuz çocukluğuna inat Türkan’ın umudunu gördü. Zamanla Türkan’ın zenginlik denen şeyi sevgide aradığını anladı. Çocukça oyunlarını, onunla hizipleşirken bile koruduğu kibarlığını gördü. Şarkı söylediğini duydu Türkan’ın, Canım’la can olmasını. Kafeste kalsa da kafesten umut çıkarabilmesini gördü. Ayrılsam nefes alamam dediği Mine’den ayrılıp nefes alabildiğini gördü. Aslında sessiz gidişi ile onu nefessiz bırakanın Türkan olduğunu gördü. Rüçhan Korman’a kafa tutabilenin o sessiz, kırılgan Türkan olduğunu gördü. Somer Türkan’ı gördükçe kendini, olmak istediği beni gördü. Yarımlığını fark etti, Türkan’la tamamlanacağını gördü. Türkan’ın deniz kendisinin de o denize delice koşan nehir olduğunu gördü. Somer Türkan’la aynı ruhtan olduğunu gördü. Bu görüşle de Somer’de algıladığı her şey tepetaklak oldu. Sevginin cinsi ne olursa olsun kısıtlayıcı bir otorite olduğunu sanan Somer’e alabildiğine saf sevginin aslında insanı özgürleştirdiği tokat gibi çarptı. Sonunda Somer teslim oldu. Korkusundan direndiği Türkan’a teslim olmanın huzurunda Somer de kayboldu. Diğer taraftan Somer’in kendisini sevmediğine inanan Türkan için bu teslim oluş başta hiç de inandırıcı değildi zira Somer asla sevmeyeceğim demişti Türkan için annesine. Ama ailesinin bile ona sırtını döndüğü anda Somer’in ellerini tutmasıyla, gözlerindeki yaşla onu kaybetmekten korkmasını görünce Türkan da bu aşka inandı. Bölüm boyunca da Türkan ve Somer’in ilişki dinamiği ilmek ilmek gösterildi. Önce Somer’in Türkan’ın ailesine olan saygısı ve sevgisinin altı çizildi. Kalender hanesinin her ferdi Somer için değerliydi. Çünkü onlar sevdiği kadının ailesi ve Somer o ailenin sevgisini de istiyordu. Kibir denen Korman duygusunun yanından geçmedi Dönüş’ün tadı korkunç fasulyesini yerken. Ev vurgusunu yaptı yine. Kendisine ait aileyi koruyup kollayacağını ilan etti. Sonra Korman hanesine gidildi. İstedi ki annesi ve babası kararını görsün ona saygı duysun. Annesine rağmen TürMer kafesi odaya dönüldü. Ama Türkan’ın kayınpeder sevgisinin de altı çizildi. Sonra bölümün en iyi sahnesi geldi. Somer ve Türkan uzun uzun konuştu. Bu çiftin birbirine karışma şekli diyalogları. En uzak oldukları zaman bile böyleydi. Somer göğsünde sımsıkı tuttuğu ara ara öpücüklere boğduğu Türkan’a çocukluğunu anlattı. Annesinden alamadığı sevgiyi, babasından göremediği ilgiyi, her çocuğun hakkı olan çocukluğun elinden alınışını anlattı. Onu sevip okşayan Türkan’ın ilgisinde kaybolarak aslında istediği basit mutluluklara ne kadar uzak kaldığını anlattı. Sonunda da geçmişte bir yorganı bile paylaşamayıp itiştikleri yatakta iki kaşık gibi iç içe geçerek uyudular. Somer karısını pamuklara sardı bölüm boyu. Ailesine yazdığı mektupta eksik kaldığını gördüğü kutlamayı tamamladı. Her şeyi tamamlayacağız dediği Türkan’a sevgisini göstermek için çabaladı. “Sevgilim” dediği karısının yüzünü aydınlattı. Dilek olarak Türkan’a dair hayallerini tuttu ama bırakmadı. Türkan ise çocukluğundan yaralı kocasının yarasını sarmaya çalıştı. Ona bisiklete binmeyi öğretti. Bu sadece bisiklete binmek değildi. Türkan’ın Somer’i çocukluğundaki yaralardan, şefkat yoksunluğunun yarattığı öfkelerden sağaltmak için çabasıydı. Somer şımardı, düştü, kalktı ama başardı. Türkan onu hiç bırakmadı. “Yaparsın.” dedi. “Yaparsın aşkım.” Sonunda da yaptı Somer. Aşkla öğrendi. Aşkla da Türkan’la çocuklaştı. Türkan ve Somer’in arasındaki sevgi çok saf bir yerden ilerliyor. Baştan beri yazdığım gibi bu çift su gibi. Sakin, derin, hırçınlaşabilir, kasıp kavurabilir ama sükûnetinde de bilgeleşebilir bir aşk Türkan ve Somer’in aşkı. Tanıtımlardan da görüldüğü üzere Mine, Rüçhan ve belki Nesrin kâbus olup bu aşkın üzerine çökse de sanıyorum ayakta kalmayı başaracaklar. Somer’in de Türkan’ın da dönüşüp değişmesine neden olan, olmaya da devam edecek olan aşk sanıyorum herkesi dönüştürecek. Diğer taraftan Rüçhan konusuna küçük bir parantez açmadan geçemeyeceğim. Başından beri defolu bir kimlik Rüçhan. Sevilmediği bir evlilik içinde sıkışıp kalmış, tüm sevgisini kontrol manyaklığı içinde Somer’e vermiş, kendisini tanımlarken asla Korman soyadından bağımsız düşünemeyen, kibirli biri Rüçhan. Türkan’la baştan beri kendisini kader ortağı görüyordu. Evet bu kader ortaklığı Rüçhan’ı acımasızlığından bir adım bile geriye götürmedi ama zaman zaman şefkatini de sezdik. Türkan’ın evi terk etmesinin ardından Rüçhan saçma sapan bir ruh haline geçti. Elbette Türkan’ın başkaldırısından kaynaklanıyor bu hal. Yani Rüçhan’ın kayınvalidesi ve eşi Özer Bey’e asla karşı çıkamaması sanıyorum kayınvalidesi ölene kadar devam eden işkence sürecini asla bitirememesine karşın Türkan’ın Somer’e aşkına rağmen, üstelik Somer’in ilgisine rağmen çekip gidebilmesi veya tüm bunlara ek olarak da Türkan’ın ailesine olan sevgisi Rüçhan’ı çileden çıkarıyor. Yalnız tüm bu saydıkların katıksız kötülüğüne yönelik geçerli sebepler mi? Hayır. Bu hafta Türkan’ın başına gelenlerin düzmece olduğunu ve Mine’nin başının altından çıktığını öğrendi. Ki Mine’yi başından beri istemediği üstelik yalanlarını, yarattığı felaketi gördüğü halde tanıtımda görüyoruz ki iş birliğine devam ediyor. Kalenderlerden almaya çalıştığı intikam neden? Oğlunun aileye sevgisini mi kıskanıyor? Saçmalık. Kısaca Rüçhan’ı bu halde tutmaya, içinden anlık da olsa o anneyi çıkarmamaya devam ederlerse sanıyorum karikatür bir masal üvey annesine dönecek Rüçhan. Oysa gelgitli haliyle ilginçti. Yine Fatih’in çok zorlama bir çatışma alanı olduğunu düşünüyorum. Bu da sorun. Dönüş ve Derya kartlarının altı dolmalı. Oradan çift yaratılacaksa çocukça halden çıkarılmalı tabanı dolu, ilgi çekici lise aşklarına dönüşmeli. Ki Dönüş ve Serdar ilginç bir çift olabilir bence üzerinde çalışılırsa.

Son demde aşka dair en derin yerinden gelir imkânsızlık. Aşk imkansıza düştükçe derinleşir, derinleştikçe acısı, sevinci büyür. Türkan ve Somer imkanlı imkansızlıklarının içinde bir aşk örüyorlar. Yaralarını birbirlerine aça aça, çocukluklarının düşüp kalkmalarından bugünkü hayallerine seke seke, denizin içinde sevmekten uykusuz kalarak, her hafta suya dair metaforlarında daha da birbirlerine karışarak tamamlanıyorlar. Kapıları çalacak ayrılıkta oysa ayrılanlar hala sevgili noktasında kalacaklar. Zaten öyle değil midir? Denizin içinde kalbe dönüşen, aslında birbirinin kutup yıldızı, kalbi olan Türkan ve Somer’in hayali de gerçeği de birbirleriyken ayrılık nedir ki?

                                                                                                        UmayMasal  




2 Haziran 2022 Perşembe

Sevdiğin Bilemediğindir- Türkan ve Somer

 

“Mısır demetleri gibi derer sizi aşk. Harman yerinde dövüp çırılçıplak bırakır. Kabuklarınızı elemek için kalburdan geçirir. Apak edinceye kadar öğütür sizi.- Cibran”

Aşk nerede başlar nerede büyür köklenir? Yaşarken insan bunu anlayabilir mi? Sanmıyorum. Aşk ister ateşten olsun ister sudan kişi aşka düştüğünü anlayana kadar çoğu zaman o aşk çoktan içinde köklenmiş ve kalbi sarıp sarmalamaya başlamıştır.

Geçtiğimiz hafta Türkan’la ilgili gazete haberinin Korman Hanesine bomba gibi düşüşünü görmüştük en son. Sonrası bu haftaya kalmıştı. Kendi adıma Mine adı telaffuz edilir edilmez anında çözümlenecek mesele neden kördüğüme dönüşecek sorgusuyla başladım bölüme. Unutmuşum ah safoz esas kızlarımız ah. Türk dizi tarihinin eskimeyen kanunudur: Esas kız susmasının kendisini felakete sürükleyeceğini görse de muhtemelen rakibi tarafından manipüle edilir susmaya devam eder. Seyirci saç baş yolar ama o konuşmaz. Saçma mı? Evet. Gereksiz mi? Evet. Hele haftalar önce bizzat Türkan tarafından Rüçhan’a Mine ile görüşmeyeceği söylenmişken, üstelik Mine’den, tavırlarından rahatsızlığını ifade etmişken daha da saçma. Üstelik ne hikmetse evet arkadaş olarak Türkan’ın çevresinde birini görmedik ama kardeşleri varken. Somer’le babasıyla hatta Rüçhan’la yaşadıklarını da biliyor kardeşleri. Mine ne alaka? Geçen haftada yazmıştım Mine’yi tamamen bitirme hamlesiyse bu ,ki bu hafta Mine’ye giden bütün yolların itina ile kapatıldığını gördükten sonra çok da emin değilim, kabul edilebilir.  Neyse… Satır satır bakalım bu haftaki bölüme.

Somer gazete haberinin ardından Ferit’in kapısında aldı soluğu. Bu tarz şeyleri ilkel bulsam da Somer’in kendi tabiriyle içinden çıkan canavarın nereye kadar gidebileceğini görmek açısından güçlü bir sahneydi. Pusuda beklediği Ferit’in üstüne yıldırım gibi düştü. Ferit’in Türkan hakkında söylediği yalanla daha da çileden çıkıp adamı komalık etti. Bu dayak sanırım eninde sonunda Somer’in gidişini engellemek adına iyi oldu. Diğer taraftan Mine’nin Türkan’ı manipüle etmesi açısından da korkunç bir sonuç doğurdu. Hoş Türkan Somer’in hamile bir kadına maksimum ne kadar zarar vereceğini düşündü orası da muallak. Neyse dedim dönmüyorum aynı yere. Çünkü döndükçe sinirleniyorum.

Somer’in ikinci durağı doğal olarak Türkan’dı.  Türkan’a bağırdı, çağırdı, söylendi. Gururu incinmiş, kalbi kırılmış, âşık olduğu kadını kaybetme korkusundaki her adamın aşağı yukarı davranabileceği gibi davrandı ama… Şimdi burada bir parantez. Somer çok yükseldi ki bu onun Mine’ye dahi asla taviz vermediği kibrinden  Türkan için ne kadar taviz verdiğinin ölçüsüydü ona göre. Somer baştan beri annesinin oğlu kibir konusunda. Evet annesi kadar hadsizce kibir kusmuyor ama asla da kibrinden taviz vermiyordu. Tespiti doğru,   Türkan’a yalvardı kendisine dönmesi için. Defalarca reddedilmesine karşın, Türkan ona “seni istemiyorum.” demesine karşın da devam etti hamle yapmaya. En son en alınmaz tepeyi, Rüçhan Korman tepesini bile aldı Türkan uğruna. Somer kıskançlık ve öfke nöbeti geçirirken bir taraftan da Türkan’ın onu başkası için bırakma ihtimalinin ne kadar yaralayıcı olduğunu da itiraf etti aslında. Türkan ise sustu. O sustukça da çabalarının karşılıksız olduğuna, gerçekten istenmediğine inanan Somer daha da yükseldi. Öyle ki gitmeye kalktı, gidemedi. Sonra döndü dolaştı Türkan’la paylaştığı kafese geldi. Geldi gelmesine de o kafesin Türkan’sızlığına ilk girişinde elinden düşen bavul yerine bu kez ruhu rüyaya düştü. Gündüz gözüyle gördüğü Türkan’ın hayaliyle konuştu. Bu konuşmadan anladık ki Somer Türkan’a onu sevmesi için fırsat vermediğinin farkında. Üstelik kızın onu sadece uykusunda sevebildiğinin de farkında. Diğer taraftan Türkan’a tüm öfkesine ve kırgınlığına rağmen hala içinde bir yerde kendisi için çabalamasını, ona olanları açıklamasını da bekliyor. Tüm bunlara ek, Türkan’ı tanıma çabası göstermemenin, Türkan o odada onca acıyı çekerken aslında birlikte geçebilecek güzel zamanların harcanıp gittiğinin de farkında. Pişman Somer. Türkan’a kalbini açmakta geç kaldığı için, onun huzurunda, onunla yaşanabilecekleri yaşamadığı için pişman. Kendisinden vazgeçilmiş olma ihtimali tüm bunlarla harmanlanınca delirtiyor onu haliyle. Türkan’ın onunla gelecek hayal edememesine ise takılmış. Çünkü öyle anlaşılıyor ki Somer’in gelecek hayali artık Türkan’la. Bu arada sahnenin metaforik tarafı yine yüzükler. Türkan’ın hayal de olsa Somer’e getirdiği yüzükler bir bakıma Somer’in bu evlilikten ümidini kesmediğinin göstergesi ki bölüm sonu yine mektup zarfından düşerek Somer’de kaldılar.

Somer cephesine azcık ara Türkan’a geçelim. Bana göre saçma sapan bir sebep bile olsa Türkan bölüm boyunca aile sevgisinden sınandı. Kendisinin de dediği gibi anne ve babası ona inanmadıktan sonra Somer’i nasıl suçlayabilirdi. Kuşkusuz aile olma bilinci adına sınıfta kalan Kormanlara karşı Türkan’ın ailesi sevgide birlik timsaliydi ancak gördük ki başkaları ne der sorunsalı sevgiyi bile ikinci plana itebiliyormuş. Tetiklenme noktası yani Mine’yi koruma çabası bomboş bir argüman olsa da  temelde ulaşılmak istenen sonuç sanıyorum Türkan’ın sürekli baskı altına alınmaktan yorulduğu mesajıydı. Geçtiğimiz hafta yazdığım bu hafta da arkadaşıyla konuşan Somer’in itiraf ettiği gibi Somer Türkan ilişkisi ,sanırım artık aşkı diyebiliriz, özgürleştirici bir taraf içeriyor. Somer’i annesinden, olmak istemediği kişiden hatta zamanla Mine’den özgürleştiren, kendisi olmasını sağlayan bir sevgi bu. Çünkü onun ruhu su gibi. Saydam ve akışkan. Özgür olmak istiyor. Çocuk, yetişkin, baba, evlat… Olmasına izin verilmeyen her şeyi Türkan’la olabiliyor. Diğer taraftan Türkan da aynı. Baskılanmaktan uzak, dilediğini söyleyebildiği tek kişi Somer. Onun elini ne zaman tutsa içindeki isyancı başkaldırıyor herkese. Somer kendisi olmasını sağlıyor varlığında da yokluğunda da. O da su. Somer’le Türkan karıştıkça ailelerinden etraflarından gelen her şeye karşı daha güçlü ve özgür olabiliyor. Bundan iki tarafta birbirinden ilk andan beri vazgeçemiyor aslında. Denizle nehir gibiler. Biri coşkuyla diğerine koşuyor, öteki onu içine alıp saklıyor. Türkan’ı intihara kadar sürükleyen sürecin sonunda ailesinin değil de Somer’in orada olmasının alt mesajı da sanıyorum bu. İleriye dönük olarak ne olursa olsun diye verilen sözün Mine bombası ile parçalanacağını düşünsem de ikilinin aşk akışındaki halini izlemek güzel olacak diye düşünüyorum. Türkan’ın başına örülen çorabın sahibinin de ortaya çıkmasını temenni ediyorum tabi. Zira Mine’nin herkesi parmağında oynatması çok saçma. Diğer taraftan Somer yükseldikçe bu aşkta çekeceği acının katmanlarının ne kadar ağır olacağının da sinyali gibi Türkan’ın çektikleri. Somer daha fazlasını çekecek. Selçuk daha çok dert babası olur gibi. Son deme geçmeden önce Somer’in Türkan’a neden âşık olduğunu gayet net anlıyoruz yazdığım üzere ama bu aşkı sadece Türkan’ın masumiyetine bağlamak sanıyorum manasız. Evet Türkan iyi niyetli. Somer’in ne annesine benziyor ne de Mine’ye ama Somer’in Türkan’a âşık olma sebebi bana göre onu özgürleştirmesi. Güzel olması, iyi olması, sevgisindeki dürüstlük bunun yanındakiler. Sürekli masumiyet vurgusu beni rahatsız ediyor artık.

Son demde; Türkan’ın sürekli ağlamasından, Mine’nin varotik entrikalarından, Rüçhan’ın hadsiz kibrinden ve Nesrin’in garip el alem ne der tribinden seke seke bir parça baba desteğiyle utana sıkıla bir aşk hikayesi kuran Türkan ve Somer’den, Türkan veda mektubunda da olsa Somer’i sevdiğini itiraf etti. Sıra Somer de. Umarım büyük bir şey yapar zira kızın burnundan geldi aşkı da evliliği de. Birbirlerini bilemeden çıktıkları yolda aslında ruhları birbirini bilerek sevmeyi öğrenen TürMer üstüne birbirini öğrenince neye evirilecek görelim. Somer Türkan’ın ilk düştüğü yeri, sevdiği şeyleri öğrenip üstüne Türkan’ın dizlerinde uyuyup onunla sevgiden uykusuz kalınca içindeki Türkan neye dönüşecek? Türkan’da Somer net. Baba evinin anahtarını da attığından beri sevmiş Somer’i. Yine deniz. Türkan’ın taştan kalbi, Türkan’ın yüzükleri, Türkan’ın baba evi anahtarı denizde. Somer’in bekarlık evi denizde. Fragmanda Türkan ve Somer de denizde. Boşuna suyun bilgeliği demedik bu çifte😊

Not: Türmer fandoma küçük bir rica. Blog yazısından tabiki kesitler alabilirsiniz ama ricam tamamen ssleyip paylaşmamanız. Şimdiden teşekkür ederimm:)

                                                                                                            UmayMasal        




29 Mayıs 2022 Pazar

Aşk Çarmıha Gerer- Türkan Somer

 

Kanatları sizi sardığı zaman, ona teslim olun. Tüyleri arasında gizlenmiş kılıç sizi yaralayacak olsa da. Hem aşk sizinle konuştuğu zaman, ona inanın. Bahçeyi tarumar eden kuzey rüzgârı gibi darmadağın etse  de düşlerinizi sesiyle. Çünkü aşk taçlandırdığı gibi çarmıha da gerer sizi. Hem besler büyütür hem de budar sizi. – Cibran

 

Aşk kendisinden başka hiçbir duyguya yer bırakmayan güçlü bir duygu. Acısında da mutluğunda da sadece kendisini gerçekleştirme peşinde uçlarda gezinen bir his. Geçtiğimiz hafta mahkeme salonunda bıraktığımız Türkan ve Somer arasında da fırtınasında da huzurunda da güçlenerek ilerliyor. Hoş Türkan cephesinin bir süredir umudun istiridyesine saklanmış aşk yaşadığı her türlü acıya rağmen büyümekteydi. Lakin Somer cephesinde işler karmaşık ilerliyordu. Türkan’ın ayrılma kararının ardından Somer ciddi bir dönüşüm geçirdi. Bunun temel sebebi Mine ile olan ilişkisinde bulamadığı güveni Türkan’da arama çabası mı vardı yoksa Mine ile yaşadığı aşk değildi de sadece annesine başkaldırmak için seçtiği bir acı verme hikayesiydi de Türkan savaş baltalarını çıkarınca mı kıymetli oldu bilemiyorum. Teknik olarak hikayenin bize anlatmaya çalıştığı Somer’in aslında Mine’ye aşık olmadığı ama tanıdıkça yavaş yavaş vurulduğu hatta benim tabirimle denize koşan nehir gibi akmaya başladığı Türkan’a sırılsıklam aşık olduğu amaaa… Şimdi burada küçük bir eleştiri. Aç parantez:  Birazdan bölümdeki dönüşüme ilişkin mesajları kendime göre çözümleyecek olsam da Somer’in Türkan’a sevgisinin ne noktada dönüştüğü seyirciye anlatılmalı diye düşünüyorum.  Kapat parantezi.

Mahkeme salonunda tam da beklendiği üzere Somer boşanmayacağı söyleyerek Türkan’ın kopartmakta kararlı olduğu pamuk ipliğini sımsıkı tuttu. Aralarındaki gerilim ne kadar yüksek olursa olsun bu hamle Somer’in  Türkan’dan kolay vazgeçmeyeceğinin ilk işaretiydi. Sonrasında gelen ev hamlesi, Rüçhan’a ardından Mine’ye verilen ayar  geçen hafta kararlı olacağına dair söylediklerini haklı çıkardı Somer’in. Yetmedi defalarca ve defalarca red yese de ev tuttu ardından eline tutuşturulan yüzüklerle kalsa da yeni yüzüklerle Türkan’la devam etmekteki kararlılığının arkasında durdu. Sanıyorum Türkan’ın burada Somer’e yüzükleri teslim etmesinin metaforik bir anlamı var. Zorunlu evliliklerinin simgesi Türkan’ın parmağındaki o iki yüzük. Galiba Somer yüzük bile takmıyor. Denizin bilgeliğinden beslenen çiftten önce Türkan’ın kalbi denize gönderildi. Ardından Türkan’ın taktığı gösterişli Korman tek taşı ve alyansı. Sonrasında Somer’in hem kendisine hem de Türkan’a aldığı gösterişten uzak alyanslar, bu evliliğin Somer için de artık zorunluluktan gerçekliğe evirildiğinin hatta istendik hale geldiğinin somut göstergesi. Diğer taraftan en az Rüçhan kadar evladının ne istediğinden çok etrafa odaklanan Nesrin de Türkan’ın hiç de sandığımız gibi mutlu, huzurlu bir ortamda büyümediğinin kanıtı gibi. Türkan sorun yaşamamış çünkü sorun yaratmamış. Annesi neye karar verirse ona tamam demiş. Şimdi Somer ve Türkan’ın aslında ne kadar benzediğinin bir başka noktasında duruyoruz. Somer’i taparcasına seven ama hayatını zapt eden Rüçhan, ona hayır demeye çalışan ama yakalandıkça onun hükmüne boyun eğen Somer ve sevgiden başka dil bilmediği için hayır diyemeyen Türkan. Aralarındaki duygu her şeyi kaplamaya başladıkça ikisi için de isyan bayrağını açmak annelerinin baskılarına direnmek çok daha kolay olmaya başlamış sanki. Çünkü aşk kendi isyancısını yaratır. Türkan ve Somer açısından da o isyancının ilk muhatabı anneleri. Evet aralarındaki pamuk ipliğini anneleri bağladı ama artık pamuk ipliğinden gümüş sicime dönüşen bağı kendileri oluşturdu. Arkadaş oldular, sırdaş oldular, sonunda sevgili olmaya doğru yürüyorlar. Sevgi, bir farkına varma halinin karara varma haliyle çakışması. İkisi de bu çakışmanın tam ortasında karşı karşıya duruyor. Henüz el ele olma kısmını göremesek de görmek için çok da vakit olmasa da Türkan ve Somer’in ruh aşinalığından dönüşen aşk pek çok biçimiyle ikisini sarsacak. Diğer taraftan ikili için seçilen evin de su  gibi olması şahane bir detay. Umarım Somer ve Türkan’ın kendisine dair alanı olur o ev. Mine ve hamileliği düşünülürse çok uzun süremeyecek teslimiyet anları umarım o alanda olur. Çünkü bu hafta ve önümüzdeki bölümde aile bağları çok yara alan alacak olan Türkan’ın ben kalacağını düşünmüyorum. Giden taraf olacaktır. Geçtiğimiz bölümde Mine’nin oyununa gelen Türkan’ın ,ki burada bir parantez bence çok gereksiz, saçma bir olaydı, bu hafta ailesiyle sınanacağı ortada. Türkan’dan kolay vazgeçmeyecek olan Somer açısından iki ilişkisinden hissettiklerini kıyaslaması için sonunda da eğer ortaya çıkarsa Mine’nin kötü niyetinin tüm çıplaklığı ile ortaya serilmesi adına iyi hamleye dönüşebilir bu saçma sahne. Acı çekiliyor bari bir faydası olsun. Bu fayda sadece Türkan’ın Somer’e dönüş yolu olmasın. Kuşkusuz Somer’in Türkan’a inanması çok kıymetli ama başka katmanları da açılsın.

Somer için baştan beri sahiplenilen Türkan’ın ruhunda yarattığı dönüşümü iskele sahnesinde bir parça görmüş olmak da güzeldi aslında.  Yine suyun içinde, denizle hatta güneşle iç içe sahnede. Ne dedi: Alışırdım. Bitti dediğimde bitseydi keşke. Bitmek söylemek kadar kolay değil. Olsaydı keşke. Direnişimi kıran yürümem gereken yolu anımsatan sesini, güzel yüzünü unutamıyorum…  Türkan’ın Somer’in ruhunu okuyan ve içindeki kırgın çocuğu sarıp sarmalayan saf sevgisi Somer’i korkuttu. Direnmesine neden oldu. O direniş kırıldı. Ardından elinde yüzüklerle “Ne istiyordum ben? Neyi arıyordum? Neyi kaybediyorum şimdi? Neden acıdan çok korku var içimde?” diye sorarken kendine; en başında Mine’ye sevgisiyle ona dönmek isterken onunla hayat kurmak için yol ararken şimdi Türkan’ı ve sevgisini kaybetmekten, kendisiyle ilgili gelecek hayali kuramadığını söyleyen Türkan’la aile hayali kurup o hayalin altında kalmaktan korkan Somer’e dönüştüğünü anlıyor aslında. Çünkü kaybetmek üzere olduğunu fark ettiği tam da Türkan’ın Korman hanesinden kaçarken iç sesiyle söylediği şey: “Umarım, yüreğin sana ışık olur, ses olur da  bir gün hiç bulamayacağı bu sevgiyi elinin tersiyle nasıl ittiğini hatırlatır.” Çok sürmedi Somer’in anlaması.

Son olarak; aynılık bazen en büyük tezattır. Güvenle sınanan Somer’in Türkan’ı ona olan güveninden vuracak olması tamamen aynılığın keskin yüzlü bıçağı. Sırtına açılan yaralara alışık olan Somer’in Türkan’a açtığı yaranın kendisinde yaratacağı kanamaya hazır olup olmadığını da göreceğiz. Somer’in yaralarının sızısını kendi acısı bilen Türkan’ın bu konuda ruhunun hazırlığı malum. Acıyacak ama ayakta kalacak. Peki Somer… Aşk çarmıha gerendir.

                                                                                                       UmayMasal




20 Mayıs 2022 Cuma

Aşkın Su Hali- Türkan ve Somer

 Su Gibi Akmak mı, Şekil Almak mı?

“Aşkın kendini gerçekleştirmekten başka tutkusu yoktur. Fakat aşıksanız ve arzularınız olacaksa mutlaka, şunlar olsun arzularınız: Erinmek ve akan bir dere olmak ezgisini geceye söyleyen. Tanımak haddinden fazla sızısını. Yaralanmak kendi aşk idrakinizle; kan ağlamak isteyerek ve sevinçle. - Cibran”

Merhaba sevgili okur. Uzun zaman oldu biliyorum. Arada derede bir şeyler karalasam da uzun zamandır aşkı anlatma çabasındaki bir çifte yakından bakmıyorum. Beni okuyanlar bilir, hikayedir aslolan diyerek yazarım ben. Ama tabi o hikâyede bir yerinden bir duygunun beni yakalaması, tutup sürüklemesi gerekir. Şimdi içimde yankılanan o duyguyu bir yerinden yakalayan ama bunun sürekli olup olmayacağından emin olmadığım bir kurgu aşkını yine bence, bana göre anlatmaya çalışacağım. Peşime takılmak istersen hadi tut sözcüklerimi gidelim. Sürekli okuyanlarımdan birinin dediği gibi olan hikâyeye bence bakarken yeniden mi yazarım yoksa yazanlarının aslında anlatmak istediği midir yazacaklarım, birlikte keşfedelim. Aşk acıya talip olmaksa, bile bile formunu dönüştürmekse, ateş olup yanmak, su olup akmaksa bir yerinden bunu yakalayan kurguyu kovalamak da güzeldir diyelim.

Sebeb-i girizgahımın müsebbibi çift yine aslında başından beri izlemediğim ara ara videolarıyla karşılaşsam da uzun uzun üstünde durmadığım bir hikâyenin parçası olarak karşıma çıktı. Sonra minicik bir ayrıntı, bu çiftle “su” arasındaki ilişki beni cezbediverdi. Su ki hayattır, yeşerten, yaşatan, hafızası olan, şamanik öğretilerde bilgeliği temsil eden. Sessizliğinde sakladığı direnişiyle, form değiştirebilmesiyle mucizesini içinde taşıyan.  Tamam tamam yazıyorum. Su mucizesine göz kırpan bu çift:  Türkan ve Somer.

Üç Kız Kardeş kitabından ekrana seken hikâyenin başladığı nokta benim açımdan pek de izlenesi değildi aslında. Zira aynı gün başka bir işe bakıyordum vakit buldukça. Bizim evde kumanda sahibi sevgili annem o işteki baş erkek oyuncunun karakteri ölünce hikâye ile bağını kaybetti ki sanırım aynı sorun bende de baş gösterdi. Ayrıntıya gerek yok ama bir dizide kişiyi bağlayan pek çok dinamik olmakla beraber biz kadınlar o hikayedeki nahif aşkla çok daha kolay bağ kuruyoruz sanıyorum. Neyse esas oğlan ölüp yerine yeni bir esas oğlan gelince bizim kumandanın rotası değişti haliyle. Kaynana dayağı, zorlama evlilik bu evlilikten umulan aşk filan, amann yine mi şiddet derken son derece standart hikâyenin içinden çıkabilecek bir potansiyel bizi bir yerinden yakaladı. Ama itiraf biz yakalandığımızda ilk dört geçilmişti.

Çocukluğu sevgisiz bir evliliğin içinde geçmiş Somer’in, babası ile aynı kaderi paylaşırken buna isyanıyla kırıp döktüğü ama bir taraftan da tüm isyanına rağmen otoritesine boyun eğdiği annesinden korumaya da gayret ettiği Türkan’la arkadaş oluşuydu ilginç olan hikâyede. Aşık çiftlerin konuşma özürlü olduğu kurgu dizi evrenimizde Somer ve Türkan sürekli konuşuyordu. Dur hemen deme son bölüm diye, oraya da geleceğim. Somer’in yaralı çocukluğunun karşısında tüm tezat haliyle duran mutlu çocuk Türkan. Sevmenin bir alma verme hatta karşılıklılık ilkesinde konumlandığına inanan ve buradan seven Somer’in karşısında karşılıksızlığı sevgiye mesken etmiş Türkan. Ne kadar Türk filmi değil mi? Ama bir o kadar güzel, nostaljik. Korman sevgisizliğinden şoklanmış Türkan’ın dayanma çabasına şu an durduğum yerden gözlerimi devirsem de, bu tezatın zamanla diyaloglarla dönüştüğü senkronu izlemek o kadar keyifliydi ki. Bu hafta Somer’in de dediği gibi en uzak olduklarında bile gülen, eğlenebilen, karşısındakini koşulsuz kabule yatkın en çok da içindeki duyguyu serbestçe konuşan bir çiftti Türkan ve Somer. İki annenin pamuk ipliği ile bağladığı ikili aynı odanın içinde yaralandı, ağladı, birbirinin yarasını sardı, oyun oynadı, atıştı. Somer’in umutsuzluğuna karşılık Türkan’ın umuduydu aslında atışan. Bir taraftan da en tutsak gözüken Türkan. Oysa  Canım’ın kafesindeki yaşamı gibi gidemeyen, özgürlüğü özleyen ama neresinden özgür kalacağını bilemeyen; Rüçhan’a hayatlarının anahtarını teslim etmiş Kormanlar. Hatta o kafesin bekçisi gibi gözükse de en büyük tutsağı Rüçhan. Kim tutsak kim özgür? Tüm bu sarmalın ortasında büyüdü Türkan Somer arkadaşlığı işte. Sonra su gibi aktılar birbirlerine. Deniz kenarında birbirlerini fırtınalı ve sakin denizlere benzettiklerinde başladı akışları. Benim için de su oluşları. Kafeslerinden çıktıkları ilk an denize gittiler ve yavaş yavaş birbirlerinin şeklini almaya başladılar. Su zaten en kolay form değiştiren şey değil mi? Bir taraftan içinde evrenin tüm sırrını saklarken damla damla bir taraftan da sükûnetle kabul etmiyor mu zorlamaları? Demiyor mu “Tamam şeklini alırım ama ben ben olmaktan vazgeçmem.” Somer Türkan’ı öğrendikçe annesi ve belki Mine’den farklı, o su halini gördükçe teslim etti kendisini, akışa bıraktı. Sevgisinin karşılıksızlığını kabullendiği Türkan’ın su gibi akıp gideceğini de hesaplamadı. Hatta o kadar hesaplamadı ki Türkan’ın babası onu senden alırım dedikten sonra eşya almak için döndüğü ortak kafeslerinde o yoklukla karşılaşınca gözleri doldu. Ama onun teslime en yakın olduğu bu zamanlarda Türkan ailesine yapılanlar ve Somer’in hayatında biri olduğuna inancıyla çıkılamaz denen hatta Korman erkeklerince cidden çıkılamayan kafesin kapısından akıp gitmişti bile. Türkan akıp gidince  Somer de babası da onun açık bıraktığı kapıdan süzülüp çıkıvermişti bir cesaret. Kendi yarattığı kafese mahkûm Rüçhan dışında herkes özgür kalmıştı bir anda. Rüçhan bir tarafta dursun. Somer ise kendi su haline geri döndü Türkan sayesinde. Deniz üstünde, kimseleri sokmadığı evine döndü. Döner dönmez de fırtına halini suskunluğunda saklayan Türkan’ı aradı. Ama kısa sürede anladı ki kendisi nasıl onun huzurlu akışının şeklini aldıysa Türkan da Somer’in fırtına halinin sert dalgaları olarak vuruyordu aşka. Deniz kıyısında yaşayan Türkan’ı denizden kaçıran, sonra denizin üstünde öpen, sonra denizde saklamaya çalışan, Türkan’ı ilk kez kalbini ona teslime hazır şekilde sabaha kadar izleyen Somer’in Mine’ye dair hiçbir şeyi de kendi evi ilan ettiği ve Türkan’la Türkan’a dair insanları aldığı alanında tutmaması da bana göre karışmak istediği denizin Türkan olmasına göndermeydi. Sözcüklerini susan Somer ve o sözcükleri duymadan geri dönmeyi asla düşünmeyen Türkan’ın itirafı da deniz kenarında mı olur acaba? Bu metaforu ben uydurmadıysam mutlaka öyle olması gerekir. Çünkü bazı aşklar ateştir. Yakıp kavurur. Yanmak baştan başlamanın aynılaşmanın yoludur. Yanmadan kendinde olan kendini yok etmeden aynılaşamazsın bazen. Yanmayı seçmektir bilmenin tek yolu. Bilmek için yakarsın kendini, kül olursun ki birlikte, külün küle karışsın savrulsun ve bizlik olsun. Bazı aşksa su olmaktır. Bilen bileni tanır. Zamanla karışır birbirine. Tanıdıkça aynılığını fark ettikçe sarmalanır aşk. Huzurlu bir bilme halidir. Ama o huzur elinden alınırsa suyun fırtınaya dönüşmesi en az yanmak kadar acı vericidir. Bilme halinin acısı kişinin içine oturur. İçini kurutur. Fırtınasında da melteminde de su, sudur ama. Nehir de dere de denize karışır. Bakalım Somer Türkan’a karıştığını ne zaman ve nerede itiraf edecek? Etmeli çünkü. Sürekli ıslanmakla olmuyor bu işler. 

Dilerim girişte Cibran’ın dediği gibi aşk kendisini gerçekleştirmenin yolunu bulur bu hikâyede. Zira kitaptan bağımsız hale geldiğini düşündüğüm Türkan ve Somer’in en keskin ayrılığı yaşamadan önce gerçekleşmesi lazım. Özellikle Somer’in karışma haline ve duygularının gücüne ikna olmaya ihtiyaç var. Bir de Türkan ve Somer’i güzel yapan konuşabilmeleri. Bu özelliklerini almayın ellerinden. Bırakın konuşa konuşa karışsınlar birbirlerine ki ayrıldıklarında denizi içmekten korkan Butimar’a dönmesi gereken Somer’e ikna olalım. Aşkta formunu değiştirmeye kararlı Somer’in Türkan’dan başka çaresi olmadığına Türkan’ın da içindeki bilgelikle acısında yeniden ve yeniden büyümesine, aşkta deniz olmasına ikna olalım. Şekil almaya çalışan Somer’in koşa koşa akmasına şahit olalım. Çünkü deniz Türkan ona koşan nehir Somer olmalı bu evrende. Bence...    


                                                                                                                            Umay Masal





3 Mayıs 2022 Salı

Hayal Perdesinin Aykırı Cadısı

 Tilya Damla Sönmez’e…

Arkadaşım, arkadaşımız Tilya Damla. Âdettendir arkadaşlara doğum gününde hediye verilir. Kuşkusuz sana da bir sürü hediye veren oldu, olmaya da devam edecek. Ben sana ne hediye vereyim diye düşünürken sözcüklere olan sevgimizin ortak paydamız olduğunu hatırladım ve sana sözcükler hediye etmeye karar verdim. Hem belki benim düşüncelerimi ve duygularımı paylaşan birileri de vardır kim bilir? Hem nasıl bir serüvenden geldiğimizi yazmak, buraya not düşmek de keyifli olabilir diye de düşündüm. Seninle tanışıklığımız en azından benim için Ceylan’la sanıyorum. Bir Aşk Hikayesi’nde Korkut’un acılı  hikayesinin ortağı, onun sevdasının muhatabı Ceylan’ın aşkla büyüyüşünde izledim ilk seni.  Zaman zaman şımarıkça zaman zaman korkarak ,bir kız çocuğunun ruhunun çizile çizile büyümesinin de öyküsüydü aslında. Sonra Gülru olarak gördüm seni. Hırslı, aşık, öfkeliydi Gülru. Hayattan intikam almak için sınırlarını zorlamaktan asla kaçınmayan genç bir kadındı. Garip şekilde kendi eğlenceni de kattığın bir karakterdi Gülru ama  orda bir yerde kaçırdım galiba seni ben.


Sonra Efsun’la yeniden karşılaştık seninle. Asla izlemeyeceğim hatta izlemeyi bile düşünmeyeceğim bir dizinin ortasında bir anda Efsun Kent olmuştun. İyi bir oyuncu olduğunu zaten biliyordum ama Efsun’la birlikte müthiş bir anlatıcı olduğunu da keşfettim. Hep dediğim gibi Şehrazad’tan referans alan, bazen yazan bunun fakında mıydı diye tereddüt etsem de, inanılmaz eril bir hikâyenin içinde ışıldayan, alabildiğine  dişil karakteriyle hikâyeyi ele geçiren Efsun. Sen öyle Efsun olmuştun ki oyunculuğundaki güce bir kez daha hayran oldum. Sanırım tam da o noktada yani Efsun’un eril evrene başkaldırısında ruhlarımız bir çeşit arkadaşlık bağına sahip oldu. Pek çok kişi buna katılacaktır. Sen ne kadar hissettin ya da bunun kendince ne kadar tarafısın bilemiyorum ama kurgu evrenine de fazlasıyla sirayet eden kadını hiçleştirmeye yönelik çabaya karşı ortak taraf olma tutumumuzdan biz zaten çoktan arkadaş olmuştuk bana göre.




 Sonra Damla ve Sibel’le tanıştım. Evet kronolojik değildi keşiflerim ya da seninle tanışma sürecim. Damla’ya çokça kızdım ben ama savrulmanın ne demek olduğunu bildiğim için o savruluşta kaybolmanın üstelik çocukluk ve sonrasında gençlik denen sarmalda tek başına, yersiz ve yurtsuz hissetmenin yarattığı tahribattı bana göre onun çığlıkları. Onunla da bağ kurmamı, pişmanlıklarına üzülerek finalde onu uğurlamamı sağladın. Sibel’e gelince… Kuşkusuz başyapıtlarından biri Sibel. Kadının özündeki ruhsal gücün yansıması Sibel’de arketipsel Vahşi Kadın’ın başkaldırarak toplumun Mavi Sakallarına karşı mücadelesini anlatırken sen de içinde yaşadığın dünyanın Mavi Sakallarına başkaldırdın belki de. Bunun için içimde en çok hissettiğim yaratılarından biri.  Aldığın ödülleri sonuna kadar hak etmekle birlikte Sibel’de ortaya koyduğun performansın en etkileyici hatta büyüleyici tarafı içine aldığın, kendine mal ettiğin seyircinin o atmosfere senin gözlerinle bakmasını sağlamandı. İnsanlık denen varoluşsal mücadelede aslında toplumların hangi maskara düzenlere babalık, sevgi, vicdan gibi kavramları nasıl kurban edebildiklerini izlerken ağladım.  


Sonra Anna ile tanıştım. Kırılgan ama güçlü. Bir Çağ Fatih’ine kafa tutabilecek cesarette ve zeki. Kısacık anlara sığdırdın onun hikayesini. Ben tanışırken teker teker yarattığın kadınlarla Efsun’da eviriliyordu kendi hikayesinde. Efsun’un evirilişi dursun bir kenarda bu kez Ophelia oldun bir anda. Hamlet’in kendi delirişinde parçaladığı Ophelia ve o parçalanmada sevdiği adamla birlikte pay sahibi baba ve erkek kardeş. Her seferinde erkeklerce sadece kendi çıkarları için parçalanan kadın ruhu, yağmalanan kadın hayatı. Bu kez Ophelia’ydın hem de aynı anda Efsun’un içinden başka başka Efsun’lar çıkarırken. Etkileyiciydi. Kabul ediyorum can yakıcı ama etkileyici bir performans süreciydi. Çok zaman geçmeden seni Arya olarak gördük. Bu kez adalet arayan bir savcıydın. Özgür seçimleri olan Arya’yı çok kısa zamanda Efsun’dan öyle bağımsız yaratmıştın ki yine oyunculuğun adına taktire şayan bir hamleydi. Arya özgürdü özgür olmasına ama yine de bir erkeğin hikayesinde heba olup gidivermişti günün sonunda. Sonra Dilruba’yı getirdin bize. Öyle bir hikâyede ve öyle bir anlatımla ki üzgünüm sadece senin sahnelerin ekseninde izleyebildim. Başta çok kızdım bu hikâyede ne işi var diye? Sonra sonra oynadığın karakter üzerinden anlatıyı ve beraberinde yarattığı yansımayı izledim. Hoş benzer bir deneyimi Efsun’la da yaşamıştım zaten ama burada en üzücü taraf bizzat kadın diliyle eril bir şekilde ezilen, ezildikçe şakşaklanan zihniyetti. Ne tuhaf.  

Şimdi seninle karşılıklı duruyoruz. Senin de eğer okursan düşüneceğin gibi daha tanışmadığım karakterlerin var. Tanışacaklarım da var. Sevdiklerim var sevmediklerim var. Sevdiklerim olacak, sevmediklerim de olacak. Bazen sana kızacağım, ki kızdığım da oldu; ama en çok seninle olan sevgiye dayalı arkadaşlığımızın devam edeceğini biliyorum sanırım bu serüvende. Tezer Özlü der ki; “Yolculuk ilginçtir. Dağlardan, deniz kıyılarından, kentlerden, gecelerden geçilir. İnsanlardan geçilir. Irmaklar görülür… Sonra yol ilerler. Dünyalara açılan, yeni yaşamlardır yolculuklar.” Hepimiz hayat içinde kendi hikayemizin peşinde bir serüven yaşıyoruz. Seçimlerimiz, seçmediklerimiz bize eşlik ediyor. Serüven dediğimiz çoğu zaman kendimiz oluyoruz ve çocukluğumuzun gizli bahçelerine dönmeye gayret ediyoruz. Burada kişisel yaşamımızın sanatçısı olmaya kendi kişisel mitolojimizi kurgulamaya çalışıyoruz aslında.  Sen de ben de biz de rutinin öldürücülüğünden uzak, süresiz başkalaşmalara açık yaşamak için mücadele ederken yoldayız ve yoldaşız işte.  Oruç Aruoba’nın dediği gibi “Yola çıkacak kişinin aşması gereken ilk ve en önemli engel, kendi yerleşikliğidir; kendi yeri – kendisidir.” Canım Arkadaşım Tilya Damla Sönmez, doğum günün kutlu olsun.  Yeni yaşın sana istediğin ne varsa versin. Bu serüvende hep aş kendini bir şekilde biz de seninle yeniyi arama gücümüze güç katarak ilerleyelim. Sen bizdeki kıymetini bil. Seninle heyecanlanan, senden ilham alan bunca ruhun elini omzunda hisset. Seni en kısa zamanda başta tiyatro sahnesi olmak üzere hayal perdesine hizmet eden her yerde görmek dileğini bırakıyorum buraya. Ek olarak umarım müzikal yaparsın. Kurt kadınları anlatmaya devam olur mu? 

Seviliyorsun hem de baya seviliyorsun Tilya Damla Sönmez, Hayal Perdesinin Aykırı Cadısı.    

                                                                                                                                       Umay Masal