18 Nisan 2017 Salı

Cesur ve Güzel -22.Bölüm

Nasıl oluyor, ne şekilde beceriyor tam çözemiyorum ama bu diziyi izlemekten öyle ya da böyle gerçekten büyük keyif alıyorum. Şöyle ki: Bütün etkenlerin dışında, her şeyden önce, görsel olarak Kıvanç’ı ayrı bir yere Tuba’yı da daha farklı bir yere koyuyorum tabii ki. İkisi birleştiği zaman ise çok bambaşka bir şeye dönüşüyorlar benim gözümde. Evet senaryo tam anlamıyla tatmin edici değil, kopukluklar bulunmakta, mantıksal hatalar da mevcut; diziyi bir hafta beğenirsek diğer hafta en şiddetli biçimde yerebiliyoruz. İstikrar maaesef yok. Durum bundan ibaret olsa da bana verilenden bir şekilde keyif almaya çalışıyorum en basitinde. En azından şimdilik gidişat bu. Sonrasına ise bakacağız zamanı gelince.  
Bölümümüze geçersek de Sühan’ın sözleriyle yıkılan Cesur ile bitirmiştik geçen haftayı. Şu net ki: Bu kadar acı ona fazla. Sühan ise tamam belki bazı konularda kendince haklı olabilir ancak en gerekli olduğu zamanda onun elini bırakmamalıydı. Sonuçta her şeyini kaybetmiş bir adamdan bahsediyoruz. Tahsin Korludağ’a benziyorsa gittikçe; sen engel ol bu duruma yanında olarak, onu yalnız bırakmayarak. İkisine dair belki de en güzel umut olan bebeklerini saklamak, artık olmadığını söylemek; Cesur’un geleceğini de yok etti bir nevi bana göre. Yani Cesur’u seviyor, evet. Arada kalmış, ona da evet. Lakin en baştaki kararlılığı şimdi daha fazlasıyla göstermesi gerek. Bu derece değişkenlik normal değil ve bir öyle bir böyle derken bizi de yoruyor açıkçası. (Senaristlere sesleniş.)  
Diğer bir olaya gelirsek de Korhan kendini bulan, kendine güvenen bir duruş sergiledi en sonunda. Cahide’ye de çektirmeye başladı ki bence az bile yapıyor, şüphesiz daha fazlasını hak ediyor. Ve ne güzel sakince ilerliyorlar derken hapisten çıkan Turan’ın sizin başınıza daha çok şey öreceğim edasıyla soluğu Cahide’nin yanında alması, durgun cephemize yeniden hareketi getirecek gibi gözükmekte. Bakalım.  
Yönümüzü başka tarafa çevirdiğimizde ise karşımıza çıkan ilk kişi Rıza oluyor. Ah Rıza diyerek Tahsin’i beter bilirdik, bu ondan da beter çıktı maşallah serzenişinde bulunuyorum. Olaylar başlıyor, gelişiyor, sonunda istediği şekilde bir sonuca bağlanıyor resmen. İlk önce Salih’i yanına çekti, o yetmedi ona şantaj yaptı, o da yetmedi Tahsin’in Salih’i vurmasına sebep oldu. Bir de eline aldı mı bu kozu, Tahsin ile anlaşarak, olayın Cesur’un başına kalmasına ön ayak oldu. Şaşırdık mı? Tabii ki hayır. Cesur bu işin içinden nasıl çıkacak ki umarım çok uzamaz merakla beklemekteyim. (Vuruluyor)  
Yazının son paragrafını Sühan ile Cesur nezdinde Kıvanç ile Tuba’ya ayırmak istiyorum naçizane. Bu bölüm daha bir farklı geldiler gözüme nedense. Bunda ikisi için umduğumuz, beklediğimiz sahnelerin de yazılmasının etkili olduğu kanısındayım ki verilen duygu açısından bu zamana kadar olanlar arasında ilk sıralara koyarsak pek de yanlış olmaz sanırım.  Neden derseniz konuşmaları çok içtendi ki uzun zamandır böylesi olmamıştı, atışmaları ise çok tatlıydı gereksiz nedenlere yer verilmemiş; birbirlerine uzakken bile yakın olma isteği, o özlem aşırı doğaldı meydan okurcasına gerçeğe. Bakışlar ise favorim, tek geçerim. Şimdi çok abartıyorsun diyebilirsiniz, anlayabilirim bir yere kadar ancak diziyi keyifli izlemek adına bir yerden yakalayabilmek gerek sanki. Tek bir oyuncu için ekran karşısına oturmak, diğer etkenleri göz ardı ederek diziyi izlemek hiçbir şekilde anlamlı gelmemekte bana çünkü. Tabii ki olumlu ya da olumsuz eleştirilemiz olacak lakin bu zamanda böyle bir şeyi yakalamışken bir daha ne zaman gelir bilinmezken ki oyuncuların dönüşü da buna dahil; peşini bırakmamak gerek, çok yıkıcı, keskin yorumlarda bulunmamak gerek; kıssadan hisse bir şekilde zevk almanın yolunu bulmak gerek kanısındayım.  
Ve yine gelelim bölümün en güzel ve özel sahnelerine: 
  • Sühan’a bağırırken birden ondan kocam kelimesini duyan Cesur’un şaşkınlığı… Çok tatlış bir şaşkınlıktı. Koca kelimesi gözünde resmen farklı bir anlam kazandı.  
  • Cesur’un zille olan imtihanı… Bir an hiç durmayacak sandım.  
  • Cesur ile Sühan’ın yüzleşmesi… İki kırık kalbin birbirleriyle konuşması. Çok sakin ama bir o kadar derindi.  
  • Sühan’ın bebek rüyası… O kadar içtendi ki o sahneye gerçeklik yakışırdı.  
  • ‘Seni ben sevdim.’  Ve tabii ki dans sahnesi… Uzak ve yakın olmanın anlamını kaybettiği anlar. Gözlerle seviştiler. Sonuç olarak  duygusal olarak en etkileyicisiydi. 

Yeni bölümde görüşmek üzere… 
 Müge

9 Nisan 2017 Pazar

Adı Efsane-11.Bölüm

''Efsane hayaller,sensiz.''
Herkese merhabalar! İki haftalık kişisel sebeplerden kaynaklı aradan sonra yeniden Adı Efsane için sizlerleyim. Bu aksaklıktan ötürü hepinizden özür dileyerek yazıya başlamak istiyorum...
Bu hafta konuya Melis'ten gireceğim zira dizideki en sevdiğim karakterlerden olmasına rağmen bencilliği dün sinir bozucu düzeyde fazlaydı.Hakan'dan Sibel'in öpücüğünün intikamını almak uğruna koçu takım ve kendileri arasında bir seçime sürüklemek ne kadar adaletsizce.Üstelik sırf paraları yok,döküntü bir mahallede yaşıyorlar diye hayallerinin ve kişiliklerinin bu kadar aşağılanması yenilir yutulur cinsten değildi.Bizimle değilsin Melis...
Tabi bütün bu olumsuzlukların aksine bizlere yine gerçek kardeşliği,düştüğünde ayağa kaldırmayı gösteren yine onlar oldu. Kardeşlerini arkada bırakmayı bir saniye bile aklından geçirmediler ve zor zamanlardan geçen Fiko'yu tutup yerden kaldırdılar. 
 Mecazi anlamda kullandığımı mı düşünmüştünüz...Ekibin saf ama kalbi ve cüssesi büyük üyesi Sado sağolsun ulaşım masrafsız oldu. Bir köşede Fiko'nun çantasını toplayan sevgili Hakan,senin yaptığın da kardeşliğe dahil koçum!  
Ah be Fiko'cuğum...Değer mi şu kız için çektiğin acılar? Gel bak biz seni pamuklara sarar saklarız. Ama o gülün dikenleri senin canını daha çok yakar be Fiko. Sevdiği kız için hayallerine sıkı sıkı sarılmak da sevdaya dahil mi? Seni böyle izlemek kalbimizi dağlasa da inanıyoruz ki elbet bir gün gerçekleri göreceksin. İşte umarım o zaman kanayan değil kanatan taraf olursun koçum. 

Gelelim davamız HakMel'e...

Bir şeyler oluyor gibi de olmuyor gibi de bu konuda sanki. Aralarındaki tutkunun nihayet ikisi de farkına vardılar ama başlamadan biten bir şey var ortada. Senaristlerin HakMel konusunda eksik işledikleri noktalar olduğuna inanıyorum. Umarım zaman içinde HakMel sadece ikilinin uyumu uğruna izlenen bir şeye dönüşmez zira bunu daha önce başka çiftlerde defalarca kez yaşadık...

Ama bu yakınlaşmalar hayra alamet ben size söyleyeyim. Hırçın iki insanın aşkının ilk öpücüğünün de bir kavga sonrası olma ihtimali baya yüksek gibi görünüyor. Nefeslerimizi tuttuk,kemelerimizi bağladık ve bekliyoruz o halde...

En yaralayıcı konuyu en sona bıraktım. 

Sahalarda görmek istediğimiz hareketler bunlar...Koç ve takımın arasındaki bağ insanın içini titrecek türden. Hayatları boyunca adam yerine koyulmamış dört tane gence hayal kurma gücünü veren koçları olmadan takım olur muymuş hiç? Ayırmak isteyenler utansın. Tam koç takımını bırakmadı diye halay mendillerimizi hazırlamışken tekrardan sandalyelerimize el mahkum oturmak zorunda kaldık. Zeyno'nun ablasından daha çok mantıklı hareketlerdi vardı ama Melis kendine benzetti bu sefer kardeşini. Allem ettiler kallem ettiler sonunda koçun takımı bırakmasını sağladılar. 

Ayağa kaldırdığı takımı tek başına yükseklerde bırakmak koçun da ağırına gitse de ne yapsın adamcağız? O zaamaan grup sarılması :( 

Koçun takımın başında son maçına çıkması,mutluluğun ve hüznün aynı anda yaşanması üzerine Melis'in kafasında bir şeyler ufak da olsa dank etmiş olacak ki kafasını yerden kaldıramadı. Ah be Melis. Teyzeciğinle bir olup kaç insanın hayalleriyle oynadınız,yazıktır. 

Koçun o sözleşmeyi imzalamayacağını düşünenler olarak çok tatlıyız bence...Efsanesiz hayaller olmaz ne de olsa. Haftaya görüşmek üzere,esen kalın...


3 Nisan 2017 Pazartesi

Cesur ve Güzel 20.Bölüm


‘Çünkü ayrılık da sevdaya dahil, çünkü ayrılanlar hala sevgili...’ 
Ani bir kararla evlenen çiftimiz, Cesur’un ‘evet’i Sühan’ın şaşkınlığıyla bir çırpıda boşanmışlardı geçen bölüm sonunda. Acaba dedim yeni bölümde bir ters köşe falan olur mu biz izleyenlere ama olmadı tabii ki. Boşanmayı kendisinin diretmesine rağmen Cesur’dan da bunu duymak Sühan’ı ayrı bir hayal kırıklığına uğrattı ki bunun getirdiği öfkeyi hal ve tavırlarıyla da açıkça belli etti Cesur’a. İkisi de oldukça üzgündü aslında. Her ne kadar bu evlilik ortak bir çıkar doğrultusunda olsa da gerçeğe evrilebilme ihtimaline inanmıştı ikisi de. Şimdilik olmadı ama ileride,  yarım kalan  evlilik serüvenini tam anlamıyla bizlere izleteceklerine inanmak istiyorum ben. 
Hep mi sancılı şeyler izleyeceğiz derken çiftimize dair, umut verici güzellikler de tam zamanında çıkıveriyor ve Sühan’ın hamileliğini öğreniyoruz tam da kurtarıcı misali. Şu zamana kadar ilişki anlamında en hızlı çifti izliyor olabiliriz sanırım. Evlenme, boşanma ve çocuk sahibi olma konusunda. Ve şu var ki bahsetmeden geçemeyeceğim; sosyal medyada hamilelik haberinden sonra genel bir kanı oraya çıktı ki çiftimizin bebeğinin nasıl olacağı sorusunda aşırı bir beklenti bulunmakta. Şimdiden aramaya başlasınlar ki doğana kadar anca bulurlar bence de bu güzel karışımdan çıkacak bir bebeği bizlerle buluşturmada. (Abartmıyorum tabii ki de) Ayrıca burada bir parantez Tuba Büyüküstün’e açmak istiyorum. Boşanmadaki kararlılığı, sonrasındaki öfkesi; hamilelik haberindeki şaşkınlığı, ardından yüzünde yavaş yavaş beliren o mutluluğu, çaresizliği, endişesi, üzüntüsü... Kısaca her duyguyu çok iyi yansıttı bu bölüm. Ne yaşıyorsa , nasıl hissediyorsa bize de aynı şekilde geçti dışa vurduğu her duygu. Zaten ekranda sadece dursa yeter diyeceğim  bir kadın, bir de bu hallerde izleyince iyice yükseliyor benim gözümde.  
Gelelim biraz da yüzü bir türlü gülmeyen Korhan’a... Hem karısı Cahide’den yediği kazık hem de Tahsin’in onur kırıcı laflarından sonra iyice bunalıma girdi garibim ve çıkış olarak intihar yolunu seçti.  Tahsin’in Korhan ile bu denli ne alıp veremediği var bu da en merak edilen konuların başında geliyor ayrıca. Lakin yakın zamanda bununla ilgili geçmişte yaşananları da öğreneceğiz diye umuyorum.  İntihara dönersek de tabii bu durum en çok Sühan’ı üzdü ve  zaten her anlamda bir  çıkmazın içindeyken de abisini kaybetme korkusu onu iyice mahvetti.  Başka bir açıdan bakarsak da bu intiharın getirdiği  olumlu şey varsa o da Cesur’un elleri arasına düştü ki babasına olan sinirinden yararlanarak Korhan işbirliği ile Tahsin’i alt etmenin ilk adımını atmış oldu akıllı hamlesiyle. Şirkette sahip olduğu bütün hisseleri elinden alıp kendi üzerine geçirdi ve Korludağ şirketinin en büyük hissedarı oldu. Bu kazanımı uzun uğraşlar ve kayıplar verdiği intikamının en somut örneği olarak gösterebiliriz, net. Kazanım dedik ama tam anlamıyla olacak mı bakalım önümüzdeki bölümlerde göreceğiz. Nedeni ise her şeye rağmen yeniden bir araya gelmelerine vesile olacak, ikisi için mucize olarak adlandırdığı bebek haberini Cesur’un söylemeye giden Sühan’ın karşılaştığı manzara. Babasının şirketten saf dışı bırakılması ya da şöyle dersek daha doğru olur sanırım, kovulması Sühan’ın bebek ve Cesur ile ilgili fikirlerini değiştireceği aşikar. Mevcut durumda bile birlikte olmaları zaten zor gözükmekte lakin Sühan yaşanan bu durumun gazıyla bebeği aldırma gafletinde bulunmaz inşallah.  Çünkü azımsanmayacak bir kitle çiftimizin bebeğini büyük bir hevesle beklemekte. 
Kısa olarak da Rıza’ya değinirsek sinsi sinsi hedefine doğru ilerleyen kaplan misali planları tam tıkırında gidiyor maşallah. Bir yandan Hülya’nın peşinde bir yanda Tahsin’i yok etmenin derdinde ve en büyük olayı Sühan takıntısı tabii. Gerçi Şirin bu durumun farkına vardı tabii ama bakalım bu yakalanmadan hem de Cesur’un bu denli güveninden sonra kendisini sıyırabilecek mi, göreceğiz.  
Ve gelelim bölümümüzün bana göre en güzel ve öne çıkan sahnelerine: 
  • Ayrılık da sevdaya dahil. Bir şarkı çiftimize anca bu kadar uyabilirdi.   
  • Sühan’ın Cahide’ye tokatı. Böyle bir hareketi hak ediyordu. Birinin yapması gerekti, O da Sühan’a denk geldi.  
  • Korhan İle Sühan hastane sahnesi. Şu var ki ekranların en güzel abi – kardeş ilişkisine sahip olabilirler kendileri. 
  • Cesur’un şirketten Tahsin’i kovması. Hal ve hareketleri ile Kıvanç Tatlıtuğ yine mükemmeldi.  
  • Sühan’ın daha doğrusu Tuba Büyüküstün’ün yansıttığı bütün ruh halleri. Hepsi birbirinden etkileyiciydi. 

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle... 

Müge 


2 Nisan 2017 Pazar

Bodrum Masalı-30.bölüm

‘Yarım kaldım dost, yarımlıkla sınandım. Sensiz kaldım, aldatıldım.’
Sevgili okur bölüme dair yazacaklarım sınırlı olduğundan hatta ortada bir bölüm değil yarım bölüm olduğundan eksik gedik kalacağım affına sığınırım. Aslı ve Ateş’le açtık bölümü. Geçen hafta kaldığımız yerden ancak gece hissedilenlere uzak. Aslı gitti, Ateş peşinden gitti. Sonra yetişemedi, kapısına dayanmadı Aslı’nın. Suçsuzum diye bağırmadı. Kelebek’e ve Ateş’e göre bütün gece uyumadı, yandı. Su’ya göre pireleriyle fosur fosur uyudu. Biz bir şey göremediğimizden kimin söylediği doğruydu? Bir kamyon kasası portakalla Aslı’nın kapısına giden Ateş, hem Aslı’dan hem Su’dan hem de Kelebek’ten aforoz yedi. İş döndü dolaştı Aslı’nın güven sorununu çözmek için evliliğe geldi. Parantez; Aslı’nın dondurduğu bir okul vardı. Ateş’in sorunları çözmekle uğraşmaktan zor kazanır ya gideceği bir okul vardı. Amannn ne gam evleniverirler beee, demek isterdim de yok işte yine altı boş kaldı. Kapa kapa parantezi. Devam. Su kadın dayanışmasının örneğini verdi bu akşam. Öyle ya aldatılmanın her türünü yaşamış kızımızda bu konu uhte. Abisi olsa tanımadı Ateş’in karşısında Aslı’nın yanında durdu. Tam bu noktada Aslı açısından iki etken devreye girdi. Uzay ve Maya. Maya sağduyunun sesi olarak aşkı bilen anne olarak Ateş’i süründür ama öldürme; kız ama Ateş aldattı deme dedi. Lal’in derdinin Ateş olmadığı ortada. O sadece kendi kırgınlığını çıkartmaya çalışıyor. Zaten Ateş’le konuşurken Bora’ya dair verdiği açık bence Aslı’sına kavuştuğu an Ateş’in beyninde çınlamaya başlayacaktır. Hoş sevgili olmadan önce şahane konuşabilen AsAt artık konuşamaz hale geldi. Ateş’in evlilik teklifi ne kadar güven sorununu çözer bana göre tartışılır. Aslı’nın kabul etmediği teklif ise bu çifti nereye taşır bilmiyorum.
Su ve Kelebek’e gelirsek, eğlenceli ama güven sorununu yaşayan bir çiftti gördüğümüz kadarıyla. Fragmanda olan bir sahne montaja mı kurban gitmişti? Bana mı öyle geldi? Neyse devam, Su  hala erkeklere güvensizliğini koruyor. Bu hafta Ateş üzerinden bunu da hissettim. Kelebek’i ne kadar severse sevsin, güvenirse güvensin aldatılma korkusu genç kızın yüreğinde sapasağlam. Babası ve Cenk Su’da karşı cinse karşı ciddi travma yaratmış. Esprili anlatılsa da bence böyle.
Uzay sen Ateş’e takık mısın çocuğum? Hayır Ateş’in aldatma sorunu var diyelim, senin olayın ne? Alara’ya aşık diyorduk, Ateş kızı terk etti sen de ettin. Ateş Aslı’ya aşık oldu Çıtırık diye diye bir yollara girdin. Şimdi de Aslı’ya başka Ateş’e başka konuşup gitmeyi planladığın yön ne? Bu çocuk harbi aşık diyen sen, Aslı Ateş’in yolunu açan sen, Ateş’in sevdikleri için yapabileceklerini bilen sen, karşına son zamanda hep arkadaşlıkla gelen Ateş’e neden birden kuruldun? Her şeyin aslını astarını araştırmaya merakına ne oldu?
Faryalı ve Yıldız.  Faryalı’nın bir kez daha Yıldız’ı ne kadar sevdiğini, gitse de kalsa da, kabul etse de etmese de Yıldız’ı seveceğini yine duyduk ağzından. Yıldız’ın derdinin, düğümünün Maya olduğu ortada. Yirmi yıl önce hissettiğinin gerçekliğini kabullenmekte zorlandığı da ortada. Bu noktada koskocaman bir Aslı gerçeği var. Ama diğer taraftan Faryalı için Ateş ve Su gerçeği de var. Yıldız’ın kırılmışlığını anlıyorum tam anlatılamasa da ama diğer tarafa baktığımda yıllarca yalnız kalmış hayatına birilerini alırken bile yalnız kalmış bir adam da görüyorum. Yıldız’ın hayatın akışını ve bazen kader denileni kabullenmekte ki kabullenmiş gibi yapsa da bu kadar zorlanmasını anlayamıyorum. Hem ortadaki Aslı senin biricik oğlunu en zor zamanda hayata döndüren Ateş’ten Ateş yaratan kız. Sevgili Yıldızcım bak süremiz kısaldı nolur artık şu sorunu aşalım sen de rahatla Faryalı da sizi birlikte görmek isteyenler de. Maya Bora bile belli bir aşama kaydetti. FarYıl hala bir ileri iki geri.  Neyse bu konuda Gözde’ye güveniyorum. Gözde şu Faryalı’yı gönderme planını da dinamitler, hala Bora’nın niyeti buydu di mi, FarYıl ayrılığını da engeller.
Bu hafta kısa oldu biliyorum sevgili okur ama inan alt metin okuyacak kadar dolu bir şey izleyemedik malum. Bölümleri 60 dakikaya indirme fikrine hep sıcak baktım. Bana göre de dizi süreleri lüzumsuz uzun. Koca akşamını izlemeyi sevdiğin bir diziye gömmek çok gereksiz. Lakin öyle görünüyor ki, roman yazmaya alışık senaristlerimiz şiirli anlatım olan sinemadan evrilmiş senaryolar yazmakta sıkıntılılar. Stok bölüm bitince Bodrum Masalı’nı gerçekten 60 dakika yazılmış bölümle izlediğimizde yanıldığımızı görmeyi çok istiyorum. Diğer taraftan beklentisiz olmayı da tercih ediyorum. Uzun saatler derinleşemeyen 60 dakikada ne olur izleyip göreceğiz. Evren olarak sevdiğim bir iş Bodrum Masalı. Ne çift ayrımım var ne kişi. Hikaye seviyorum ben. Lakinn...
Son demde; yüreğimi hapsettim mevsimlere. Kar tanesi olup yağdım saçlarına kışın, meltem oldum uçurdum etek uçlarını baharda, gün ışığı oldum yaktım tenini yazın, ah sevgili sonbaharda döküp ayaklarınla ezdiğin yapraklardım. Ama sensiz hep yarımdım, yarım kaldım. Tut elimi tamamla.
Emeklere saygıyla...

                                   UmayMasal           

1 Nisan 2017 Cumartesi

Fİ-1.bölüm

                                                                 ‘DENGE’
Zihin, kontrolünü elimizde tutabildiğimizde bize sayısız yarar sağlama yetisine sahip bir olgu. Durup düşünmeye ve durumları değerlendirerek kararlar almaya yönelttiğimizde kazandırdıkları, hatalarımızdan ders çıkara çıkara ilerlememize katkısı açısından muazzam bir değer zihin.  Hatta zihin kontrolünü duyguları kapatma noktasına getirebilenler için sanıyorum sağlam bir silaha bile dönüşebilir zihin. Peki tersinden alalım. Zihnin kontrolünü kaybedersek ne olur? Tamamen profesyönellik dışı bir bakış açısıyla düşünüyorum. Çünkü konunun uzmanı değilim. Ama zihnin kontrolünü insanın elinden alabilecek en güçlü unsur galiba tutkuları. Tutku; zihni karıştıran, kararları mantık çizgisinden kaydırabilme gücü olan bir şey. İnsan tutkusuna kapıldığında hızlı bir şekilde mantığının kontrolündeki zihnini sanrılarla doldurabiliyor. Delilik dediğimiz şey ise tutkudan beslendiğinde sanatsal bir hale dönüşüyor. Öyle ya Mozard, Van Gogh ve daha niceleri.
Fi’nin ilk bölümünde ana tema bana göre zihnin tutku karşısındaki savaşının delirmeye müsait bir yapıda yaratacaklarına dair ön hazırlıktı. Can Manay... Bölümün ve hikayenin temel karakteri. Zeki, kavrayışı yüksek, dolu ve bir o kadar tutkulu. Can Manay tüm kontrollü tavrına, planlı hayatına rağmen tam anlamıyla tutkudan ibaret bir adam. Burada parantez; üçlemeyi çok önce okudum ve kuşkusuz hikaye seyrini biliyorum. Okuduğum kitaplar görsele aktarıldığında pek de mutlu olan biri değilimdir. Zira kafamda kendi çektiğim filmle, karaktere dair oluşturduğum resimle asla uyuşmaz yönetmenin kadrajı ve cast. Ancak Fi’nin geneli ve hiç kuşkusuz Ozan Güven bunun istisnai örneklerinden. Ben Ozan Güven’i izlerken her mimiğiyle çalışılmış, parça parça oluşturulmuş bir Can Manay izledim. İlk bölümü adeta sırtlayan , Can Manay’ı ete kemiğe bürümüş, karakterin hastalıklı ruh geçişlerini bakışından sigara içişine kadar veren inanılmaz bir performans izledik Ozan Güven’den. Ayakta alkışlamak gerek diye düşünüyorum. Üçlemenin en bıçak sırtı karakteri ve çatışma unsurunu taşıyan kişisi çünkü Can ve Ozan Güven muazzam seçim olmuş. Parantezi kapattım. Fi’den devam. Can Duru’yu gördüğü sahneye kadar kontrollü, soğuk hayatını bize gösterirken aniden dans ederken gördüğü Duru içinde kusursuza olan tutkuyu tetikleyiverince anladık ki Can kontrolünü kaybettiğinde tamamen başka bir adama dönüşüyor. Eti’nin, Tülay Günal hayal edebildiğim en iyi Eti, geçmişe dair izleyiciye verdiği ipuçlarından anladığımız yegane şey Can dengesini yitirdiğinde çok tehlikeli. Ki daha ilk bölümden Duru’ya dair takıntısı hızlı bir şekilde ivmelendi ve Deniz-Duru ilişkisini manipüle etmeye başladı. Başlığa takılan kırmızı tüy sadece bir tüy değil tutkuyla istenen bir şey uğruna yapılabileceklerin minik başlangıcıydı. Can’ın penceresinden şimdilik gördüğümüz Deniz , mükemmeli ararken olayı BİZ’leştiren bir karakter. Deniz’in gösteri öncesi konuşmasında Biz dediği anda Can’ın yüzündeki umursamaz aşağılama Can’ın Ben’i merkeze alan yapısını,aslen ikili arasında ve değerlerinin çatışmasına dönüşecek hikayelerinin yansımasıydı. Burada Mehmet Günsur’un henüz karakter  ayrıntılanmasa da muazzam bir Deniz olduğunu söyleyebilirim.  Her karakterin sakatlıklarının, komplekslerinin  beslemesiyle gösteri dünyasından en tepedekilere bakan öykünün uğruna en çok fedakarlık yapılan kavramını yani güzelliği  temsil eden kişisi Duru’ya bakalım. Duru’nun beğenilmeye olan merakı, güzel olduğunun hissettirilmesine yönelik isteği, Can’ın Ben’ine Deniz’in Biz’inden daha yakın olduğunu daha ilk bölümden gösterdi.   Duru’yu Can’ın manipülasyonlarına açık hale getireceği çok belli olan bu arızası Deniz’le arasındaki çatışmayı da güçlendirecektir. Deniz’in bakış açısını bilmesine rağmen o kırmızı tüyü takması da kendi Ben’ini ne kadar değerli gördüğünün ve Biz’leşme tekamülünden henüz çok uzakta olduğunun kanıtı gibi.
Bölümde tanıştığımız bir başka karakter de Bilge’ydi. Üçleme içinde etkilendiğim kişilerden olan Bilge’yi kim oynayacak meraktaydım. Burada da doğru bir seçim yapılmış gibi duruyor. Bilge’nin Can’ın hayatına tıpkı o kapıda takılıp düşerken olduğu gibi paldır küldür dalacağı da netleşti. Özge karşısında hiç alışık olmadığı şekilde savunması düşen Can Manay’ın parçaladığı elini kurtardığı gibi, tutkusunun parçaladığı hayatını da sağaltmaya çalışan olacağı net. Abisi Doğru’yu almaya gittiğinde onu izleyen Can’ın merakını kamçıladığını da söyleyebiliriz. Özge’ye gelince , korkusuz ama kırılgan, asi ama şefkatli bu genç kadın sadece Can’ın değil Can’ın temsil ettiği her şeyin dinamitleyicisi olmaya aday gibi.
Sonuç olarak ilk bölümde dengede durmaya çalışan bir ruhun eğer içinde dengesizliği barındırıyorsa onu sarsacak bir tutkunun kolayca peşine takılabileceğini ve dengesini kaybedebileceğini gördük. Devamında neler yapabileceğini de göreceğiz kuşkusuz.  
Fi hikaye olarak görselliği yüksek bir üçlemeydi. Bu noktada aktarımı güzel olmuş. Özgür bir portalda ve özellikle 60 dakika tasarlanması da gerçekten iyi bir seçim. İlk bölümde oluşturulan evren ve yakalanan tempo saatlerce izlenen dizilerde kaliteden ne denli ödün verildiğini de ispatlıyor. Fi her şey bir tarafa kaliteli bir iş olmuş. Benim asıl merak ettiğim Pi’ye gidiş serüveninde Fi’yi takip edeceğim. Yazıyı yayınlansa da iki ve üçüncü bölümü izlemeden yazıyorum.
Yazar Azra Kohen’in sözüyle bitirelim; ‘‘ Bir kişiye duyulan aşktan daha acımasız bir şey var mıdır?’’
Emeklere Saygıyla...

                                                                                            UmayMasal