Çünkü herkes
öldürür sevdiğini...
Avuçta bir parça keder, bir parça
farkındalık, biraz da kırıklık. Yağız ve Hazan’ın hikayesi bundan ibaret. Onları
sevenler için elbet. Oysa ne güzel olabilirdi aşk aşka teslim olabilseydi
gerçeklerin boyunduruğunda kalmış sahteliklere inat kurguda bari sadece aşk
kazanan olsaydı. Olmadı, oldurulmadı. Sebepleri beni bağlamaz. Kişiler de. Ben hikayelere
bakarım hep öyle yaptım. Hikayenin ruhuna ihaneti de hiç affetmedim. Affetmeyeceğim.
Bölüme dair söyleyeceklerim var elbet. Ama önce annelik ve babalıktan dem
vuralım.
Babalık özellikle oğulla olan
ilişkide çoğu zaman dalgalı bir seyir izler. Sevgisizlik, mutsuzluk, hatta
gerilimli. Babayla olan ilişkide acıklı bir pişmanlık ve ulaşamama duygusu
vardır. Babanın affına sığınma, ondan onay bekleme, en önemlisi onu affetme
duygusu vardır. Babaları yüzünden zorluk yaşayan erkekler ancak babaları
yaşlandığında onu anlarlar. Hatta affederler. Niye bunları anlatıyorum? Eğer doğru
bir kurgumuz olsaydı ve yazanlar kurguya ihanet etmeseydi Yağız ve Hazım
ilişkisinde çıkabilecek dinamik ne olurdu büyüteciyle bakmak için. Mahir Günşıray
gibi bir oyuncunun Hazım’a yükleyebileceği anlamlar ve Yağız gibi bir
karakterle bu çizgide yaşayacağı çatışmanın aslında altının ne kadar dolu
olabileceğini görmek için. Dün akşam izlediğimiz hepi topu üç-üç buçuk
dakikalık sahnede istense bazı noktaların nasıl altının çizilebileceği aslında
üçgen merkezli çatışmanın miadını çoktan doldurduğunu kendi kalemiyle itiraf
etti yazan kişi. Babası gibi olma ya da en azından kendisine anlatılan gibi
biri olma telaşındaki Yağız’ın Hazım’ın ona idealize ettiği kendisine öz
evlatlarından yakın olması üzerine ne konuşmalar yapılırdı oysa. Sevdiği kadına
şiirler okumanın romantizmine kapılan üvey evlat Yağız’dan kadınları meta
olarak gören ve bu yönü ne hikmetse bunca bölümdür yüceltilen öz evlat Sinan’a.
İlginç di mi? Oysa derdimiz güçlü kadınlar ve onlara saygı duyan erkekleri yüceltmek olmalıydı. Ah tabi dizi bu dizi. Unutmuşum üzgünüm. Ailesi tarafından
kabul görme isteğinin hiç karşılanmaması belki Yağız’ın bunca çirkinliği
kabullenmesini sağlayan dinamik olarak yeterlidir ama buradaki temel sorun da
bana göre şöyle çıkıyor, köprü bitti sona geldik ve buralar çoktan geçilmesi
gereken yollar, tamamlanması gereken parçalardı. Kısaca Hazım ve Yağız dinamiği
de pek çok şey gibi harcandı, küçücük bir ergenin elinde oyuncak edildi.
“Kusursuzluğu unutun. Her şeyde
çatlak vardır ve ışık böyle girer içeri..”, der Leonard Cohen. Biz Fazilet’ten
kusursuz olmasını beklemedik hiç. Diziye adını veren karakterimizin çatlaklarından
ışık girsin istedik sadece. Hatalar yapsın ama o hataların içinden sadece
kızları için doğruyu da bulsun istedik. Böyle olsun ki Fazilet’le empati
kurabilelim istedik. Ona kızalım ama onu da sevelim istedik. Mümkün müydü? Mümkündü
çünkü Nazan Kesal vardı. Ama o mümkün, mümkün kılınmadı. Annelik kadınlığın her
halini barındıran muazzam bir detaydır derler. İdealize edilen ama o oranda
yapılan hatalarla öğrenilen. Duygudur annelik, sevgi, kabul ve bir parça
yitiriş. Hazan –Ece- Fazilet hattında biz bu anneliği, “Anayım ben ana” repliği
dışında sanırım sadece akşamki bölümde gördük. Koca bir kısırdöngüde güya
yaptıklarının bedelini ödeyen Fazilet. Ece’nin annesine en çok ihtiyacı olan
zamanda kızının yanında olması engellenmiş, kendi oyunlarıyla parmağına takılan
yüzük nedeniyle kıvranan Hazan için bir şey yapamayan Fazilet. Yağız’la kızı
arasındaki duygular, yaşanmışlıklar karşısında dili tutulan Fazilet. Peki samimi
mi bu hamle? Üzgünüm. Kızı ölmek üzereyken canı pahasına o mezardan kızını
çıkaran adama bir teşekkürü çok görüp üzerine kızının duygularını bilmesine
rağmen paraya oynayan kadına dönüşmeseydi Fazilet belki samimi gelirdi. Mesela deseydi
kızına; kızım yanlış bu, bu iki adam birbirini kardeş biliyor, canları yanar,senin
de canın yanar, sen ikisinden de uzak dur, ne sen yan ne onlar, belki inanırdım
ben Fazilet’in anneliğine. İnanmıyorum artık. Çünkü hayal evreninizi üzerine
kurduğunuz Fazilet’i bile boşalttınız itinayla. Kutsama beklemedik ki biz. Biz aklıyla,
duygusuyla, hatta defosuyla yaşayan bir kadın olsun dedik Fazilet için. Anne olsun
dedik. Hata yapsın ama dönsün dedik. Neden böyle biri olmayı seçti, altı dolsun
dedik. Çok şey demişiz. Çok şey beklemişiz. Yapamayacağınız, yazamayacağınız
kadar çok şey. Hazan’la Fazilet çatışmasının tıpkı Hazım Yağız çatışmasında
öngördüğümüz gibi olması mümkündü. Olmadı, oldurulmadı. O yüzüğü bir gün bile
takmaya tahammül edemeyen kızın ruhunu boşalttığınız gibi annesiyle
çatışmasının etkisini de yok ettiniz. Bunu neden yaptınız? Evreninizin en boş
karakterine uyum göstersinler diye mi? Mümkün. Her şey mümkün.
Sinan’a ilişkin yazacağım bir şey
yok. Zira sadece benim fikrim olmayarak söylüyorum, akşam diziyi beraber
izlediğim farklı yaşlardaki kişilerin de ifadesi gibi, öyle saçma ki yaptıkları
hani sözcüklerle arası iyi olan benim için dahi yetersiz kalıyor lügat. Yağız’ı
lanetleme biçimine gelince; siz orda bir aşkı değil kadınlık gururunu da hiç
ettiniz bilin diye söylüyorum. Hazan’ı , Yasemin’i hatta sonrasında Nil’i. Siz kadın
olma kavramını yok ettiniz. Ahlak üzerinden dimdik Yağız’a çıkması istenen
Hazan yolunu bir kaçıştan başka bir şeyin kurtaramayacağı zavallılığa
çevirdiniz. Aslında neden şaşırıyorsam. Haftalardır
bunu yapmıyor musunuz? Buz gibi neye yüründüğü belliyken hem de. Hızla Yağhaz
aşkının altını boşaltıp başka ufuklara yelken açmak için ortam hazırlıyorsunuz.
Sorun, işe yarayacak mı? Göreceğiz.
Gelelim Hazan’a aşkını bile Sinan’ın
önünde itiraf ettirdiğiniz Yağız’ın Hazan’la olan sahnesine. Orhan Veli,
Vazgeçmek Mümkün Olmasın, şiiriyle Yağız’ın ağzından ruhunu uçururken uçurtma
gibi Yağız’la Hazan’ın üstünde o sarılmaydı sanırım bunca sorunun cevabı. Bu saçmalığa
neden katlanıyoruzun cevabı, neden YağHaz’ın cevabı. Öyle bütün, öyle gerçek,
öyle samimi. Repliklerindeki boşluğa rağmen öyle, biz. Sarılmak dünyanın en
romantik şeyidir. Yağız ve Hazan Türk dizi tarihinin en iyi sarılan çifti
olarak tarihe geçecek bence. Zira her sarılmaları başka anlam taşıyor. Şu ana
kadarki üç sarılmada da ayrı ayrı duyguları ayrı ayrı jestlerle verdiler bize. İlk
havaalanında aşkın farkında olmaksızın gitme , kaybetme korkusunu; hastanede
iyi olduğunu bilmenin huzuruyla kimseyi görmeden aşık olmayı; ikinci
havaalanında aşkın karşılıklılığında ondan vazgeçmenin acısını; bu son
sarılmada ise Hazan’ın Yağız’a sahip çıkışına sığınan Yağız’ın aşkla teslim
oluşunu. Bedenlerinin duruşuyla bile bu aşkı hissettirirken rönesans tablosu
gibi olan bu çiftin hala ısrarla konuşamaması nasıl kanıma dokunuyor. Hazan gibi
bir kızın Sinan’ın durmayacağını bile bile artık aşkını yalana kurban etmemesi
gerektiğini anlamaması nasıl sıkıntı yaratıyor ruhumda. İnanın izleyen herkes
böyle hissediyor. Yağız’ın Hazan’ı ötelemesi, iki hafta önce zerre takmadığı
yüzüğü kardeşinin gerçeği görmesi, bir hafta önce çat kapı girdiği odaların
kapılarında giremeden dolanması gibi devamlılıktan uzak ve saçma. O yüzüğün ne
için o parmakta olduğunu bilmesine rağmen , aşkına büyük bir karşılık aldığını
bilmesine rağmen hem de. Bu aşkı bir seni seviyoruma muhtaç bırakan kalemler
kırılsın. O ortamda birbirlerine atılmalarını, dertleşmelerini, acılarını bile
paylaşmalarını engelleyen zihinler kurusun.
Ne diyim kurguya ihanetiniz kutlu olsun.
Ek sahne.. Bu kısım kurguya olan
saygım, gerçeklerinden daha güçlü hikaye kahramanlarına selamımdır.
Yağız- Neden geldin?
Hazan-Senin için, senin yanında
olmak için.
Yağız- Parmağındaki o yüzükle
yanımda olamazsın, olmadın ki, belki hiç olamayacaksın.
Hazan- Bu yüzük benim prangam
biliyorsun. Neden parmağımda biliyorsun. Kalbimdekinin bu olmadığını
biliyorsun.
Yağız- Kalbindeki, kalbimizdeki..
Bu yaşadıklarımız, olanlar...
Hazan- Haketmedik, haketmedin. Biz
sadece sevdik. Tamam yanlış zamanda anladık ama sevdik.
Yağız- Anladık deme. Ben en doğru
zamanda anladım seni sevdiğimi. Sen beni anlamadın.
Hazan- Haklısın. Ben bir hayalin
peşinde sürüklenirken gerçeğimin sen olduğunu anlayamadım. Sana bakarken, senin
gitmenden korkarken içimde büyüyen şeyin aşk olduğunu anlayamadım.
Yağız- Senden kaçarken sana nasıl
tutulduğumu anlatamadım. Senden vazgeçemedikçe senden kaçmak için çabaladıkça
nasıl bir batağa girdiğimizi anlatamadım.
Hazan- Güvendiğim ellerinken,
aradığımın hep senin gözlerin olduğunu anlayamadım. Öfkemin, nefretimin,
güvenimin muhatabı adam ben senin aşk olduğunu doğru zamanda anlayamadım. Bak bedeli.
Zincirliyim. Sana gelmekten başka istediğim bir şey yok. Sana sımsıkı sarılıp
göğsünde hapsolmaktan başka beklediğim yok.
Yağız- Sensiz sevdim ben. Seninle
sevmenin ne olduğunu anlamama yaşamama izin vermediler. Başta kendim izin
vermedim. Şimdi burda karşımdasın ve bana senden başka bir şey istemiyorum
diyorsun.
Hazan- Küçük bir kız çocuğu gibi
evet, sadece seni istiyorum. Her şeye rağmen. Çünkü seni çok seviyorum, çok.
Yağız- Hayatta sadece seni
istiyorum, herkesin yoluna gittiği o noktada sadece sen yanımda ol istiyorum. Çünkü
seni çok seviyorum.
...........................................
Hamiş: Dünyayı aşk kurtaracak. Öylesine
değil ama. Bir gün aşk çekilip gittiği gerçeklikten sekip yaşamaya başladığı
kurguda intikamını almayı bırakıp yeryüzüne konacak. O vakit anlayacak insan
aşkın ne büyük bir güç olduğunu. Gülümseyecek, dürüstlere. Kalbini, ruhunu
başka şeylere satmayanlara, acısını içinde tutup gülümseyecek. Üfleyecek onların
ruhuna aşkı. Sonra dünya kurtulacak. Aşka inancıyla direnenlere, bu hikayede en
çok Yağhaz fandoma... Herkes öldürür sevdiğini, içi acısa da.
UmayMasal