30 Ocak 2017 Pazartesi

Bodrum Masalı-21.bölüm

‘‘Kendimde değilim,
Ortasındayım hiçliğimin,
‘Sen varsın, var mısın?’, sorgudayım.
Senden değil ey aşk kendimden kaçışım.
Anla beni, bu ıssızlıkta bırakma
Git desem de sen dur, ellerimi ısıt ve sorma.’’
Demir soğukluğundaki soyut kapıdan içeri el ele girdiler. Kapının cevaplara açılacağını ikisi de biliyordu. Korkuyordu Aslı ;ama Ateş elini bırakmadığı için korkusuna rağmen girdi kapısından yasak bahçenin. Yıllardır kendisine yasaklanan bahçenin. Cevaplar umdu ve aldı. Aldığı cevaplar umdukları olmadı. Eksik sandığı hayatını tamamlama derdindeyken elindeki eksik parçalardan da oldu. Annesi zaten yoktu babasını da şüphe ilmiğe takıp evine geri döndü. Hesaplaşmaya döndü, içindeki yağmalayan fırtınayla, peşindeki acıyla döndü Aslı. İşte yeni bölüm burada başladı. Babasının fırtınada balığa çıktığını öğrendiği an tüm duyguları parçalandı ve hasıraltı oldu endişenin karşısında. Sahip olunan tek baba Asım Kaptan yoktu, gelecek miydi? Aslı’ya dair bir hikaye açıldı Bodrum Masalı’nda. Ateş’e aşık şiir yürekli kızdan Ateş’in dışında ama Ateş’e dair bir hikayeye doğru yol alıyor Aslı. Ateş’in Aslı’yı çok sevdiğini her halinde görsek de sırtındaki yüklerin fazlalığından belki Ateş eksik kalıyor Aslı’nın yaralarını sarmakta. Bir yanı kor Aslı’nın yanıyor diğer yanı buz üşüyor. Yanan tarafı Ateş, buz tutan tarafı ise ailesi. Belki bu hal onu hala ayakta tutuyor. Kaybedilenlerin, hiç olmamışların gölgesinde kaldı Aslı. Her sorunu yüklenebilen Aslı’nın gücü kalmadı. Sorularının cevaplarının onu dağılmışlığa götüreceğinden emin bir tarafı, Ateş’e yaslanıyor. Ateş ise annesi, Su, babası, Gözde, borçlar derken Aslı’ya tüm kalanını vermeye razı koşturuyor. Sorumluluklardan geride kalan Su Kelebek’le aşkını öyle veya böyle yaşarken Aslı ve Ateş taşınanlarla sadece yaslanabiliyor birbirine yaşanmışlıklarına acıları ekleye ekleye. Hep böyle olmaz mı zaten. Aşk katmanlanacağı bedeni yorar önce sonra ruhu yorar. Kanatır, acıtır, savurur ama sonunda öyle bir hale getirir ki sadece geriye aşk kalır.
 Asım Kaptan’ın dönüşüyle sizi bilmem ama ben bir oh dedim. En azından ölümle sınanmayacaktı Aslı ve Ateş’in sevdası. Asım Kaptan döndüğü anda, Aslı endişe halısının altına süpürdüğü  her şüphesini daha Asım Kaptan iskeleye adımını atar atmaz açığa çıkarttı. Asım Kaptan kızıyla yüzleşmesinde öyle korktu ki ne Ateş’in varlığından yayılan aşkı fark etse de bir şey diyebildi ne de Aslı’ya onu sakinleştirecek bir yanıt verebildi. Ateş farkındalığı yüksek bir karakter. Asım Kaptan’ın kızının hayatındaki Ateş varlığını anladığını öyle güzel gördü ki Asım Kaptan’a yönelik tüm korkuları, geride durmaları biranda tuzla buz oldu. Aslı’nın yanında durma çabasında kimsenin onu alıkoyamayacağını da öyle koca koca laflarla değil ince tutumuyla gösterdi. Eksikti Ateş belki fakat asla istediğinden değil, evinin yerini bilen ;ama dağılmışları da geride bırakmayan bir duygudaydı. Bundan eksikti biraz. Kendini dinlemeye hali olmayan Ateş kurtarma, kurtulma telaşıyla sadece Faryalı’ya dayanarak tutundu. Aslı için de ailesi için de. Düşünün tepeden dibe indiğinizde sizi tutanlara karşı hissiniz ne olur? Peki size bir de tekme vuranlara. Ateş kendi çemberine Aslı’yı, Kelebek’i ve Faryalı’yı dahil ederken eski hesapların acısını da unutmuyor. Babasına öfkesi nefrete evrilirken Uzay’ın iyiye dair seçimlerini inandırıcı bulmaması bundan. Uzay belki bize yaralarını gösterdiğinden bildiğimiz samimiyet Ateş için hala muamma. Evet Kelebek’e göre daha sakin bir tavır göstererek temkinli belki Ateş Uzay’a karşı lakin Uzay’ın ona daha önce yaptıkları düşünüldüğünde Aslı’yı koruma çabası şaşırtıcı değil.. Ki Uzay karanlık tarafa yeniden göz kırparak Ateş’in çok da haksız olmadığını gösterdi. Unutmayalım günahları unutturmak için gösterilen sabırdır asıl iyilik.
Su ve Kelebek sır aşklarını yaşamaya devam ederken sırrın aslında sır olmadığı çeltiği kaldı hem SuKel’in kafasında hem bizim. Ateş, Su ve Kelebek arasında olanların farkında mı? Sanırım öyle ve ikiliyle dalgasını geçmekle meşgul. Onca sıkıntılı durumun arasında Su ve Kelebek tatlı bir meltem ki gülümseyerek ara verdiriyorlar izleyene. Kıskançlıları, kavgaları, tripleri, barışmalarıyla enerjisi en yüksek çift şu aralar. Öyle ya AsAt da FarYıl da hesaplaşmaların ortasında hem sevmeye hem tutunmaya çalışıyor. FarYıl demişken Yıldız’ın olgun tutumları, eksiklenme hali Faryalı’nın inadını çözecek gibi. Evren’in saldırgan ve saygısız hallerine rağmen ikilinin birbirine yönelik duyguları ayakta. Hatta birbirine koşmak için doğru zamanı bekliyor. Faryalı yaptığı kapıyla aslında içindeki sahiplenme duygusunu o kadar güzel anlattı ki, Süha Reis’in tercümesi olmasa da anlayabildiğimiz bir tavırla. Hayran kalmamak elde değil Faryalı’nın sevme biçimine. Timuçin Esen’in her mimiğiyle acısını, aşkını ve sefkatini zaman zaman da öfkesini harmanlaya harmanlaya çıkarttığı karakter tam bir baba, tam bir sevda.
Baba...
Kızı için baba,sığındığıdır. Korkularını sakladığı kucaktır. İlk aşktır. Sevdasında aradığıdır. Bazen çekindiği bazen çekiştirdiğidir.
Oğlu için baba, güvendiğidir. Korkusuzluğun öğrenildiğidir. Yaslanılandır. İlk mücadele edilen ama daima galip olduğu bilinerek örnek alınandır.
Aile için baba ağaçtır. Kökünü en derine salarak rüzgara, kara, güneşe karşı koruyandır.
Kelebek için baba; sislerin arkasında kalmış bir anının abisinin kollarında hayat buluşudur.
Su için baba; ilk aşkın aldatmayla biten hikayesinde hala tutunmaya çalışılan daldır.
Ateş için baba; her tutmaya çalıştığında elinden kayan ve sonunda geride bırakıp üstlenmeye çalıştığı roldür.
Aslı için baba; geride bırakılmalarını yüklenen, kan bağsız seven, kendi eksik hissedişinin acısını çektirenlerden acıyla kızını korumaya alandır.
Faryalı için baba;  yitirilmiş iki koca çınar biri çocukluğundan biri sevdasından miras köklerdir.
Yıldız için baba; utançla kaçılıp yüzleşilemeyen ama çok sevilen, emaneti can bilinendir.     
Geçtiğimiz hafta anneliği damıtmıştı Başar Başaran bu hafta babalığı anlatmış bölümde akan fotoğrafların arasında. Faryalı’nın Ateş’le ilişkisinde gizli baba olma isteğinde, Asım’ın Aslı’yla ilgili korkusunda, Evren’in sakat babalık anlayışında, Yıldız’ın pişmalığında... Her yer babaydı. Baba olmaktı, babaya sahip olmaktı.
Son demde; Bir adam yaşlandığında anlar, çünkü babasına benzemeye başlar demiş Marquez. Hep zamanında anlamak dileğiyle...
Emeklere saygıyla...
Not: Nejat İşler’in katılımına çok sevindik. Hangi tipte, hangi ruhta birini anlatırsa anlatsın biz o kimliği tanımaktan büyük haz alıcaz eminiz.

                                                                              UmayMasal

Aşk Laftan Anlamaz-28.bölüm

‘‘Bak Milena ‘En çok seni seviyorum’ diyorum ; ama gerçek sevgi bu değil belki, sen bir bıçaksın ve ben de durmadan içimi eşiyorum bu bıçakla dersem gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki...
Bazen düşünüyorum da, eğer gerçekten insanlar mutluluktan ölebilselerdi benim çoktan ölmüş olmam gerekecekti. Ama aksine mutluluk sayesinde hayata döndüm...’’
Yukarıdaki alıntı tahmininiz üzere F.Kafka’ya ait. F.Kafka’nın Milena’ya Mektuplar’ından. Üç yıl boyunca aralıksız yazdığı ;ama sadece iki kez görebildiği bir kadına duyduğu takıntılı aşkının gizlendiği satırlardan örnek. Şimdi Kafka ve Aşk Laftan Anlamaz ne alaka diyebilirsiniz. Şöyle ki ben bu hafta bölümü izlerken iki temel duyguya takıldım. Bu iki duygu beni bölümlerdeki olaylardan koparttı Kafka’ya kadar getirdi. Neydi bu duygular?
Takıntı...  Bu hafta iki takıntılı erkek profili izledik bence Aşk Laftan Anlamaz’da. İlki Emre. Emre’deki takıntılılık rahatsız edici boyutlarda. Sanki deliliğin yansıması bir labirent var kişiliğinde ve bu çıkışsızlık içeriyor gibi. Balayına giden çiftin arabasına takip cihazı koymalar, balayı evine gitmeler, elindeki raporu Hayat’ın suratına sallayarak tehdit etmeler. Şımarıkça ve fütusuzca bir yaklaşımı var.  Bu yaklaşım metodu karakteri itici, rahatsız edici yapıyor. Evli ve kocasına aşık bir kadına yönelik tavır entrikavari değil daha çok saldırganca geliyor bana. Amaç rahatsız eden bir tip yaratmaksa başarılı diyebiliriz Emre’nin kurgulanışı. Diğer taraftan Emre ile işbirliği halindeki Derya’nın da yaptıkları kabul edilirlikten uzak. Murat’ın bir Sarsılmaz olmadığını ortaya koyup güya tek derdi şirket ve parayken Murat’ın mutsuzluğunu bu kadar istemek niye? Murat zaten bir Sarsılmaz olmadığını öğrendiği an her şeyi bırakıp gidecek karakterde biri. Murat’ın hayatını zehir etme çabası kendi mutsuzluğunun hayattan acısını çıkartma isteği mi?  Murat’ta yetmiyor Derya’ya mutsuzluk senfonisine Aslı ve Doruk’u da eklemek için çabalıyor. Birbirlerini çok sevdiklerini kabul ettiği ikinin hayatına kabus olup çökme ısrarını sürdürüyor. Doruk öyle güzel tespit etti ki annesindeki eksikliği ama Derya için ne gam. O sadece istediklerini alma peşindeki bir başka çeşit takıntılı. Kısaca Derya ve Emre ikilisi izlerken beni fazlasıyla geriyor. Rahatsız ediyor. Dediğim gibi amaç buysa gerçekten başarılı. Lakin burada küçük bir not bazen hayatın sıkıcılığından böyle dizilere sarılan insanlar için yaklaşım uzaklaştırıcı olabilir gibi.
Takıntılı aşk; önce kendini tatlı tatlı gösteren sürekli onu düşünme hali, sonrasında güven problemleri, endişe ve yıkıcı kurguları kapsar der uzmanlar. Murat’ın Hayat’a duyduğu aşka ne kadar benzer bir süreç. Belki bu kadar uçta olmasa da Murat her hafta edebiyatın başka bir karanlığa eğilimli aşığından gölgeler taşıyor. Aydınlık başlayan, ışıl ışıl hallerden bir anda karanlık, öfkeli duygulara savruluyor ardından da hiçbir açıklama almaksızın yine o aşkın aydınlığına sığınmak istiyor. Naçizane fikrim bu savruluş Murat’ı çok kırılmaya müsait bir karakter haline getirmekte. Kuşatılmış durumu zaten yeterince baskılıyor Murat’ı. Yaşanmışlıkları haklı çıkartıyor belki onu. Yalanların içinde  yalansız olmanın haketmedikleriyle sürekli sınanmanın ona yükledikleri ağır geliyor. Tüm bu ağırlığı en sevdiğinden ,Hayat’tan, çıkartması bundan belki. Daha önce de yazdığım gibi Murat yalnız bir adam. Her hafta daha da yalnızlaşıyor. Hayat-Murat fotoğraf çekiminde sadece Hayat’ın ailesinin olması bu yalnızlaşmanın sinyaliymiş adeta. Murat annesiz başladığı yolculukta annesini yalanlar içinde bulurken sevgiye inancını olmasa da güvenini yitirdi. Sonra babasını yitirirken aslında tüm ailesini kaybetti ki bu bilgiye henüz sahip değil. Bunun etkisine maruz ama bilgisine sahip değilken annesi kollarında hayattan gitti. Murat’ın sanı olup kendisi henüz olmayan kardeşi dışında kimsesi kalmadı kanım diyeceği. Doruk’u ve babanneyi de kaybettik yani. Hamlet Murat, dayan. İçimde o çığlık ; ‘Bu kadar da olmaz ama’ diyor. Murat’ın Hayat’a güvensizliği hep sorunsal olarak tutulacak cepte bunun farkına çok önceden varmış bir izleyen olarak çok da yadırgamıyorum. Ancak karısının aşkından emin bir adam olarak tepkilerindeki sorgulayıcılığın şiddetinin sonrasında hızla dönüşen sığınma ihtiyacına şaşkınlıkla bakmıyor değilim. Burada Burak Deniz’e hayran olduğumu belirtmek isterim. Bu kadar hızlı ve dik duygu geçişlerini verebilmek gerçeklik algısından kopmaya bu kadar müsaitken Murat’ı gerçek tutmak konusunda çok başarılı. Son sahnedeki anne kaybını yansıtma şekline yorum dahi yapmıyorum.
Bana göre bölüme damga vuran diğer duyguya gelince; kaybetme korkusu.  Hayat balayının ortasına düşen bombanın pimi elinde öylece kalakaldı. Kalmakta haklı karşısında şeytandan bozma bir ruh hastası avuçlarında sevdiği adamın aklını darmaduman edecek sır. Sonra bıçağı Emre’nin boğazına dayadığında işte dedim bizim Hayat’ı sevme nedenimiz. Korkusuzluğu. Hayat’ın tek korkusu Murat.  Hayat’ın yaptığı hataların farkında olarak Murat’tan korkması kaçınılmazdı elbette. Hepimiz istedik Hayat hemen Murat’la konuşsun diye fakat diğer taraftan böyle bir sır hemen öyle söylenebilir mi? Hele aile ve yalan konusunda acılarına defalarca şahit olduğunuz birine. Doğru zaman doğru sözcükler. Emre’ye papuç bırakmayan Hayat  Murat’ın suçlamalarıyla boğuşadursun aynı yatakta birbirlerine yabancılaştıkları sahnede gördük ki Hayat’ı dağıtan ne Murat’ın güvensizliği ne de elinde patlayan sır. Hayat’ı dağıtan kaybetme korkusu. Güvensizlikle sarmalanan, sırlarla sınanan ve büyüyen büyüdükçe keskinleşen bir aşkı yitirme korkusu. Öfkesine ve güvensizliğine rağmen Murat’ın sığınacak yerinin Hayat olduğunu da gördük bu sahnede.  Hayat Murat’ın dünyası. Murat’sa Hayat’ın Aşk’ı. Semir Zeki der ki: ‘‘ Aşk bir hastalık ama tedavi etmeye gerek yok. Hayatınız boyunca devam etsin istediğiniz bir hastalık. Arzu edilen bir felaket.’’ Karamsar mı oldu? Sanırım Aşk Laftan Anlamaz’ın bu haftaki ikliminden kaynaklı bu grilik bende.
Dizimizde babalık konusu cidden dört koldan sınandı ve korkarım sınıfta kaldı.  İpek cephesinde, Hayat cephesinde, Murat cephesinde hatta Doruk cephesinde. Babasızlık köksüzlüktür. Sığınılandır baba, gölgesinde dinlendiğiniz ağaçtır. Eksikse eksiksinizdir, varsa hep fazla ve güçlü. Korktuğunuzda sığındığınız, saklandığınızdır baba. Hayat ve Murat açısından farklı renklerde de olsa ciddi travmalara gebe baba konusu. Ne diyelim; travmatik çiftimiz HayMur’a tek tavsiyemiz aşkın kalkanına sığınmaları,birlikte ve birbirlerine tutunarak. Onları başka ne kurtarır cidden bilmiyorum çünkü.
Son demde; Seni kaybetmek istemiyorum sevgili. Bana yalanlar söylesen de sensiz kalmakla sınanmaktansa kabullenirim yalanlarını. Seninle başladı hikayem seninle sürsün. Yüreğimsin ki sen. Nasıl sökerim seni ordan söyle...
Not: ALA fanlarına destekleri için sozsuz teşekkürler...
ve senaristlerimize de destekleri için teşekkürü borç bilirken Makbule Hanım’a da acı kaybı için başsağlığı diliyoruz.
Emeklere saygıyla...

                                                                                                   UmayMasal

Cesur ve Güzel- 11.bölüm

‘Sen  benim sigortamsın.’  

'Benimle evlenir misin?' Geçen bölüm sonunu Sühan'dan hepimizi çok mutlu edecek bir teklif ile bitirmiştik. Evet, teklif çok güzel ama içinde güzellikten daha çok hayal kırıklığı,öfke, üzüntü gibi bir sürü anlam barındırıyordu. Sırf kendisini Cesur'dan uzaklaştırmak adına babası tarafından acımasız bir plan ile  kaçırıldığını öğrenen Sühan bütün bu duygularla ve en önemlisi intikam isteğiyle Cesur'a evlenme teklifinde bulundu. Kendini garantiye almak adına Sühan ile evlenmek amacında  
 olan Cesur ise gizliden başladığı nikah işlemlerine gelen teklif ile resmen dört ayak üstüne düştü. Yalnız nedeni ne olursa olsun içindeki şüphelere rağmen bu gelişme izleyicileri heyecanlandırmaya yetti de arttı. 
 Tahsin Korludağ ise kızının güvenini geri kazanmak adına düzenlediği planın Cesur'un akıllıca davranması sonucu Sühan'ın gözünden iyice düştü ve büyük bir hayal kırıklığı ile çok sevdiği kızının 'Ben bugün babamı kaybettim.' diyecek kadar güvenini yok etti. Neyse ki biz burada bütün bu olumusuzluklara rağmen Sühan'ın yanında iyi ki bir Korhan Korludağ var diyebiliyoruz. 
Korhan Korludağ...Bir kardeşin sahip olmak isteyebileceği tüm özelliklere sahip bir ağabey. İki kardeş arasındaki ilişkiyi çok güzel yansıtıyor iki oyuncu ve onları birlikte izlemek çok hoşuma gidiyor. Korhan,  çocukken babasının geçmişte yapmış olduğu bütün kötülükleri bir rastlantı sonucu öğrenen ve bunun ağırlığıyla yaşayan biri olarak karşımıza çıkıyor. Olayların gerçek yüzünü bildiği için de Tahsin Korludağ ile yıldızı bir türlü barışmıyor ve babası tarafından daima Sühan'ın gölgesinde  
bırakılıyor. Bütün bunlara rağmen Korhan kendince güzel bir evliliğe sahip. Karısı Cahide ile tek eksikleri ise bir çocuk. Miras konusunda çocuğun çok önemli olduğuna inanan Cahide , çocuk sahibi olmak adına şeytana bile ters pabuç giydirecek bir plana girişti geçtiğimiz haftalarda. Plan şu an yolunda gidiyor gibi görünüyor ;ama her zaman olduğu gibi yalancının mumu ne yazık ki yatsıya kadar yanacak görüşündeyim. Bu oyunun gelişeceği süreci de getireceği kargaşayı da ayrıca merakla bekliyorum aslında.  
 Yeniden çiftimizin nikahına dönecek olursak Cesur'un intikamında yol arkadaşı olan Banu'nun ve Cahide'nin miras konusunda en büyük engel olarak gördüğü Sühan'ın bir de evlilik ile çiftliğe sahip olacağını öğrenmesiyle engelleme çabalarının olmazsa olmaz kısmına şahit olduk ve burada yine devreye giren Cesur'un aklı sayesinde Korhan şahitliğiyle çiftimiz nihayet nikah masasına oturdu. Nikahta önüne gelen kimlik fotokopisiyle bu evliliğin önceden planlandığını öğrenen Sühan her şeyin  
oyun olduğunu bilmesine ve  kendisinin de bunu belirtmesine rağmen içten içe bir kez daha hayal kırıklığı yaşayarak Cesur'a evet dedi. Çünkü Sühan, Cesur'u oyunlar içinde, planlar dahilinde, intikam amacında da olsa gerçekten seviyor, ona karşı koyamıyor. Sühan'a bu konuda üzülsem de çiftin arasındaki bu gelgitli durum beni daha çok diziye çekiyor. Yalnız burada Cesur'un gerçek hislerini izleyiciler olarak tam anlayamadık diye düşünüyorum. Oyun ve intikam kısmı o kadar yolunda ilerliyor ki Cesur'un Sühan'ı da bir nevi yaşam sigortası olarak adlandırdığında  gerçek duyguları konusunda izleyicilerin ciddi derecede şüpheye düşürüldüğünü hissediyor ve görüyorum. Umuyorum ki bu şüpheler de en kısa zamanda  
netleşir de çiftimizi bu belirsizlik gölgesi olmadan güzelce izleyebiliriz diye ümit ediyorum.   
Nikah sonrasına gelirsek Tahsin Korludağ,  Sühan ve Cesur  yüzleşmesi bölümün en güzel sahnelerinden birisiydi dersek sanıyorum abartmış olmayız. Özellikle burada beni etkileyen duygu  ise Sühan'ın ne olursa olsun babasının hayatı için kaygı duyup koşarak yanına gelmesiydi.  İnsan kötülükler de olsa sevdiklerinden kolayca vazgeçemiyor, kendini  daima onların yanında buluyor. Ve baba - kız arasında gerçekleşecek bu tür sahnelere ileri ki bölümlerde çokça şahit olacağız gibi görünüyor ne dersiniz?   
Bir yerde evlilik varsa elbette kutlama da olması da gerekiyordu.  Alemdaroğlu çiftliği de Fügen hanım önderliğinde hazırlıklarını yaptı ve çiftimizde,  belirli amaçlarla gerçekleşmiş de  olsa evliliğin mütevazi kutlamasını gerçekleştirildi. Görüyorum ki bu evliliğe en çok izleyiciler ve Fügen hanım sevindi. Fügen Hanımın sevinci öyle güzeldi ki insan,sadece o mutlu olsun diye evlilik hiç bozulmasın hep sürsün duygusuna kapılıyor.   
Bölüm sonuna gelirsek Cahide'nin dolduruşlarına gelen Korhan, Sühan'a çiftliğin evlilik ile Sühan'ın üstüne geçeceğini Cesur'un bildiğini söyledi.Sühan ise bunun doğruluğunu araştırarak geçmişte Cesur'un bu durumdam haberdar olduğunu öğreniyor ve bir kez daha kendini aldatılmış hissediyor, kendini yollara vurdu. :) Ayrıca bu sahnede bir flashback ile kutlama sonrası Banu'dan gelen aramanın etkisiyle Cesur'un odasına giden Sühan'ın Cesur'un sözleriyle ona karşı koyamayışını ve 
 teslim oluşunu izledik.  

Bu iki sahne birleşimi bana göre bölümün en göze çarpan kısmıydı  ve Sühan ne olursa olsun hep bu ikilemi, hayal kırıklığını yaşayacağını hissederken hissettirdi. Yalnız şu var ki tam da o sırada Cesur elinde bir yüzük kutusuyla konuk evinde onu bekliyordu.  
İlk deneyimim olarak söyleyebilirim ki bir şeyler anlatmak, yazmak gerçekten çok zormuş ve uzun zaman sonra bir diziyi kaçırmadan izliyorum. Bunun en büyük sebebi tabii ki Kıvanç Tatlıtuğ ve Tuba Büyüküstün etkisi. İkisini birlikte izlemek gerçekten çok büyük bir keyif ve senaryo da şu an çok güzel ilerliyor. Umuyorum ki arada inişler çıkışlar da olsa çoğunlukla dengede ilerleriz ve bu çifti uzun bir süre ekranlarda görürüz. Çünkü bana göre gözümüze, gönlümüze hitap eden güzellikleri erken kaybetmemeliyiz. 


muge_muge1

27 Ocak 2017 Cuma

Poyraz Karayel 77.Bölüm

“Ben bu hayata ne yapmış olabilirim de, durmadan bütün kiniyle bana saldırıp duruyor be Albayım?”

#PoyrazcımKarayel

İnandın, bekledik, oldu… Eee ne de olsa aşkta şüpheye yer yoktur. Ayşegül, Eda’nın bir işler çevirdiğini anlayınca Poyraz’a şüphelerini söyledi ve gerisi çorap söküğü gibi geldi. Eda zaten mecburiyetten yapmaya çalıştığı şeyden yeterince vicdan azabı ve utanç duyarken Poyraz’ın ona ne yapmaya çalıştığını sormasıyla O da eteğindeki taşları döküyor ve birlikte bir oyuna girişiyorlar. Çınar intikamını aldığını, Ayşegül’ün acı çektiğini düşünüp bundan zevk duyarken Nevra’da oğlunun bu intikam hırsından nemalanıyor. Tabii sonrasında Eda, Ayşegül ve Poyraz arasındaki diyalog bir hayli güldürüyor. Poyraz Karayel’in en çok bu yönünü seviyorum galiba salt dramla bizi yormayıp aralara yüzümüzde tebessüm oluşturacak sahneler bırakıyor. 

Eda yaşadıklarını anlattıktan sonra Nevra’nın onu çocuğuyla tehdit ettiğini söyleyince Poyraz ve Ayşegül’de ona kızıp, onu yargılayamıyor. Çok kötü bir durum aslında bu düşündüğünde… Yani bir anne - ki o anne oğlu için gözünü kırpmadan her şeyi yapıyor -  başka bir anneye - çocuğunu hiç tanımamış bir anneye – böylesine kötü bir oyun oynayabiliyor. Onun çocuğunu kullanıp yapmak istemediği şeylere zorlayabiliyor. Aslında dünyayı anneler yönetiyor… Onların yetiştirdiği çocuklar onların gölgeleri oluyor…

Poyraz ve Ayşegül hiçbir şey belli etmeden Çınar’dan kurtulmaya çalışırken Meltem ondan kurtulamıyor. Geçen bölüm sonunda kendini pencereden boşluğa bıraktığı an acaba zihninin ona bir oyunu mu derken bu bölümün başında kızımızı çöp konteynırında bulduk. Neyse ki oradan ufak bir çatlakla kurtuldu ama Çınar’ın intikam hırsı peşini bırakmadı ve onun hafızasını tamamen kaybetmesine neden oldu. Zülfikar güçlü durmaya çalışıp, ona destek olmaya gayret gösteriyor ama sevdiğinin gözleri önünde eridiğine daha ne kadar dayanabilir bilmiyorum. 

Orhan Solmaz gizemi de sonunda çözüldü. Meğer sebep gerçekten de bir kuzuymuş sadece. Bir kuzu bir seri katile gebeymiş ve ortadan kaybolması bir aile faciasına ardından da bir seri katilin doğmasına sebep olmuş. Neyse ki daha fazla zarar vermesine müsaade etmeden yakalandı ama gel gör ki hastanede Meltem ile ahbap olacaklar gibi. 

Songül cephesinde çekirge daha fazla sıçrayamadı ve yakalandı. Ayşegül onu Fatih ile görünce ne yapması gerektiğini şaşırdı tabii ki ama Songül kapısına gelip onunla konuşmak istediğinde de geri çevirmedi. Ayşegül’ün de söylediği gibi Sadrettin iyi bir eş olamadı belki ama hiç kimse aldatılmayı hak etmez. Songül oğlundan ayrı kalmak korkusuyla evli kalmaya mecbur olurken hissettiği sevgisizlikten dolayı sığınacak bir liman aradı. Fakat bunu evliyken yapması çok yanlıştı. Ayşegül ona kararını bir an önce vermesi gerektiğini söyledikten sonra eve geldiğinde bir baba ve oğul gördü karşısında. Tıpkı Bahri’nin Sadrettin, Hasan Yağmur’a sarılırken hissettikleri gibiydi. Bahri’nin gözlerinde gurur ve mutluluk vardı. Songül’ün gözlerinde ise bir parça mutluluk fazlasıyla kararsızlık ve kaybetme korkusu Ben Sadrettin ve Songül’e iyi gelecek şeyin Hasan Yağmur’un saf sevgisi olacağına inanıyorum… Hâlâ umut var.

Nevra’nın kaybetmesine, hissettiği öfkenin etrafa saçılmasına tanık olduk bu hafta. Poyraz’ın o buluşmaya gitmesi, fotoğraflarını çekmesi onların deşifre olmasına bir adım daha yaklaştırdı. Tabii o fotoğrafları çekmek ona pahalıya mal olacak gibi

Kötü anne gölgelerinin başka hayatları nasıl kararttığı, insanların aralarına nefret ve nifak tohumları serpip nasıl savaşlara sürüklediklerinin ufak bir ayrıntısıydı bence onlar…

Gelecek bölüm Poyraz’ın Ayşegül ve Sinan’ı kurtarmak için verdiği çaba, Nevra ve Bahri’nin düellosuna şahit olacağız. Yine heyecan dorukta ve yine merakla yeni bölümü bekliyoruz. Sonunda iyilerin kazanacağı umuduyla…

Sevgiyle, sağlıcakla kalın…

Frezya


26 Ocak 2017 Perşembe

Bodrum Masalı- 20.bölüm

‘‘Yol büyütür çocuk seni,
Hayat büyütür,
Kan büyütür,
Zulüm büyütür,
Çocuk seni annen büyütür,
Varlığından çok yokluğu büyütür...’’

Pişmanlığın adalete dönüşen keskin kılıcı: Anne. Yıldız’a dair, anneliğe dair bir bölümdü Bodrum Masalı’nın son bölümü. Biz de bu noktadan ele almaya gayret edelim yorumumuzu. Süha Reis’in patlamadan sağ kurulup kurtulamadığı ve Uzay’ın yediği yumruk sonrası tavrının ne olacağı sorularıyla açtık bölümü. Sonra Alara’nın hamlesiyle susan bir Uzay’la karşılaştık. Uzay’a seninle ben aynıyız diyen Alara, sevgisizliğinden yorgun Uzay’ı en yumuşak yerinden yıllardır kendisine beslenen sevgisinden yakladı ve susturdu. Ateş’e kızgın Aslı ve Aslı’ya kızgın Ateş ilk kavgalarını yaşadıktan sonra barışıp belki olan durumu çok da çözümleyemeden Süha Reis’in derdine düştü. Kelebek ise, her kardeşin yapacağını yaparak yine Aslı için taşın altına elini soktu. Faryalı’nın kırgınlığına rağmen endişeli bekleyişi mahşerin dört atlısına da sıçradıktan sonra çok da dallanıp budaklanmadan çözüldü ve Süha Reis’in yaşadığını öğrendik. Faryalı’nın en yakın dostuyla arasının sağ ama ölü duygusundan sıyrılması adına yaşananlar elbette ki iyi oldu. Yusuf konusu halen muamma durumunu korusa da. Sonrasında yeniden Ergüven boşanmasına odaklandık. İşte bu noktada başladı bölümümüzün ana temasını oluşturacak olgunun yansımaları. Annesinin boşanma sırasında yanında durmak isteyen Ateş ve Su ile konuşan Yıldız’ın pişmalığından süzülen çocuklarını koruma isteği. Babanın devre dışı kaldığı masanın etrafında anne elinden sıcacık çorbalarını yudumlayan Ateş ve Su’nun yanına oturan Yıldız çocuklarını yaşadığı süreçten uzak tutmak istediğini söyledi sürekli. Öyle ya bir anne hep iyi anıları olsun isterdi çocuklarının. Boşanma davası resminde çocuklarının olmamasını istemesi, ikisine sarılıp kendi sıcaklığının yansıması evlatlarının sıcaklığına tutunması Yıldız’ın yorgun ama güçlü tutumunun habercisi gibiydi. Aynı anlarda Aslı’nın Uzay’la yüzleşmesini izledik. Uzay Aslı’da neden olduğu tahribatın farkında olarak tanımladı kendisindeki pişmalığı. Tamamen iyi niyetle başladığı bir şeyin anlaşılmamasının ve geçmişten getirdiği zarar verme durumlarının kendisine nasıl yük olduğuyla yüzleşti Aslı’nın ağlamaktan şişen gözlerine bakarken. Uzay’ın Aslı’ya aşık olacağına hiç inanmadım. Bu bölüm söylemleri ve incelikli tutumuyla da beni haklı çıkartmış duruyor. Uzay’ın Aslı’da gördüğü koşulsuz iyi niyet ve ortak kader. Aslı ile kurduğu empati onu hızla Yıldız Otel dünyasında kabul görme isteğine sürüklüyor. Sevilmek, istenmek ve birinin ona gerçekten isteyerek sarılması.
Uzay’a dönmek üzere ara verelim. Yeniden Yıldız ve Evren boşanmasına gidelim. Gözde’nin hamlesi tüm aile üzerine kabus gibi çökerken Yıldız’ı Evren prangasından kurtardı. Fakat burada yine bir anne hikayesi başladı. Gözde’nin hikayesi. Evren’i silen Gözde’nin Evren’e dönüşünü sağlayan unsurdu anneliği ve çocuğunu koruma isteği. Hem toplumsal baskılardan hem de mutsuzluktan bebeğini korumak için Evren’i en iyi bilen Gözde onu büyütme pahasına sahaya döndü. Evren’in çıkar odaklı karakteri düşünüldüğünde onu büyütme çabası oldukça zorlayıcı olacaktır. Hem Gözde hem Evren açısından. Su ve Yıldız arasındaki konuşmada kendi yaşadıklarının acısını çekmeye devam eden Yıldız’ın Gözde’nin bebeğine karşı tutumu da yine annelikten geldi. Aldatımışlığına rağmen, sevmese de düşürüldüğü durumun kendisinde yarattığı travmaya rağmen Yıldız kızının öfkesini bilemek yerine onu sakinleştirmeyi seçti. Bu konuşmayı kızıyla yapması da kuşkusuz anneliği oğlundan çok kızının anlamlandırabileceğine inancıydı.
Yıldız’ın yaşadığı bir başka yüzleşme de Faryalı’ylaydı. Babalık hakkı elinden alınan Faryalı’nın kırgınlığı, öfkesini bastırıyor. Hem sevdasından vazgeçmiyor hem de alabildiğine o cam kırıklarının kanatıcı etkisini yaşağınca yaşatıyor. El kadar bebeğe ve annesine bakan Faryalı’nın anlayamadığı, neden Yıldız ona güvenemedi? Bu soruyu ben de soruyorum ve bu noktadan bir başka Evren düğümü çıkmasını da beklemiyor değilim.   Diğer taraftan Yıldız pişmalığını yine anneliğinin terazisine koyup  Faryalı’ya ondan hesap sorma hakkını sonuna kadar teslim ederken, tek istediğinin Faryalı’nın onu anneliğinden sorgulamaması olduğunu da vurguladı. Çünkü Yıldız pişman, yanlış insana güvendiği için Faryalı’yla çocuk büyütme şansını yok ettiği için. Ateş konusu hala soru işareti(?)
Pişmanlık, kötülüğe giden yolda bir duraktır; o durakta kontrolü ele alırsanız, duracağınız yerde durabilirseniz, yalanlara ve alçaklıklara sığınmazsanız, yaşam size yeni fırsatlar verir. Uzay için durum tam anlamıyla bu. Uzay geçen hafta Faryalı’yı kurtarma eyleminin parçası olmuştu zaten. Bu hafta yaşadığı pişmalıkla Aslı’nın kapısına dayandı ;ama bunu Ateş’le yaparak eyleminin tamamen iyi niyet tabanlı olduğuna ona en son inanacak kişiye,Ateş’e, ispatladı. Hele kendi sarılamayışının üzerine benimkini ekle de sarıl, derken gözleri dolan Ateş bundan sonra Uzay’ı salt kötü göremeyecektir. Uzay Ateş cephesinde bile kendisine bir fırsat yaratırken kuşkusuz Aslı’nın bundan sonraki hikayesine de dahil olacaktır. O hikaye hangi noktada kendisinde düğümlenecek asıl merak ettiğim bu. Alara’ya rağmen Aslı ve Ateş’in tarafında kalmayı seçen Uzay yine bölümün sürprizi olmayı başardı.
Kelebek ve Su... Su için kaçılan bir koy, saklanılan bir kovuk olmayı sürdürüyor Kelebek. Su yaşadığı her olumsuzlukta Kelebek’e sığınırken Ateş’le ilgili çıkmazları büyüyor. Ateş’ten saklanan sır öyle görünüyor ki, Ateş açısından tepkili bir öğrenmeye neden olacak. Bunda saklanma durumunun yaşanan aşktan daha etkili bir sebep olacağını düşünüyorum. Su artık harekete geçmeli.
Aslı ve Ateş... Annesizliğinin yıllanmış sevgisizliğinin yarattığı korkularla yola düştü Aslı. Yanında sadece Ateş’i istemesinde en önemli sebep sevdiği adamın söylemese bile ellerini her sardığında ona iyi gelen aşkıydı. Kelebek zaten o kadar Aslı’ya dair bir kardeş ki, Aslı sevilmeye değer olduğunu Ateş’te gördü. Korka korka annesinin olduğu yere vardığında yine Ateş’in elini istedi. Sormak istediği ‘Neden?’ sorusunda da yanıbaşında Ateş olsun dedi. Annesiz geldiği İzmir’de babasını da bırakan Aslı’nın tek kimsesi Ateş kaldı.  Aslı’nın yaşadığı travmanın ailesiz kalmanın boyutları nereye varacak, bu küçük kız bu yükü nasıl sırtlayacak sorularının cevabı yine Ateş. Ateş’in evim dediği kıza ev olma zamanı. Her darbede daha yakın olan AsAt’ın artık biz olma zamanı. Bunun için Aslı yeterince çabaladı. Sıra Ateş oğlanda.
‘Ne kadar hızla uzaklaşıyorsun benden çocukluğum, bu ne telaş, bu ne acele...’ demiş Neuman Dior, Aslı ve Ateş ; Kelebek ve Su büyüyor. Yolculuklarına eşlik edenle de büyüyor. Ancak ne şans ki Ateş ve Su anneleriyle babasız kalarak büyürken Aslı da kaderdaşı Kelebek gibi anasız ve babasız kalarak büyüyor.
Son demde; Anne hayatın sonsuzluğudur.
Emeklere saygıyla...      

                                                 UmayMasal

22 Ocak 2017 Pazar

Aşk Laftan Anlamaz-27.bölüm

‘‘Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyür ki içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran bir yüzey bulur; bizi gidişten daha fazla büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir.-Macel Proust’’ 
 Hayatın büyük bir bölümünde alışılagelmiş olan aşkları yaşasak da alışılagelmişin dışında kalan aşkları anlatır kitaplar, filmler, müzikler. Aşık olmaksa sanıldığı kadar kolay değildir. Aşıklığı taşımaksa aşık olmaktan daha da zordur. Çünkü aşk gerçekten emek ister, ona narin bir çiçeğe bakar gibi bakmak sulamak gerekir. Aşk ilişkilerinde duygular hep aynı oranda kalmaz. Değişkendir. Aşk zaman zaman tutkudur, kimi zaman şefkat, kimi zaman öfke, kimi zamansa salt sevgi ve anlayış. Bazen derin sularda boğulmuşluk hissi, bazen ılık bir meltem. Bu girizgaha sebep çiftimiz Hayat Murat’a gelirsek, bu hafta taze bir çiçek kokusu, narin ama güçlü bir ağaç gibiydiler. Henüz bölüm başında Emre’nin teklifini Murat’a söyleyen Hayat, ilişkisinde yeni bir sırra neden olmadı. Dik durdu. Murat ise haklı olarak Emre gibi takıntılı bir adamın karısından uzak durmasını istiyor. Bu noktada Emre’nin akıl sağlığıyla ilgili ciddi kaygılarım var. Zira halihazırda aylardır evli olan bir kadını tutup yeniden kına, düğün yapıyor diye kıskanmak ve burdan tribe girmek garip ötesi kaçıklık. Hayat’la Murat’ın yatakodasına konan kutuya gelince geçen haftadan tahmin ettiğimiz gibi Derya’nın kurduğu bir oyun bu. Murat bu oyuna gelir mi? Emre’nin bu hafta söylediği ‘Bazen Murat her şeyi biliyor mu diyorum’ repliği bir acaba yaratıyor. Murat zeki ve soğukkanlı bir işadamı. Murat’ın yumuşak karnı ailesi ve Hayat. Emre’nin iş merkezli hamlelerini kıskaçlığına rağmen doğru okuyabilecek zekaya sahip ki bunu anne olayında tüm kırılganlığına rağmen bize gösterdi. Bakalım sonuç ne olacak?
 Hayat’sa bir başka kırılganlıkla çıktı karşımıza. Kızımızı hep sevgi dolu bir ailenin ortasında düşünmüştük. Annesi ve dedesini referans alınca da geleneksel fakat koruyan kollayan hatta çok seven yanında olan aile imajımız sağlamlaşmıştı. Ancak bu hafta gördük ki Hayat’ın da baba konusunda bir terk edilmişlik duygusu var. Abisinine patlarken kimin için kimden vazgeçiyorum ki duygusunu o kadar hissettirdi ki Hayat. Bir an yutkunduğum doğrudur. Hande Erçel’e kanıyla canıyla Hayat’ı hissettirmek için uğraşısı için tebrikler. Yarayı anlamaz yaralanmamış olan mantığından Murat ve Hayat’ı bu kadar birbirine dolaştıran aşk yumağında bu duygunun yani terk edilmişliğin olması sanırım yadsınamaz. Olsa da yok gibi olan babaya karşılık asla terk etmeyen Murat; zaten çekip gitmiş olan anneye karşılık acı çekmesine rağmen işkence gibi durumlara göğüs gerip asla gitmeyip acısıyla orda yanıbaşında bekleyen Hayat. HayMur’u aşk yapan bu sanırım. Diğer tüm katmanlarla beraber. Korkunun en güçlü canavar olduğunu biliyoruz. Geçtiğimiz hafta korkularla sınanan çiftimiz bu konuda ders almış gözüküyor ki Hayat’ın abisi geldiğinde korkularına rağmen Hayat , tehditlere rağmen Murat geri adım atmadı. Bu arada Bülent Parlak diziye renk katmış. Hem açtığı yeni yollar hem de her sahneyi köpürtme becerisi bence Aşk Laftan Anlamaz açısından oldukça yararlı olacak. Ben Metin Akpınar’la karşılıklı sahnelerini merak ediyorum. Hayat’ın restinden sonra geri adım atan abinin isteğiyle girişilen kına, gelin hamamı ve fotoğraf çekimizde bence en hoş detay ekibin birlikte gerçekten eğlendiğini, başta Hande Erçel ve Burak Deniz olmak üzere tüm ekibin arasındaki enerjinin ekrandan yansıdığını görmemiz oldu. Çiftetelli oynayan Murat inanılmazdı. O kadar içten, doğal ve eğlenceliydi ki ekran karşısında yüzümde bir gülümsemeyle izledim. Zaman zaman da kahkaha ile güldüm. Leyla, Hazal, Derya ve Emre’nin yarattığı gerilimleri minimalize etmiş daha çok dizimizin sevimli ve iyi niyetli kahramanlarına odaklanan bölüm oldukça rahatlatıcıydı. Bir taraftan acaba bundan sonra entrika sarmalında kaybolur muyuz diye endişe duyarken elindekine bak ve keyif al dediğim sahnelerle doluydu bölüm. Derya’nın Aslı Doruk aşkına müdahale edeceğini elbette biliyorduk. Bunu bir rakibeyle yapması da sanırım izleyenleri şaşırtmamıştır. Sonuna kadar annesine, yapabileceklerinin bilincinde olmasına rağmen, sahip çıkan Doruk hem Aslı’nın önceki bölümlerde duyduğu sır hem de annesinin Murat’ın arkasından çevirdiklerini öğrendiğinde nasıl bir tavır alacak ben de merakla bekliyorum. Haşmet Dede’nin dönme sinyalini almamız bu hafta açısından en sevindiğim unsurlardan biriydi. Zira Haşmet Dede ve Azime Babanne varlığı dizinin güzel değerlerinden. Önümüzdeki hafta olaylı olacak gibi lakin Hayat ve Murat’ın telefonsuz ve kayboluşun eşlik ettiği balayı biraz çiftimizi olaylardan uzak tutacak gibi. Umudumuz bu yani.
 Şimdi gelelim aşk güzellemesine dönüşen son sahneye. Haftalardır tırmandırılan ve kıskançlık, öfke gibi duygularla beslenen HayMur kavuşması sandığımızın aksine bir tavırla nihayetlendi. Aşkla dokunmaya kıyamayan, gözleriyle aşklarını birbirlerine akıtan, bir parça ürkek, bir parça karşısındakinin hayal mi gerçek mi olduğundan emin olmaya çalışan Hayat ve Murat vardı taş evde. Aşk çalkantılı bir unsur. Hayat ve Murat gibi baskın kişilikler üzerinde bu çalkantının şiddeti daha da yüksek oluyor. Zaman zaman özellikle Murat açısından depresif noktalara sürüklenen bu aşkın kavuşumunun nahifliği, şiddetten ve tutkudan çok sevmenin, teslim olmanın duygu olarak baskın olduğu bir sahne izledik. Mum denizinin ortasında ben zaten yanmışım, senin uğruna pervane olmuşum,kanatlarımı yaksan da sana uçmaya devam edeceğim der gibi bakan Hayat ve Murat bana göre bir bütün oldu artık. Bir de o sahnede minicik bir damla gözyaşı görseydim sanırım ritüel tamam olacaktı benim açımdan. Son demde; yangınlar gibi aşkta bir yalım ile başlar. Ardından tutuşma ve nihayetinde aşk denizine dönüşme gelir. Alev önemlidir zira bundandır mumun alevi başının üzerinde taşıması. Asıl yanış içten gelir. Alev ruha düşmeye görsün o ateş tüm varlığı kaplar ve kendinden başka bir şeye yer bırakmaz. ALA fanlarına ve senaristlerimize destekleri için teşekkürler ve tabiki tüm emeklere saygıyla...
                                                     
UmayMasal

20 Ocak 2017 Cuma

Poyraz Karayel 76. Bölüm yorumu

Geçtiğimiz hafta pavyonda şarkı söyleyen Poyraz için aklıma gelen tek şey umarım haftaya kendini meyhanelere vurmaz olmuştu… Öyle de oldu… Bu hafta tam meyhanede şarkı söylemelik, kahrolmalık bir bölümdü. Nevra sonunda Eda’yı mecbur bırakmıştı ve Eda istemese de Poyraz ve Ayşegül’ün arasını bozmuştu. Aslında ben hâlâ Eda’nın bunu yapabildiğine inanmak istemiyorum. Evet, yıllardır görmediği kızı söz konusu ve işin sonunda kızına kavuşmak var ama aynı zamanda Poyraz ve Ayşegül aşkına şahit olan biri ve bence onlara bu kötülüğü yapamaz. Geçen sezon Neşet’i inandırmak için bir konu ile ilgili olarak Poyraz ve Ayşegül kavga etmiş ve sonunda Poyraz, Ayşegül’e tokat atmıştı. Açıkçası geçen hafta Eda onlara her şeyi anlatır ve bir oyun oynanır diye bekledim ama olmadı... Belki de olacak… Nevra şu an amacına ulaştı görünüyor ve Çınar, Ayşegül’e duyduğu öfke ve nefretten beslenip onun acı çektiğini gördükçe keyiften dört köşe oluyor.
Nevra’ya “Sana hayranlık duyuyorum”  derken doğru söylüyordu. Hayranlığı gözlerinden okunuyordu. Annesinin yaptıklarını tasvip etmeyen Çınar artık ona hayranlık duyar hale geldi. Tabi Ayşegül ve Poyraz’ın yanı sıra Meltem’de nasibini aldı onların bu nefretinden. Kullandığı ilaçlar onun halüsinasyonlar görmesine sonunda da daha fazla dayanamayıp kendini hastane penceresinden atmasına neden oldu. Umarım yine bir halüsinasyon görmüştür ve o penceren kendini atmamıştır.

Şunu belirtmeden geçemeyeceğim pet shoplardaki hayvanların yerinin kafesler değil doğa olduğunu ve aslında onların da duygularının, dillerinin olduğunu çok güzel anlattı bu hafta bize Meltem. Çünkü onlar bu dünyada çoğu insanda bulunmayan merhamet ve sadakat duygusuna sahipler. Onları görmezden gelmememiz gerktiğini hatırlattı. Bizlerin nasıl karnı acıkıyorsa ve yine bizler nasıl sıcak bir ortama ihtiyaç duyuyorsak onların da aynı şeylere muhtaç olduğunu gösterdi…

Ve Orhan Solmaz… Bilmiyorum ama ben bu Orhan Solmaz olayının ucunun Nevra’ya dayandığını düşünüyorum. Dedektif Sinan onun aşk mektuplarını bulduğunda mektupların sonunda O.S yazıyordu… Bu O.S sanki Orhan Solmaz gibi geliyor bana… Yani Taşkafa ve Nevra’nın bir geçmişi olabilir tabi bu sadece bir fikir. Gerçi sonunda bizim seri katil başörtülü bacımız Taşkafa’ya “Kuzum nerede?” diye sordu. Biz bir aralar Taşkafa ile birlikte takılan kuzuyu masum sanıyorduk ama masum da olmayabilir.

Ümran bu hafta oğluna yaşadığı acıları anlatınca İsa'nın yaptıklarından duyduğu pişmanlık bir kez daha gözlerine yansıdı. Sevmediği bir adamla küçük yaşta evlenmesi, her gün dayak yemesi, hamileliğinin kocasından yediği dayaklar yüzünden sonlanması... İsa, babasının annesine yaptığı eziyeti öğrenince bir kez daha yaptığından pişmanlık duydu. İsa'ya şu hayatta bir onu kucağına aldığında bir de Taşkafa ile evlendiğinde yüzünün güldüğünü söyleyince anladı annesinin aslında ne kadar çok acı çektiğini. Bahri orada İsa'ya; "Baba seni bu dünyaya teslim eden değil, sana bu dünyada sahip çıkandır." Dedi. Haklı değil mi? Baba bize bu dünyada kol kanat geren, güçlü kollarıyla saran, bizim kahramanımız olan değil mi zaten? Bazen gerçekten seni bu dünyaya teslim eden sana babalık yapamaz ama seni her türlü kötülülten korumak için çabalayan bir adam sana baba olur... Neyse ki İsa'da farkına vardı ve yeniden babasının güçlü kolları, annesinin kanatları altına sığındı.

Son olarak Songül... Sadrettin bir şeylerin farkına vardı fakat Fatih hedef şaşırttı ve bu seferlik paçayı yırttılar ama çekirge bir sıçrar iki sıçrar... Ve o son sıçramada bu defa olduğu gibi kolaylıkla atlatamayacakları aşikar...
 
Ortalık tabiri caizse yangın yeri oldu bu bölüm. Ortaya çıkan Savaş var bir de... Birinci sezonda Poyraz'ı bir hayli uğraştıran Zafer'in kardeşi ve şu an Savaş abisini öldürenlerin peşinde yani Poyraz'a musallat olacak yeni manyak belli oldu. 

Heyecanla Poyraz - Ayşegül cephesinde gelişecek olayları, Nevra'nın yeni planlarını, Taşkafa-Orhan Solmaz gizemini, Meltem - Zülfikar akibetinin ne olacağı ve daha fazlasını bekliyoruz. Umarım kötülerin kazanıp, iyilerin yine acı çektiği bizlerin ciğerinin solduğu bir bölüm olmaz... 

Sevgiyle, sağlıcakla kalın...

Frezya

16 Ocak 2017 Pazartesi

Bodrum Masalı-19.bölüm

‘‘Ah mine’l-aşkı ve halatihi
Ahraka kalbi bi-hararatihi’’
                               Şeyh Galip
Ah, aşkın elinden ve onun hallerinden; ateşiyle kalbimi yaktı yandırdı, demiş Şeyh Galip yukarıdaki şiirinden alıntı parçada. Aşka dair konuşmak hali hazırdaki yazılmışları tekrardan öteye gidebilir mi? Sanmıyorum. Eflatun, aşkı ‘doğumsuz,ölümsüz, artmaz, eksilmez bir güzellik’ olarak tanımlar. Ancak o güzelliktir ki, insanı en çok acıtan ve kanatan. Sevgili aşığa acı verir, sınırları zorlar. Aşıksa samimidir ve aşkının daima arkasında durur. Her anı sevgilinin haliyde doludur. Aşığa acı veren sadece sevgili de değildir. Rakip de aşığa her bulduğu fırsatta zarar verir. Aşığı sevgiliden uzaklaştırır. Anlattığımız ucundan kıyısından, Divan Edebiyatı dediğimiz ve en büyük ürünü şiir olan terminolojinin parçalarından. Daha da ayrıntısı var ancak çok da girmeyelim. Anlattığımız kısım bile yeterli sanıyorum Faryalı- Yıldız-Evren hattında bahsettiğimiz terminolojiyle bağlatıyı anlamaya. Evren Faryalı ve Yıldız arasında hızlanan yakınlaşmayı engellemek için güçlü bir kozu masaya sürerek açtı bölümü. Ciddi sarsıntı yaratan Yıldız’a ve Faryalı’ya dair sır seyirci açısından sürpriz olmasa da Yıldız’ın bebeği aldırdığını söylemesiyle hepimiz bu sarsıntıya dahil oluverdik. Nasıl yani Ateş Faryalı’nın oğlu değil mi? Haftalarca bu noktada senaristimizin bizi ters köşeye yatırabileceğini düşünüyordum aslında. Eğer Yıldız yalan söylüyorsa, ki Evren gibi bir adam nereye kadar Faryalı’nın oğluna babalık yapmış olabilir sorusu kafamı kurcalamakta, bu FarYıl açısından aşılması imkansıza yakın bir duruma dönüşür gibi. Kaldı ki yine defalarca dediğim gibi Ateş Faryalı’nın öz oğlu olsun olmasın seçtiği baba Faryalı olacak bence. Evren kıskançlığı ile Faryalı’dan sadece Yıldız’ı değil Süha Reis’le olan dostluğunu da almaya kalktı bu bölüm. Başarır mı göreceğiz lakin son sahne iki dost açısından kopmanın mümkün olmadığını da kanıtladı gibi. Burada Süha Reis’in tasavvuf kokan aşkına değinmeden geçmek turkuvaz renkli o aşka haksızlık olur galiba. Aşkın en büyük evrelerinden biridir birini severken ona ihtiyacının kalmaması. Ela ve Süha arasındaki aşk iman olup uyulan cinsten bir aşk. Merhale denilen seviyelerde acıya acıya, sarhoş ola ola yükselmiş aşklardan. Artık ayrılığın kabullenilip kavuşmanın ruhlara bırakıldığı aşklardan. Gelelim Yıldız ve Faryalı’ya. Kaybedilen bebek, babalık hakkı tam da beklediğimiz gib Faryalı’yı çok kırdı. Süha’nın bu sırrı kendisinden saklama ise ayrı bir darbe oldu. Bağlılığı her anlamda yaşam biçimi haline getirmiş Faryalı için aldığı darbeler çok can yakıcı ;ancak Evren’e çektiği rest düşünüldüğünde Faryalı’nın Yıldız’ı bırakmaya niyeti yok. Ne demişti Aslı Faryalı yapmayacağı şeyi söyleyecek adam değil.  
Kelebek ve Su , aşkta sır olmakla meşguller. Ateş’ten saklanmak, duygularını dizginlemek için çaba harcıyorlar. Bir taraftan da ailelerinin iç içe geçmiş hikayelerindeki gerilimle başa çıkmaya çalışıyorlar. Su açısından Kelebek hızla vazgeçilmeze dönüşüyor kanımca. Hoş kimin açısından vazgeçilmez değil ki. Derdi olanın derdini dert belleyen Kelebek Ateş’in de dert ortağı, Aslı’nın da. Ruhunun kanatları elverdiğince kimin başı sıkışsa Kelebek orada. İçindeki sır aşk onu artık boğmaya başlasa da dayanıyor Kelebek. Su onun aşkıyla şifa bulurken o Su’ya aşkından aldığı şifayı dağıtıyor. Ferdi’nin de Ateş’in ısrarıyla olsa bile şifası Kelebek’ten. Aşkı yol etmiş Kelebek yürüyor işte.
Ateş ,Aslı, Kuzey Işıkları...  Aslı’nın annesine ulaşabilme ihtimali ve Ateş’e olan güvensizliği. Yıldız Faryalı’ya dedi ya sevdim ama güvenemedim ki. Haklı ya da haksız. Biz Faryalı’nın şimdisini biliyoruz. Gençliğini değil. Ateş Aslı’nın başından beri ona olan sevgisinin gücünden o kadar emin ki. Aslı’nın Aslı’nda saklı olanın büyüklüğünü bilmese de öyle hissediyor ki, Alara için ağız dolusu çıkan sevgi Aslı için Ateş’in ağzından çıkamıyor. Biliyor çünkü Aslı’nın sevgisi yüce, o da oraya varmadan, ona olan sevdasını ispatlamadan o iki sözcük çıkamayacak dudaklarından. Büyüyor Aslı Ateş’te. Öyle büyüyor ki, verilen söze rağmen görüşülmeye devam edilen Kuzey Işıkları için Aslı’ya tek kelam edilemiyor. Ateş’in içi kor oluyor ;ama söz ağızdan çıkamıyor. İçi yanan Ateş’in şifası Aslı’da. Uzay ise, tıpkı istediğim gibi Yıldız Otel sakinlerinin iyileştirici etkisine açık buna istekli kabuğundan kabuk çıkartıyor. Aslı’ya aşık oluyor mu? Bilmiyorum ama hissettiğim yüksek bir empati ve iyiler tarafından sevilme isteği. Ateş’le Aslı’yı ayırmak niyeti sezmiyorum. Umuyorum ki Faryalı ve Yıldız’ı ayıran Evren’in ; Ateş ve Aslı ilişkisinde yansıması olmaz Uzay. Aslı’nın Ateş’e hep sen sen  dediği sahne aslında Aslı’nın Ateş tarafından korunmak, kollanmaya ihtiyacını öyle güzel anlattı ki. Ateş’in daima arkasını kollayan Aslı’ya, hep kendisini korumak, kollamak zorunda kalmış şiir yürekli kıza en zayıf olduğu anda kol kanat germesi gerek. Bu kez hata yapmadan, sırları dışarı taşırmadan, yüreğinin içine sokarak, Aslı’yı sarıp sarmalaması gerek. Zira kendisi ailesinin peşinde koşup o kızcağızı da sürüklerken ezeli rakibi Aslı’nın annesini buldu. Bu hangi duyguyla yapılmış bir eylem olursa olsun güçlü bir hamle. Ateş oğlan dikkatli olmalı.
Son demde; Aşk yerine göre yol olur yürünür, yerine göre iman olur uyulur. Bazen ateş olup yakar, bazen deniz olup boğar. Sır olup saklanır,gonca olup açılır, demiş üstad. Aşkla birleşenler zor ayrılır. Ayrılsa da aşkla dönen gökler, duran kainat onu hatırlatır. Sonuçta Aşk her şeydir. Ah mine’l Aşk.
                                                              UmayMasal    

             

15 Ocak 2017 Pazar

Aşk Laftan Anlamaz -26.bölüm

‘En büyük sır insanın kendisiymiş. Güvenmek bu sırrın anahtarı. Ah sevgili sen kaldın elimde tüm yalanlara inat. Sakın beni aldatma. Hançeri varlığımın sırtına sokup beni yok sayma.’
Uzun süren tutkulu bir ilişkinin sırrı nedir? Arzuyu ne sürdürür? Düşünüyorum. Hayattaki karşılıkların kurguya yansıması olarak bu soruların süzülüp damıtılmasının cevabını bulmaya çalışıyorum. Sağından solundan önünden arkasından baktığım bu iki sorunun cevabını yine yazılmış olanda bulmayı başarıyor zihnim. Esther Perel’e göre birbiriyle çelişen iki şey gerekli bu sürdürülebilirlik için: bağlanma-süreklilik ve tahmin edilmezlik-sürprizler. Aşkla arzu nereden bağlanır ve nasıl ayrılır? Sanırım iki kişi arasındaki o kimyayı, çekimi ya da adına ne derseniz onu ancak bu sorulara kafa yorarak anlayabiliriz. Aşk sahip olmaksa arzu istemek sanırım.  Aşkta yakınlaşmak, mesafeleri kapatmak varsa arzuda tam tersi, aşılacak tehlikeli köprüler, gücün karanlık tarafında bir şeyler isteriz. Ateşin havaya duyduğu ihtiyaç gibi arzunun da boşluklara, ayrılıklara ihtiyacı vardır. Bir araştırmacının dünyanın farklı yerlerinde sorduğu ‘‘Ne zaman partnerinize karşı ilgili oluyorsunuz?’’ sorusuna çoğunlukla aldığı cevap ‘‘Ne zaman ayrılsak ne zaman tekrar kavuşsak işte o zaman .’’olmuş.  Şimdi hayat gerçekliğinde bu romantizmi nerelere koyarız, hangi çalışma koşullarında, hangi geçim sıkıntılarında değerlendiririz tartışılır. Zira hepimizin sadece koşmak, yaşamaya çabalamak çemberinde varolmak adına verdiği mücadelede aşk ve arzu nereye evrildi cevabı zor bir soru. Ancak yazıyı yazmaya sebep Hayat-Murat aşkında sanıyorum denenen de bu sistematik senaristlerimiz tarafından. Aşkın doğasının arzuyu da barındıran yaklaştıran ama tehlikeli uçurumlar bulunduran kaygan zemini. Hayat ve Murat arasındaki tutku, arzu çemberi her hafta tırmandırılırken bunda sadece aşkın değil yaşanan gerilimlerin de payı olduğu aşikar. Ki o tutkunun her dışa vurumunda daha şiddetli hale gelmesi bundan kanımca. Patlayacağı noktanın da şu ana kadarki dışa vurumlardan daha vurucu olmasını bekliyorum çünkü eğer daha azı olursa ben naçizane hayal kırıklığına uğrarım. Burada küçük bir virgül koyup Hande Erçel’i tebrik etmek istiyorum. Hayat’a her hafta daha fazla sahip çıkıyor. Mimikleri, ellerini kullanma şekliyle özellikle Hayat- Murat sahnelerinde tam bir Hayat izliyoruz. Devam edelim virgül koyduğumuz yerden, Murat’ın Hayat’ı kurtarıp olan her şeyi yokmuş gibi yapmasının ardından her ne kadar uzun bir iç hesaplaşma görmediysek de Hayat’ın Emre’ye yaklaşımı ve Tuval’e anlattıklarından anlıyoruz ki bundan sonra Emre’nin Hayat’a yaklaşması, burada arkadaşlık vb yöntemlerden biriyle demek istiyorum, mümkün değil. Bunun farkında olan Emre’nin bölüm sonunda Hayat’ı tehditle yakınında tutma çabası da bundan. Emre’ye sonra dönelim. Hayat ve Murat’tan devam edelim. Bu hafta Murat’ın onca olanın üzerinden atlayıp geçmesi, konuyu açıklığa kavuşturmaya çalışan Hayat’ı susturması ve tamamen tesadüfi şekilde Hayat’ın neden Emre’nin teklifini kabul ettiğini anlaması beni biraz rahatsız etti. Meselelerin konuşulması, anlama çabası olması önemli. Tabiki devamlılık açısından her hafta iki saatlik bir senaryo yazmak ve acımasız reyting sistemiyle yarattıkları evrenle başa çıkmak zorunda kalan senaristlerimize da hak veriyorum. Düğüm atıyorlar, boşluk bırakıyorlar ki o boşluklar yeni hikayeler açsın. Ama ne biliyim, Hayat’la Murat azcık konuşsa kendi sorunlarını : ( Murat’ın kıskançlığını Othello’ya benzetmiştim daha önce. Sanırım ben Murat’ı Shakespeare’den kurtaramıyorum kafamda. Bu hafta sorunları erteleyen, bunu Hayat’la ilgili ertelenmişliklerine inat yapan, babasından ve annesinden, hatta benim iyiye doğru evrilmesini umduğum Derya’dan da darbe yiyen Murat o kadar Hamlet’ti ki. Bilen bilir Hamlet özellikle psikoloji anlamında en çok tartışılan tiyatro kahramanlarından biridir. Oyunu izlerken bu kadar da olmaz dersiniz hep. Murat’ın bu haftaki kötülüklerle çevrelenişi bana buradaki duygumu anımsattı. Diliyorum ki hesaplanan süreç Murat’ın sonunu Hamlet’e benzetmesin. Çok mu derin düşündüm? Belki... Hayat’ın yavaş yavaş ayakları yere basmaya başladı. Murat’ın kaybetme korkusuna Hayat’ın da aynı mihvaldeki korkusu eklenince iki taraf açısından da yanında olma, onun elini bırakmama ve evliliklerini koruma içgüdüsü yüzeye çıktı. Umalım Derya’nın Emre’yle iş birliği içeriyor kokusu taşıyan hamlesi de boşa çıkar. Hayat ve Murat’a mesajım ER-TE-LE-ME-YİN.
Dizinin erkekler safhını büyük ölçüde tek başına sırtlayan Murat’a en büyük destek Doruk ve Kerem’den geliyor daima. Murat’ın henüz adı var kendi yok kardeşine gelince, o kısım da henüz muamma olarak duruyor. Babalarının Murat ve Doruk’a yaptığı sürpriz sonrası Emre’nin iyiliğin tarafı Murat’ın karşısında gri bir karakter değil tamı tamına zifiri karanlık bir yapı olarak dikileceği de netleşti. Burada kafamı kurcalayan şey geçen haftaya kadar Emre açısından Hayat mücadelesi gibi duran yaklaşımın daha çok Murat’ı alt etme haline dönüştüğü izlenimi. Özellikle ‘‘Benim olan her şeyi alacağım.’’ cümlesini duyduğumda aklıma iki ihtimal geldi. Ya Emre ağır şizofren ya da Murat’ın kardeşi. İkinci ihtimal çok garip çünkü Murat’ın hali hazırda zaten Doruk dışında bir kardeşi var. Nejat Bey yönünden yeni birini kaldırır mı hikaye bilemedim. O kısım senaristlerimizde, bakalım nereye bağlanacak? Ancak kafamda net olan bir şey var ki, o da Emre’nin derdi Murat yüzünden Hayat. Hayat yüzünden Murat değil. Derya’ya gelince adeta Bergman filmlerinden fırlamış bir karakter gibi. Aynı evin içinde ortak sıkıntıları yaşadığı, yıllardır elinde büyümüş ve kendisine yapılan hiçbir saygısızlığa prim vermeyen Murat’a düşmanlığı akıl alır değil. Kendi oğlunu koruma içgüdüsünün arkasına saklanan istenmeme kompleksini rahatlıkla empati kurabileceği, annesi tarafından istenmemiş Murat’tan çıkartması bir yansıtmaysa bile kabul edilir olmaktan uzak. Hani derler ya susuz dalın kolayca kırılıvermesi gibi sevgiye aç bireylerin duyguları nefrete dönüşebilir. Diğer taraftan Murat’ın bu kadar kimsesiz kalması beni üzüyor. Ailem diyebileceği insanların Doruk ve babannesi hariç hiçbiriyle kan bağı yok. Kan bazen intikam barındırır derler ya. İşte yine Hamletvari bir durum. Hayat’ım dediği elindeki tek kale, aşkı da sürekli tehdit ediliyor. Dayan Murat ne diyeyim. Aslı-Doruk, Kerem-İpek ve dayanışma içindeki Derya-Azime’ye gülümsememe rağmen biraz gri bir yorum oldu sanırım. Dilerim daha kırmızı hissettiğimiz anlar olur bu dizide. Bu arada Metin Akpınar’ı gözüm aradı bölüm boyu. Haşmet Dede dönsün nolur. Ertelemenin keşkeleri getirdiğinin ispatı Haşmet Azime aşkı, dizinin asıl belkemiği olan AŞK ekseninin önemli bir rengi. Kaybolmasın lütfen.
Son demde; ‘‘Geçmişten getirdiğim bir şey kalmamış aslında ruhumda. Yalnızmışım. Bağsızmışım. Issızmışım. Yeni anladım. Oysa dünya var sanırdım hayatımda. Şimdi durmuş bakıyorum ne oldu geçmiş sandığım dünyama. Şimdinin dünyası sadece sensin anladım. Geçmişi de seninle başlatmak aslında tüm telaşım.’’     
Emeklere saygıyla...
Not: ALA ailesine ayrıca saygıyla. Paylaşan, değer veren, yorum yapan nezaketinize teşekkür ediyoruz.
                                                                                                  UmayMasal

    

13 Ocak 2017 Cuma

Poyraz Karayel 75. Bölüm yorumu


'Seni görüyorum sensin duruşundan da belli bulut içindesin hafif bir aleve bürünmüşsün.'
                                                                                                                              Sevim Burak

İnatla ben mutlu olacağım dedi, direndi. Pembe gözlüklerle baktı etrafına ama gel gör ki mutluluğu pek uzun sürmedi. Yine ortalık darmaduman oldu…
Günden güne artan öfkesi ve nefretinden beslenen Çınar, yaşadıkları her anı Ayşegül ve sevdiklerine zindan etmeye adeta yemin etmiş gibi. Aslında en çok Ayşegül’ün kendine acıdığını düşündüğü için oluyor bunlar. Ayşegül belki ona verdiği değerden dolayı ondan ayrılamamıştı ama O, ona acıdığı için bırakamadığını düşünüyor ve bu da ister istemez onun daha da bilenmesine neden oluyor. Kendine duyduğu bir öfke de var biraz bence… Ayşegül’ün onu hiç sevmediğini bilmesi onun kendine içten içe bir öfke duymasına sebep oluyor. Ona da söyledi ya hani; “Eğer Poyraz ortaya çıktığında gelip bana söyleseydin bu kadar canım yanmazdı” diye. Doğru söylüyor aslında… Çok üzülür, kahrolurdu ama içten içe kabullendiği şeyi bilerek kendini avuturdu. “Ayşegül hep Poyraz’ı sevdi” derdi… Poyraz ve Ayşegül yanlış bir şey yapmadı belki ama nefretinden gözü kör olan Çınar bunu göremiyor.
Nevra tüm zehrini etrafına saçarken Çınar’da ondan besleniyor. Yaşama nefretleriyle tutunuyorlar adeta… Çınar’ın nefreti ve öfkesi ile daha da güçleniyor sanki Nevra ve etrafı için daha da tehlikeli bir hâl alıyor.
Hayat çok garip vesselam… Haftalardır kim bu Orhan Solmaz diye düşünürken dibimizde bulduk. Meğer Taşkafa’nın asıl adı Orhan Solmaz’mış. Tamam, Orhan Solmaz’ı çözdük ama bu kadın neyin peşindeki sürekli birilerini öldürüp sonunda Zülfikar’a dadandı?
Tabii Zülfikar’ın sıpa gözü de Çınar’ın nefretinden nasiplenenler arasında. Başörtülü bacı Zülfikar’ı da öldürecek mi, Meltem’in akıbeti ne olacak?
Songül belki biz inanamasak da gerçekten yeni bir hataya düşmemek için çabalıyor ama ben nedense başarabileceğine inanmıyorum. Kendisi de söyledi ateş ve barut…
Geçen hafta Eda’nın yıkılışını görmüştük… Bu bölümde de bir annenin ayakta kalmaya çalışıp kızına ulaşabilme çabasına, umuduna şahit olduk. Eda’ya kızamıyorum aslında… Sonuçta o kadar çok şey yaşamış ki yıllarca kimse bilmezken içten içe evlat acısını yaşamış yüreğinde. Nevra belki de yalan söylüyor, onun en zayıf noktasını öğrendi ve bundan nemalanmaya çalışıyor ama Eda artık bunu düşünebilecek güce sahip değil. Aklı ile değil ana yüreğiyle hareket ediyor artık… Ve Poyraz’ın kapısına dayandığında içten içe “Acaba Nevra’nın dediğini yapacak mı?” Diye şüphe ettik. Bence bu olmayacak. Ne Eda bunu yapabilir ne de Poyraz bu tuzağa düşecek kadar zayıf ve aciz bir adam. Olaylar daha çok karışacak ona şüphe yok… Nefretten beslenenler daha çok nefret ederken gücünü sevgiden alanlar daha da kenetlenecekler birbirlerine…
Evetstoklarımızdaki umut tükenmek üzere ve günden güne kan kaybediyoruz belki ama unutmayın ki gecenin en karanlık anı güneşin doğmasına en yakın andır!
Sevgiyle, sağlıcakla…


Frezya

11 Ocak 2017 Çarşamba

Bodrum Masalı- 18. bölüm

‘‘Adımdan hariç bir sözcük olsaydım sevgilim, ne olmamı dilerdin?
Peki sen ne olurdun?
Daha önemlisi senin ve benim sözcüklerimiz ne olurdu?
Biz seninle cümle mi olurduk yoksa bir tamlama mı?
Yargı mı olurduk, yoksa olgu mu?
Sahi sevgilim biz seninle bizlik zamirinden sonra ne olurduk?’’
İnsan bilinçaltında kaçışlarındandır rüyaları. Rüyalarında gelecekten haber aldığımızı düşündüğümüz zamanlar bile bana göre beklentilerimize kaçıyoruz. Peki aklınıza geldi mi hiç? Bir rüya tasarlasaydınız nasıl tasarlardınız? Şu an, bunun bu hafta Bodrum Masalı’yla alakası nedir denebilir. Kısım kısım gitmekte fayda var belki ama ben yılbaşı hazırlığı sonrası aynı masa etrafında umutlarıyla toplanan ekibi izlerken eğer bu sofra birinin rüyası olsaydı ve tasarlasaydı kim olurdu diye düşündüm. Cevabım Yıldız’dı. Musmutlu Ateş ve Su yanıbaşında, sevdiği adam karşısında, kızının ve oğlunun mutlu olmasının ana sebebi Aslı ve Kelebek diğer tarafta. Yıllardır acısıyla sahip çıktığını kendinden bile sakladığı aşkın ışıltısını taşıyor Yıldız. Adı gibi parlıyor son haftalarda. Yıldız öyle bir halden öyle bir hale evrilmeye başladı ki; silik, vazgeçmiş ve erteleyen kabuğunun içinden yepyeni bir veya eskide kalmış bir ruh doğurmaya başladı. Erteleyen dedim çünkü Yıldız geride bıraktığı aşkın gölgelediği kalbine sanki hep şu cümleyi kurar gibiydi: ‘‘Ben seni, sen kendini ötelediğin için erteledim.’’ Öte; Yıldız’ın tek kelimelik özetiydi bu sözcük. Sonra bu kendini Öteleştirmiş kadından başka bir şey çıkmaya başladı. Belki Evren’in defalarca ve defalarca başka başka manalarda onu aldatmış olmasıydı sebep, belki Faryalı’nın terk edilmişliğine inat aşkına sadakatiydi ve belki hepimizin döndüğünde kendini kale gibi hissettiği baba evinin gençliğindeki Yıldız’ı çağırmasıydı. Biri veya hepsi, Şevval Sam’ın gözlerinde görmeyi sevdiğim o yaramaz, hınzır, doğrucu kız yavaştan yerini bulmaya başladı Yıldız’da. Sabretmenin, beklentilerini erteleyebilmenin kötücül taraflarından sıyrılıp bu özellikleri geçtiğimiz bölümde gözlemleri birleştirmeye ve keşfetmeye eviren Yıldız kendini buldu. Bu bulma hali Yıldız’da hep olan netliği, duygularıyla harmanlayıp Faryalı’ya aktarma gücü verdi. Bölümün sonunda yaşananlara inat ben inanıyorum ki, Faryalı Yıldız aşkı gençliklerinden daha güçlü daha içe işleyen bir yapıya kavuşacak.
Faryalı... Sevginin anlamını özetleyecek bir ifade bulmayı mı umuyorsunuz? Ama öyle bir ifade yok. Efsanelere inanırız ya hani. Herkesin bir zamanlar ayrıldığı bir yarısı vardır ve tüm dünyada onu arar. Böyle düşünürüz. Ama bağlılık yoksa sevginin pek de şansı yoktur. Faryalı; bağlılık. Öyle bir bağlılık ki bu, sevdiği meyveden vazgeçecek kadar, kendini unutacak kadar, onun verdiği nefesin buğusunda ısınacak kadar. Hem sert hem yumuşak. Hem kaçan hem koşan. Faryalı sevgisinin her katmanında bağlılık. Aşkında, ağabeyliğinde, babalığında, dostluğunda... İçinde Evren’e karşı birikmişliğine rağmen Yıldız’a bağlılığından sineye çekebilen Faryalı yazık ki en çok verdiği yerden vurulacak yine. Yıldız’ın onu sadece terk etmediğini, aynı zamanda babalıktan mahrum ettiğini öğrendi. Tepkisi de bu vurgunla vurucu olacaktır. Haftalardır bizim kafamızı kurcalayan Ateş sorusu Faryalı’nın da zihnini meşgul edecektir sanıyorum.
Kelebek... Faryalı’nın haddesinden geçmiş Kelebek, olsa olsa adanmışlık olurdu. Ateş ve Aslı’nın bagajda buldukları genç adamla birlikte başlarını belaya sokmalarının ardından yine Kelebek imdada yetişti. Önceden Ateş’i uyarmış olmasına rağmen o bela taşının altına elini, bedenini koymakta bir an tereddüt etmedi. Ateş açısından kardeşe dönüşen Kelebek’in her anlamda hayatının kenarında ,köşesinde, ortasında duran herkese adanmış hali o kadar içtenlikli ki. Başlarına sardıkları belanın büyüklüğünün farkındalığıyla yine de Su’yu ihmal etmeme çabası, ilk aşkına dair incelikli zarafeti. Zaman zaman kendisini anlatmadaki beceriksizliğine karşın tertemiz vicdanıyla yine o ilk aşkı sevgilisiyle kaçışında kollayan Kelebek. Aşka da adanan genç adam bakalım ilerleyen bölümlerde hangi bağı için hangi belalara dalmaktan çekinmeyecek?
Su... Annesine destek olurken güçsüz olmadığını aslında ayakta kalmaya aday olduğunu söylese de, ailesinin onu her fırsatta gözünden sakınmasının sözcüğü Su’da bağımlılık. Kuşkusuz zarefetinin ve kırılgan sanatçı kimliğinin harmanladığı bir bağımlılık onunki. Sevdiklerine, hatalarına rağmen en son raddeye kadar sahip çıkması bundan belki. Babasından yediği darbeye dayansa da yaslandığı ve güvendiği insanlar olmasa dağılabilecek olması bundan. Kuşkusuz koşulsuz korunan her insanın yaşayacağı şeyler bunlar. Su bağımlılıktan bağlılık evresine geçecektir. Kelebek bu noktada en etkin destek olacaktır ona. Bu hafta Ateş’e ve annesine karşı dik duran ama Kelebek’e sığınan Su güçleneceğinin ve en önemlisi Kelebek’e hissettiklerinin sağlam duygular üzerine kurulduğunun ispatı gibiydi. Güçlenen Su kendisini hangi noktalara taşır? Bu da merak konusu.
Ateş... Her şeyin ortasında kalan, kendisini başrol ilan eden Ateş oğlan. Ateş olsa olsa serüven olurdu. Keşif, merak, haz,yol, rüyalar,kendini aramak, zor olanın peşine düşmek. Ateş tam bir serüvenci. Arabanın arkasındaki Ferdi’yi çıkarttıktan sonra onun hayatına dair merakları, kendi aşıklık halinden kurduğu empatiyle ona yardım etme isteği. Bir yanda oturaklı aile reisi olma rolünün ona bol gelen ceketine sığışma cabasındayken, bir yandan polisten kaçmak için son sürat araba kullanırken muhtemelen kendi torunları da olduğunu düşündüğü Aslı’nın torunlarına bir öpüşme hatırası bırakmayı düşünebilecek kadar çocuk ruhlu. Diğer taraftan sevgilisi için elindeki parayı denkleştiremediği için mutlulukla cam silmeyi kabul eden bir Romeo. Beklenmedik, apansız, aniden...
Aslı... Ateş’le bizleşme sürecindeki Aslı’nın Ateş’in onda sevdiği birden çok şeyle şaşkına dönmesi karşısında onu ifade eden sözcük olsa olsa, katman olurdu. Ateş’in Aslı’ya taktığı her isimde, sevgisine doğallığında yüklediği her anlamda Aslı’nın katmanlı karakterinin yansıması var. Zaman zaman korunması gereken, kırılgan bir şirine, bazen elinden her şey gelen ve kokusunu elinden bereket gibi dağıtan tanrıça. Ateş’deki Aslı kaybedilen her şeye bedel bir değer. Aslı ise kendinden yansıyan bu katmanlılıktan şaşkın ama bir o kadar da sevdiğinin derdine derman olma peşindeki şiir ruhlu genç kadın.
Hepimiz isim denilen o tek sözcüğe sığıştırmaya çalışıyoruz ya tüm benliğimizi, ben de isimlere ek birer sözcük daha eklemek istedim masalımızın her biri kendine has karakterlerimizden birkaçına. Bölüme dair en önemli olay Evren’in tüm intikam duygusuyla oluşturulmaya çalışılan geçici huzuru tek hamlede devirmesiydi. Üstüne Ferdi ve Aylin aşkının Yıldız Otel sakinleri için kopartacağı fırtına da eklendi. Bu bölüm kendisini izlemeye çekmiş Uzay da özellikle AsAt açısından tehlikeli bir yerlere yürüyor gibi. Pizzacı mevzusunun açılmasıyla yeniden masal kurgumuza dahil olacağını anladığımız keman hocamız ise bakalım ne kapılar açacak SuKel aşkında.
Son demde, bu kez bir alıntıyla veda ediyorum. Aşkla sarmalanan ve her aşkı kendine dair olan masala;
‘‘Sabr etmeyen belalarına aşkın anmasın,
Nuş etmesin şarabı kaçanlar humardan’’,
Taşlıcalı Yahya diyor ki, belalarına katlanamayacak olan aşkın adını anmasın, sonunda başım ağrıyacak diyen aşk şarabından içmesin.
Emeklere Saygıyla..

UmayMasal