29 Mayıs 2022 Pazar

Aşk Çarmıha Gerer- Türkan Somer

 

Kanatları sizi sardığı zaman, ona teslim olun. Tüyleri arasında gizlenmiş kılıç sizi yaralayacak olsa da. Hem aşk sizinle konuştuğu zaman, ona inanın. Bahçeyi tarumar eden kuzey rüzgârı gibi darmadağın etse  de düşlerinizi sesiyle. Çünkü aşk taçlandırdığı gibi çarmıha da gerer sizi. Hem besler büyütür hem de budar sizi. – Cibran

 

Aşk kendisinden başka hiçbir duyguya yer bırakmayan güçlü bir duygu. Acısında da mutluğunda da sadece kendisini gerçekleştirme peşinde uçlarda gezinen bir his. Geçtiğimiz hafta mahkeme salonunda bıraktığımız Türkan ve Somer arasında da fırtınasında da huzurunda da güçlenerek ilerliyor. Hoş Türkan cephesinin bir süredir umudun istiridyesine saklanmış aşk yaşadığı her türlü acıya rağmen büyümekteydi. Lakin Somer cephesinde işler karmaşık ilerliyordu. Türkan’ın ayrılma kararının ardından Somer ciddi bir dönüşüm geçirdi. Bunun temel sebebi Mine ile olan ilişkisinde bulamadığı güveni Türkan’da arama çabası mı vardı yoksa Mine ile yaşadığı aşk değildi de sadece annesine başkaldırmak için seçtiği bir acı verme hikayesiydi de Türkan savaş baltalarını çıkarınca mı kıymetli oldu bilemiyorum. Teknik olarak hikayenin bize anlatmaya çalıştığı Somer’in aslında Mine’ye aşık olmadığı ama tanıdıkça yavaş yavaş vurulduğu hatta benim tabirimle denize koşan nehir gibi akmaya başladığı Türkan’a sırılsıklam aşık olduğu amaaa… Şimdi burada küçük bir eleştiri. Aç parantez:  Birazdan bölümdeki dönüşüme ilişkin mesajları kendime göre çözümleyecek olsam da Somer’in Türkan’a sevgisinin ne noktada dönüştüğü seyirciye anlatılmalı diye düşünüyorum.  Kapat parantezi.

Mahkeme salonunda tam da beklendiği üzere Somer boşanmayacağı söyleyerek Türkan’ın kopartmakta kararlı olduğu pamuk ipliğini sımsıkı tuttu. Aralarındaki gerilim ne kadar yüksek olursa olsun bu hamle Somer’in  Türkan’dan kolay vazgeçmeyeceğinin ilk işaretiydi. Sonrasında gelen ev hamlesi, Rüçhan’a ardından Mine’ye verilen ayar  geçen hafta kararlı olacağına dair söylediklerini haklı çıkardı Somer’in. Yetmedi defalarca ve defalarca red yese de ev tuttu ardından eline tutuşturulan yüzüklerle kalsa da yeni yüzüklerle Türkan’la devam etmekteki kararlılığının arkasında durdu. Sanıyorum Türkan’ın burada Somer’e yüzükleri teslim etmesinin metaforik bir anlamı var. Zorunlu evliliklerinin simgesi Türkan’ın parmağındaki o iki yüzük. Galiba Somer yüzük bile takmıyor. Denizin bilgeliğinden beslenen çiftten önce Türkan’ın kalbi denize gönderildi. Ardından Türkan’ın taktığı gösterişli Korman tek taşı ve alyansı. Sonrasında Somer’in hem kendisine hem de Türkan’a aldığı gösterişten uzak alyanslar, bu evliliğin Somer için de artık zorunluluktan gerçekliğe evirildiğinin hatta istendik hale geldiğinin somut göstergesi. Diğer taraftan en az Rüçhan kadar evladının ne istediğinden çok etrafa odaklanan Nesrin de Türkan’ın hiç de sandığımız gibi mutlu, huzurlu bir ortamda büyümediğinin kanıtı gibi. Türkan sorun yaşamamış çünkü sorun yaratmamış. Annesi neye karar verirse ona tamam demiş. Şimdi Somer ve Türkan’ın aslında ne kadar benzediğinin bir başka noktasında duruyoruz. Somer’i taparcasına seven ama hayatını zapt eden Rüçhan, ona hayır demeye çalışan ama yakalandıkça onun hükmüne boyun eğen Somer ve sevgiden başka dil bilmediği için hayır diyemeyen Türkan. Aralarındaki duygu her şeyi kaplamaya başladıkça ikisi için de isyan bayrağını açmak annelerinin baskılarına direnmek çok daha kolay olmaya başlamış sanki. Çünkü aşk kendi isyancısını yaratır. Türkan ve Somer açısından da o isyancının ilk muhatabı anneleri. Evet aralarındaki pamuk ipliğini anneleri bağladı ama artık pamuk ipliğinden gümüş sicime dönüşen bağı kendileri oluşturdu. Arkadaş oldular, sırdaş oldular, sonunda sevgili olmaya doğru yürüyorlar. Sevgi, bir farkına varma halinin karara varma haliyle çakışması. İkisi de bu çakışmanın tam ortasında karşı karşıya duruyor. Henüz el ele olma kısmını göremesek de görmek için çok da vakit olmasa da Türkan ve Somer’in ruh aşinalığından dönüşen aşk pek çok biçimiyle ikisini sarsacak. Diğer taraftan ikili için seçilen evin de su  gibi olması şahane bir detay. Umarım Somer ve Türkan’ın kendisine dair alanı olur o ev. Mine ve hamileliği düşünülürse çok uzun süremeyecek teslimiyet anları umarım o alanda olur. Çünkü bu hafta ve önümüzdeki bölümde aile bağları çok yara alan alacak olan Türkan’ın ben kalacağını düşünmüyorum. Giden taraf olacaktır. Geçtiğimiz bölümde Mine’nin oyununa gelen Türkan’ın ,ki burada bir parantez bence çok gereksiz, saçma bir olaydı, bu hafta ailesiyle sınanacağı ortada. Türkan’dan kolay vazgeçmeyecek olan Somer açısından iki ilişkisinden hissettiklerini kıyaslaması için sonunda da eğer ortaya çıkarsa Mine’nin kötü niyetinin tüm çıplaklığı ile ortaya serilmesi adına iyi hamleye dönüşebilir bu saçma sahne. Acı çekiliyor bari bir faydası olsun. Bu fayda sadece Türkan’ın Somer’e dönüş yolu olmasın. Kuşkusuz Somer’in Türkan’a inanması çok kıymetli ama başka katmanları da açılsın.

Somer için baştan beri sahiplenilen Türkan’ın ruhunda yarattığı dönüşümü iskele sahnesinde bir parça görmüş olmak da güzeldi aslında.  Yine suyun içinde, denizle hatta güneşle iç içe sahnede. Ne dedi: Alışırdım. Bitti dediğimde bitseydi keşke. Bitmek söylemek kadar kolay değil. Olsaydı keşke. Direnişimi kıran yürümem gereken yolu anımsatan sesini, güzel yüzünü unutamıyorum…  Türkan’ın Somer’in ruhunu okuyan ve içindeki kırgın çocuğu sarıp sarmalayan saf sevgisi Somer’i korkuttu. Direnmesine neden oldu. O direniş kırıldı. Ardından elinde yüzüklerle “Ne istiyordum ben? Neyi arıyordum? Neyi kaybediyorum şimdi? Neden acıdan çok korku var içimde?” diye sorarken kendine; en başında Mine’ye sevgisiyle ona dönmek isterken onunla hayat kurmak için yol ararken şimdi Türkan’ı ve sevgisini kaybetmekten, kendisiyle ilgili gelecek hayali kuramadığını söyleyen Türkan’la aile hayali kurup o hayalin altında kalmaktan korkan Somer’e dönüştüğünü anlıyor aslında. Çünkü kaybetmek üzere olduğunu fark ettiği tam da Türkan’ın Korman hanesinden kaçarken iç sesiyle söylediği şey: “Umarım, yüreğin sana ışık olur, ses olur da  bir gün hiç bulamayacağı bu sevgiyi elinin tersiyle nasıl ittiğini hatırlatır.” Çok sürmedi Somer’in anlaması.

Son olarak; aynılık bazen en büyük tezattır. Güvenle sınanan Somer’in Türkan’ı ona olan güveninden vuracak olması tamamen aynılığın keskin yüzlü bıçağı. Sırtına açılan yaralara alışık olan Somer’in Türkan’a açtığı yaranın kendisinde yaratacağı kanamaya hazır olup olmadığını da göreceğiz. Somer’in yaralarının sızısını kendi acısı bilen Türkan’ın bu konuda ruhunun hazırlığı malum. Acıyacak ama ayakta kalacak. Peki Somer… Aşk çarmıha gerendir.

                                                                                                       UmayMasal




20 Mayıs 2022 Cuma

Aşkın Su Hali- Türkan ve Somer

 Su Gibi Akmak mı, Şekil Almak mı?

“Aşkın kendini gerçekleştirmekten başka tutkusu yoktur. Fakat aşıksanız ve arzularınız olacaksa mutlaka, şunlar olsun arzularınız: Erinmek ve akan bir dere olmak ezgisini geceye söyleyen. Tanımak haddinden fazla sızısını. Yaralanmak kendi aşk idrakinizle; kan ağlamak isteyerek ve sevinçle. - Cibran”

Merhaba sevgili okur. Uzun zaman oldu biliyorum. Arada derede bir şeyler karalasam da uzun zamandır aşkı anlatma çabasındaki bir çifte yakından bakmıyorum. Beni okuyanlar bilir, hikayedir aslolan diyerek yazarım ben. Ama tabi o hikâyede bir yerinden bir duygunun beni yakalaması, tutup sürüklemesi gerekir. Şimdi içimde yankılanan o duyguyu bir yerinden yakalayan ama bunun sürekli olup olmayacağından emin olmadığım bir kurgu aşkını yine bence, bana göre anlatmaya çalışacağım. Peşime takılmak istersen hadi tut sözcüklerimi gidelim. Sürekli okuyanlarımdan birinin dediği gibi olan hikâyeye bence bakarken yeniden mi yazarım yoksa yazanlarının aslında anlatmak istediği midir yazacaklarım, birlikte keşfedelim. Aşk acıya talip olmaksa, bile bile formunu dönüştürmekse, ateş olup yanmak, su olup akmaksa bir yerinden bunu yakalayan kurguyu kovalamak da güzeldir diyelim.

Sebeb-i girizgahımın müsebbibi çift yine aslında başından beri izlemediğim ara ara videolarıyla karşılaşsam da uzun uzun üstünde durmadığım bir hikâyenin parçası olarak karşıma çıktı. Sonra minicik bir ayrıntı, bu çiftle “su” arasındaki ilişki beni cezbediverdi. Su ki hayattır, yeşerten, yaşatan, hafızası olan, şamanik öğretilerde bilgeliği temsil eden. Sessizliğinde sakladığı direnişiyle, form değiştirebilmesiyle mucizesini içinde taşıyan.  Tamam tamam yazıyorum. Su mucizesine göz kırpan bu çift:  Türkan ve Somer.

Üç Kız Kardeş kitabından ekrana seken hikâyenin başladığı nokta benim açımdan pek de izlenesi değildi aslında. Zira aynı gün başka bir işe bakıyordum vakit buldukça. Bizim evde kumanda sahibi sevgili annem o işteki baş erkek oyuncunun karakteri ölünce hikâye ile bağını kaybetti ki sanırım aynı sorun bende de baş gösterdi. Ayrıntıya gerek yok ama bir dizide kişiyi bağlayan pek çok dinamik olmakla beraber biz kadınlar o hikayedeki nahif aşkla çok daha kolay bağ kuruyoruz sanıyorum. Neyse esas oğlan ölüp yerine yeni bir esas oğlan gelince bizim kumandanın rotası değişti haliyle. Kaynana dayağı, zorlama evlilik bu evlilikten umulan aşk filan, amann yine mi şiddet derken son derece standart hikâyenin içinden çıkabilecek bir potansiyel bizi bir yerinden yakaladı. Ama itiraf biz yakalandığımızda ilk dört geçilmişti.

Çocukluğu sevgisiz bir evliliğin içinde geçmiş Somer’in, babası ile aynı kaderi paylaşırken buna isyanıyla kırıp döktüğü ama bir taraftan da tüm isyanına rağmen otoritesine boyun eğdiği annesinden korumaya da gayret ettiği Türkan’la arkadaş oluşuydu ilginç olan hikâyede. Aşık çiftlerin konuşma özürlü olduğu kurgu dizi evrenimizde Somer ve Türkan sürekli konuşuyordu. Dur hemen deme son bölüm diye, oraya da geleceğim. Somer’in yaralı çocukluğunun karşısında tüm tezat haliyle duran mutlu çocuk Türkan. Sevmenin bir alma verme hatta karşılıklılık ilkesinde konumlandığına inanan ve buradan seven Somer’in karşısında karşılıksızlığı sevgiye mesken etmiş Türkan. Ne kadar Türk filmi değil mi? Ama bir o kadar güzel, nostaljik. Korman sevgisizliğinden şoklanmış Türkan’ın dayanma çabasına şu an durduğum yerden gözlerimi devirsem de, bu tezatın zamanla diyaloglarla dönüştüğü senkronu izlemek o kadar keyifliydi ki. Bu hafta Somer’in de dediği gibi en uzak olduklarında bile gülen, eğlenebilen, karşısındakini koşulsuz kabule yatkın en çok da içindeki duyguyu serbestçe konuşan bir çiftti Türkan ve Somer. İki annenin pamuk ipliği ile bağladığı ikili aynı odanın içinde yaralandı, ağladı, birbirinin yarasını sardı, oyun oynadı, atıştı. Somer’in umutsuzluğuna karşılık Türkan’ın umuduydu aslında atışan. Bir taraftan da en tutsak gözüken Türkan. Oysa  Canım’ın kafesindeki yaşamı gibi gidemeyen, özgürlüğü özleyen ama neresinden özgür kalacağını bilemeyen; Rüçhan’a hayatlarının anahtarını teslim etmiş Kormanlar. Hatta o kafesin bekçisi gibi gözükse de en büyük tutsağı Rüçhan. Kim tutsak kim özgür? Tüm bu sarmalın ortasında büyüdü Türkan Somer arkadaşlığı işte. Sonra su gibi aktılar birbirlerine. Deniz kenarında birbirlerini fırtınalı ve sakin denizlere benzettiklerinde başladı akışları. Benim için de su oluşları. Kafeslerinden çıktıkları ilk an denize gittiler ve yavaş yavaş birbirlerinin şeklini almaya başladılar. Su zaten en kolay form değiştiren şey değil mi? Bir taraftan içinde evrenin tüm sırrını saklarken damla damla bir taraftan da sükûnetle kabul etmiyor mu zorlamaları? Demiyor mu “Tamam şeklini alırım ama ben ben olmaktan vazgeçmem.” Somer Türkan’ı öğrendikçe annesi ve belki Mine’den farklı, o su halini gördükçe teslim etti kendisini, akışa bıraktı. Sevgisinin karşılıksızlığını kabullendiği Türkan’ın su gibi akıp gideceğini de hesaplamadı. Hatta o kadar hesaplamadı ki Türkan’ın babası onu senden alırım dedikten sonra eşya almak için döndüğü ortak kafeslerinde o yoklukla karşılaşınca gözleri doldu. Ama onun teslime en yakın olduğu bu zamanlarda Türkan ailesine yapılanlar ve Somer’in hayatında biri olduğuna inancıyla çıkılamaz denen hatta Korman erkeklerince cidden çıkılamayan kafesin kapısından akıp gitmişti bile. Türkan akıp gidince  Somer de babası da onun açık bıraktığı kapıdan süzülüp çıkıvermişti bir cesaret. Kendi yarattığı kafese mahkûm Rüçhan dışında herkes özgür kalmıştı bir anda. Rüçhan bir tarafta dursun. Somer ise kendi su haline geri döndü Türkan sayesinde. Deniz üstünde, kimseleri sokmadığı evine döndü. Döner dönmez de fırtına halini suskunluğunda saklayan Türkan’ı aradı. Ama kısa sürede anladı ki kendisi nasıl onun huzurlu akışının şeklini aldıysa Türkan da Somer’in fırtına halinin sert dalgaları olarak vuruyordu aşka. Deniz kıyısında yaşayan Türkan’ı denizden kaçıran, sonra denizin üstünde öpen, sonra denizde saklamaya çalışan, Türkan’ı ilk kez kalbini ona teslime hazır şekilde sabaha kadar izleyen Somer’in Mine’ye dair hiçbir şeyi de kendi evi ilan ettiği ve Türkan’la Türkan’a dair insanları aldığı alanında tutmaması da bana göre karışmak istediği denizin Türkan olmasına göndermeydi. Sözcüklerini susan Somer ve o sözcükleri duymadan geri dönmeyi asla düşünmeyen Türkan’ın itirafı da deniz kenarında mı olur acaba? Bu metaforu ben uydurmadıysam mutlaka öyle olması gerekir. Çünkü bazı aşklar ateştir. Yakıp kavurur. Yanmak baştan başlamanın aynılaşmanın yoludur. Yanmadan kendinde olan kendini yok etmeden aynılaşamazsın bazen. Yanmayı seçmektir bilmenin tek yolu. Bilmek için yakarsın kendini, kül olursun ki birlikte, külün küle karışsın savrulsun ve bizlik olsun. Bazı aşksa su olmaktır. Bilen bileni tanır. Zamanla karışır birbirine. Tanıdıkça aynılığını fark ettikçe sarmalanır aşk. Huzurlu bir bilme halidir. Ama o huzur elinden alınırsa suyun fırtınaya dönüşmesi en az yanmak kadar acı vericidir. Bilme halinin acısı kişinin içine oturur. İçini kurutur. Fırtınasında da melteminde de su, sudur ama. Nehir de dere de denize karışır. Bakalım Somer Türkan’a karıştığını ne zaman ve nerede itiraf edecek? Etmeli çünkü. Sürekli ıslanmakla olmuyor bu işler. 

Dilerim girişte Cibran’ın dediği gibi aşk kendisini gerçekleştirmenin yolunu bulur bu hikâyede. Zira kitaptan bağımsız hale geldiğini düşündüğüm Türkan ve Somer’in en keskin ayrılığı yaşamadan önce gerçekleşmesi lazım. Özellikle Somer’in karışma haline ve duygularının gücüne ikna olmaya ihtiyaç var. Bir de Türkan ve Somer’i güzel yapan konuşabilmeleri. Bu özelliklerini almayın ellerinden. Bırakın konuşa konuşa karışsınlar birbirlerine ki ayrıldıklarında denizi içmekten korkan Butimar’a dönmesi gereken Somer’e ikna olalım. Aşkta formunu değiştirmeye kararlı Somer’in Türkan’dan başka çaresi olmadığına Türkan’ın da içindeki bilgelikle acısında yeniden ve yeniden büyümesine, aşkta deniz olmasına ikna olalım. Şekil almaya çalışan Somer’in koşa koşa akmasına şahit olalım. Çünkü deniz Türkan ona koşan nehir Somer olmalı bu evrende. Bence...    


                                                                                                                            Umay Masal





3 Mayıs 2022 Salı

Hayal Perdesinin Aykırı Cadısı

 Tilya Damla Sönmez’e…

Arkadaşım, arkadaşımız Tilya Damla. Âdettendir arkadaşlara doğum gününde hediye verilir. Kuşkusuz sana da bir sürü hediye veren oldu, olmaya da devam edecek. Ben sana ne hediye vereyim diye düşünürken sözcüklere olan sevgimizin ortak paydamız olduğunu hatırladım ve sana sözcükler hediye etmeye karar verdim. Hem belki benim düşüncelerimi ve duygularımı paylaşan birileri de vardır kim bilir? Hem nasıl bir serüvenden geldiğimizi yazmak, buraya not düşmek de keyifli olabilir diye de düşündüm. Seninle tanışıklığımız en azından benim için Ceylan’la sanıyorum. Bir Aşk Hikayesi’nde Korkut’un acılı  hikayesinin ortağı, onun sevdasının muhatabı Ceylan’ın aşkla büyüyüşünde izledim ilk seni.  Zaman zaman şımarıkça zaman zaman korkarak ,bir kız çocuğunun ruhunun çizile çizile büyümesinin de öyküsüydü aslında. Sonra Gülru olarak gördüm seni. Hırslı, aşık, öfkeliydi Gülru. Hayattan intikam almak için sınırlarını zorlamaktan asla kaçınmayan genç bir kadındı. Garip şekilde kendi eğlenceni de kattığın bir karakterdi Gülru ama  orda bir yerde kaçırdım galiba seni ben.


Sonra Efsun’la yeniden karşılaştık seninle. Asla izlemeyeceğim hatta izlemeyi bile düşünmeyeceğim bir dizinin ortasında bir anda Efsun Kent olmuştun. İyi bir oyuncu olduğunu zaten biliyordum ama Efsun’la birlikte müthiş bir anlatıcı olduğunu da keşfettim. Hep dediğim gibi Şehrazad’tan referans alan, bazen yazan bunun fakında mıydı diye tereddüt etsem de, inanılmaz eril bir hikâyenin içinde ışıldayan, alabildiğine  dişil karakteriyle hikâyeyi ele geçiren Efsun. Sen öyle Efsun olmuştun ki oyunculuğundaki güce bir kez daha hayran oldum. Sanırım tam da o noktada yani Efsun’un eril evrene başkaldırısında ruhlarımız bir çeşit arkadaşlık bağına sahip oldu. Pek çok kişi buna katılacaktır. Sen ne kadar hissettin ya da bunun kendince ne kadar tarafısın bilemiyorum ama kurgu evrenine de fazlasıyla sirayet eden kadını hiçleştirmeye yönelik çabaya karşı ortak taraf olma tutumumuzdan biz zaten çoktan arkadaş olmuştuk bana göre.




 Sonra Damla ve Sibel’le tanıştım. Evet kronolojik değildi keşiflerim ya da seninle tanışma sürecim. Damla’ya çokça kızdım ben ama savrulmanın ne demek olduğunu bildiğim için o savruluşta kaybolmanın üstelik çocukluk ve sonrasında gençlik denen sarmalda tek başına, yersiz ve yurtsuz hissetmenin yarattığı tahribattı bana göre onun çığlıkları. Onunla da bağ kurmamı, pişmanlıklarına üzülerek finalde onu uğurlamamı sağladın. Sibel’e gelince… Kuşkusuz başyapıtlarından biri Sibel. Kadının özündeki ruhsal gücün yansıması Sibel’de arketipsel Vahşi Kadın’ın başkaldırarak toplumun Mavi Sakallarına karşı mücadelesini anlatırken sen de içinde yaşadığın dünyanın Mavi Sakallarına başkaldırdın belki de. Bunun için içimde en çok hissettiğim yaratılarından biri.  Aldığın ödülleri sonuna kadar hak etmekle birlikte Sibel’de ortaya koyduğun performansın en etkileyici hatta büyüleyici tarafı içine aldığın, kendine mal ettiğin seyircinin o atmosfere senin gözlerinle bakmasını sağlamandı. İnsanlık denen varoluşsal mücadelede aslında toplumların hangi maskara düzenlere babalık, sevgi, vicdan gibi kavramları nasıl kurban edebildiklerini izlerken ağladım.  


Sonra Anna ile tanıştım. Kırılgan ama güçlü. Bir Çağ Fatih’ine kafa tutabilecek cesarette ve zeki. Kısacık anlara sığdırdın onun hikayesini. Ben tanışırken teker teker yarattığın kadınlarla Efsun’da eviriliyordu kendi hikayesinde. Efsun’un evirilişi dursun bir kenarda bu kez Ophelia oldun bir anda. Hamlet’in kendi delirişinde parçaladığı Ophelia ve o parçalanmada sevdiği adamla birlikte pay sahibi baba ve erkek kardeş. Her seferinde erkeklerce sadece kendi çıkarları için parçalanan kadın ruhu, yağmalanan kadın hayatı. Bu kez Ophelia’ydın hem de aynı anda Efsun’un içinden başka başka Efsun’lar çıkarırken. Etkileyiciydi. Kabul ediyorum can yakıcı ama etkileyici bir performans süreciydi. Çok zaman geçmeden seni Arya olarak gördük. Bu kez adalet arayan bir savcıydın. Özgür seçimleri olan Arya’yı çok kısa zamanda Efsun’dan öyle bağımsız yaratmıştın ki yine oyunculuğun adına taktire şayan bir hamleydi. Arya özgürdü özgür olmasına ama yine de bir erkeğin hikayesinde heba olup gidivermişti günün sonunda. Sonra Dilruba’yı getirdin bize. Öyle bir hikâyede ve öyle bir anlatımla ki üzgünüm sadece senin sahnelerin ekseninde izleyebildim. Başta çok kızdım bu hikâyede ne işi var diye? Sonra sonra oynadığın karakter üzerinden anlatıyı ve beraberinde yarattığı yansımayı izledim. Hoş benzer bir deneyimi Efsun’la da yaşamıştım zaten ama burada en üzücü taraf bizzat kadın diliyle eril bir şekilde ezilen, ezildikçe şakşaklanan zihniyetti. Ne tuhaf.  

Şimdi seninle karşılıklı duruyoruz. Senin de eğer okursan düşüneceğin gibi daha tanışmadığım karakterlerin var. Tanışacaklarım da var. Sevdiklerim var sevmediklerim var. Sevdiklerim olacak, sevmediklerim de olacak. Bazen sana kızacağım, ki kızdığım da oldu; ama en çok seninle olan sevgiye dayalı arkadaşlığımızın devam edeceğini biliyorum sanırım bu serüvende. Tezer Özlü der ki; “Yolculuk ilginçtir. Dağlardan, deniz kıyılarından, kentlerden, gecelerden geçilir. İnsanlardan geçilir. Irmaklar görülür… Sonra yol ilerler. Dünyalara açılan, yeni yaşamlardır yolculuklar.” Hepimiz hayat içinde kendi hikayemizin peşinde bir serüven yaşıyoruz. Seçimlerimiz, seçmediklerimiz bize eşlik ediyor. Serüven dediğimiz çoğu zaman kendimiz oluyoruz ve çocukluğumuzun gizli bahçelerine dönmeye gayret ediyoruz. Burada kişisel yaşamımızın sanatçısı olmaya kendi kişisel mitolojimizi kurgulamaya çalışıyoruz aslında.  Sen de ben de biz de rutinin öldürücülüğünden uzak, süresiz başkalaşmalara açık yaşamak için mücadele ederken yoldayız ve yoldaşız işte.  Oruç Aruoba’nın dediği gibi “Yola çıkacak kişinin aşması gereken ilk ve en önemli engel, kendi yerleşikliğidir; kendi yeri – kendisidir.” Canım Arkadaşım Tilya Damla Sönmez, doğum günün kutlu olsun.  Yeni yaşın sana istediğin ne varsa versin. Bu serüvende hep aş kendini bir şekilde biz de seninle yeniyi arama gücümüze güç katarak ilerleyelim. Sen bizdeki kıymetini bil. Seninle heyecanlanan, senden ilham alan bunca ruhun elini omzunda hisset. Seni en kısa zamanda başta tiyatro sahnesi olmak üzere hayal perdesine hizmet eden her yerde görmek dileğini bırakıyorum buraya. Ek olarak umarım müzikal yaparsın. Kurt kadınları anlatmaya devam olur mu? 

Seviliyorsun hem de baya seviliyorsun Tilya Damla Sönmez, Hayal Perdesinin Aykırı Cadısı.    

                                                                                                                                       Umay Masal