29 Nisan 2018 Pazar

Sürrealizm:Biz /YağHaz

“Alice: Buradan gitmek için hangi yolu seçmek gerek?
Cheshire Kedisi: Bu nereye gitmek istediğin konusuna bağlı... Nereye gitmek istiyorsun?
Alice: Neresi olduğunun önemi yok.
Cheshire Kedisi: Bu durumda hangi yolu seçtiğinin de önemi yok.”
Biz... Biz olma savaşının en derin sorunsalı ben olma kimliğini kaybetmeden o benliğin önüne bizi koyabilmektir. Toplumsal dayanışmaların, arkadaşlıkların, aile olmanın ve en çok da aşkın temelinde bu vardır. Bizleşmek. Öyle sancılı bir süreç ki bu, vazgeçişler barındıran, acıtan, egoları yeraltına çeken, bilinç düzeyi ve farkındalık isteyen yaşanmışlıklar bütünü biz. Sadece bilinç düzeyinde değil bilinçaltında kabul etmeyi tabanına almak. Peki Yağız ve Hazan ne kadar biz? Ne zamandır biz? Yağız ve Hazan uzun zamandır bilinç düzeyinde olmasa da bilinçaltında biz olduğunu sanırım 44.bölümde gösterdi. Hatta biz o bilinçaltının bilinç düzeyine nasıl çıktığına şahit olduk. En çok bu aşkın en çok suçlananı ama en güçlü savunucusu Hazan’da. Sevdiğine “Git” demiş Yağız’ın kaldırımdaki çökmüş oturuşuyla açıldı YağHaz sahneleri. Git demek zor. Gitmesini istemediğin , giderse ruhunu , nefesini alıp gidecek olduğunu bile bile git demek çok zor. Yağız Hazan’a bunu dedi demesine de içindeki o küçücük umuda da sarıldı. Belki gitmez, benim onu fırtına ortasında yalnız bırakmamak için gidememem gibi o da kalır, bırakmaz diye umdu. Ancak umduğu ona göre olmadı. Sinan’ın kaza haberiyle hastaneye yola çıkan Yağız hem sevdiğini hem kardeşini uğurlama travmasıyla uğraşadursun Sinan kazasını duyup uçaktan inen Hazan bize göre Yağız, Yağız’a göre Sinan’ın kazası için hastahaneye koştu. Yağız koca bir iç savaşın içindeydi zaten ama bu savaşın artık taraflara bölünmeye başlayacağının ilk sinyali o hastahaneye giriş sahnesinde netleşti bence. Zira Sinan’a ailesine dair meraklarına, endişesine rağmen Hazan’ı gözünün ucuyla gören Yağız’ın mıhlanmış gibi o kapının önünde kalışı, sevdiğini, sevgilisini bekleyişi artı o kapıdan el ele olmasa bile omuz omuza girmeleri ilişkilerinde yepyeni bir dönemin habercisiydi. Kimisi kapıyı başka bir dünyaya geçiş diye tanımlar kimisi başka bir hayata. O kapıdan kiminle girersen sonrası onunladır. İster başka bir dünyada ister başka bir hayatta. Yağız ve Hazan o kapıdan beraber girdi. O kapı Yağız önündeyken açıldı ve birlikte girmek için Hazan beklendi. Sonra içeri girildi. Bile bile. Birlikte yürümelerinin nelere sebep olacağını seze seze. Yanyana. Omuz omuza. Sonra koridor boyu yürürken Hazan’ın orada olduğuna inanamayan Yağız’ın yine içinde bulunduğu ruh haline rağmen Hazan’ın gidişiyle tükenen nefesinin yeniden derinleşmesini duyduk. Yağız Egemen yine yeniden nefes almaya başlarken aslında ruh eşinin de aynı döngünün içinde ona bakarak nefes aldığını da anladık. Sinan kazasının bedelinin ikisine ödetileceğini bile bile ailelerinin yanına birlikte girdiler. Bir taraf YağHaz diğer taraf ahlaksız ahlaklılar. Her biri ayrı sır içinde boğulan, her biri başka hayatlara dokuna dokuna mahvına sebep olmuş her karakterin vicdansız vicdanına karşı Yağız ve Hazan’ın aşkı. Kendinden , yaşanmaktan vazgeçmiş aşkı.
Sonraki sahnede Hazım’ın Yağız’a tokadını gördük. Hazan’la gelen Yağız’a kardeşinin hatasını yükleme çabası içeren bu tokat tam da Hazan’ın dediği gibi sadece Yağız’a atılmadı. O tokat aralarındaki aşka atıldı. Tıpkı yüzük sahnesinde Fazilet’in Hazan’a attığı tokat gibi. Böylece YağHaz tokat yeme konusunda da eşitlendi. Aynada birbirinin yansıması olan çiftimiz aynı kaderde ortak devam etti kısaca. Tokat sonrası Hazan’ın Hazım’a bakışı, içindeki vicdani sorumluluk duygusunu duvara asacağının adeta habercisiydi. Ki sonrasında annesine söylediği gibi Sinan için üzülse de Sinan’ın kaza sorumluluğunu ne kendisine ne de Yağız’a yüklemek istemedi. Hep diyorum Hazan bu ilişkinin kalbi. Hissetmediği bir şeye inanması mümkün değil. Sinan’la arasında yaşanan ilişkimsi süreçte Sinan’ın sorunlardan nasıl kaçtığını, çocukça sorumluluk almaktan kaçındığını, insanlarla onların gerçeğini de duymak için konuşmak yerine yargıladığını çok iyi biliyor Hazan. Eminim için için Sinan’ın bu kazaya bile isteye yürüdüğünü de hissediyor. Sinan eğer bir yetişkin gibi davranıp Hazan’ın karşısına dikilebilseydi ve “Neden?” deseydi eminim Hazan’daki vicdan yükü daha ağır olurdu. Gelelim tüm saçmalığına rağmen Yağız’ın Sinan’ın kalbini çalıştırdığı kısma. Burada hem Hazım’ın tokatına mecazi bir karşılık hem de Sinan tarafından gelmesi muhtemel kaotik “senin yüzünden” cümlesine cevap üretildi. Kaldı ki Hazım’ın özür çabası ile bu netleştirildi fakat tokat ve öncesinde Yağız’ın kimliğinin ciddi parçası haline gelen aşkının küçümsenip yok sayılmasının verdiği duygunun da Yağız’ı hızla babasından kopardığına da şahit olduk. Burada ileri saralım Fazilet’in Mehmet’in babası belli değil sözünden yola çıkarak acaba Yağız Egemen için gerçek bir kahraman babanın varlığından bahsedilebilir mi? Bu adam kim olacak? Diğer taraftan Hazım için Yağız kaybı ciddi sonuçlara sebep olacak sanki. Göreceğiz.     
Yağız’ın Hazan’la hesaplaşma süreci de adım adım devam etti bölümde. Merdivenlerde Hazım’ın tokadına inat her şeye rağmen Yağız’ın yanında durmaya karar veren Hazan’ı öyle fena vurdu ki Yağız; onu her vurduğunda aslında kendisini de vurduğunu bilmesine rağmen hepimizi kızdırdı. Fakat burada Yağız’ın siteminin acısı dışındaki en önemli dinamiği Hazan’ın gitme teşebbüsüydü. “Ben gidemem sen gidersin, zaten gitmeyi de denedin, beni bilmene rağmen denedin. Oysa git derken bile sana gitme dedim.”  Yağız’ın iç sesini duyan Hazan bir sonraki Farah hesaplaşmasında “Gitmiyorum, burdayım, o çok yoruldu, onu çok utandırdılar” dedi. Kendisi giderse tüm hesaplaşmaların biteceğini, Yağız’ın hayatının eskisi gibi devam edeceğini düşünen Hazan’ın hastahanede yaşananlara şahit olması ona gerçekleri göstermişti çünkü. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi ve olmayacaktı. O halde o fırtınanın kalbinde dümen beraber tutulacaktı. Hazan Farah hesaplaşmasının bir başka yönü ise Hazan’ın aslında Yağız’ı ne kadar iyi tanıdığını göstermesiydi. Yağız Farah konusunda Hazan’a açıklama yapmadı, ama gördük ki zaten o açıklamaya gerek yokmuş. Sevdiği adamın sevme biçimini bilen kendisine olan aşktan zerre kadar kuşkusu olmayan Hazan Farah’a çizgilerini çizdi ve Yağız’a doğru yola çıktı. Tam bu esnada Gökhan’a duygularını anlatan Yağız Hazan’a hissettiklerinden zerre kadar pişmanlık duymadığını söylerken aslında olanı ilan etti. Yağız içinde yaşadığını önce Farah sonra Gökhan’a anlatırken zaten Fazilet,Ece, Hazım,Sinan tarafından da bilinen aşkın gizli kalmayacağını ilan edileceğini de gösterdi. Peki neden? Yağız karşısındaki kadının tüm imkansızlıklara rağmen parçası olduğunu biliyor. Onu tıpkı okumadığı not gibi parçalasa da her parçasını kalbinin üstünde taşımaya devam edeceğini biliyor. Gökhan’a bitecek dese de Hazan’ın “Sana yenildim ama o yenilgi benim en büyük zaferim” demesiyle Hazan’ın da en az kendisinin onu sevdiği kadar  sevdiğini anladı. Sonrası zaten duvarı hızla incelen iradesinin yok oluşu. Hazan’a duyuramasa da kocaman bir “Seni çok seviyorum.” Bölümün devamında bir haftalık zaman atlaması ve nasıl o hale geldiklerini hala anlayamadığımız sevgili durumuna gelmiş, Biz olmakla sorunlarını halletmiş ve Sinan’la konuşmaya karar vermiş bir YağHaz... Sinan’ın hafıza kaybı oyunlarına gelince , bu tip oyunlar bırakın karaktere sempati duymayı empati duymayı bile engelliyor. Sinan gerek Yağız’la gerek Hazan’la yüzleşmeyi deneseydi mesela, bağırsaydı, çağırsaydı “Neden”deseydi veya “Bana neden söylemediniz?” deseydi belki tüm ergenliklerine rağmen bir parça empati kurulabilirdi kırgınlığıyla. Bu şartlarda ise zor. Diğer taraftan Sinan savımızın da güçlendiğini söyelebiliriz. Sinan’ın derdi Yağız derken ve Yağız’ın duygularını biliyordu ondan Hazan’a taktı derken de haklıymışız. Çünkü “İkiniz yanyana” cümlesinde sadece Yağız’a aşık olduğu bilinen bir Hazan yok , Hazan’a aşık bir Yağız da var. O halde, Sinan’ın Hazan’la ilgili takıntısının temelinde kan bağı olmadığını öğrendiği Yağız var. Burdan hareketle evlatlık meselesini üstlenmesindeki tavrını da gözden geçirsek karakterin Yağız’la rekabetinin kahraman olma isteğini tetiklediğini de söyleyebiliriz bence. Dark Side bir yapılanmaya gireceği açık olan Sinan’ın Fazilet’in Yağız tespitine nazire yapar gibi akılcı olmayan hareketler yapması da kuşkusuz başta Fazilet olmak üzere pek çok kişiyi etkileyecek. En çok da Sinan koruma ve kollama göreviyle mükellef Yağız’ı umalım. Yeniden gelelim “Biz” meselesine.
Yedi iklim dört bucak, tüm masalların temel sorunu varoluş mücadelesidir. Ortak biliçlerin “Biz” olma temelinden beslenir her masal. Masallarsa o bizleşmeyi aşktan anlatır çoğu zaman. “Bir varmış bir yokmuş” la başlayan. –Bugün var yarın yok- Şimdi FHVK evrenindeki en güçlü aşka YağHaz’a baktığımızda en başından beri biz olarak hareket ettiklerini, bilinçaltında herkese, annelere, babalara, kardeşlere güven hızla öğütülürken birbirlerine olan güvenlerinden en ufak kayıp yaşamadıklarını, hastahane önünde elleri birbirlerine koşmak isterken umutla şunu da atlatalım diye ruhlarını birbirlerine sardıklarını, gözlerini artık birbirlerinden koparamadıklarını, konuşmadan anlaştıklarını görüp Biz olmadıklarını söylemek mümkün mü? Karşılarındaki her karakter öğütülüp yok olurken Yağız ve Hazan birbirini her an daha çok bütünlüyor.  Olacak olanların önemi var mı? Yok. Çünkü onlar Biz’ken hangi yolu seçtiklerinin de önemi yok.
Bence Bana Göre YağHaz

UmayMasal


23 Nisan 2018 Pazartesi

Ayrıntıda Sanat: AŞK/YağHaz

Dünyada herkesin bir ruh eşi varmış. Hepimiz bu ruh eşini arayıp bulmaya çalışırız ama bunun farkında değilizdir der hikaye. Ancak o eşi bulduğumuzda içimizdeki tamamlanmışlık hissiyle anlarmışız aslında aradığımızı. Yağız Egemen aradığını bulduğunu kuşkusuz Hazan Çamkıran’dan önce anladı. Fakatt... Her aşk kendi imkansızlığını kendi içinde yaşarmış ya, Yağız’ın imkansızlığı da Hazan’ın Sinan’a karşılığı olan ilgisi oldu. O ikisi bunu aşk diye tanımlasa da gören gözün hisseden kalbin bu etkileşimde aşktan çok merak duygusu barındırdığını anlaması hiç de zor değildi. Sorun ne Sinan ne de Hazan’ın o ayrıma varacak olgunlukta olmayışıydı. Sinan kendi kırılmışlığını badboy tavrına saklarken büyümeye direnmiş, ağabeyinin ardından ağlayan o çocuk kimliğine sımsıkı tutunmuşken erkek Fatma Hazan ona ilginç geldi. Öyle ya onun adına sorumluluklarını taşıyacak güçte ve duyguda ikinci birini bulmuştu. Hazan’a gelince onun hikayesi daha da hazindi. Evin babası olma sorumluluğunu giymiş, içindeki kız çocuğuna küs, annesi ve kardeşiyle ortak hiçbir değeri paylaşmayan annesinin para umudunu bağladığı taş bebek kızından çok uzak... Sonuç iki kayıp ruh iki kendini tanımayan, kendisinin kim olduğunu bilmeyen ruh nasıl aşık olabilir ki? Ancak merak eder. Hatta o merak bile kendine yönelik bir meraktır. Çünkü kendini bilmeyen başkasını bilme şansına sahip değildir. Hikayeye hiç de istemeden, fikri sorulmadan dahil edilen Yağız ise o kadar kendisini bilen biriydi ki... Sınırlarını, zaaflarını en çok da iradesini. Hoş o iradenin elinde sapır sapır döküleceği zamanlar çok yakın ya neyse. Yağız hikayenin en kendinden emin karakteri. Herkesi gözlemleyen , anlamaya çalışan ve dengesi hep yerinde olan. Bir taraftan da bir başka yaralı kimlik. Çocukluğu yalnızlığı, yalnızlığı çocukluğu. Başa çıkmak hayata tutunma şekli olmuş. Sorun mu bırak gelsin, tavrı ile tam bir determinist. Çünkü ondan beklenen bu. Sorunları çözmesi, dağılanları toplaması, Egemenlerin kahramanı olması. Kabul gördüğü tek yer burası çünkü. Kahramansa var, kahraman değilse yok. Duyguya yer yok, zaafa yer yok. Bu üç travmatik karakterin ortasına düşen aşkın da travmatik etkilere neden olması kaçınılmazdı zaten. Bu aşk üçgen şeklinde değil ama yanlış anlaşılmasın. Yağız ve Hazan arasındaki aşkı kastediyorum.
Yağız ve Hazan arasındaki duygu hiç de aşk gibi başlamadı. Derin bir yara bırakan bir kapışmaydı birbirlerini fark edişleri. Sonrasında adım adım birbirlerine güvenmeyi öğrendiler. Önce Yağız gördü Hazan’ı. Çünkü Yağız’ın bakması gereken bir kendisi yoktu. Yağız aşk dışında öyle tamamdı ki kendisinde karşısındaki aynada yansımasını aramadı, aynanın içindeki ruh eşini tuttu çıkardı. Hazan ise aşk sandığı Sinan’da kendisini kovalarken Yağız’a doğru koştuğunu fark edemedi bile. İlk öpücüğünden sonra bile güvenme refleksi geliştiremediği Sinan’da aradığı çocukluğunun Hazan’ıyla barışmak iken derdi, o barışı imzalayan Yağız olunca güven de beraberinde Yağız’a yönelik gelişti. Kimsenin gerçeğini yadsımayan onu öyle kabul eden bir kimlik Yağız Egemen. Olanı olduğu gibi kabullendi. Hazan aşığım dedi , kabullendi. Sinan seviyorum dedi, kardeşini tanımasına rağmen tamam dedi. Kendi duygularının sarsıntısını hissetmeye başladı, peki gel bakalım dedi. Dedi demesine de o sarsıntının şiddeti arttıkça kimliğine dair ne var ne yoksa sorgusu başladı. Yağız Hazan’a tüm imkansızlığında aşık olduğunu anladığında hayatını merkezine oturttuğu dengenin bozulacağını anında çözdü. O dengeyi korumak adına da hemen en güçlü silahını devreye soktu. Mantığı. Soğuk determinist mantığı ve onun yansıması iradesi. Duygularıyla yüzleşmekten kaçmadı belki ama onların güçlenmemesi adına kaçabileceği kadar uzağa kaçtı. Hazan’ı manipüle ederek Sinan’a iterken bilinç düzeyinde derdi kardeşlik olsa da derinde bana göre kaybedeceğini gördüğü o dengeyi bozmama derdi vardı. Yağız attığı her adımla Hazan’ı kendisinden uzaklaştırmaya çalışırken Hazan’ın Sinan da Sinan bağlamasının temelinde aşk olmadığını göremeyecek zekada olduğunu düşünmüyorum. Gördü ama sözlere inanmayı seçti. Zira Hazan’ın kendisine aşık olduğunu, Sinan’ı kendisi için terk ettiğini öğrendiğinde zerre şaşırmaması bunun işareti. Gururunu bir kez kırdığı kızın ruhundaki her değişkene tek bir bakışla hakim olan Yağız mı anlamadı Hazan’ın kardeşine olan duygularının meraktan ibaret olduğunu? Anladı anlamasına ama belki Hazan’ın anlamasını bekledi belki kendisinden korktu. Yağız ve Hazan’ın bastırılan iç sesi Ece’nin dediği gibi, iradesine iyi geldi o kabul belki.  Zira Yağız Sinan’ın ağabeyi olma görevini severek yaparken bile “Gücümü deneme” diyebilen biri. Eğer savaşa girerse o savaşta ölmeyi göze alabilecek biri. O sınıra gelirse tüm o nahif kimliğe rağmen savaşçıya dönüşebilecek biri. Bunu kendisinde tanımlıyor mu? Bence tanımlıyor yoksa neden Sinan’a gücümü deneme desin ki. Yağız için aşk dengelerini bozan huzurunu kaçıran bir duygu oldu. Son döneme kadar da bu huzursuzluğa karşı kanının son damlasına kadar direndi. Her kaçtığında yanında bulduğu Hazan’a rağmen hem de. Canı yana yana aşkın basit bir irade meselesi olmadığını öğrendi bu hikayede Yağız. Duvarları döküle döküle yürüdü yolunu. Sonunda da kendisini zaptedenenin iradesinin değil Hazan’ın kendi aşkının farkında olmaması olduğunu da anladı. Mezarlık sahnesinde Yağız Egemen o mezarı elleriyle açarken aslında kendi irdesiyle tabuta tıkıp gömdüğü aşkını çıkardı mezardan. Farah boşuna; o mezardan sonra gözlerin başka bakmaya başladı demedi. Zira Yağız o mezardan öncede aşkla bağlıydı Hazan’a. Kaybetme korkusu ciddi dışa vurum sağlar bu da bir gerçek tabi. Hazan’ın itirafa ramak kala tutumu da kafasında olmasa da kalbinde bazı şeyleri netleştirmiş olmalı. Tüm bunlar işte o aşkın gömülü tutulduğu mezarı açtı. Sonrası Yağız için yokuş aşağı bir süreç. Hala dirense de eskisi kadar dayanacağını sanmıyorum. Zira Hazan’a sarıldığına artık Ece’ye ihtiyacı kalmayan iç sesi Hazan’la gitme veya Hazan’ın kalması için debelendi durdu. Hazan’a git dese bile uçak kalkana kadar belki gelir umuduyla kapıda bekledi. Fragman ve spoiller nedeniyle bazı şeyleri biliyoruz. Tecahül-i arif yapmayacağım. Hazan uçağa binmeyecek ve tam bir amazon gibi aşkı için savaşmaya karar verecek. Bu noktada Yağız Egemen ne yapacak? Sinan’ın intihar süslü hayali cinayet teşebbüsü nedeniyle hastahanede oluşuyla Hazan’ı itecek mi? Sanmıyorum. Sinan’a rağmen iç sesi kal  ya da beni de al diye bağıran Yağız tutacak Hazan’ın elini. Kurban etmeye devam etmeyecek aşkını. Çünkü çok önemli bir ayrım var artık. Aşkı karşılıklı. Öyle bir karşılık var ki bu aşka önündeki her engele dimdik durup elindeki kartları masaya açacak kadar büyük. Hazan’ın eli güçlü. Annesine, Hazım’a karşı. Aslında pek çok kişinin ipi Hazan’ın elinde. Sadece Sinan’ın tehditleri onu durdurabilir lakin Sinan’ın zayıf kimliği nereye kadar bu güçlü aşka dayanır bilmiyorum. Sinan öykünün başından beri korkak çünkü. Yüzleşmeye korkan , kaçan bir yapısı var. Asansör kapısından çıkamamasının Hazan’la otel odası konusunda yüzleşememesi ya da bu olay ortaya çıktıktan sonra Hazan’la konuşamamasından bir farkı yok. Yüzleşemiyor. Çünkü başkalarının onun için sorunları çözmesine alışık. Sorunla yüz yüze gelmek yerine kaçmak tabiatı. Bazen Sinan aslında Hazan’ın değil de Yağız’ın derdinde mi diyorum. Paylaşmak istemediği Yağız mı? Baştan beri Yağız’ın Hazan’a akan duygularını hissediyor bilinçsiz bir bilinçle ondan mı Hazan’a yöneliyor? Söz konusu Sinan’sa mümkün. Hazan’a gelirsek, duygularını çözmesi kendisini tamamlamasıyla mümkün oldu ancak. Aynadaki aksini tanımladıktan sonra Sinan’a ilgisini ve merakını hızla kaybetti. Evlatlık sürecinde Sinan’a karşı zerre kıskançlık yapmazken tek derdi Yağız’ın yara almamasıydı. Kendisini yaraladı, Yağız’ı yine de uzak tuttu sırdan. Ama düşünmeden duygularıyla davranan kızımız durup da annesinin sorduğu soruyu bir kez bile kendisine sormadı. Neden bu adam senin neyin? Baban için yapabildiğini yaptığın bu adam senin neyin? Hazan düşünmüyor. Yağız ne kadar akılsa Hazan o kadar kalp. Hazan hissediyor. Peşinden gidiyor. Gitti. Gitti. Sonunda Yağız’a açıklama yapmak zorunda kaldığında ikimizin arasında bir şey olabileceğinden korkuyorlar dediğinde bile, kızım başka yalan mı yok neden bunu söyledin, demedi kendisine. Taki onun  sorması gereken sorular kıskançlık sarmalının ortasında Farah tarafından sorulana kadar. Zaten başka bir kadın fikrinin sarstığı ruhunun karmaşasını anlamlandırmaya çalışan Hazan o masada tokat üstüne tokat yedi. Görmezden geldiği tüm soruları Farah’ın ağzından sanki kendi cevapları Yağız’mış gibi dökülürken Hazan tüm yollarının dimdik Yağız’a çıktığını anladı. Ancak bu anlayış ona nasıl bir çıkmaz yola da girdiğini gösterdi. Yağız’a aşıktı ama Sinan’ın elini tutuyordu. Yağız ise, tüm soruların cevapları olarak başka bir kadının elini tutuyordu. Geç kalmıştı. Anlamak , elini uzatmak için geç kalmıştı. Yağız’ın masal gibi, anlatmalara kıyılamayan bir aşkı vardı ama o aşk başka bir kadınındı. Sarsıldı. Daha önce sarsılmadığı kadar sarsıldı. Kabullenmek istemedi. Ta ki karanlık korkusunun ortasında bir tabuta kapatılıncaya kadar. Kabullendi. Öleceğini düşündüğü için o tabutta ailesi dışında kaybetmeyi istemediği tek adamı düşünüp aşkını kabullendi. Teslim oldu. Her şey bitti dediği anda o karanlıktan  yine Yağız’ın elleri çekti kopardı ve aldı onu. Yağız “Benimlesin” dediğinde “Seninleyim”diyen Hazan artık sonsuza kadar Yağız’laydı. Ölse de bırakmayacağı ölümsüz bir aşkı vardı artık. Hastahanede Yağız’a sarılırken de havaalanında vedalaşırken de gözünün içine bakıp Yağız’dan tek bir söz beklemesi bundan. Yağız’ın söyleyemediklerini anlaması, hissetmesi bundan. Mezarda fısıldanan aşkın kendisine büyütüldüğünü Yağız söylemese de bilmesi bundan. Yağız onu öptüğünde tüm manipüle edilmişliğine kızgınlığıyla tokat atması, sonra kıyamayıp aşkla Yağız’ı öpmesi bundan. İlk öpücüğü olmayan ama ilk aşk dolu öpücüğü olan öpüşmesinin etkisinden sarsılması bundan. Hazan’ın ruhunun sahibi Yağız. Sorularının cevabı, hikayesinin tamamı.  Hazan bu aşkta kalp, Yağız akıl. Birbirlerini tamamlamalarının sebebi bu. Aynı kararları biri duyguyla biri akılla sahiplenerek veriyor. Hazan neden daha atak? O kalp çünkü akıyor sevdiğine hatta akmıyor çağlıyor. Yağız akıl, dinamikleri, dengeleri ; Hazan’ın yaşayacaklarını hesaplıyor. Ancak artık Yağız da önündeki seti zorluyor. Akıl kararı verdi mi artık önünde kimse duramaz malum. Set yıkıldığı anda bu iki aşığın önünde hangi sır hangi bent kalır ki? Seti o kadar zorladılar ki Ece’nin dediği gibi, artık yıkılması an meselesi. Belki son bir Hazım tokatı kim bilir?
Son demde; aşk onu gördüğünde onda kaybolmakmış.Bir kez kaybolan bir daha bulunmazmış. Kaybolduğun o gözlerden başkasına bakmaksa aşığı öldürürmüş.
Bence Bana Göre... YağHaz 
UmayMasal  

                                                                                                                               
        

8 Nisan 2018 Pazar

YağHaz "içimden geldiği gibi"

“Nefes Bile Almadan...”
Hikayeyi hikaye yapan aşk, aşkı aşk yapan nefestir. Nefes bile almadan sevebilmektir aşkı efsaneye dair kılan. İmkansızı yaşamaksa tarafları dağlasa da hikayesini dilden dile dolaştıran. Ferhatı Şirin’e düşüren, Mecnun’u Leyla’da öğüten, Kerem’i Aslı’da yakan kavuran. Aşk büyüktür. Taraflardan , engellerden büyük. Aşk döndürür dünyayı , aşk eğip büker zamanı. Bazen tek bir an için vazgeçirir kendinden bazen bir ömür için. Aşk dipten sektirir, ama bazen düşmemek için birlikte derine atlatır. Karanlıkta kendini kaybettirir. Aşkın gerçeği kendisidir çünkü. Başka gerçekleri barındırmaz. Bir kere hissetmeyegör , onu, ruhunun diğer yarısını bulmayagör acı biter diye kendisini bitirmeye razı olur. Yaşayamadıklarını yüklenir, eksikleri tamamlar; acıttıkça acıtır kanatır. Ama ben seçtim der aşık, ah demez. Neden demez. Kaçmaya çalışsa da imkansız zaman alsa da o zaman ömrü bir rüzgarın kuyruğuna takıp hayatı öğütse de gülümser. Çünkü bilir ruhudur o. İçinden alınsa geriye bir şey kalmadığını ruhunu aslında onu bulduğunda bulduğunu bilir. Ruhsuz yaşamanın anlamsızlığını bilir. Aşkını ilk anda karşılıksız sanan aşık kıvranır. Ama içine akar kanlı gözyaşı. Zehir olsun yine de içerim der. Sonra imkansızının tüm imkansızlığı ortada durmasına rağmen imkanlı olduğunu görünce önce şaşırır. Onca zaman nefesini tutturan o imkansızlık , onu içten içe boğan olmayacak hali karşısına dikiliverince hatta dudağına buse olup konunda kelebek gibi hayata döner aşık. Onca nefessizliklerine inat derin bir nefes alır. Şaşırır. Karışır. İmkansızdır engeller yüzünden ama aşkı artık karşılıklıdır. Aşık korkuyla kapandığı iç mezarından , ama aslında kendi kalbinde bizzat kendisinin gömdüğü  sevgilisini tırnaklarıyla kazıya kazıya çıkarır. İşte nefes can vermiştir ama sevgili hala ona ait değildir. İlk öpüşmenin ölüm ve yaşamı bir araya getirişi gibi her öpüşmede ölüm ve yaşamın bir araya geleceği gerçeği gibi. İki sevgili birbirini ister ama tuhaf engeller çıkar da çıkar. Sabırdır sınav. Aşık alışkındır lakin sıra sevgilidedir. Engelleri yendikçe yenisi eklenir. Eklendikçe aşk büyür. Büyüdükçe kendi gerçeğini büyütür. Kendi gerçeğini evrene dönüştürür. Sonunda başka her şeyi yok eder. Sevgililer kavuşur.

Aşk eski kitaplarda böyle anlatılır. Ne kadarı artık böyle kalmıştır, ne kadarı evrilip başka yere konmuştur bilemem. Son on bölümdür izlediğim sonra eskilerine baktığım benim için Yağız ve Hazan’dan oluşan dizinin özeti gibi sanki anlatılan aşk hali. Bilemem senarist Binbir Gece masallarına benim kadar meraklı mıdır? Zira yarattığı hafif soap opera evrenine nasıl masallaradki imkansızlıkta bir aşk yerleştirmiş şaşılası. Ne oydu ne buydu, ne o olacak ne bu olacak diyebilirim. Sadece diyebileceğim şey şu; eğer masalsı bir aşkı yukarıda anlattığım dinamikleri alt mesajlarına yerleştirerek yazdıysanız ve artık acının birlikte çekilme aşamasına gelindiyse Yağız ve Hazan’ın kendi evrenlerine yer açma yolculuğuna başladıysanız artık sınav evrenine ve aşkına sahip çıkma sınavı olmalı. Üçüncü şahıs sınavlarını çoktan atlayıp geçmeli bu hikaye. Engellerin başında bulunan kardeş faktörü de artık benzer hikayelerin çoğunda olduğu üzere ,aslında aşkın biricikliğinden de hareketle , iki kardeşin iktidar savaşına verilmeli. Çünkü aşk tek kişiye aittir.   "UmayMasal"