12 Haziran 2018 Salı

Hikayenin Ruhu Üflenir Aşk İmkansıza Düşer- YağHaz

“Gittin mi büyük gideceksin!
Ayrılık bile gurur duyacak seninle- Can Yücel”
Bu bölümde Yağhaz’a veda edecektim. Bölümü izledim. Sonra yazmak için oturdum. Uzun süre ekrana baktım. Boş boş baktım. Tıpkı final bölümü adı altında izlediğim bölüme baktığım gibi. İçimi yokladım. Nerden başlamalı ne anlatmalı dedim. Bulamadım. Şu saate kadar tutunduğum dala, Aşk’a , baktım. Göremedim, eksik gedik satırların arasında. Annelik dedim, asılı kalmış darağacının yağlı urganında. Baba olsa dedim, geç kalınmışlıkları saklamaz ki ataerkil düzenin hikayenin tabanına koyduğu dinamit. Öyle boşta, öyle havada kaldım ki, kendime kızdım nereden bu hikayeye tutundum diye. Bölüm boyunca akmadı gözyaşım, durdum yanağımdan süzülen tek damlaya odaklandım. Dedim o akşamki veda neydi ki, sen kendi vedanı kendince yaz gitsin. Sonra bir şarkı geldi aklıma, kalktım buldum onu onca plak arasında bıraktım söylesin Nilüfer:
Derdim var gecem zehir bana
Yardım et seni unutmama
Anılar başucumda
Kov gitsin...
Sevmiştim seni kana kana
Şansım yok kaderden yana
Yaşanan her ne varsa sil gitsin
...
Benim aşktan anladığım
Yaşananlar kar saydığım
Kalbim sende kaldı
Kır gitsin...
Kırıldık. Kırdılar bizi. Hikayenin kendince bir yerine tutunan herkesi kırdıkları gibi. Haftalarca parçaladıklarını son bölümde rüzgara savurdular. Rüzgardır dediler geride bırakmadan dağıtır bütünü. Bilemediler rüzgarın zaman olduğunu ve zamanın her an adaleti çağırdığını; bazen geç olsa da. Onların rüzgarı bizim zamanımız. Gösterecek ne olacağını. Göreceğiz.
Kadın olmak, canıyla kadın olmaktır. Yaşadığı dünyada bedeninden, duygularından, düşüncelerinden ve ilişkilerinden dolayı baskı altında tutulan, aşağılanan, kendisine şiddet uygulanan kadın, canıyla varolamaz. Kadın üzerine düşünme zulüm üzerine düşünmektir. Fazilet Hanım evreni bol kadınlı ve adının vaddettiği yaklaşımla bunu yapmaya hem de bunu basitçe büyük laflara gerek duymadan anlatmaya öyle yakındı ki. Erkek egemen dünyada kendisine biçilen rolleri giymiş, sürekli sürekli bu rollerle sınanmış bireyleri anlatmak “Egemen” soy ismiyle erkek evrenini temsil eden ataerkil yapıyı eleştirmek mümkün müydü? Mümkündü. Yasemin’den, Ece’ye, Fazilet’ten Nil’e yaftalamanın farklı sosyal sınıflar arasında nasıl kadına yönelik yapıldığını gösterirken Hazan’la Yağız arasındaki aşkta en baştan yaftalamayla başlayan o “şey”in yani tanımanın, anlamanın, derine bakmanın yarattığı dip dalgasının neleri değiştirebilecek güçte olduğunu görmek, hem de en basit çizgilerle görmek, mümkündü.  Kamusal alanın hakimi erkek egemen bakışına istisnai bakıştı Yağız çünkü. Hayatlara müdahale etme hakkını kendinde gören Hazım’a, Sinan’a karşı anlayışlı; hayatının kontrolünü yitirmiş Gökhan’a karşı alabildiğine kendine hakim. Tıpkı yansıması Hazan’ın, Ece’nin dişiliğine karşın net ve o dişilikten sıyrılmış, annesi Fazilet’in güç, para takıntısına karşın doğru ve yardımsever olması gibi. İki ayrı dünyanın çarpıştırıcısı gibi. İki dünya çarpışır yepyeni bir dünya doğar. Doğmalıdır. Çatışmalar yaratarak, parçalayarak. Bizim hikayemizde doğmadı çünkü başka unsurlar işgal etti o dünyaları.  Zulüm aşkı esir etti. Zulüm anneliği de esir etti. Kerime’nin dediği gibi bir günde delirmez kimse. Oğlunun kimliğini öğrenme sürecinde herkes tarafından aldatılan Kerime’yi bile Sinan’a anne yaparken, oğlumu öldürmeye kalktım ben duygusundaki kadına sadece oğlu için iki öğüt noktası seçildi. Biri Hazan’a dairdi ki eksikti. Orada mezarda ölmek pahasına Hazan’ın nasıl direndiğini de söylemesi gerekirdi Kerime’nin; diğeri Hazım’ın Yağız’ın babası Egemenlerin ise ailesi olduğu ifadesiydi. Egemenler ki, Yağız’ın hayatını koca bir yapboza çevirenler. Yağız açısından aydınlanma kısmı net duygu evreni eksik olan hayat yapbozu, korkarım Çağlar Ertuğrul oynamasa daha da eksik kalacaktı, en temel eksiği aşk olmasına rağmen tamamlandı. Annesinin kim olduğunu, babasının kim olduğunu tüm boşluklara rağmen öğrendi. Canı yandı. Yüzleşti. Çıktı gitti. Peki asıl hikaye neydi? Fazilet’in eve kendi cehennemine dönüşü, Kudret’in onu takip edişi, Hazan’ın babası hakkında duydukları... Bu muydu hikaye? Bu muydu acaba Hazan’ın annesiyle arasındaki uçurumun sebebi? Fazilet’in aşka nefretinin tabanı bu muydu? Sanmıyorum. Fazilet yaşamadığı, hayalkırıklığına uğramadığı bir duyguyu sadece para hırsından bu kadar zaman yargılayamaz, yargılamışsa inandırıcı olmaz. Bir bölümlük ve o oranda eksik finalin en eksik tarafı kaldı Fazilet ve Hazan. Hoş hikaye ne zaman Egemenleri kendisine merkez kabul etti o zaman yokuş aşağı inmeye başladı. İki ayrı dünyanın birleştiricisi ve en büyük çatışma sebebi olacak olan büyük aşk yani Yağız ve Hazan dahi o erozyondan kendini kurtaramadı. Sürekli ve sürekli kan kaybetti. Yazılmadı, anlatılmadı, eksik gedik bırakıldı. Neden yapıldı anlamak mümkün değil. Fakat görünen o ki hikayeye ihanet edildi. Kadına ihanet edildi. Kadın sadece entrika evrenine hapsedilip, anneliği, kadınlığı, nesne olmaktan çıkma mücadelesi, kendi ayakları üzerinde durmak için feda ettikleri, aşkı en çok da aşkı her şey gibi gözardı edildi. Acı olan bunu yaparken de en çok kadın izleyici tarafından sahiplenildi. Kadın izleyici Sinan ve Yağız’ın kör dövüşünü izledi. Tarafgir oldu. Hazan’a kızdı. Fazilet’i anlamaktan öteye savruldu. Neden? Çünkü böyle olsun istendi. Dolmadı tabanı hiçbir mücadelenin. Anlatılmadı. Kesik, boş, anlamsız evet evet anlamsız hikayeciklerle oyalandı izleyen. Sonunda o hikayeciklere eklemlenen anlamsız bir sonla da veda etti. Olsun biz anlamsız şeyleri seviyoruz mu? Yağız ve Hazan’a dair olan her şey gibi anlamsızlıkları da seviyoruz. Burada parantez.
Dünyada sinema ve dizi sektörlerini takip edenler muhakkak çok daha net bileceklerdir. Dünyada hikaye kadar özellikle dizileri sürükleyen unsur o hikaye içeriğindeki aşkın ve dolayısıyla o aşkın taraflarını canlandıran kişilerin arasındaki uyum çok önemli hale geldi. Burada hayattaki gerçeklik algısında aşkın hızla değer kaybetmesi mi sebep, yoksa insanın günlük koşturmaca içinde kaybettiği duygularını arama telaşının yansıması mı bilmiyorum. Tek bildiğim aşk insanı cezalandırmak için kurguya çekildi ve bizler kurgu metinlerin yansıması olan her tip görselde onu arıyoruz. Günümüzde değerini kaybeden Leyla-Mecnun, Kerem-Aslı hikayelerinden göz kırpan bir hikaye kırıntısını sezdiğimizde peşinden gitmemiz bundan belki. Yağız ve Hazan işte bu göz kırpışın taraflarıydı benim gözümde. Lizzy ve Bay Darcy’nin yansıması olarak sevdim ben bu ikiliyi. Tıpkı onlar gibi önyargılarla birbirlerine yola çıktılar çünkü. Yağız’ın yüzündeki yara izi yavaş yavaş kalbine inerken gururu, kendini kaybetmek istemeyişi arasında hesaplaşması inanılmazdı. Sonrasında tıpkı Bay Darcy gibi aşkının ona kendini kaybetme eşiğine getirmesini izledik sonra da kaybedişini izleyememek hepimizi ağır ağır derine giren bir bıçak gibi kesmeye başladı. Çünkü o noktada Yağız kendini kaybetmeliydi sonra o aşkla yeniden kendisini bulup tanımlamalıydı. Tanımlayamadı. Tanımlamasına izin verilmedi. Hatta bırakın tanımlamayı Yağız Hazan’a hissettiği derinlikli aşkında başlangıç ve gelişmede tam bir yanış içindeyken artı Hazan’a dairken tüm hatalara rağmen sonuçta yazık ki kardeşine mahkum edildi. Hazan’a aşık olduğunu kafası önünde kardeşine itiraf etti.  Hazan’a aşkının karşı konulamaz olduğunu mezarda tüm yıkılmışlığına ve o aşktan vazgeçmişliğine rağmen yine kardeşine söyledi. Her şey gibi diyaloglarında sahibi Sinan’dı. Acı çok acı. Yağız tüm konuşulmamışlıkları gözlerinden uyku gibi akan bir adam olmasaydı ne olacaktı? Yağız’ın Hazan’a aşkı onu bedenlendiren oyuncunun, Çağlar Ertuğrul’un, her bakışında, her dokunuşunda hatta dokunamayışında sesinde saklı olmasaydı ne olacaktı? Eksiklik arşa mı çıkacaktı? Hikayenin Lizzy’si Hazan... Gururunu kıran adama nefreti oranında aşık olan Hazan. Eğer senin yükün ve anlamın sadece yazanlara kalsaydı ne olacaktı? Deniz Baysal’ın Hazan’ın hayalle gerçeği ayırmasındaki her zerreyi yüklediği bakışları, dokunuşları veya dokunamayışları, hatta ses tonundaki değişkenler olmasa Hazan’a nasıl inanacaktık? İnanmayacaktık. Kimya denilen şey Yağız ve Hazan’ın karşı karşıya restleştiği, yanyana kavgaya girdiği, omuz omuza ağladığı, kucak kucağa gömüldüğü, kavga dövüş birbirini öptüğü, birlikte lanetlendiği, sadece lanetlendiği, Sinan’a kurban edildikleri her sahnede ekranda patlamasa biz bu aşka inanmayacaktık. Çünkü KONUŞAMADILAR, KONUŞTURULMADILAR. İlk bölümlerde aşkı, inanmayı, güveni sonuna kadar birbirine anlatan, nefret ve önyargı sarmalında bile kavga ederken birbirine ne düşündüğünü söyleyen Yağız ve Hazan birbirlerine olan sevdaları hakkında tek cümle kurmadan var mısın, varım gibi bir saçmalığa kurban gitti. Oysa o mezarlıkta söylenecek sözcükler “Benimle misin?- Seninleyim” olmalıydı. O saçlar okşanırken ağlayarak “Ben seni çok seviyorum” diyebilmeliydi Yağız. Öncesinde sahilde arkasından çığlık çığlık bağırarak “Benim kalbimde Yağız da Mehmet de bir, kim olursan ol seni seviyorum” demiş olması gereken Hazan’a karşılık. Söylenmemiş kelimeleri gözlerinde kaldı Yağız ve Hazan’ın. Ceplerinde inandıklarına yiten zamanları sadece birbirlerine kaldılar. Elleri birleşti, ruhları gibi parıltılı ama gösterişten uzak yüzükleriyle anladık ki hayatlarını da birleştirmişler artık. Affetmişler onların inançlarını ellerinden alanları. Sağaltmak için belki geçmişi. Son demde bir anne kalmış sadece ellerinde kapısına gidip tıklatabilecekleri.  Bölüm bundan ibaret benim için. Bundan sonraki kısım için uyarı ağır ağıt içerir.
Yağız ve Hazan mezarlıktan el ele çıktı. Konuşmadılar. Konuşulacakların beklemesi gerektiğini düşündü çünkü Yağız. Son iki günde öğrendikleri hala omzundaydı. Boğazını düğümlüyordu, kelimelerini. Elini tuttuğu ve mezarlığın karanlığından daha karanlık bir mezarlığa dönmüş kalbinde tek ışık olarak kalmış kadının elini sıktı. Onu, o olduğu için seven kadını affettiği için içinde saklanan tek huzura bıraktı kendisini kanayan yaralarına inat. Bir daha bir daha gömmek zorunda kaldığı annesinin hayaletini aklından kovdu. Yine elini tuttuğu kadındı ona hikayesini anlatacak olan biliyordu. Onu tamamlayacak olan. Hazan’sa aylardır konuşan durmadan konuşan ama söze dökemediği kelimelerini şimdi şu anda elini tuttuğu adama sakladığı her şeyi erteledi. Şimdi değildi. Şu an değildi. Tutmak için onca zaman yandığı ele teslim olan yüreğini bıraktı özgürce hissetmesi için. Kendine yasakladığı milyarlarca saniyede onu hissetmek için nasıl yandığını bilerek nasıl acı çektiğini bilerek kavradı sevdiği adamın her bir parmağını. Öğrendiği gerçeğine rağmen, çocukluğunun anlamını yüklediği adamı, babasını bu gece burda gömmesine rağmen, bundan sonrasında çocukluğunun bayram sabahı olacak adama baktı. Konuşmamışlardı hiç ama anlatmışlardı birbirlerine kendilerini, bakarak sadece gözlerini birbirlerine akıtarak. Onun kendisini, kendisinin onu anladığını bilmişti Hazan bunca lanete inat. Kapıda bekleyen taksiye bindiler. Ayırmadılar ellerini asla. İkisi de ayrılmanın acısının tazeliğini taşıyorlardı hala. Onca engele, onca kavgaya, kayba rağmendi bu tutuş. Taksiye kendisini aldığı yere dönmesini söyleyen Yağız’ın sesini hayal meyal duydu Hazan. Elini bırakmadan diğer eliyle kolunu kavradı Yağız’ın önce sonra başını yasladı onun omzuna. Yağız omzundaki ağırlığın huzuruna bıraktı kendisini. Yer yer kesilmiş saçlarını okşamaya başladı Hazan’ın. İnanamadan. Onca zaman imkansız dediği şeyin avucunun içinde olmasına inanamadı. Konuşmadılar. Yol bitene kadar konuşmadılar. Yağız’ın evine geldiklerinde yine ellerini ayırmadılar. Ne valizleri alırken ne içeri girerken ne de Yağız ışıkları yakarken. Yağız:
-Aç mısın Hazan?,dediğinde elinden tutup çekti Yağız’ı Hazan. Kaç zaman önce olduğunu hatırlamadığı geçmişte bıraktığı anların birinde oturdukları koltuğa götürdü onu. Yan yana oturduklarında sevdiği adamın göğsüne yattı. Eli hala elindeydi. Kelimelerini bıraktı kendi bildikleri gibi dökülsünler:   
“Seni sevdim ben, çok sevdim. Sevdim sandığım onca saçmalığın içinde inandım sandığım hayatların içinde gerçek salt gerçek olarak sevdim. Bilmedim gerçeğin bu kadar sert ama bu kadar güzel olduğunu. Gerçeğin aslında içinde olmak istediğim tek yer olduğunu. Seni hangi zamanda nerede sevdim, bilmiyorum. Fark ettiğimde dönülmez noktasındaydım. Kaçtım çareymiş gibi. Kaçtıkça sana sürüklendim. Kim olduğunu bildim daha çok sevdim. Çünkü senin isimlerden ötede gördüm ben. Tanıdım. Merhametini tattım. Sevgini gördüm. Gözyaşına şahit oldum. Uğruna istemediğim prangalara razı oldum. Sonra bir an geldi. Kötünün insafına seni bırakamayacağıma karar verdim. Geç kaldım. Çok geç kaldım. Yağız ben seni sevmeye de çok geç kaldım sandım. Tanımamana razıydım. Beni sevmekten vazgeçmenden korktum. Sonra...”
Yağız saçlarını okşadığı kadının yüzünü göremese de ağladığını biliyordu. Bıraktı ağlasın. Acısını akıtsın. Bıraktı konuşamadıklarını konuşsun. Nefeslensin.
“Sonra... Babamın gerçeğiyle yüzleştim. Tıpkı senin yüzleştiğin gibi. Herkesin en yakınının taktığı maskenin sıyrılmasının nasıl acı verdiğini anladım. Özür dilerim. Seni kırdığım için, senden sakladığım için, seni korumak uğruna da olsa, sana olan aşkımdan neredeyse kendimi kurban edecek olsam da benden duymalıydın. Affet.”
Hıçkırıklara boğulan Hazan’ın çenesine uzandı Yağız. Kaldırdı başını. Onca zaman kendi başını eğen aşkın artık başını kaldırması gerektiğini bildiğinden, sevdiği kadının başını dik tutmasının onun aşkının dosdoğru ona çıkmasından duyduğu gururu görsün diye kaldırdı o başı. Baktı aşkının sahibi gözlere. Yüzünde gezdirdi ellerini. Sildi gözyaşlarını. Gülümsedi.
“Parmak mendilliği”,dedi. Hazan’ın gözlerinde beliren yıldızlı ışıltıya baktı. Sonra onu aldı kolları arasına sımsıkı sarıldı.  Hazan’ın kokusuna gömdü burnunu. Boğuk sesiyle ondan ayrılmadan konuşmaya başladı:
“Çok sevdim ben seni, çok. Öyle sevdim ki, kendimden geçtim. Kendime rağmen sevdim. Her şeye rağmen sevdim. Pişman oldum belki, ama seni sevdiğim için değil. En başta, en başında bu şeyin dönüşeceği şeyi anlamama rağmen görmezden geldiğim için. Ona bırakmamalıydım seni. Anlamanı, anlamamızı sağlamalıydım. Aşk affeder mi diye düşündüm. Yeterince aşksa affeder dedim. Seni bulduğum yer, bizi bulduğum yer hep ölüm koktu. Ölüm yaşamla ne kadar bıçak sırtıysa; aşkla nefret o kadar bıçak sırtıymış anladım. Ama ben senden hiç nefret edemedim biliyor musun? Kızdım, kırıldım ama tanımam diyemedim. Çünkü seni tanımamak kendimden vazgeçmekmiş. Beni ben yapana sırtını dönmekmiş. Ailelerimizi gömdük biz seninle. Kalan sadece ikimiziz. Sana kalan ben, bana kalan sen. İkimize kalan Aşk. Arkamı dönmem dönemem. Bu yaşanacak. Yaşanmalı. Bize ne olursa olsun demiştim. Yine diyorum. Hazan nerede biz olabileceksek gidelim. Benimle gelir misin?”
Hazan yek vücut olduğu adamdan ayrılmadan:
“Seninle ölürüm yine de seni bırakmam bundan sonra. Gidilecek yer neresi, hangi havada soluk alacağız ya da almayacak mıyız? Umdumda değil. Sen olduktan sonra tabuta bile girerim, bunu biliyorum. Senin olmadığın bir yerde nefes alamam. Sensiz artık yaşayamam. Gel dediğin yere gelirim.”
“Belki hiçbir şey güllük gülistanlık olmayacak. Belki çok sıkıntı çekeceğiz. Mutlu olduğumuz anlar kadar mutsuz da olacağız belki, bunca acının hayaleti bizi kovalayacak belki. Geceleri çığlık atarak uyanacağız belki. Ailelerimizi affedemeyeceğiz belki. Geçmiş hatalarımızla bazen çizikler atacağız belki birbirimize. Hazan yine de benimle misin?”
Güldü Hazan. Çözüldü sevdiği adamdan. İki eliyle kavradı sevdiği adamın yanaklarını. Alnına düşen perçemi itti. Onu ilk tanıdığı akşam yüzünde bıraktığı bıçak yarasının yerine dokundu. Onun yemyeşil gözlerine bakıp:
“Biz daha önce de yaraladık birbirimizi. Alışığız kendi açtığımız yaraları sağaltmaya. Ne olacak, senden gelecek yaraya da acıya da razıyım ben. Öpersin geçer.”
Yağız uzanıp öptü aşkı kadını:
“Şarkı söyleriz geçer.”dedi.
Hazan:
“Şarkı söyleriz geçer. Biz olduktan sonra.”
  “Biz olduktan sonra...”
Kalktı Yağız yerinden. Kucakladı sevdiği kadını çok zaman önce bayılmışken onu taşıdığı gibi ama kokusuna kendisini bırakarak, onun olduğunu olacağını bilerek geleceğine taşıdı onu.

Hamiş:  Karacaoğlan Elif için asmış sazını salınsın diye. Adına rüzgar denen zaman Elif’in ruhunu ölümsüzlüğe taşısın diye. Salındıkça saz, telleri bağırmış Karaca ve Elif’in aşkını sonsuza. Hikaye ölümsüzlüktür. Aşk onun mührü. Yağız ve Hazan mühürlendi. Rüzgar estikçe de yaşayacaklar. Tüm anlatılmayanlara inat. Hep mutlu olun çocuklar. Biz olduğunuz o yerde.

                                                                                           UmayMasal  
 

3 Haziran 2018 Pazar

Varsayımsaldı Aşkımız, Olduramadık-YağHaz

“Kadın
yakaladı genç adamı
elinden.
Genç adam
Yakaladı kadını belinden.
Bir yumrukta kırdı camı.
Oturdular pencerenin içine.
Sarktı ayakları gecenin içine.
Işıklı bi deniz dibi gibi
başlarında,sağda solda gece yanıyor.
Ayakları karanlık boşluklara sallanıyor.
Sallanıyor ayakları, sallanıyor ayakları.
Dudakları...
Sevmek mükenmmel iş delikanlım.
Sev bakalım.
Mademki kafanda ışıklı bir gece var,
benden izin sana,
seevvv
sevebildiğin kadar.-N.H.R”
Nefret intikamcıdır.  Artı nefret ne kadar hareketsizse intikam o kadar hareketlidir. Ancak nefret öyle bir duygudur ki hayata hevesle sarılmış kişiyi ele geçirmesi zordur. Öte yandan , yaşamına anlam verecek üretkenliği olmayan, nefreti yatıştırmanın yolunu bulamaz, varlığının tamamını intikam amacıyla tehlikeye sokmaya yatkındır. Bu nedenledir ki ağır ruh hastalarında, kendisine kötülük yapanın cezalandırılması kolayca yaşamın amacı haline gelebilir. Çünkü intikam alınmadığı müddetçe sadece kendisine saygısı değil, benlik ve kimlik duygusu da çökme tehlikesi altındadır. Bunları neden anlatıyorum. Sinan’ın insanlığa sığmayan intikam sürecini tanımlamak için mi? Hayır. Yazan ekibinin bana göre seyirciye nefretinin tabanını çözmek için. Sinan karakteri kötü olma adına o kadar boş, argümansız, gereksiz ki yukarıdaki intikam unsurunun altını dolduracak ne kimliğe ne de kişiliğe sahip. Bu da tamamen yazanların yarattığı bir boşluk. Yağız ve Hazan arasındaki yaşanmamış duygunun her hafta lanetlenmesine ek o kadar sakil duruyor ki bu intikam telaşı Türk dizi tarihinin en kolpa kötüsü olarak yazılacak, tabi yazılacak bir yer bulursa şu an dışında. Zira Kara Sevda’nın Emir’i , bu konuda sanırım en güçlü yazılmış kötülerdendir. Argümanları hastalıklı da olsa inandırıcı, empatiye acık. Oyunculuk anlamında canlandırılma biçimine ise laf eden, taş olur. Kaan Bey açısından tam bir başyapıt. Fazilet Hanım evrenindeki Sinan ise o oranda altı boş. Yarattığı çatışma da bu doğrultuda inandırıcılıktan uzak. Üzgünüm. Farklı olabilir miydi? Olabilirdi. Tercih edilmedi. Hatta bazen bu karakterin sırf seyirciye ayar vermek için yazıldığı kanaatine bile kapılıyorum. Çünkü neden kapılmayayım? Sinan’ın ağzından çıkan her replik buna hizmet etmedi mi finale bir kala bölümünde? Yağız’la konuşmasında her kullandığı kelime sosyal medyayı güya umursamayan yazanlarımızın sosyal medya alıntılarıyla bezeliydi. Komik mi evet çünkü karton karakterde karton repliklerdi. Trajik mi evet zavallığın ve artık tükenmenin inatlaşmanın nişanesiydi. Unutulacak mı? Ben kendi adıma hikayeye ihanet edeni unutmam dedim. Bundan sonra da unutmayacağım. Umarım farkında olan kimse de unutmaz.
Şimdi gelelim YağHaz’a...
Yağız kardeşinin kendisine oynadığı oyunu anladığında ilk aklına gelen Ağva oldu. Hazan’ın orada uğradığı tacizi, taciz diyorum daha başka bir sözcük yok tanımlayan, anımsadı. Hoş keşke minik bir flash back görsedik orda. Mesela kapıdan çıktıklarında Hazan’ı yüz ifadesi gibi. Mesela öfkesi kabarsaydı Yağız’ın bunu düşündükçe arabada. Olmadı mı? Bu da mı olmadı? Yağız Sinan’la olanca sukunetiyle yüzleşmeye çalışırken Sinan’ın sosyla medya argümanlarının arasına sıkıştırılmış aşk itirafına bakalım. Ben “Biz”den kaçtım dedi Yağız. Ağva’da sizi o eve kilitlerken ve sizi barıştırırken “Biz”den kaçtım, dedi. Demek ki Yağız’cım sen sizin “Siz”olduğunuzu Hazan daha bunu bilmezken biliyordun. Aynı Hazan’ın sana bakan şaşkın hali gibi baktım bu itirafa. Yetmedi, senin içindi, dedi Yağız. Her şey kardeşi içindi. Vazgeçişleri, gitmeye kalkması. O zaman Hazan’dan emin olmama durumu çok da “şey” ettiğin bir kavram değil miydi yoksa? Sonra ne dedin, “O yüzüğü onun duygularına, gururuna rağmen ben taktım.” İşte bu en sağlam itiraf ve farkındalık. Ah yavrum niye o zaman bunca farkındalığa kıza geçen hafta o yüzük için vurdun. Yanımda olmadın, olmayacaksın dedin. Konuşalım dediğinde yine yeniden git dedin. Bu yüzük yalan çıkacak dediğinde kardeşimin gerçeği dedin. Sen taktın madem o yüzüğü o kızcağızın parmağına neden duygularını söylemesine bile fırsat vermedin? Unuttum Fazilet Evreninde bir bölüm bir asır. Devamlılık mı? O ne? Sonrasında Hazan’ın oyunun parçası olduğunu öğrenip sebeplerini anlayamayınca kıza geç kaldın dedin. Peşinden gelince de kimseye olamadığın kadar duygusal dinlemeye kalktın, sakladıklarını. Yağız’ın Hazan’a tutunma çabası her ne kadar yazılan hikayede inceliklilikten uzaklaşsa da oyuncular o kadar sindirmiş durumda ki Yağız’la Hazan’ı, o duyguyu gözleriyle mimikleriyle verip açığı kapatıyorlar. Adım adım duygu değişimlerini gözlerinde görebiliyoruz, repliklerdeki boşluğa rağmen. Yağız’ın Hazan’ın ağzından çıkacakları umutla bekleyişi, onu bilinmezden kurtarmasını istemesi, sadece Hazan’ın dürüstlüğüne ihtiyacı olması. Ama yine ikisinin konuşamaması. Defalarca ve defalarca konuşamaması. Bunlar Hazan’ı zorlayacak düğümler. Finale bir kala duygusal açılımı zor düğümler. Keşke... Neyse. Hazan’a gelince son zamanda kendisine biçilen rolün tam ortasında Sinan ve Yağız arasında savrularak bitirdi bölümü. Ne Sinan’ı durdurabildi ne de kendini Yağız’a anlatabildi. Bu kadar güçlü, ailesini bile sırtlayan, hakarete bıçakla cevap verebilecek kadar gözü kara kızı ne ara bu hale getirdiniz? Hazan öyle biriydi ki, gözünü budaktan sakınmazdı. Sinan’a asla güvenmedi ki şu durumda güvensin. Kaybetme pahasına Sinan’a o kozu vermezdi. Ertelemezdi. Ertelemenin mutluluğu ertelemek olduğunu bilirdi. Ertelemenin hikayeyi zamanı ertelemek olduğunu bedeli erteleyemeyeceğini bilirdi. Benim tanıdığım Hazan bunu bilirdi. Bildirmediler. Çünkü intikam en sertinden , en insanlık dışı olanından alınmalıydı. Ne dedi Sinan’ın ağzından Yağız Egemen olmanın bedeli ödenmeliydi. Ödetilmeliydi. Yağız Egemen’i sevmenin bedeli ödetilmeliydi. Hatta öyle ödenmeliydi ki Yağız Egemen bile kalmamalıydı. Bırakılmamalıydı geride. Eski Yunan tragedyalarında olduğu gibi kandırılmalı, bunu anlamalı ama sonra yine kandırılmalı kendi katline o kandırılmayla yürümeliydi. Şaka.. Değil. İnsanların , basının ortasında gerçek kimliğini öğrenen Yağız yazgısıyla karşılaşırken o yazgının taraflarıyla çevrili ama o kadar yabancı ve yalnızdı. Hazım durdurmadı oğlunu, Yasemin dışında kimsenin yüzünde acı görmedik. Hazan’ı tenzi ediyorum. Yağız ailem dediği ve vurduğu her darbeye rağmen kabul görme refleksiyle sineye çektiği acıları gözlerine dola dola kendisiyle yüzleşti. Önce kendisiyle sonra katil olduğunu bildiği, onu ve sevdiği kadını yerin altına gömen annesiyle. Egemenlerin elinde oyuncağa dönen yazgısıyla. Geriye dönüp baktığımızda önce Hazım sonra Sinan’ın elindeki kalemle baştan ve baştan işine geldiği gibi yazdığı yazgıya ek hem Kerime hem Hazan. Tıpkı Yasin için Hazım’a dedikleri gibi. Ailesini, kim olduğunu bilmesine izin verilmemiş, soyadı dışında Egemen olmasının altı doldurulmamış, abi olmasına karar verilmiş, ilk kez aşık olduğu kıza bile yaklaşması abilikle kesilmiş Mehmet Yıldız. Aşk. Ne kadar sağaltırsın ki kendin olma eyleminin elinden alındığını öğrendiğinde. Ne kadar gerçek kalırsın ki Truman Show yaşadığını anladığında. Kaç bölüm sürer acını hazmetmen, kaç zaman? Anlar mısın seni seven kadının bu yük uğruna nelerden vazgeçtiğini mesela? Tanır mısın sana babalık yaptığını söyleyen adamı? Kardeşim diyip uğruna vazgeçtiklerin aklından geçer mi bu kadar aşağılıkça sana vurmuşken o? İntikam, Mehmet Yıldız’ın intikamı Yağız Egemen’i kurtarır mı gerildiği çarmıhtan? Yoksa gider misin? Final olmasa yüksek ihtimalle giderdin. Yine git. Fakat sevdiğini de al git. Hatalarına rağmen onu da al git. Bırak Egemenler kendi pisliklerinde boğulsun. Her biri ayrı hastalıklı takıntılarıyla yollarına devam etsinler. Kuşkusuz 3.sezon olsaydı karanlık bir Yağız izlemek büyük keyif olacaktı. Adım adım oyun kuran olan, her hamlesiyle çok sevdiği ama onu kandıran babasından ilmek ilmek on iki yaşındaki Yağız’ın intikamını alan adam olarak harikalar yaratacaktı ki  bir de aşk ayağı var ki bunun tadından yenmeyecekti.
Yağız’la Hazan aşkının bu kadar varsayılıp bu kadar oldurulmamasının temelinde ne olduğunu merak ediyorum aslında. Yağız ve Hazan “Biz” kelimesini kullanmak dışında “Biz”e dair bir şey yapmamışken adeta taşlandılar bunca zaman. Fazilet’in dediği gibi birbirlerine kor gibi bakmaları dışında, sevgi sözcüğü bile kullanmadılar. Bildiler sadece, gömülürken diğerinin hayatı için kendilerini hiçe sayarken bildiler, aralarındaki çekimden bildiler, acısını kendi acısını unutacak kadar çok hissetmekten bildiler, başkasının dokunuşuna dayanamamaktan bildiler ama söylemediler. Söyleyemediler. Aşk ihaneti aklamazmış. Hikaye. Nazım’ın da dediği gibi, “Sevmek mükenmmel iş delikanlım/ Sev bakalım/Mademki kafanda ışıklı bir gece var/ benden izin sana/seevvv/sevebildiğin kadar. Oldurulmasa da varsayım gibi kalsa da gelmiş geçmiş en güzel çiftler arasına yazıldı adınız Yağız ve Hazan. Varsın yazanınız size ihanet etmiş olsun aldırmayın biz size yepyeni sonlar yazarız. Fazilet evreninden sektirir yeni evrenlerde tutarız. İçi boşaltılan ruhlarınızı alıp kendinizle doldurup yine hikayelere yol aldırırız. Unutmak ne kelime unutturmaya çalışana yine hatırlatırız. Gerçek mi? Gerçeğin hangi gerçek olduğunu, sanalın nerede başladığını kim bilebilir? Hem Anna Karanina’nın yaşamadığını kim söyleyebilir?
Hamiş: Ellerin zamandı. İlk onları tuttum. Bırakmadım. Bırakamazdım ki. Ellerim sana koştu ki benim. Engelleyemedim, engellemedim. Zamanı tuttum ben ellerinde. Biz’li zamanları. Hapsettim. Gidişini görsem de, sarkaç gibi sallandı içimde tik takları avucumun içine hapis serçe parmağın gibi. Nabzım eşlik etti onlara. Sensiz kimsesiz, hissiz, acılı. Gidişini izledim ben gitme demek isterken. Gittin. Avucumda kokun kaldı, geride anılar. Biz seninle tek ruhun iki parçası. Yol ayrımlarına inat birarada kalmalıydık. Bırakmadılar. Sustuk. Ağladık. İlk ben gittim, sonra sen. Ne fark eder? Ben izledim gidişini. Gitme demek isterken hem de. Tutsan elimi yine, bırakmasan. Çıkarsan beni bu hızla dönen zembereğin koşusundan. Varsaymasak artık, varolsak.
                                                                              UmayMasal