Can Dündar’a göre üç şeyin
kırılması can yakıcı: kalbin, gururun, hayalin. Hiçbir çıkıkçının tedavi
edemeyeceği kadar ağır hasara yol açacak söz ise: “Sana inanmıştım.”
Genel Çukur evrenini takipçisine
bırakıp yine yeniden Efyam’dayız sevgili okur. İstersen sen de takıl peşime
birlikte Efyam usulünün takipçisi olalım. Geçtiğimiz hafta baklava krizleri,
Çağatay kavgası, Nehir sarılması derken başımıza geleceklerin fragmanını
izlemiştik zaten. Masallardan feyz alarak zaten imkânsızlık denizinin
fırtınasında ayakta kalmaya çalışan aşkın, saçma sapan üçgenler, dörtgenlere
sıkışarak yaz dizisi kafasındaki senaryomuzda nasıl bozuk para gibi harcandığını izlemenin
acı tadı damağımızda devam edelim. Efsun ile karşılaştık ilk. Hazırlanıyordu. Biz
biliyorduk Çağatay’a gideceğini ama bu sahnede gördük ki aslında Efsun pek de
istemediği bir şeyi yapmaya karar vermiş. Efsuncum en az senin kadar biz de
anlamıyoruz Kraliçem bu senaristin kafasını sal gitsin biz salladık zaten
hayatım. Efsun’un nefret ettiği her
halinden belli olan Çağatay Erdenet’e gitmesi başlı başına saçmalık biliyoruz
ama ne yaparsın bizim hikayenin ataerkil yaratıcısının kafası seni ganimet
yapmaya kararlı. Yamaç – Çağatay savaşının merkezine seni çekmek için ne
yaratıcı şeyler yapılırdı lakin Çukur mevsimi ay Çukur yelleri o da değil neydi
ya hah sadece Çukur böyle bir dizi. Dedik ya geçen hafta saldık. Yamaç Koçovalı’yı
sanırım sadece onurunu kırmak için yanında tutan Cengiz Erdenet’in kahvaltı masası
diğer çatışma alanıydı. Hem de ne çatışma. Burada parantez Mehmet Ada Öztekin’indi
galiba bir kahvaltı metaforu vardı. Yanılıyorsam şimdiden özür ama aklımda
kaldığıyla anlatayım. Kahvaltı ailedir. Başka hiçbir öğün kahvaltı kadar aile
olamaz. Tam da bu nedenle dağılmış bir kahvaltı masası kadar ailenin
dağılmışlığını anlatan resim olamaz. Bu hem Yamaç’ın hayali hem de Erdenet
masası için düşünülebilir diyorum. Hoş bana göre ne Koçovalılar ne de
Erdenetler aile. Hep diyorum aile diye diye şiddeti güzelleyen, bu kadar sevgisiz
bir anlatım görmedim ben. Bana göre Yamaç dışında kimse gerçekten ailesini
sevmiyor. O da galiba babasının kıymetlisi olmaktan sebep bu kadar Çukuyyyy
diye diye kendini savuruyor zavallı. Günün sonunda İdris’in oğlu olmadığını
filan öğrenirse ne olur diye düşünüyorum bazen. 0 şaka. Düşünsenize onca
vazgeçiş, onca çile, onca zulüm, onca acı, kaybediş boşa çıkmış. Yunan tragedyası
kıvamında bir deliriş. Neyse ben teorisyen değilim. Sevmem de zaten. Hikâyeyi kovalamak
dert. Aile olmayan, iktidar savaşındaki kahvaltı masasına gelen Yamaç; Çağatay’ın
yanındaki sandalyeye elini atıp uyarıyı aldığı an Efsun tam bir Queen edasıyla
salona girdi. İşte yeni çatışma alanımızın ilanı sahne. Çağatay’ın yanına
oturan Efsun ve ayakta kalan Yamaç. Herkesin içinde Efsun’a duygularını belli
eden Çağatay ve susmak zorunda kalan Yamaç. Efsun için meydan okuyan Çağatay ve
bu meydan okumayı kabul edemeyen Yamaç. Efsun’u suçlarken bas bas bağıran ama
Çağatay’a içine içine küfretmek zorunda kalan Yamaç. Sevdiği kadını geride
bırakıp çıkmak zorunda kalan Yamaç. Ee o kahvaltı masasını yani aileyi dağıtmak
sana yakışır diyorum Yamaç Koçovalı. Neyse devam. Efsun’a bizzat kendisinin söyledikleri
zihninde yankılanırken kıskançlıktan deliren Yamaç’ın duygularını yaşamasına
yine canım Çukur ve dertleri izin vermedi. Bir sonraki sahne Çağatay-Efsun. Birlikte
kahve içen ikiliyi gören Yamaç’ın , Efsun’la bakışmasındaki anlamı çözmek zor
değil sanıyorum. “Bunu konuşacağız Efsun Hanım.” “Ne zaman istersen Yamaç Bey.”
Sonrası korkunç bir el titremesi. Tüm bu
olanların kurgusal anlamda saçmalık olduğunu , yine tekrarlıyorum Efsun’u
Çağatay’a götürecek ve içerde olmasını sağlayacak milyon tane mantıklı argüman
üretilebileceğini düşünsem de şunu itiraf ediyorum. Yamaç ve Efsun arasındaki
dengenin bu kadar birbirine denk oluşu inanılmaz. Sahneleri ışıldıyor. Sevmek
denen şeyin bakışlardaki gücü, kavgadaki güç dengesi, beden dilleriyle meydan
okumaları o kadar güçlü ve öngörülmez ki. Yamaç’tan asla korkmayan, kısasa kısas
yapabilme cesaretindeki Efsun’a bayılıyorum. O kadar ikonik bir karakter ki
Efsun. Onda Şehrazad’ı, Kleopatra’yı, eski zaman cadılarını, kısaca Kurtlarla
Koşan Kadınları görüyorum. Ataerkil zamanlara kafa tutan mitolojik tanrıçalar
gibi. Gücünün farkında. Öyle farkında ki bizzat babasının, hatta Yamaç’ın
çekindiği Çağatay’a posta koymaktan bir adım geriye gitmiyor. Bunu total izleyicinin
anlamasını beklemiyorum. O zaten yıllardır Nehir gibilere mahkûm edildi ve
tırnak içinde adam istemezken onu sarhoş edip hamile kalan, adamın dertleriyle
hiç ilgilenmeyen, kendine ait hikayesi olmayan, olsa da ısmarlama sahnelerle
sakil kalan karaktere sadece “razıyım” diyor diye “iyi kız” etiketini yapıştırılır
yıllardır. Çünkü iyilik onun gözünde erkeğe ne kadar sadık ne kadar razı ne
kadar ona dair olmasıyla ölçülür. Ah orta çağ sen nelere kadirsin. Kadını cadı
diye yakan kafalar sen her yerdesin. Devam. Efsun’un Çağatay’a ben buradayım
dediği sahnede anladığımız bir başka şey de şu: Efsun Yamaç’a inancını
yitirmiş. Becerikli(!) senaristimizin patlatma noktası biraz zayıf kalsa da
aslında Efsun’un Yamaç’a inanmaya ihtiyacı olduğunu ve artık onu yanında istediğini
en son kavga sahnesinde görmüştük zaten. “Ben senin yanındaydım, sen hiç benim
yanımda olmadın.” Efsun, baştan beri Yamaç’tan bir şey beklemedi. Hatta hep “Git”
dedi. Yeri geldi gitmeye karar verdi. Mağrurdu. Efsun ilk kez birine Yamaç için
boyun eğdi. Yamaç ölecek diye nefessiz kaldığı an Cengiz’e boynunu büktü ve onun
boynuna halkayı geçirmesine izin verdi. Sonra ne oldu? O Cengiz’i gören Yamaç,
hiç olmadığı halde, ben varken Çağatay vardı dedi. Efsun ne yaptı sözde
rakibesinin çocuğunu kurtarmaya çalıştı. Ardından odasında gözyaşlarına
boğuldu. Tek başına. Öğrendik ki Efsun hamile. Yamaç’a söylemekten o an
vazgeçti o tahlili yırtarak. Çünkü Efsun bu. Efsun bir adamı bebeği kullanarak
kendisine bağlamaya çalışacak bir kadın değil ki. Sonra babaannesinin ölümü. Ki
bu konuda kızgınım hala. Ne olursa olsun öldürtmemeliydi senarist Efsun’a
babannesini. Ama oldu olan. Bundan sonraki kısımda anlıyoruz ki Yamaç’a hiç gel
demeyen, sana ihtiyacım var cümlesini kurmayan Efsun’un Yamaç’a, onun onu sarıp
sarmalamasına ihtiyacı var. Nasıl olmasın ki? Biz buradan kahrolduk hayatta leş
de olsa bir ailesi kalmayan Efsun’un yalnızlığına. Arık Böke’ye selam: Büyük aşk
helal olsun. Evet o aşk için feda
ettikleri o kadar çok ki Efsun’un. Peki Yamaç. Çukur için feda etmekten Efsun’un
feda ettiklerine kör olan Yamaç. Ne kadar farkında aşık olduğu Efsun’un ona ne
kadar ihtiyacı olduğunun? Senarist Efsun’a büyük bir aşk yazıyor. Her şey bir
tarafa. Efsun bu hikâyenin yananı. Yandıkça yalnızlaşanı. Ama artık yalnız
olmak istemiyor. Bu o kadar belli ki. Yaralarını açtığı adam, ona onu sevdiğini
söyleyen adamın artık davranışlarıyla yanında olmasını istiyor Efsun. Belki bebeği
için bu kadar savunmasızca istiyor bunu. Belki babasından sonra ilk kez birinin
göğsüne saklanmak istiyor onca olandan sonra. Görmek istiyor Yamaç’ı. Artık
Yamaç’ı başkasıyla değil hemen yanı başında istiyor. Çünkü Çağatay Erdenet ne der: Efsun’un sözleri
değil davranışları önemli. Tam da bu nedenle Efsun Yamaç’a onu sevdiğini
söylemeden bizi kocaman aşkına inandırmadı mı? Yamaç’ın ona bas bas bağıran
suçlamaları, hep gidişi, başkasından olan bebeği, Yamaç için öldürdüğü babaannesi,
Yamaç’ın ona ve bebeğine silah çeken abisi, aralarındaki baba kördüğümü, Yamaç’ın
ailesi, Yamaç’ın ölümlerden dönüşleri, Yamaç’ın Çukur’u, Yamaç’ın tercihleri ve
Yamaç’ın gelmeyişleri. Baş analizcimiz fütürist Yamaç Koçovalı’nın da dediği
gibi büyük kavga geliyor. Okuyor mu bilmiyorum senarist. Ama o kavga olursa
Efsun eteğindeki tüm taşları döksün rica ederim. Her birinin üzerinden kalın
kalın geçerek mesela hayat kurtarmalarını anlatsın Efsun, Yamaç’ın kafasına
bardaklar fırlatarak onun yüzünden yaşadığı acıyı bağırsın suratına, yorulduğunu,
taşımak zorunda kaldıklarının ondan aldığı gülümsemeyi hatırlatsın. Yamaç da
bir kez Efsun konusunda o kafasını çalıştırsın. Devam. Çağatay ile yakınlaşmayı
es geçiyorum. Bana göre Efsun’un kendisini ikna etme çabasının parçası bu ama
yazık ki pişman olacak olan da kendisi. Hata belki ama Efsun’u anlamaktan ve
onu sahiplenmekten öteye düşemiyorum. Hayal kırıklığına uğradı Efsun çünkü. Gerçeğin
duvarına tosladı. Üst üste. Aşkla sevdiği adamın imkansızlığına tosladı, o
adamın hayatındaki ikinci kadına tosladı ki burada bebek için olduğunu kenarda
tutuyorum, kimsesizliğine tosladı, Yamaç’ın onu bıraktığı yerde yalnızlığına
tosladı. Çünkü Efsun ondan esirgenen şefkatin başkasına nasıl bonkörce verildiğine
tosladı. Diz çökmek yerine hançerini çekti. O hançer en az sapladığı adam kadar
kendisini de kanatacak olsa da Efsun Kent aşka başkaldırdı.
Son demde; masal gibi, efsaneye
dönüşecek bir aşkı harcayan hikâyeye bir şerh bırakıyorum. Efsun’u
bırakmayacağım belki ama dedim ya ben onu yolladım İsviçre’ye. İzlediğim Efsun
Kent Damla Sönmez’e emanet. Kanının son damlasına kadar onu yaşatacak biliyorum
ama kırıldığımız noktayı da buraya bırakalım. Anlatı geleneğinde kadın
egemenliğini bitirir ataerkil yapı. Sonra ozanlar bile kadını düşürür, tanrıça
olan kadın hikayelerde bile diz çöker hale gelir. Ben Efsun’un ayaklarının
dibine düşen Yamaç’ı görünce bambaşka bir aşk göreceğimi sanmıştım. Zamanı atlayan
ruhuyla Efsun Kent bir tanrıçaydı. Yamaç ise o tanrıçaya aşık savaşçı. İmkansızlardı
ama o ölçüde epiklerdi. Efsun’un Yamaç’ı her kurtarışı ruhundaki tanrıçaya selamdı. Yamaç’ın her
kopamayışı o aşkın büyüsündeki yansımaydı. Öyle bir yerde ıskalandı ki bu aşk. Yazık
oldu. Acı olan bu. Ismarlama gibi duran sahnelerle, mantık hatalarıyla,
karakterlerdeki esnemelerle tv tarihine geçecek bir hikâye yandı kül oldu. Oysa
Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’ye ne kadar da yakışacaktı bu epik aşkın
kahramanlarına can vermek. Sitem bu. Gerisi boş zaten.
Yazıyı Figen Genç’in sesinden
dinlediğim şarkıyla yazdım. Efsun ve Yamaç’a olsun..
“değdi saçlarıma bahar küleği
nazende sevgili yadıma düştü
her
erin bahtına bir güzel düşer
sen de tek çemenim adıma düştün
nazende sevgilim yadıma düştün…”
UmayMasal