2 Haziran 2019 Pazar

ArHas- Öykü

Ezgi Gör ve Burak Dakak’ı nasıl bir hikayede görmek isterdiniz sorusuna yanıt arıyorken Arhas fandom ben kendimce bir cevap bırakmak istedim bloga. Masalsı uyumu olan Ezgi ve Burak’ın bir gün, bir yerde yeniden biraraya geleceğini veya getirileceğini umuyorum. Bu biraraya gelmede yine umuyorum ki kendileri üzerine kurulan bir hikayenin tarafı olacaklar. İşte bu taraflık bence nasıl olsa güzel olurdu, onu anlatmaya çalışacağım küçük de olsa bir hikayecikle. Keyifle okumanız dileğiyle Arhas fandom. Bu arada zihninizde canlandırma güçlüğü olmasın diye Hasan ve Artemis isimlerini kullanmayı tercih ettim ama karakterler tamamen dizideki yapının dışındadır. Yani okuyacağınız hikayecik isimler dışında tamamen farklı bir evren. Şimdiden keyifli okumalar: )

                                              TAMAMLANMA
Genç adam babasıyla ettiği kavgadan sonra kendisini sokağa atmıştı. Yine ,yeniden, aynı konuda sayısını hatırlayamadığı kavgalardan biriydi yaşadıkları. Ancak Hasan artık bıkmıştı. Babasına kendisini anlatamamaktan, kendi hayalleriyle babasının planları arasında sıkışmanın verdiği yükten yorulmuştu. Bu yüzden ilk kez kapıyı çarpıp odasına kapanmak yerine gecenin bu saatinde sokak kapısını vurmuş dışarı çıkmıştı. Ne annesinin gözyaşlarını ne de abisinin nasihatlerini dinleyecek haldeydi. Yürüdü Hasan evinin bulunduğu sokağı geride bıraktı önce. Sonra çocukluğunun ev sahibi mahalleyi. Ellerini cebine soktu. Gecenin sonbahar ayazını hesaplamamıştı öfkeyle evden çıkarken. Ceket bile giymemişti. Annesinin dediği gibi ilk elleri ve burnu üşümüştü. Aldırmadı. İçindeki öfkeye tutundu. Yürümeye devam etti. Mahalleden de uzaklaştı. Yürüdü , yürüdü. O kadar kızgındı ki. Amacı yoktu. Nereye gideceğini bilmiyordu. Sadece kafasının içindeki bağırtıdan uzaklaşmaktı derdi. Durdu. Saatine baktığı an anladı iki saattir yürüdüğünü. Ayakları acıyordu. Bir an durdu. Annesi kesin delirmişti. Hayret telefonla aramamıştı. Sonra hatırladı şarja taktığı telefonunu da evde bıraktığını. Önce annesini aramayı düşündü sonra vazgeçti. “Biraz merak etsin. Ölmez ya!” dedi. Elini arka cebine attı. Cüzdanını evde bırakmadığını anlamanın iç huzurunu duydu bir anda. En azından aç kalmayacaktı ya da eve dönmek isterse taksiye filan binebilirdi. Dönmek istiyor muydu? Hayır. Hasan yürüdü. “Yakınlarda bir park olacaktı.”diye düşünüyordu bir taraftan. Okula giderken görmüştü. Üşüyordu. Aldırmadı. En fazla ne olabilirdi? Hasta olurdu, ki bu Hasan’ın umrunda bile değildi. Bugünkü kavgada açılan kaşının umrunda olmaması gibi. Kaşı aklına gelince elini revirdeki hemşirenin attığı dikişe uzattı. Hala çok acıyordu. Gülümsedi. “Peki Cem’in kırılan burnu ne kadar acıyordu?” Kuşkusuz Hasan’dan daha çok acı çekiyordu şu an. Cem’le kavga neden çıkmıştı? Hasan hatırlamıyordu bile. Cem’le ilk kavgaları Buse yüzünden çıkmıştı ama bugünkü olay Buse ile ilgili bile değildi. Aralarındaki kavga Buse ile ilgili olmaktan çıkmış garip bir üstünlük mücadelesine dönüşmüştü. Sonunda parkı gördü Hasan. Adımlarını hızlandırdı. Eylül aynının sonlarındaydı şehir. Parkta insanlar vardı hala. Saat de çok geç olmadığından belki boş bir bank bulmak için bakındı biraz. Sonunda biraz ilerdeki yaşlı çınarın altındaki bankı gördü. Gitti ve oturdu. Oturur oturmaz da ne kadar yorulduğunu fark etti Hasan. Derin bir soluk aldı. Bıkmış ruhunu bırakır gibi bıraktı sonra tuttuğu nefesini.  Geriye doğru yaslandı ve gözlerini kapattı. Derin bir soluk daha aldı.
-Pardon biraz toparlanırsan ben de oturmak istiyorum.
Hasan irkilerek açtı gözlerini. Karşısında kendisine bakan kızıl kıvırcık saçlı kıza baktı:
-Anlamadım, dedi.
Kız omuzlarını kaldırdı ve Hasan’ın bacağını işaret ederek:
-Anlamanı beklemiyorum zaten. Bacaklarını diyorum ,toparlarsan eğer ben de oturabilirim. Küçük ağa gibi yayılmışsın koca banka.
Hasan kızı baştan aşağı süzdü önce. Kendisine tepeden konuşulması hayatta en nefret ettiği şey olmasına rağmen bu kıza bakarken  içinde oluşmasına alışık olduğu o öfkenin zerresini hissetmediğini fark etti. Güldü. Hasan gülünce kız kaşlarını çattı:
-Neden gülüyorsun ya, komik mi söylediğim şey? Allahım ya insanlara insanlık öğretmek ne zor şey.
Hasan kızın öfkesine baktı. Gülümsemesi genişledi. Ama diğer taraftan kızın tabiriyle yayıldığı bankta toparlandı ve kızın da rahatlıkla oturabileceği kadar yer açtı:
-Kusura bakma. Aslında küçük ağalık taslamam pek. Hatta benden küçük ağa mağa da olmaz. Oturabilirsin,dedi.
Kız gözlerini kıstı. Hasan’ın tepkisini ölçüp biçmeye çalıştığı yüzündeki her mimikten belli oluyordu. Hasan işte ilk o an bu incecik kızın yüzündeki kocaman kahverengi gözleri çevreleyen uzun kızıl kirpikleri fark etti. Kız sırt çantasını taktığı tek omzundan indirip hemen yanına oturduğunda bu kez yan gözle ama dikkatle kızı incelemeye başladı. Kızın beline uzanan kızıl kıvırcık saçları vardı. İncecikti. Sanki şiddetli bir rüzgar çıksa uçacak gibi narindi. Beline bağladığı oduncu gömleğini belinden çözüp üstüne giydiğinde:
-Üşüdün mü?, dedi istemsizce Hasan.
Kız sanki başkasına konuşur gibi gözleri karşıda:
-Sonbahar ayazı. Dedem kışın ilk nefesi derdi,dedi.
Hasan bu kez kıza döndü:
-Güzel benzetme kışın ilk nefesi. Ama nefes daha çok hayat için kullanılan bir şey değil mi? Kış bana daha çok...
Kız gülümsedi bu kez. Hasan gülümseme karşısında sustu çünkü yine zihni konuşmaya başlamıştı. Dili ve zihni arasındaki bağ kopmuştu.  Zihni “Oha çok güzel gülümsüyor” derken ağzından çıkacak cümle havada kalmıştı. Kız cümleyi tamamlasın diye Hasan’a bakarken Hasan ne diyeceğini unutmuştu bile. Genç kız bu kez kocaman bir gülümseme fırlattı genç adama:
-Neden sustun?,dedi.
Hasan bir an düşündü. Elbette kendisini şu durumdan kurtaracak çok şey söyleyebilirdi. Ağzı iyi laf yapan, kızların çekici olarak nitelediği biriydi. En kötüsü bunun farkındaydı. Çapkındı. Hatta can yakanlardandı. En kötüsü can yakmayı sevenlerdendi. Ama şimdi , şu an ,burda ait olduğu Hasan kimliğinden yorgunken yeniden o kimliği giymek mi istiyordu? Saniyeler içinde bu soruyu sordu ve cevabını buldu. Kıza döndü:
-Sustum. Çünkü unuttum.
Kız biraz şaşkın:
-Unuttun mu? Cümlenin devamını mı? Niye ki?
Hasan da güldü. Geriye doğru yaslandı yeniden. Ama bu kez fazla yayılmadan. Gözleri karşıda:
-Gülümsedin, ondan.
Kızın kaşları çatıldı:
-O, ne demek öyle?
Hasan gayet vakur:
-Çok güzel gülümsüyorsun. Sen gülümseyince cümle uçtu kafamdan.
Kız hızla ayağa kalktı Hasan’ın cümlesi bitince. Bu kez Hasan şaşkın baktı kıza. Kız çantasını omzuna atarken Hasan da ayağa fırladı:
-Hey hey ne oluyor? Ne dedim ben şimdi?
Kız çattığı kaşlarının altında parlayan kahverengi gözlerinde kızıl bir öfke ile baktı genç adama:
-Bana asılamazsın anladın mı? Bana kimse asılamaz.
Hasan kızın tepkisinden şaşkın baktı o kızıl öfkeye önce. Elini uzatıp kolundan yakalamak istedi dönüp gitmeye hazırlanan kızı. Ancak kızı bileğinden yakaladığı anda genç kız bir anda Hasan’ın bileğini tutan elini yakaldı hızla kıvırdı ve arkasına alıverdi. Hasan beklemediği hamle karşısında şaşkın kalakalırken genç kız adeta tıslayarak:
-Bana sakın dokunma, dedi.
Hasan kurtulmak için hamle yapması gerektiğini bilse de , bu incecik narin kızda ortaya çıkan güce teslim olmak istedi. Hiçbir şey yapmadan sakince konuştu:
-Sadece dürüst olaya çalışıyordum ki emin ol genelde yaptığım bir şey değil. Ne sana iznin dışında dokunmak derdim ne de sana asılmak. Tekrarlıyorum hayatımda senin kadar güzel gülümseyen bir kız görmedim. Bu yüzden unuttum cümlemi ki pek sık başıma gelen bir şey değil.
Kız hala sımsıkı bileğini arkada tutmaya devam ederken Hasan sakince devam etti:
-Bak adını bile bilmiyorum. Hayatımda ilk kez bir kıza samimi olmak istedim ama o da kolumu kırmak istiyor şu an. Lütfen beni bırak çünkü bırakmazsan ben sana hamle yapmak zorunda kalacağım ve inan canını yakmak istemiyorum,dedi.
Kız bir an duraksadıysa da yavaşça bileğindeki baskıyı hafifletti Hasan’ın. Daha sonra da tamamen bıraktı bileği. Hasan’ın bileğini arkaya çevirirken yere fırlattığı çantasını yerden aldı ve hızla Hasan’ın yanından geçip yürümeye başladı. Hasan kızaran bileğine bakıp daha sonra kendisinden koşar adım uzaklaşan kızın ardından baktı.  Bir an zihnindeki o ses “Bırak gitsin” dediyse de ruhunun derinliklerinde bir yerde çatlayan bir merak duygusu zihnini bastırdı ve Hasan kendisini kızıl, kıvırcık saçlı narin ama güçlü kızın arkasından koşarken buldu. Ruhundaki çatlaktan yükselen bir ses bağırıyordu genç kızın ardından:
-Hey güneş saçlı kız, beklesene beni.
Kız  hızlı adımlarla yürürken Hasan’ın seslenmesiyle bir an duraksasa bile dönüp bakmadan devam etti. Hasan tekrar seslendi, bir taraftan da kıza yetişmeye çalışıyordu:
-Hey güneş saçlı neden kaçıyorsun? Korkutmak istemedim seni,dedi.
Bu kez genç kız durdu. Bir an derin derin nefes aldığını hissetti Hasan iyice yaklaştığı kızın. Kız döndüğü an ise hızını alamayan Hasan ister istemez genç kızla burun buruna geldi. Aynı anda da kendisini geriye çekti. Çünkü kızın son birkaç dakikadır gösterdiği hassasiyetlerin farkındaydı. Kız Hasan’ın geriye çekilme hamlesini bir bakışta fark etti. Karşısında sakince kendisine bakan genç adama dikti gözlerini. Hasan bir an duraksadı ama sonra:
-Adım Hasan ve gerçekten sana asılmadım,dedi bir hamlede.
Genç kız tek omzuna taktığı çantayı diğer omzuna da geçirdi yavaşça. Sonra dikkatle Hasan’ın yüzüne baktı. Gözlerini gözlerine dikti ve yine yavaş yavaş sağ elini uzatıp:
-Artemis, dedi.
Hasan uzatılan eli tutsa da şaşkın:
-Artemis? Takma ad filan mı?
Artemis’in kaşları bir an çatılsa da elini sımsıkı kavrayan ele bakıp gülümsedi yeniden:
-Gerçek adım bu. Takma ad değil. Adım Artemis.
Hasan Artemis’in gülümsemesine yine takılsa da bu kez çabuk toparladı kendisini:
-Ay tanrıçası. Vay annen ya da baban oldukça ilginç insanlar olmalı.
Hala elini bırakmayan Hasan’ın samimi şaşkınlığına bakıp yavaşça elini çekti Artemis Hasan’ın avucundan. Hasan ise Artemis’in gülümsemesinin ailesinden bahsedince nasıl solduğunu an be an görmüştü:
-İlginçtirler evet ama ismimi koyan dedem. Dedem arkeologdu. Ben doğduğumda Kybele ve Artemis arasında gidip gelmişler. Sonunda Artemis koymuşlar adımı.
Hasan az önce kalktıkları bankı işaret ederek:
-Bence birileri kapmadan gidip oturmalıyız,dedi.
Artemis tamam anlamında başını salladı. Banka doğru yürümeye başladıklarında Artemis:
-Kusura bakma belki fazla tepki verdim, dedi.
Hasan ellerini cebine sokarak ilerlerken:
-Özür dileme , sonuçta bu ülkede yaşamak zor. Hele kadın olmak daha zor. Çok da iyi niyetli değiliz sonuçta ve sen beni tanımıyorsun.
Artemis Hasan’a baktı:
-Her zaman bu kadar açık sözlü müsün?
Hasan güldü:
-Aslında değilimdir. Genelde son derece hesaplı davranırım. Hele bir kıza senin tabirinle asılacaksam,dedi.
Artemis:
-O zaman bana asılmıyorsun gerçekten?,diye sordu.
Hasan sonunda ulaştıkları banka yeniden oturup ayaklarını öne doğru uzattı ve başını göğe kaldırdı. Artemis de çantasını yere bırakıp yanına oturdu genç adamın. Hasan gökyüzünde görünmeyen yıldızları bulmaya çalışırken Artemis’e cevap verdi:
-Hayır. Sana asılmıyorum. Bu gece kendim gibi olmak istemiyorum çünkü. Normalde evet sana asılırdım belki ama normal olmak istemiyorum bu gece,dedi.
Artemis de tıpkı Hasan gibi gökyüzüne bakarken mırıldandı:
-İncinip incinmeyeceğine dair tercih yapma şansın yok... ama seni kimin incitebileceğini seçebilirsin.
Hasan gözlerini Artemis’e dikti yeniden:
-Bunu biliyorum. Ama nereden?
Artemis gülümsedi. Hasan’ın iç sesi yine bağırdı: “Lutfen böyle gülümseme!”
-Film “The Fault in Our Stars” orda esas oğlan esas kıza diyordu sanırım ya da tam tersi,dedi Artemis.
Hasan dikkatini dağıtmamak için Artemis yerine karşıya bakmaya başladı. Ellerini ensesinde kilitledi ve kaykıldı:
-Romantik filmleri sevmem ama bu dediğin filme kız arkadaşımla gitmiştik. Şu ikisi de kanser hastası olan aşıklar di mi?
Artemis gülümsemedi bu kez. Hasan bakmıyordu ama yine de onun ses tonundan sezdi gülümsemediğini:
-Evet , o film. Ama bu cümle bence son derece realist. Hayatta hangi noktada kırılacağımızı seçemeyiz ama bizi kimlerin kırabileceğini seçme şansımız var.
Hasan güldü bu kez:
-Katılmıyorum. Annemizi ve babamızı seçemiyoruz. Ailemizi , akrabalarımızı... Kısaca seçebilme becerimiz varsa bile sadece arkadaş ve sevgililerimizi seçiyoruz. Bunların da bizi kırma becerisi bence diğerleri kadar çok değil.
Artemis döndü. İlk kez Hasan’ın gözlerine bu kadar dikkatle baktı:
-Aptal değilsin, dedi.
Hasan şaşkınlıkla gözlerini açtı ve kahkaha attı. Aynı anda da kaykılarak oturduğu bankta dikleşti:
-Oooo.. Teşekkür ederim. Bana diyorsun ama sen de baya açık sözlüsün,dedi.
Artemis omuz silkti:
-Ama ben senin gibi sadece bu gece için böyle bir tavır benimsemiyorum. Genelde böyleyim ben. Çok da sevilmez bu huyum,dedi.
Hasan Artemis’e gülümsedi:
-İnan hayatımda en çok ihtiyacım olan şey açık sözlülük şu ara,dedi.
Artemis:
-Anlatmak ister misin?,diye sordu.
Hasan karşısındaki kıza baktı. Artemis’in samimi merakındaki saflığı gördü kahverengi gözlerinde ve en az kendisininki kadar acıtıcı bir kaçış.  Artemis ise Hasan’ın siyaha çalan koyu kahve gözlerindeki o garip hüznü gördü. İkisi de hayattaki korkularının cevaplarını değil, cevap kovalamacasındaki yol arkadaşını gördü. Anlatmak , anlamak, yol almak üzerine. Hasan:
-Anlatmak isterim Artemis . Hatta galiba sadece sana anlatabilirim. Ama bir şartla sen de bana anlatacaksın, dedi.
Artemis kızıl kirpikleri kahverengi gözlerini kapattı. Artemis nefes aldı. Derin çok derin bir nefes:
-Peki, zaten birine anlatmazsam cıldırabilirim,dedi.

Ve önce Hasan’ın anlatısı başladı...
                          UmayMasal