“Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak biliyorum
Hem kötüyüm karanlığım biraz
çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.
…
Sevdiğim anda sen üzülürsün
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
İçinden bir gemi kalkıp gitmemiş
Uzak yalnızlık limanlarına
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş
Bir kulak çınlıyor içimdeki
Sakın başka bir şey getirme
aklıma
Aysel git başımdan ben sana göre
değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum
Hem kötüyüm karanlığım biraz
çirkinim
Aysel git başımdan seni
seviyorum.” – Attila İlhan
Merhaba sevgili okur. Yine ve
yeniden “Bambaşka Biri” yorumunda birlikte yol alamaya var mısınız? Geçtiğimiz
hafta Kenan-Doğan aksında bir katil ve televizyoncu kimliğinin çatışma
başlangıcını, bir cinayeti ve bu cinayeti çözmeye çalışan aile defolu Savcı
Leyla’nın hikayesiyle tanışmıştık. Bu hafta hızla olayların merkezine doğru
ilerledik hikâyede. Tempo azalmadı tam tersine arttı. Aslında hikâyeyi iki
farklı yerden ele almak gerekiyor galiba. Kaçıp kovalama tematiğinde
Leyla-Doğan ve Kenan, aşk tematiğinde Leyla-Kenan ve Doğan. İlk akstan
başlayalım.
Bu hafta Doğan’ı yakından
tanırken başından geçen travmayla da yüzleştik. Ben başta Doğan’ın istismara
uğramış olabileceğini, bu nedenle de çoklu kişilik bozukluğu ile bu travmayla
başa çıkmanın yolunu bulduğunu düşünmüştüm. Bu teori kenarda hala dursun ama
anladık ki Doğan yetimhanede ciddi bir tehlike atlatmış. Yetimhane, sebebi hala
bizimle paylaşılmamakla birlikte, birileri tarafından yakılmış. Doğan da buna
şahit olmuş. Sonrasında da yetimhanede arkadaşlarının yanarak ölümüne şahit
olmuş. Ki gördük ki özellikle Zeynep’in ölümü Doğan açısından en travmatik
olay. İdris’le tanışıklıklarının ve ikisi arasındaki bağın sebebinin de bu
yangın olduğunu da anladık. İkili bu kez yangından sorumlu hademeyi kaçırarak
cezalandırma yoluna gitti ki hademe ölmese bile Doğan’ın seri katile dönüşmesi
yolundaki taşlar da döşenmiş oldu. Doğan yıllardır sağlanamayan ve zaman
aşımına uğramış gözüken yangının intikamını hayatının merkezi yapmış durumda.
İntikam, öfke, acı, sevgisizlik sarmalında sıkışıp kalmış biri Doğan. Geçen
hafta yazıda bahsettiğim ve beklediğim gibi Doğan’ın en büyük nefreti Kenan’a.
Sebebi de yaşadıkları bütün acıyı, travmayı yüklenen taraf Doğan’ken Kenan’ın
hiçbir şeyi hatırlamaması, sevgi ile çevrelenmesi, hayatını Doğan’a göre
kusursuz yaşaması. Diğer taraftan ortak kullanılan bedenin Kenan’a değil
kendisine ait olduğu iddiasında olan Doğan’ın elini güçlendiren en önemli şeyse
kuşkusuz, istediği an Kenan’ı baskılayabilmesi. Kenan’a kalansa sadece derin
hafıza boşlukları. Burada parantez. Geçtiğimiz hafta Kenan ve Doğan geçişini
aynı aksta görmek istediğimi söylemiştim. Bu hafta Kenan’ın yolladığı
manifestoyu asla okumayacağını anlayan Doğan’ın anında Kenan’ı baskılayıp
ardından Kenan gibi davranarak çıkıp manifestoyu okuduğu sahne cidden çok
iyiydi. Burada Burak Deniz’in oyunculuğunun çok başarılı olduğunu da eklemem
gerekiyor. Ama hala beden kavgaları bekliyorum. Kaldı ki yaptığı hamle ile
Kenan’ın kendisini fark etmesi konusunda riski alan Doğan’ın bu kavgayı çok
yakın zamanda yapacakları çok açık. Manifesto içeriğini düşündüğümüzde Doğan’ın
topluma, adalet kavramına ve dolayısıyla var olan sisteme de karşı tutum içinde
olduğu da açık. Bunun için kendince de haklı sebepleri var. Bu noktada küçük
bir parantez daha. Dizinin ilk hafta madencilere, tacizlere yönelik verdiği
mesajlara ek olarak Doğan’ın manifestosunun alt metninde olan toplumsal
eşitsizliklere artı adalet kavramına yönelik eleştirilerin dokunduğu yerleri
sevdim. Kapat parantezi. Geçen hafta Doğan’ı kıskandığını söyleyen Kenan’ın
Doğan’ın içinden çıkan başka bir kimlik olduğunu öğrendiğinde yaşayacağı
kırılma Doğan’ın söylediği gibi ev sahibi Kenan’ın içinden başka başka
kimlikleri mi çıkartacak yoksa Doğan’ı baskılama yoluna bu kez bir yetişkin
olarak mı gidecek? Katil olma fikriyle nasıl başa çıkacak? Bunlar sorular. Bir
de Leyla kısmı var tabi. İşin duygusal boyutuna birazdan bakacağız ama
özellikle Savcı Leyla ile Kenan’ın yakınlığını salaklık olarak gören Doğan’ın
Kenan’la arasındaki mücadelede Leyla’yı nereye konumlandıracağı da önemli. Doğan'ın yaşadığı acının içinde Leyla'yı koyacağı yer çok çok önemli.
Şimdi diğer aksa yani aşkla da
harmanlanan Leyla- Kenan ve Doğan hattına bakalım. Kenan Leyla’nın aile
sorunlarına şahit oldu bu hafta. Onun kırılmış, ötelenmiş çocukluk hikayesiyle
tanıştı. Belki kendi hikayesine paralel bir kaybolmuşlukla tanıştı Leyla'nın gözlerinde. Bir de Attila İlhan hayranlığıyla tabi. Girişte de kullandığım şiirin
ilk kısmını okudu Leyla’ya. Aysel yerine Leyla’yı kullanarak hem de. Leyla'ya dair kalbine biriktiriyor Kenan. Oyuncaklarını biriktirdiği çocuklar gibi. Leyla’ya
aşkı hızlı ilerliyor gibi Kenan’ın. Bunda Leyla’nın gizeminin yanında Kenan’ın
bilinçaltındaki Doğan’ın da etkisi olduğunu düşünüyorum bazen. Aşk meraktan beslenir.
Bu aşkta merak kavramının altı da kalın kalın çiziliyor zaten. İkisi açısından
da sırların olduğu bir duygusal yakınlığa sürükleniyorlar. Leyla’nın babasının
Doğan’ın en büyük travmasındaki yerini tam bilmiyor olsak da babanın yaşadığı
vicdan azabından anlaşılan ciddi bir pay sahibi olduğu. Bunu Doğan bilmiyorsa
dahi kısa zaman sonra bileceği aşikâr. Leyla’nın Kenan’la ilişkisinin Kenan’ın
çabasıyla ilerleyeceği de ortada. Genç kadının temel sorunu sevgide koşulsuz
kabul zaten. Ailesi Leyla’yı abisi konusunda gösterdiği doğrucu Davut tavrı
nedeniyle keskin bir şekilde dışlıyor. Baba dışında bu tavır, şiddeti farklı da
olsa net. Babasının da Leyla’ya kızmaması belki de yaşadığı suçluluğun kefareti
olarak görmesi kızını. Öyle ya onlar bir suç işledi ve onun en sevdiği de suç
işleyenleri cezalandırıyor bir nevi. Oğlu da bu bedellerden biri. Kenan’ın
“Neden bu işi yapıyorsun Leyla?” sorusunun cevabı bu noktada önemli. “Birisinin
bunu yapması lazım.” Aşka geri dönersek Kenan’ın Leyla’nın acısını görmesinin
ikisini yakınlaştıracağı ortada ama arada duran gölge yani Doğan’ın yaptığı son
hamle bu yakınlaşmanın zamanını uzatabilir. Doğan’ın Kenan’ın salaklığı olarak
yorumladığı aşka dönüşmeye başlayan hoşlanmada taraf haline gelmesi kaçınılmaz.
Zeynep’e rağmen Doğan, Leyla’ya intikam için kullanmak dışında duygu besleyecek
gibi. Son sahnedeki gülüş manidar. Peki Leyla? Onun ilgi alanı daha çok Kenan gibi
ama Leyla’nın Doğan’la henüz tanışmamış ya da şöyle ifade edeyim tanışsa da
onun Doğan olduğunu bilmemesi, öğrendiğinde ne yapacağı sorusunu da
sorduruyor? Muhtemelen âşık olacağı
Kenan’ı Doğan’dan kurtarabilecek mi? Asıl evci olduğu iddiasındaki Doğan’la
nasıl bir ilişki biçimi geliştirecek? Peki ya kişilik sayısı ikide sınırlı
kalmazsa? Ortaya çıkması muhtemel bu kimlik veya kimliklerle Leyla ne yapacak?
Göreceğiz. Ama kendi adıma bu tip bir durumun Leyla açısından merkezi bir sorun
olabilmesi için aşkın Leyla tarafında da büyümesi gerekiyor. Pekiii…
Şimdi gelelim Masalistan bakışına. Adını meşhur hikâye Leyla ile Mecnun’dan alan Savcı Leyla’nın aşkı, adıyla müsemma Leyla’ya dönüşür mü? Kızımız son derece ciddi ve mantıklı bir kimlikle kendisini sınırlamışken, o sınırlar bir delinin peşinde flulaşır mı? Adaleti kendi algılarıyla ve yaşanmışlıklarıyla sağlamaya çalışan Kenan-Doğan’ın aşk döngüsünde iyi, aydınlık ve güzel Kenan’la; kötü, karanlık ve çirkin Doğan’ın aynı ruhun parçaları olduğunu öğrenen Leyla adanmışlıkla sevmeye devam edebilir mi? Leyla, Leyla’ysa bunu yapacaktır. Hatta Kenan-Doğan babasını öldürse bile bunu yapabilme olasılığı çok yüksek. Koşulsuz sevmek. Ana mottosu koşulsuzluk ve merak olan bir aşk büyümekten başka yol bulamayacaktır. Şiirin de dediği gibi Kenan’ı sevdiği anda üzülecek olsa da Leyla; ölümünün birden olması kuvvetle muhtemel olsa da Kenan’ın değişimlerinde belki her kimliğinde Leyla ile yeni bir ilişki mottosu yaşayacak olsa da sevecek mi Leyla? Diğer taraftan adalete inancıyla babası ve sevdiği adam tarafından çevrelenecek Leyla’nın travmasının da Kenan-Doğan’dan eksik kalmayacağı net. Firavun’un yanında büyüyen Musa gibi adaleti arayan, adaleti sağlamaya çalışan Leyla’nın kardeşi ile yaşayacağı hesaplaşmanın sertliği de o acıya acı katacak. Unutmayalım Musa yanında büyüdüğü firavunla değil kardeşi gibi büyüdüğü firavunla kapıştı. Sembollerden giderken açıkça Atilla İlhan’ı aşkın diline yerleştiren senaristin Kenan’ın odasında hatta mutfağında asılı duran tabloya bakmadan olmaz. Tabloda sisli bir griliğe dağın tepesinden bakan bir adam var. Adamın yüzü yok. Sadece sureti var. Elimizde bedeni olan ama karanlığı şimdilik Doğan, aydınlığı şimdilik Kenan var. Koca bir sise, o sisin içindeki şehre, kendi içindeki şehrin karanlığına bakan bir ruh o. Bir taraftan kendisini adaletin savaşçısı olarak görüyor. O adalet kendi adaleti olsa da.
Son demde; bu bölüm Leyla’ya daha
da asılan Hande Erçel’i özellikle ağabeyi ile olan hesaplaşması ve sonrasındaki
kırgın, dışlanmış duygusuyla Yasemin’le dertleşmesinde beğendim. Zaten Burak
Deniz’le sahnelerinde seviyorum. Burak Deniz problematik kimliği oynamak için
yaratılmış gibi. Kenan-Doğan aksındaki farkı öyle kuruyor ki cidden iyi diyor
insan. Diğer oyuncular Menderes Samancılar ve Cem Davran iki uçtaki baba figürleri
olarak müthiş. Çatışmalarını izlemek keyifli olacak.
Son söz ise ; sadece aşk ve ölüm
her şeyi değiştirir.
Haftaya buluşmak dileğiyle…
UmayMasal