HandeErçel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HandeErçel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2023 Perşembe

SEVGİLİ GEÇMİŞ-Bambaşka Biri

 Hayatta kalma refleksi midir insanı insana bağlayan yoksa aslında bağlantılarımız mı bizi hayatta tutan? Zaferlerimizin temel sebebi onaylanma ihtiyacı mı yoksa kendimizi gerçekleştirme derdimiz mi? Aşk aslında bir bedene yönelik mi yoksa o bedenin içindeki duyuş tarzının bizi bütünlemesinde mi? Adalet hak edenin hak ettiğini almasında mı yoksa aslında hayat hak edene hak ettiğini mi vermekte? Aile sizi sevip korumayı göze alanlar mı yoksa genetiğini size aktaran mı? Aşk; uğruna vazgeçtiğinle mi ölçülür, göze aldıklarınla mı?

Selam sevgili okur. Geçtiğimiz hafta hastalıklar, koşturmacalar derken geçtiğimiz haftaki bölüm yorumunu sizinle paylaşamadık. Bu hafta üçüncü ve dördüncü bölümü birleştirerek genel bir yorumda toparlayalım “Bambaşka Biri” hakkındaki görüşlerimizi dedik ve kapınızı çaldık.

Geçtiğimiz haftaki bölümde genel olarak düğümlerin arttığı bazı noktalarda bizlerin bildiği ama karakterlerin bilmediği şeylerin ortaya döküldüğünü gördük. Kenan’ın kendisiyle ilgili şüphelerinin artması, hafıza boşluklarının alan olarak genişlemesinden, rahatsızlıklarının çoğalması bana göre bölümün en önemli satır başlarıydı. Malum Doğan Kenan’dan haberdar. Kenan’a öfkesi, Kenan’a yönelik kıskançlığı ile Kenan’dan haberdar olması da cidden tehlikeli de görünüyor. Ama Kenan Doğan’ı bilmiyor. Ama geçtiğimiz hafta itibarıyla Doğan’ı şiddetle hissetmeye başladı Kenan. Hatta hafıza boşlukları için doktora bile gitti. Yalnız bu noktada Kenan’ın işi çok zor. Çoklu kişilik bozukluğu hakkında okuduğum birkaç makaleden öğrendiğim kadarıyla hastalığın en temel özelliği kişilikler ne kadar çok olursa olsun herhangi birinin diğerinden haberi olmaması. Burada Doğan, Kenan’ı bildiği ve garip bir şekilde istediği zaman bedene gelip gidebildiği için Kenan’ın Doğan’ı yakalama yönündeki çabaları çoğu zaman boşa düşüyor. Ki doktora gittiğinde de bu çaba Doğan’ın müdahalesi ile boşa gitti. Yine diğer bir kaçma kovalamaca Doğan ve Leyla arasında yaşanıyor. Doğan’ın kendisini kovalayan savcıyı, engellemek için Kenan’ı kullanarak Leyla’ya yaklaşması bölümün gerilimli taraflarındandı. Biz seyirci olarak Kenan’ın Leyla’ya âşık olduğunun farkındayız. Yine seyirci olarak Doğan’ın da Leyla’ya âşık olmasını bekliyoruz sanıyorum. Ancak geçtiğimiz haftaki bölümde Doğan’ın Leyla’yı hoş bulmasına rağmen duygu anlamında aşka yönelik bir gelişiminin henüz olmadığını senaristimiz bize gösterdi. Bunda Doğan’ın Zeynep yarasının payı olmakla birlikte Doğan’ın hayata karşı öfkesinin de payı var kuşkusuz. Diğer taraftan Doğan’ın keskin duvarını delebilecek kişinin Leyla olduğunu sanırken o duvarda delik açabilecek kişinin Kenan’ın annesi olabileceğini de hissettirdi bize Ethem Bey. Annesinin kucağında ağlarkenki savunmasızlığı ve belki sevgi ihtiyacı, annesine duyduğu özlem bunu ispatlar nitelikte her ne kadar Kenan’ın adı geçince delirse de. Doğan kırık bir çocuk. Ailesi tarafından istenmemiş ki yetimhanedeymiş. Sonrasında da yetimhanede belki kader birliği yaptığı arkadaşlarını kaybetmek de Doğan’ın parçalanmışlığını artırmış. Zeynep’in küçücük bir çocuk olan Doğan’daki yerinin aşk olduğuna inanmak bana zorlama geliyor açıkçası. Zeynep daha çok kardeş, korunması gereken biri duygusu açısından bana daha yakın ama bilemiyorum senaristimiz ne yapacak. Diğer taraftan Doğan’ın parçalanmış çocukluğunun yansıması parçalanmış kimliğinin parçası Kenan’a duyduğu öfkenin de müsebbibi Doğan’ın çektiği, hatırladığı tüm acılardan Kenan’ın bihaber olması sanıyorum. Unutulmak bir insan için en acı ceza. Yetimhanede unutulan bir çocuk Doğan. Ardından yetimhane yangını ve orada yaşanan felaket unutulmuş ardından en son zihni kendisini unutmuş. Bu büyük öfke sebebi. Doğan için Kenan rekabet edilen, yenilmesi gereken biri. Yazık ki Kenan’ın bu rekabetten haberi bile yok. Bu da Kenan’ı Doğan’a karşı savunmasız hale getiriyor. Diğer taraftan dizideki bir başka mücadele de babalar mücadelesi: Savcı Turan Öztürk ve Ekrem Gediz. İkisi de çocuklarını korumak adına girmek istemedikleri yollara giriyorlar. Savcı Turan Öztürk’ün oğlu Kenan’ı hem hastalığından hem de geçmişten koruma çabası kendi adaletiyle çelişmesine neden oluyor. İdris’le konuşmalarında aslında Doğan- Kenan’ın katil olduğunu öğrense de yakalama, yakalatma çabasına girmemesi; benim için nedeni anlaşılamasa da Doğan’ı en azından durdurmak için uğraşmaması ilginç bir çatışma. Ekrem Gediz’e gelince, yetimhane yangınındaki aktif sorumluluğundan dolayı vicdanen rahatsız olduğu baştan beri altı çizilen bir durum. Hatta cinayetler başlamadan kalp krizi geçirmesinin de sebebi bu gibi duruyor. Kızının bu olayla ilintili davada savcı olması, vicdani yükünü bir kenara koyup adını çocuklarına karşı koruma refleksine ağırlık vermesine neden oldu. Aslında bir diğer bir baba da İdris. Her ne kadar doğrudan bir baba sıfatı olmasa da İdris’in Doğan’ı koruma kollama refleksi onu baba konumuna getiriyor anlatıda. Her ne kadar Doğan’ın yaptıklarını desteklemesi hatta yardım etmesi babalık konusunda kafa karışıklığı yaratsa da ilerleyen dönemde Savcı Turan ve İdris arasında bir ortaklık görülebilir gibi. Burada anlayamadığım bir başka duygusal ayrıntı da İdris’in Turan’a tepkisi. Sonuç olarak kimsesiz bir çocuğu evlat edinmiş ve ona tüm sevgilerini öz evlatlarıymışçasına vermiş Turan ve Nevin Öztürk’e bu kadar tepkisel olması garip İdris’in. Doğan’a yaptığı cılız itirazlar inandırıcı değil. Burada İdris’in Doğan’a ilgisinin sadece hayatını kurtarmasıyla sınırlı olmadığı fikrim ağır basıyor. Devam edelim. Bu haftaki bölümün açılışını Doğan’ın Leyla’nın babasını tanıması ve ikinci cinayetini işlemesi sahnesiyle yaptık. Geçen hafta olay bazlı giden bölüm ağırlığının bu hafta biraz daha Leyla-Kenan-Doğan ilişkisine ve bu ilişkinin dinamiklerine kaydığını söyleyebiliriz. Leyla’nın katili yakalayamaması, üstüne tanığını kaybetmesi derken kendi tabiri ile küçük düşmesi Leyla-Kenan ikilisinin ilişkisinde yeni bir kapı açılmasına neden oldu. Kenan’ın özellikle bilinçaltında sakladığı olayların da yavaş yavaş su üstüne çıkmaya başlaması da yine Leyla’nın Kenan’a yönelik duvarını indirmeye başlamasında etkili oldu. Doğan’ın yönlendirmesiyle yetimhane yangınına kadar ulaşan Leyla ve Kenan ikilisi, bir taraftan da birbirini tanıyor. Ufak sohbetlerle birbirine yakından bakma fırsatı buluyor. Leyla’nın içine kapalı bir çocukluk geçirdiğini, sosyalleşme sorunu olduğunu, güvenmek konusunda sıkıntılar yaşadığını net bir şekilde Leyla’nın ağzından duyduk bu bölüm. Tüm bu sorunsallara rağmen Leyla’nın da Kenan’a çekildiği de ortada. Diğer taraftan mutlu, yaramazlığa açık, biraz şımartılmış, sosyal bir çocukluk geçiren Kenan’ınki tam tersi bir sıkışmışlık barındıran Doğan’ın da Leyla’ya ilgisinin bu bölüm büyüdüğünü söylemek sanırım yanlış olmaz. Yetimhane yangınını araştırırken aynı evde kalan Leyla ve Kenan, özellikle Kenan’ın yaşadığı içsel mücadele sırasında sayıkladıkları düşünülürse, yaşadıkları ile bambaşka bir eşiği geçti. Hatta Kenan ve Doğan geçişli olduğunu düşündüğüm “Sana âşık oluyorum.” sahnesinde, söz konusu cümleyi Doğan mı Kenan mı kurdu emin değilim. Çünkü konuşmanın büyük bölümü Kenan’da varken söz konusu cümle Kenan’ın hafızasında yok gibi. Kaldı ki Kenan bu itirafı yapabilitesi olan biri. Yaptıysa da arkasında rahatlıkla durur. Çünkü ilk andan beri Kenan, Leyla’ya sürükleniyor. Bu çok açık. Şikayetçi de değil üstelik. Soru Doğan bu duyguya kapılacak mı? Yani Leyla’ya olan yaklaşımı en azından geçen haftalardaki bölümlerde ilgili ama mesafeliydi. İdris Usta ile konuşmasında da suçladığı insanlardan biri olarak Leyla’yı da saydı. Bundan çıkarılabilecek sonuç sanırım konuşan Doğan’sa dahi bu bilinçli bir itiraf değil. Diğer taraftan Leyla babasının olanlardaki payını bilmeksizin, ki bilse de sanırım adalet için elinden geleni ardına koymaz, davanın peşinde koşmayı sürdürüyor. Katili yakalamak kadar katili o noktaya getiren argümantasyonların da peşine düşen genç kadın, bir yandan Kenan’a yönelik duygularında kargaşa yaşıyor. Kenan’ın inceliği, nezaketi ve duygu konusundaki açıklığı Leyla’nın yabancısı olduğu bir durum. Hem babası hem de ağabeyi düşünüldüğünde Kenan farklı bir erkek. Diğer taraftan Doğan, Leyla’nın genelde kaçındığı bir kimlik olarak Leyla’nın sınırlarını zorluyor. Bu haftanın son sahnesinde Leyla’nın babasının bagajda olduğu araba ile gerçekleri öğrenme peşine düşmeleri de bu sınırları zorlama halinin bir parçası. Leyla’nın babasının bu kadar erken öleceğini düşünmüyorum ama göreceğiz.

Son demde; aşk ateştir. Yakar kavurur. Ateşin bir başka becerisi de dönüştürmektir. Ateş dönüştürür. Kenan-Doğan’ın bölüm boyunca ateşler içinde yanmasında bu iki etkenin harmanlanması var bence. Kenan önce aşktan, sonra bilinçaltına gömdüklerinin yukarı çıkma çabasından yanmaya başladı. Doğan ise acısından yanmaya devam etti. Bu yanışta Doğan ve Kenan’ın aynı bedende nereye kadar ve nasıl dönüşeceğini göreceğiz ama bir şey var ki bu dönüşümün bir yerinde iyileşme ihtimali varsa bu ihtimal Leyla’da düğümleniyor gibi. Leyla su. Suyun hayat demek olduğunu yazmıştık. Kenan’ın acıdan içi yanarken o yangına su verenin Leyla olması tesadüf değil. Tıpkı hikâyede Mecnun’a da verdiği gibi. Kenan bir çölde. Kendi varlığının içinde onu kavuran bir çölde yaşıyor. İçinde bir başka benle yürüyor. Daha başka benler de çıkacak mı göreceğiz. Anlayamıyor Kenan ama hissediyor. İçinde bir katil var. Vicdanını Kenan’da bırakmış bir katil. O katilin sebepleri ve acıları da var. Kenan kendi çölünde bu acılara doğru yürüyor. Kendi doğruları ve Doğan’ın doğruları çarpışmak üzere. Diğer taraftan o çölde yoluna çıkan bir Leyla var. Hem Doğan’ın hem de Kenan’ın etik değerlerinin karşısında bir Leyla.  Ahu gözlü, gece gibi saçları olan Leyla’nın bu yolculukta sığınılan bir vaha, içilecek bir damla suyun müsebbibi olması da kuvvetle muhtemel. Doğan ve Kenan pek çok konuda ayrılsalar da ortak paydaları şefkate ihtiyaçları. Leyla o şefkati vermeye açık gibi görünmese de bu hafta gördük ki aslında Kenan için gözleri dolan, onun sancılarının sebebini bilmek isteyen, anlama çabasıyla canı yanan biri. Tüm o buz gibi hallerinin altında sakladığı kırgın kız çocuğunun gülümsemesini Kenan’a mı Doğan’a mı yönelik göreceğimiz merak konusu. Malum Doğan, Kenan’ın gözlerinden de izliyor olanları. Aralarındaki imkânsızlık her geçen hafta derinleşirken aralarındaki duygu da derinleşiyor aslında. Bambaşka Biri sınırda gezinmeye devam eden bir akışla devam ederken bir şekilde çoklu kişilik bozukluğuyla harmanladığı hikâyede sorularını ahlak, adalet ve iyilik nedir; aşk nerede başlar ve neye yöneliktir şeklinde sormayı sürdürüyor. Sistemsel kargaşalarımızın ortasında hasta bir adam, onun kendi adalet arayışı ve aşkı; sistemin parçası bir kadın, onun adaleti sağmala şekli ve benimsediği sert mesleki rolünün karşısına çıkardığı imkânsız aşk düğüm üstüne düğüm atıyor. Kısaca katil ve kanunun birbirine âşık olmasının çarpışması şiddetli olacak gibi.

Haftaya yeni bölümde yeniden buluşmak üzere…

                                                                                                                                                                                                                                                                                               UmayMasal


   

20 Eylül 2023 Çarşamba

Sadece Aşk ve Ölüm

 “Aysel git başımdan ben sana göre değilim

Ölümüm birden olacak biliyorum

Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Aysel git başımdan istemiyorum.

Sevdiğim anda sen üzülürsün

Sonbahar uğultusu duymamışsın ki

İçinden bir gemi kalkıp gitmemiş

Uzak yalnızlık limanlarına

Aykırı bir yolcuyum dünya geniş

Bir kulak çınlıyor içimdeki

Sakın başka bir şey getirme aklıma

Aysel git başımdan ben sana göre değilim

Ölümüm birden olacak seziyorum

Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Aysel git başımdan seni seviyorum.” – Attila İlhan

Merhaba sevgili okur. Yine ve yeniden “Bambaşka Biri” yorumunda birlikte yol alamaya var mısınız? Geçtiğimiz hafta Kenan-Doğan aksında bir katil ve televizyoncu kimliğinin çatışma başlangıcını, bir cinayeti ve bu cinayeti çözmeye çalışan aile defolu Savcı Leyla’nın hikayesiyle tanışmıştık. Bu hafta hızla olayların merkezine doğru ilerledik hikâyede. Tempo azalmadı tam tersine arttı. Aslında hikâyeyi iki farklı yerden ele almak gerekiyor galiba. Kaçıp kovalama tematiğinde Leyla-Doğan ve Kenan, aşk tematiğinde Leyla-Kenan ve Doğan. İlk akstan başlayalım.

Bu hafta Doğan’ı yakından tanırken başından geçen travmayla da yüzleştik. Ben başta Doğan’ın istismara uğramış olabileceğini, bu nedenle de çoklu kişilik bozukluğu ile bu travmayla başa çıkmanın yolunu bulduğunu düşünmüştüm. Bu teori kenarda hala dursun ama anladık ki Doğan yetimhanede ciddi bir tehlike atlatmış. Yetimhane, sebebi hala bizimle paylaşılmamakla birlikte, birileri tarafından yakılmış. Doğan da buna şahit olmuş. Sonrasında da yetimhanede arkadaşlarının yanarak ölümüne şahit olmuş. Ki gördük ki özellikle Zeynep’in ölümü Doğan açısından en travmatik olay. İdris’le tanışıklıklarının ve ikisi arasındaki bağın sebebinin de bu yangın olduğunu da anladık. İkili bu kez yangından sorumlu hademeyi kaçırarak cezalandırma yoluna gitti ki hademe ölmese bile Doğan’ın seri katile dönüşmesi yolundaki taşlar da döşenmiş oldu. Doğan yıllardır sağlanamayan ve zaman aşımına uğramış gözüken yangının intikamını hayatının merkezi yapmış durumda. İntikam, öfke, acı, sevgisizlik sarmalında sıkışıp kalmış biri Doğan. Geçen hafta yazıda bahsettiğim ve beklediğim gibi Doğan’ın en büyük nefreti Kenan’a. Sebebi de yaşadıkları bütün acıyı, travmayı yüklenen taraf Doğan’ken Kenan’ın hiçbir şeyi hatırlamaması, sevgi ile çevrelenmesi, hayatını Doğan’a göre kusursuz yaşaması. Diğer taraftan ortak kullanılan bedenin Kenan’a değil kendisine ait olduğu iddiasında olan Doğan’ın elini güçlendiren en önemli şeyse kuşkusuz, istediği an Kenan’ı baskılayabilmesi. Kenan’a kalansa sadece derin hafıza boşlukları. Burada parantez. Geçtiğimiz hafta Kenan ve Doğan geçişini aynı aksta görmek istediğimi söylemiştim. Bu hafta Kenan’ın yolladığı manifestoyu asla okumayacağını anlayan Doğan’ın anında Kenan’ı baskılayıp ardından Kenan gibi davranarak çıkıp manifestoyu okuduğu sahne cidden çok iyiydi. Burada Burak Deniz’in oyunculuğunun çok başarılı olduğunu da eklemem gerekiyor. Ama hala beden kavgaları bekliyorum. Kaldı ki yaptığı hamle ile Kenan’ın kendisini fark etmesi konusunda riski alan Doğan’ın bu kavgayı çok yakın zamanda yapacakları çok açık. Manifesto içeriğini düşündüğümüzde Doğan’ın topluma, adalet kavramına ve dolayısıyla var olan sisteme de karşı tutum içinde olduğu da açık. Bunun için kendince de haklı sebepleri var. Bu noktada küçük bir parantez daha. Dizinin ilk hafta madencilere, tacizlere yönelik verdiği mesajlara ek olarak Doğan’ın manifestosunun alt metninde olan toplumsal eşitsizliklere artı adalet kavramına yönelik eleştirilerin dokunduğu yerleri sevdim. Kapat parantezi. Geçen hafta Doğan’ı kıskandığını söyleyen Kenan’ın Doğan’ın içinden çıkan başka bir kimlik olduğunu öğrendiğinde yaşayacağı kırılma Doğan’ın söylediği gibi ev sahibi Kenan’ın içinden başka başka kimlikleri mi çıkartacak yoksa Doğan’ı baskılama yoluna bu kez bir yetişkin olarak mı gidecek? Katil olma fikriyle nasıl başa çıkacak? Bunlar sorular. Bir de Leyla kısmı var tabi. İşin duygusal boyutuna birazdan bakacağız ama özellikle Savcı Leyla ile Kenan’ın yakınlığını salaklık olarak gören Doğan’ın Kenan’la arasındaki mücadelede Leyla’yı nereye konumlandıracağı da önemli.  Doğan'ın yaşadığı acının içinde Leyla'yı koyacağı yer çok çok önemli.

Şimdi diğer aksa yani aşkla da harmanlanan Leyla- Kenan ve Doğan hattına bakalım. Kenan Leyla’nın aile sorunlarına şahit oldu bu hafta. Onun kırılmış, ötelenmiş çocukluk hikayesiyle tanıştı. Belki kendi hikayesine paralel bir kaybolmuşlukla tanıştı Leyla'nın gözlerinde. Bir de Attila İlhan hayranlığıyla tabi. Girişte de kullandığım şiirin ilk kısmını okudu Leyla’ya. Aysel yerine Leyla’yı kullanarak hem de. Leyla'ya dair kalbine biriktiriyor Kenan. Oyuncaklarını biriktirdiği çocuklar gibi. Leyla’ya aşkı hızlı ilerliyor gibi Kenan’ın. Bunda Leyla’nın gizeminin yanında Kenan’ın bilinçaltındaki Doğan’ın da etkisi olduğunu düşünüyorum bazen. Aşk meraktan beslenir. Bu aşkta merak kavramının altı da kalın kalın çiziliyor zaten. İkisi açısından da sırların olduğu bir duygusal yakınlığa sürükleniyorlar. Leyla’nın babasının Doğan’ın en büyük travmasındaki yerini tam bilmiyor olsak da babanın yaşadığı vicdan azabından anlaşılan ciddi bir pay sahibi olduğu. Bunu Doğan bilmiyorsa dahi kısa zaman sonra bileceği aşikâr. Leyla’nın Kenan’la ilişkisinin Kenan’ın çabasıyla ilerleyeceği de ortada. Genç kadının temel sorunu sevgide koşulsuz kabul zaten. Ailesi Leyla’yı abisi konusunda gösterdiği doğrucu Davut tavrı nedeniyle keskin bir şekilde dışlıyor. Baba dışında bu tavır, şiddeti farklı da olsa net. Babasının da Leyla’ya kızmaması belki de yaşadığı suçluluğun kefareti olarak görmesi kızını. Öyle ya onlar bir suç işledi ve onun en sevdiği de suç işleyenleri cezalandırıyor bir nevi. Oğlu da bu bedellerden biri. Kenan’ın “Neden bu işi yapıyorsun Leyla?” sorusunun cevabı bu noktada önemli. “Birisinin bunu yapması lazım.” Aşka geri dönersek Kenan’ın Leyla’nın acısını görmesinin ikisini yakınlaştıracağı ortada ama arada duran gölge yani Doğan’ın yaptığı son hamle bu yakınlaşmanın zamanını uzatabilir. Doğan’ın Kenan’ın salaklığı olarak yorumladığı aşka dönüşmeye başlayan hoşlanmada taraf haline gelmesi kaçınılmaz. Zeynep’e rağmen Doğan, Leyla’ya intikam için kullanmak dışında duygu besleyecek gibi. Son sahnedeki gülüş manidar. Peki Leyla? Onun ilgi alanı daha çok Kenan gibi ama Leyla’nın Doğan’la henüz tanışmamış ya da şöyle ifade edeyim tanışsa da onun Doğan olduğunu bilmemesi, öğrendiğinde ne yapacağı sorusunu da sorduruyor?  Muhtemelen âşık olacağı Kenan’ı Doğan’dan kurtarabilecek mi? Asıl evci olduğu iddiasındaki Doğan’la nasıl bir ilişki biçimi geliştirecek? Peki ya kişilik sayısı ikide sınırlı kalmazsa? Ortaya çıkması muhtemel bu kimlik veya kimliklerle Leyla ne yapacak? Göreceğiz. Ama kendi adıma bu tip bir durumun Leyla açısından merkezi bir sorun olabilmesi için aşkın Leyla tarafında da büyümesi gerekiyor. Pekiii…


Şimdi gelelim Masalistan bakışına. Adını meşhur hikâye Leyla ile Mecnun’dan alan Savcı Leyla’nın aşkı, adıyla müsemma Leyla’ya dönüşür mü? Kızımız son derece ciddi ve mantıklı bir kimlikle kendisini sınırlamışken, o sınırlar bir delinin peşinde flulaşır mı?  Adaleti kendi algılarıyla ve yaşanmışlıklarıyla sağlamaya çalışan Kenan-Doğan’ın aşk döngüsünde iyi, aydınlık ve güzel Kenan’la; kötü, karanlık ve çirkin Doğan’ın aynı ruhun parçaları olduğunu öğrenen Leyla adanmışlıkla sevmeye devam edebilir mi? Leyla, Leyla’ysa bunu yapacaktır. Hatta Kenan-Doğan babasını öldürse bile bunu yapabilme olasılığı çok yüksek. Koşulsuz sevmek. Ana mottosu koşulsuzluk ve merak olan bir aşk büyümekten başka yol bulamayacaktır. Şiirin de dediği gibi Kenan’ı sevdiği anda üzülecek olsa da Leyla; ölümünün birden olması kuvvetle muhtemel olsa da Kenan’ın değişimlerinde belki her kimliğinde Leyla ile yeni bir ilişki mottosu yaşayacak olsa da sevecek mi Leyla? Diğer taraftan adalete inancıyla babası ve sevdiği adam tarafından çevrelenecek Leyla’nın travmasının da Kenan-Doğan’dan eksik kalmayacağı net. Firavun’un yanında büyüyen Musa gibi adaleti arayan, adaleti sağlamaya çalışan Leyla’nın kardeşi ile yaşayacağı hesaplaşmanın sertliği de o acıya acı katacak. Unutmayalım Musa yanında büyüdüğü firavunla değil kardeşi gibi büyüdüğü firavunla kapıştı. Sembollerden giderken açıkça Atilla İlhan’ı aşkın diline yerleştiren senaristin Kenan’ın odasında hatta mutfağında asılı duran tabloya bakmadan olmaz. Tabloda sisli bir griliğe dağın tepesinden bakan bir adam var. Adamın yüzü yok. Sadece sureti var. Elimizde bedeni olan ama karanlığı şimdilik Doğan, aydınlığı şimdilik Kenan var. Koca bir sise, o sisin içindeki şehre, kendi içindeki şehrin karanlığına bakan bir ruh o. Bir taraftan kendisini adaletin savaşçısı olarak görüyor. O adalet kendi adaleti olsa da.           

Son demde; bu bölüm Leyla’ya daha da asılan Hande Erçel’i özellikle ağabeyi ile olan hesaplaşması ve sonrasındaki kırgın, dışlanmış duygusuyla Yasemin’le dertleşmesinde beğendim. Zaten Burak Deniz’le sahnelerinde seviyorum. Burak Deniz problematik kimliği oynamak için yaratılmış gibi. Kenan-Doğan aksındaki farkı öyle kuruyor ki cidden iyi diyor insan. Diğer oyuncular Menderes Samancılar ve Cem Davran iki uçtaki baba figürleri olarak müthiş. Çatışmalarını izlemek keyifli olacak.

Son söz ise ; sadece aşk ve ölüm her şeyi değiştirir.

Haftaya buluşmak dileğiyle…

                                                                                                                                                                                                                                                                                                           UmayMasal 





17 Eylül 2023 Pazar

İKİ YABANCI

 “Bir ben var benden içeri.”  "Bambaşka Biri" dizisini ikinci fragmanında kullanılan, geçen pazartesi izlerken benim de aklıma gelen Yunus Emre’nin sözü. Uzun zaman oldu sevgili okur. Hikâyenin peşinde koşma derdi bizimki. Daha önce de ya hikâyenin kendisinden ya da içinde bir yerinde hikâye içre hikayesinden etkilenerek blogumuza misafir ettik anlatıları. Uzun zamandır da yazmadık. Sebebi kalbimizi çalan bir anlatımla karşılaşmamamız veya bir yerinden gönül bağı kursak da sonradan o bağın elimizde bırakılmasıydı. Neyse sebeb-i girizgâh dizimiz ilk cümleden de anladığınız üzere “Bambaşka Biri”. Hikâye çoklu kişilik bozukluğu olan Kenan ve onun diğer kimliği Doğan arasındaki çatışma üzerine kurulu. Yani kahramanımız da anti kahramanımız da aynı kişi. Bu bağlamda cidden izlenesi. Diğer taraftan yıllar önce blogumuzda misafir ettiğimiz bir çiftin başrolde olması da bizim için çok güzel. Hande Erçel ve Burak Deniz’i  Hayat ve Murat olarak mutlu sonsuzluğa uğurladıktan sonra bu kez Kenan ve Leyla olarak izlemek de bonusu olunca yazmak elzem oldu. Yol uzun olacak gibi. Bizim eşlikçiliğimize gelince hikâye saçmalamadığı müddetçe burada olmaya çalışacağız. Şimdi eğer istersen peşime takıl birlikte bölüme bakalım.

İlk bölüm biraz karakterleri tanıtma, onların birbirine bağlanması ve biraz da olay düğümlerinin keskin şekilde atılmasıyla başladı. Önce Savcı Leyla ile tanıştık. Üç yıllık Doğu görevi sonrası İstanbul’a gelen Leyla’nın ailesiyle arasının çok da iyi olmadığını öğrendik. Öyle ki döndüğünü onlara haber dahi vermemişti Leyla. En yakın arkadaşıyla kahvaltı etmek isterken başsavcının onu çağırmasıyla masadan kalkan Leyla’nın mesleğiyle arasındaki bağın gücüne bölüm boyunca şahit olmaya da burada başladık. Bölümün ilerleyen kısmında Kenan’la ilk karşılaştığı yer olan restorandaki adamlara yaklaşımı, işlenen cinayette başsavcının oğlu olmasına rağmen Kenan’ı sorguya alışı ve kuşkusuz kendi ağabeyinin işlediği suça bakış açısındaki netlik Leyla’nın savcı kimliğinin adalet anlayışının yansıması olarak çok baskın olduğu. Başsavcının ona “Gerekirse babanı bile tanımayacaksın.” demesi de hem savcının hem Leyla’nın önüne konacak sınavlar açısından kehanet gibi. Burada minik bir parantez. Cem Davran’ın ilk bölümden muazzam bir başsavcı ve baba kimliği çıkardığını not düşmek isterim. Ben çok beğendim. Açılmaya elverişli bir kimlik. Yoruma devam. Kenan’la ve dolayısıyla Doğan’la yaşanacak çapraşık durum Leyla’yı da başsavcıyı da seçimlerle karşı karşıya bırakacak bu net. Lakin Leyla öncesinde ailesine dair elinde kalan tek kişi olan babası ile sınanacak gibi duruyor. Bu onun adalet algısını nereye götürecek göreceğiz ama bence daha çok kimliğinde ciddi bir kırılma yaşayacak gibi duruyor. Özellikle ilk cinayet, Hamdi Atılbay, sonrası ortaya çıkan tecavüz skandalı Leyla’nın babasına bağlandığında halihazırda kırılmış gözüken kız çocuğu kimliğinde derin bir kara delik açılacak. Babalar bizlerin köküdür. Leyla kökünü kaybedecek. Üstelik ağabeyini hapse göndermekten çekinmeyen Leyla’nın babasını da aynı yere göndermesi veya babasının öldürülmesine engel olamaması halinde ailesi ile kopma noktasına gelmiş ilişkisinin nerelere gideceği de karanlık bir tünel ki benim baktığım yerden ucunda aydınlık olmayan bir tünel.

Hikâyenin diğer tarafı aslında tam ortası Kenan’a gelirsek, öncelikle maden faciasındaki tavrı ile çok sevilen, önemsenen, talep gören, özgüvenli ve kendi adaletini basın üzerinden sağlamaya yatkın bir kimlik olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum. Bu açıdan içindeki diğer kimliği Doğan’la benzeşiyor aslında. Doğan da kendi adaletini, kendi bildiği yerden sağlıyor. Bu da çoklu kişilik sorunu olsa da Kenan-Doğan’ın hukuksal adalete güvenmediğini ortaya koyuyor. İşte bu kesişimin ortasında duran kişi de o hukuksal adaleti temsil eden Leyla. Ne ilginç değil mi? Hangi kimliğinde olursa olsun senin adaleti sağlama şekline karşı çıkacak bir kadına âşık olmak… Derin bir iç çatışma. Kenan’ın babası da savcı dediğinizi duyar gibiyim. Babası Kenan’ı bağlar Doğan’ı değil. Unutmayalım Doğan daha önce de ortaya çıkmış ama o baba ve anne Doğan’ı terapilerle en derine yeniden gömmüşler. Onlar Doğan’ı değil Kenan’ı seçmiş. Kendi intikam yolunu çizen Doğan açısından öncelikli olmasalar da hikâyenin bir yerinde ceza kesilecekler arasında olabilir anne ve baba. Zira bölüm boyunca acaba Kenan Doğan’ı biliyor mu sorusu seyirciye sordurulsa da anladık ki Kenan Doğan’ı bilmiyor ama Doğan Kenan’ı biliyor. Bıçak ararken Kenan’ın şaşkınlığı bu sorunun en temiz cevabıydı sanıyorum. Bu durum bir süre sonra Doğan Kenan’ı yok etmeye çalışır mı sorusunu akla getiriyor. Cevap bana göre net. Evet. Şu an dahi onu derine gömen Kenan’a tepkili olan Doğan’ın Kenan’la aynı kadına âşık olduğunda yapabileceklerinin sınırı olmayacaktır. Evlatlık olan Kenan’ın muhtemelen yetimhanede yaşadığı istismarın sonunu olan Doğan’ın hayata dair motivasyonu kendi adaletini kendisi sağlamak üzerine. O bilincin en derininde yaşadıklarının acısını yüklenirken Kenan’ın unutmak denen konforda hayatına devam etmesi de Doğan’ın Kenan’a saldırması için neden. Leyla’dan etkilendiği her halinden belli olan Kenan’a darbe indirmek için yaklaşılacak ilk hedef Leyla. Bir taraftan Leyla’yı ilginç yapan diğer şey sanıyorum Kenan-Doğan’ın içte bir yerdeki yakalanma isteği. Unutmayalım. Bir sanatçıysanız ve eserinizden gurur duyuyorsanız onu anlayacak bir eleştirmenin övgüsü dünyaya bedeldir. Leyla adalet savaşçısı bir savcı. Suçluları içeri atıyor. Ağabeyini bile tanımıyor bunu yaparken. Adaleti sağladığını düşünen bir ruh başka kimin onayını ister ki?

Genel olarak bölümde kim katil, neden katil, kim, ne kadar Kenan’ın durumuna hâkim sorularının cevaplarını aldık. Sıradaki kurban da büyük ihtimalle Leyla’nın bulduğu fotoğraftaki diğer adam. Sonrası ise Leyla’nın babası. Ölür mü, yaşar mı göreceğiz ama eğer ölürse Leyla ile Kenan arasına bir de baba cenazesi girecek gibi duruyor. Peki aşk. Leyla-Kenan ve muhtemelen Doğan arasındaki üçgende merak duygusu üzerine kurulu bir aşk izleyeceğiz. Flaubert’in dediği gibi “Merak. Birine karşı, ansızın, bir merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek tek amacınız haline gelir. Aşka en uza cümle, senden nefret ediyorum değil, artık bilmek istemiyorumdur.” Aşk bu hikâyede merakla büyüyecek büyük ustanın dediği gibi. Nefretle, öfkeyle, intikamla sarmalanabilir. Ama ne Leyla Kenan’a ne Kenan Leyla’ya bilmek istemiyorum diyebilecek gibi duruyor.  

Son olarak; dizinin renkleri, akışı ve çekilen görüntüleri çok sevdim. Yönetmenlik cidden başarılı. Oyunculuk anlamında Hande Erçel’in karaktere biraz daha asılması gerektiğini düşünüyorum ama ben HanBur kimyasını ALA’dan beri severim. Kim ne derse desin bence ikisinin kimya anlamında en iyi partnerleri birbirleri. Burak Deniz zaten iyi bir oyuncu. Kenan- Doğan aksını iyi yakalamış. Aynı sahnede birinden diğerine geçişini, iki karakterin bedendeki kavgasını görmek için sabırsızlanıyorum.

Merak edenlere, arı kutsal kitaplarda bereket, bolluk ve ölümsüzlüğü simgeler. Leyla’nın arı alerjisi var ve ilk bölümde Doğan birini öldürürken Kenan arının soktuğu Leyla’yı ölümden kurtardı. Leyla’nın sokulduğu anda babasının resmini bulması da ilginç bence. Leyla da mı kendi içinden başka birini çıkaracak yoksa? Aslında sokulma anında Leyla başka bir hayata mı doğdu? Öncesinde sürekli su içen Leyla yeniden doğuşa mı hazırlanıyor yoksa? Saflık ve erdemin sembolü olan su aynı zamanda yeniden doğuşun da simgesidir. Kısaca evlatlık olan Kenan, kimsesizliği yaşayan kimliği Doğan ve belki Leyla… Başından itibaren iki yabancı olan Leyla ve Kenan gerçekten iki yabancı mı?  Anneler evlatlarından kolay vazgeçebilir mi? Kim bilir? Haftaya görüşmek üzere…

                                                                                                    UmayMasal 




  

20 Şubat 2017 Pazartesi

Aşk Laftan Anlamaz-Final Bölümü

‘Çünkü ayrılık sevdaya dahil,
Ayrılanlar hala sevgili...’
Yüreğim diyorum sana, yüreğim
Gitmesen keşke kalsan hep.
Diyorsun ki;
Olmaz bazen gitmek gerek.
Yol bir olduktan sonra kavuşuruz yine.
Aşk Laftan Anlamaz final yaptı. Beş yıl sonrayı anlatan kısma kadar eminim final olarak tasarlanmış bir bölüm değildi. Gerek Murat’ın tam da düşündüğüm gibi Doruk’u üzmemek için Sarte’den vazgeçişi, gerek Doruk’un Aslı’yı aldatması, Aslı’nın Cemil’e evlenme teklifi, gerekse Murat’ın yeni marka kurma hayalini hayata geçirmesine kadar. Her  hamlesi devamı gelecek hissi yaratan ama sanıyorum ani final kararıyla havada kalan açılmış parantezlerdi. Aşk Laftan Anlamaz iyi bir finali hakediyordu. Çünkü ALA fandom sonuna kadar sevgisiyle, inancıyla, öfkesiyle bu dizinin arkasında durdu. Olamaz mıydı, olabilirdi sanki. Neyse, biz elimizdekinden gidelim. Doruk’un attığı imza sonrası Murat’ın kardeşlik sınavından yıldızlı peki ile geçmesine şaşırmadım. Zira benim tanıdığım Murat böyle bir adam. Bkz geçen haftaki yazımız. Hayat’a ‘ben sana sahibim daha ne isterim’ diyerek bir nevi asansörde başlayan maceralarında Sarte varlığına son verdi Murat. Sonrası yüklerinden kurtulmuş bir adamdı zaten. Derya’nın gölgesini üzerinden çeken, Sarte’nin miras yükünü Doruk’a bırakan, aşkının sahibi kadından ilk defa yüzde yüz emin Murat. Hayat’la uyanmaya sevdalı, bebekleri olacağını daha Hayat ona söylemeden anlayan karısının her duygu değişimine hakim Murat. Diğer tarafta uçuş uçuş Hayat. Murat’la paylaşmayı öğrendikleri hayatlarındaki sırların yüklerini fora etmiş, bebeğini öğrenmesiyle aşkı gibi huzuru katlanmış Hayat. Sevgililer gününde yeni markalarıyla adeta bebeklerinin şansına ekledikleri gelecekleri. Sonunda ikiz çocukları, üçüncü bebeklerine hamile Hayat, baba Murat ve ailenin kalanı. Biraz eksik, biraz eksik biraz gedik de olsa mutlu son. Derya bedel ödedi mi? Doruk ve Aslı hangi yolları geçti? İpek ve Kerem’in her seferinde ellerinde patlayan nişanlarından sonra düğünleri nasıl oldu? Azime ve Haşmet nasıl biraraya geldi? Hayat’ın annesi babasına nasıl bir bedel ödetti? Peki ya Tuval ve Cemil’e ne oldu? Hyt markası tuttu mu yoksa Murat baba yadigarına geri mi döndü? Murat kayıp kardeşini buldu mu? Yok yok sormayacağım bu soruları.
Benim için Hayat, eğlenceli deli dolu kendine özgü bir kızdı. Yaralarını bilmedik biz Hayat’ın. Giresun’a dönmek istememesinde göreceği baskının olduğunu bilsek de aslında babasız hissettiğini bilmedik. Murat onu asansörde kollarına alıp kokusunu içine çektiğinde aslında Hayat’ın sahiplenilmeye vurulduğunu, Murat onu bıraktığında sendelemesinden anlamalıydık. Hayat Didem’i kurtarmaya o salıncağa koşarken aslında koştuğunun çocukluğundaki o düşüş olduğunu onu tutan bir babanın olmadığını, suya düşüp sadece Murat ona elini uzattığında tüm öfkesine rağmen kalkarken bazen sıcacık bir ele ihtiyacının olduğunu sadece hissettik. Hayat’ın klostrofobisinin Murat’a duyulan güvenle azala azala bitmesinden anlamalıydık bir kız çocuğunun ruhunu asla kaybetmediği bir beden olan Hayat’ın aşkla, güvenle, teslimiyetle Murat’a bağlanmasını. ‘Ben varken sana bir şey olmaz’ diyen Murat’la hangi korkulara veda etmedi ki Hayat. Yüzmeyi öğrendi, denizlere düşerek ;ama Murat’a tutunarak. İçindeki kız çocuğunu büyüttü. Söylediği yalanın bedelini öderken. Elleri yandı kalbinin yandığı gibi. Ses etmedi. Gitmesini gerektiren çok şeyle sınandı. Gitmedi. Aşkın kalıp savaşmak olduğuna inandı. İnatçıydı Hayat. Hayat gibiydi. İnişli çıkışlı her karşılığa dimdik durdu. ‘Beni affetmeyecek gibi davranma affedeceksin’ dedi Murat’a ve dediğini yaptırdı. Sadece affı almadı, Murat’ı peşinden koşturdu. Aşkını büyüttü. Sonunda o aşkı içinde kocaman oldu. Onu büyüttü anne yaptı.
Benim için Murat, baştan beri yarası saklı bir adamdı. Aşka inancı var mıydı? Bilmem, sanmam. Annesinin ölümünden kendisini sorumlu tutan mutluluları eksik kalan bir işadamıydı. Murat sadece iki kişinin yanında, Azime Babanne ve Doruk’un, gerçekten gülen biriydi. Hayat, düzeninin ortasına düştüğünde Hayat’ı mahalle tipi bulsa da ona kapılmaktan kurtulamadı. Hayat’ın çocuk ruhlu hali ona hiç yaşayamadığı çocukluğunu yaşama fırsatı oldu. Gri tonlardaki yaşamına bir anda gökkuşağı doldu. Kimliği yalan olsa da, Hayat kendisi oldu hep. Kollarında sarhoş ‘valla mı?’ derken bile küçük kız çocuğu saflığı vardı Hayat’ta. Yaralarına dokundu Hayat Murat’ın. Sağalttı. Etraflarında dönen yalana dolana entrikaya rağmen aşk hep vardı. Hayat’ın yalanını öğrendikten sonra kırılıp parçalanan Murat, o parçalar elinde Hayat’ın ardından giderken en temel karakter özelliğini astı ceket gibi kapının ardına. Aşk yalanı bile eritti. Tüm sevgisizliğin ortasında vaha gibi duran aşka çölün yakıcılığına rağmen yürüdü Murat. Hayatındaki yalanlar da birer birer dökülürken avuçlarına öfkesini Hayat’tan çıkardı belki, belki Hayat’a dair çok kez şüpheye kapıldı ;ama ne sevmekten vazgeçti ne de sevildiğini bilmekten. Sonuna fırtınalar bitti. Aşk Murat’ı baba yaptı. Tüm kayıplıkları son buldu.
Benim için ALA, Burak Deniz ve Hande Erçel’i çok yakıştırdığım, Hayat ve Murat olarak ekran enerjilerini çok beğendiğim bir iş olarak başladı. Arada izlediğim iş, sonra özellikle Müge Uğurlar’ın kamerasına bayıldığım, bilhassa Tilt yorumuyla Bile Bile eşliğindeki sahnenin açıları, Murat’ın oradaki hali hala bir numaramdır,  yazmaktan ,irdelemekten keyif aldığım bir yola dönüştü. Alt mesaj aradım kendimce yazdım. Ne mutlu ki ALA’nın güzel izleyenleri, fandomu sevdi okudu.
Ben de bir sahne hayal ettim Hayat ve Murat’a. Hayat çizimlerin arasında, saçları kalemle toplu, Tuval’in direktiflerine bakarken gülümsüyor biraz yorgun. Karnı var baya. İlk bebekleri büyümüş. İkizler ya. Kapıdan giren Murat’ı fark etmiyor bile. Murat tüm umutsuzluğunu umuda, tüm yalnızlığını şenliğe çeviren kadına bakıyor karşıdan.  Sonra gidip kollarına alıyor Hayat’ı. Kokusunu çekiyor içine. Çizimlerin arasında Murat’ın bir başka portresi gülümseyerek bakıyor.
Hayat’a Murat’a veda ederken, son demde; aşk dediğin bir nefes. Ama öyle bir nefes ki hayat veren insana bir başkasını murad ilan eden. Ruh gibi üflendiği kamışı kendinden geçiren. Aşk ayrılıkta da aşk.
ALA fanlarına sevgiyle... Dilerim yine kesişir yolumuz. Sizlerle yolculuk keyifti.
                                                                                                     UmayMasal       





15 Şubat 2017 Çarşamba

Aşk Laftan Anlamaz -30.bölüm

Bu yazıyı yazmak için oturduğumda Aşk Laftan Anlamaz’ın final yapacağını öğrendim.  Bu nedenle de yazım gecikti. Hoş bir tarafım bazı nedenlerden final beklese de hala hikayede çözülmemiş düğümler olması beni rahatlatıyordu. Öyle ya Murat’ın annesinin son isteğiydi Murat’ın kardeşini bulması, onu bulacaktı Murat. Hayat ve Murat’ın birlikte ama ayrı hikayesinde heyecanlar olacaktı daha eksikleri tamamlama adına. Sonra Hayat aslında bir kardeşi olduğunu öğrenecekti. Haşmet Dedoş dönecek, Kerem’le İpek evlenirken, Doruk’la Aslı Derya’nın gölgesinden uzak yeni bir aşk keşfedecekti. Olmadı, olamaz mıydı, olabilir miydi? Dizi süreleri, reklam gelirleri, reytigler falan filan. Ne çok sevdiğimizi öğüttü di mi şimdiye dek? Aslında dizilerde final eğer final gibi finalse sevdiğim bölümlerdendir. Hele hele senarist son üç dört bölümde izleye izleye emek veren seyirciyi o finale tüm güzelliğiyle hazırlarsa tadından yenmez. Ancak son yıllarda kendi adıma şişirilmiş finallerden izleyiciyle alay eden üsluplardan öyle sıkıldım ki korkar oldum son bölümlerden.   İçimdeki ses Aşk Laftan Anlamaz’ın beklenmedik bir final bölümüne yürüdüğünü, soruların cevapsız kalacağını, izleyenin içinde o eksiklik duygusunun hep duracağını söylüyor ya umarım yanılırım. Gelelim naçizane sona bir kala olan bölümümüzün yorumuna;
Hayat’ın sağ olduğunu öğrenerek açtık bölümü. Hayat’ın endişeli arayışından sonra da Murat’ın iyi olduğunu öğrendik. Burada geri dönüşlü sahnelerde Murat’ın elinde tuttuğu Sarte’ye ait hisselerle kafasında oluşan soruların vardığı noktalarda gezindik. Murat bölümlerce süren debelenmenin ardından Hayat’ı kaybetmemek uğruna asla affetmeye yanaşamadığı, kendisine ait en önemli karakter özelliği olan dürüstlükten vazgeçti. Yalana razı oldu. Yeter ki Hayat yanında olsundu. Yalanla bile olsa onun yarasını sarsındı. Ki kararına sadık kalarak hastaneye gitti ve umudunu buz gibi havaya emanet edip bekleyen Hayat’ın elini tuttu. Evlerine döndüler. Sonrasında Derya’nın kendisini kurtarma operasyonu başladı. Derya varolan gerçeklerin sağını solunu kırparak Murat’a anlattı ve bu durum gündemimizi meşgul eden Murat bir Sarsılmaz değil mi soru yumağının düğüm olan kısmını bir an da çözüverdi. Murat’ı kaybetme sınırına geldiğine inanan Hayat bir kez daha risk alamayacağına karar verdi ve Derya’nın bıraktığı eksik parçaları tamamlayıverdi.
Murat asla Sarsılmaz oluşuyla varolmuş bir adam değil. Ancak aileniz sizin geçmişinizdir. Hayatınız, tarihinizdir. Doğmadan önceniz, doğduktan sonra eklediğinizdir. Bir insanın ailesini bu şekilde, Murat gibi, kaybetmesi köksüz kalmasıdır. Murat kısa süreli de olsa bu gerçekle sarsıldı. Hoş Murat nelerle sarsılmadı ki. Annesinin mezarı başında yoruldum diyişi ondan bu kadar acılıydı. Tüm yalan dolandan geriye sadece Hayat’ın kalması , yaralarından öperek onu iyileştirecek kadının elini tutması belki de Murat’ın daha hızlı toparlanmasını sağlayacak şeydi. Ki Hayat ve ailesi Murat’ı köksüzlükten kurtarırken Azime Babanne’nin tavrı da onu sarıp sarmaladı. Azime’nin Murat’a olan aşırı düşkünlüğünün de nasıl bir duygudan geldiğini gördük bu hafta. Derya her konuda haksız olabilir belki ;ama bir konuda haklıymış. Azime’nin kıymetlisi Murat’mış. Kalbini tutarak ‘Murat benim torunum olmasa hissederdim’ diyişi, gidecek diye kahroluşu, Murat’a dair ortaya konanlara değil sadece kalbine inanışı ve sonunda onun doku örnekleriyle Murat’ın aslında Sarsılmaz olduğununun kanıtlanması.
Baştan beri Derya’nın histerik düşmanlığının sebebini arıyorduk. Bu bölüm anladık ki, aslında Doruk bir Sarsılmaz değilmiş. Derya’nın deli cesaretinin ve hastalıklı takıntılarının ötesinde bu bölüm ve final bölümümüz net olarak bir soruya cevap verdi, verecek. Murat’ın Sarsılmaz olmadığını öğrenmesiyle ilk yaptığı hamle Sarte’yi Doruk’a bırakmak oldu. Abisinin gölgesinde kaldığına inanan Doruk, ki ben bu argümanı destekleyecek bir portre göremedim bunca bölüm sadece Derya’nın dolduruşu diye yorumlamak istiyorum burda , Murat’ın Sarte’yi ona vermesine neredeyse güle oynaya evet dedi. Murat’ın Sarte’ye dair onca emeğine en yakından şahit olan, annesinin onca oyununa rağmen arkasında durmayı bırakmayan, hatta onun hatalarını üstlenecek kadar onu koruyan ağabeyi tek imzayla oyun dışı bırakıverdi. Tam bunun üzerine gelen Hayat gerçeği Murat’ın eline verdi ve köküne kavuşan Murat oyunun süpürgeli cadısına baktı. Şimdi benim tanıdığım Murat, Doruk’u bu gerçekle sınamayacaktır. Uğruna hayatına bu kadar kötülük sokulan şirketi Doruk’a ya da daha doğru bir ifadeyle Derya’ya bırakacaktır. Ancakkk, Doruk o güvenli gölge çekildiği an ne yapacak? Komadaki Emre uyandığında, asıl gerçekle yüzleştiğinde, karanlık tarafta kalmak onun ruhunda nasıl bir kara delik açacak? Tabiki bunları ayrıntılı göremeyeceğiz, büyük ihtimalle kısa cevaplı sorular gibi evet, hayır denilecek bize. Neyse, Doruk- Murat kardeşlik sınavında Doruk kalırken, Murat geçecek net olan bu. Ailenin kan olmadığına vurgu yapan, haftalardır bunu sınayan hikayede, annelik, babalık derken kardeşliğin de sınıfta kaldığını görerek bitiriyoruz sanıyorum.
Aşk, yüreğimin en kuytusunun ,en gizlisinin adı aşk. Haykırışını, buğulu camlarda, uçan balonlarda, parmak ucunda, bakışta saklayan aşk. Kendime söylediğim yalanlarım, kapılışlarım, hikayelerim, sessizliklerim, koşmalarım aşk. Kaçtığım, koştuğum, yandığım uğrunda kendimden geçtiğim aşk. Hani o sevgililer gününün kırmızısını taşıyan Hayat ve ona vurgun Murat’ın sahildeki anları var ya bence buydu. Daha söze gerek var mı? Bende Hayat ve Murat’ın şarkısı Redd grubunun Nefes Bile Almadan’ı. Hep öyle kalacak. Okumayana ek;
Kelebek kadar olan ömrü bilirdi Murat.  Sevmenin lazım olduğunu bilse de güvenemezdi. Kaybedecek neyi vardı ki kaybetmişti sevmeye dair olan her şeyi. Hayat’la karşılaştı. Orda anladı ki aşk için ne gerekiyorsa onda vardı. Anladığı an nefes bile almadan sevdi. Murat’ı tanıdıkça sarmaşıklar gibi sardı Hayat’ın kalbini Murat’a dair aşkı. Değiştirdi Hayat’ı bu sevda kanını değiştirdi, koydu zehrini. Düşündükçe daha çok sevdiler birbirlerini. Gitgide sarhoş oldular birbirlerine. Ruhlarını kaybetmiş gibi sadece birbirleri için yaşamaya başladılar. Nefes bile almadan birbirlerine dair oldular. Aşk birbirinin nefesi olmaktı çünkü.

ALA fandoma sondan bir önce teşekkürle...

                                                      UmayMasal

5 Şubat 2017 Pazar

Aşk Laftan Anlamaz-29.bölüm

*‘‘İhaneti sende gördüm
sende şiddeti gördüm,
aşkı gördüm.
Yanarak içinden geçtim aşkın,
Kor olmadan küle döndüm.
Dokun bana bana dokun nolur,
Hasretinden öldüm...’’
Sevgili okur bu haftaki bölüm yorumumu bu şarkı Nilüfer’in yorumuyla kulağımda yazıyorum. Zira bölümdeki olaylar ne olursa olsun nereye evrilirse evrilsin, beni bölümün içinde tutan Tutsak Aşktı. Hayat ve Murat’ın birbirine Tutsak Aşkıydı. Acıda yanyana duran, hastalıkta her şeyi unutan ;ama sorgularda, korkuda birbirini dağlayan. Acıtan, acıttıkça acıyan. Murat annesini kaybetmenin acısıyla kavrulurken bu acının büyümesinde en büyük pay sahibi kuşkusuz hayatını sarmalamış yalanlardı. Neresinden tutsa elinde kalan, güvendiği ne varsa elinden alan yalanlara isyanının son dayanma sınırını geçme sebebiydi anne kaybı. Murat artık çığlık çığlık bağırıyor Kral Çıplak diye. Ama bağırdığı kuyudan dalga dalga yayılan o sese cevap veren kimse yok. Murat yalanlarla boğuştuğu kör dövüşünden uyanmak istedikçe etrafındakiler farklı farklı sebeplerle ondan gizleniyor. Farkındalık. Ruh farkındalığa açtığında gözlerini artık susturamazsın içinden yükselen sesi. Murat da susturamıyor işte. Sorularına cevap alamadıkça da farkındalığı sivrilip etrafındakilere saplanıyor. En çok da en günahsıza, en sevene, en korumak kollamak isteyene saplanıyor. Hayat’ı yaraladıkça yaralıyor. Hayat ise, dayanıyor. Hatalarına rağmen onu bırakmayan Murat’ın ruhundaki fırtınaya rağmen dümeni kırmak yerine inatla fırtınanın içine yol alıyor. Murat’ın kalbine, ruhuna tutunuyor yelken misali. Çünkü o yelkenin yırtılıp onu yarı yolda bırakmayacağına emin. Öyle ya Murat elini ne olursa olsun bırakmam dedi. Aksini söylese bile Murat, bırakın Hayat’ı İpek’in bile inanması zor Murat’ın Hayat’ı bırakacağına. Dedik ya Tutsaklık hali bu aşk. Sadece sevdayı ve karşısında o sevdanın muhatabını barındıran bir döngü. Murat ve Hayat ne kadar çevrelerine dair sıkıntılarla sınanırlarsa sınansınlar, ayrılığın eşiğine nasıl gelirlerse gelsinler kopamıyorlar. Kopmak yaşamamak hissine dönüştüğünden bu Tutsaklık hissi. Yaşamak içgüdüseldir. Murat ve Hayat içgüdüsel olarak hayatta kalmaya çalışıyor bir bakıma. Yokluğun ölüm olduğunu bilerek, hissederek davranıyor.  Buraya dönmek üzere kısa bir ara veriyor ve Aşk Laftan Anlamaz evreninin diğer sakinlerine bizce bakalım istiyorum.
Herkesin  hayatında karmaşa tam gaz yoluna devam ediyor. Kerem’in İpek’in babasından miras borçla cebelleşirken başını belaya sokması tek yolunda ve normal seyrinde giden çiftimizin önüne taşı koydu bile. Aslı ve Doruk mevzusuna gelince, Derya’nın bu konuda hamle yapmasını bekliyorduk. Hatta tam anlamıyla izlediğimiz gibi bir hamle de bekiyorduk Derya’dan. Yani Derya bizi şaşırtmadı ;ama Doruk. İşte Doruk konusunda büyük hayalkırıklığı yaşıyorum. Aslı’nın gördüğü sahne sonrası verdiği tepkiyi mahalle ağzı şeklinde püskürtme çabası fazla snob bir tavır değil mi? Aslı’ya açıklama çabası yetersizken üzerine en ufak bir hamle yapmaması kafamda sorulara neden olmadı değil. Murat’a tepkisi, annesinin yapabildiklerine en yakından şahit olmuş kişi olarak Derya’yla ilgili körlüğü, Doruk’ta bir dönüşüm mü var acaba sorusuna neden olmuyor değil. Aslı ve Doruk arasındaki renkli ilişkinin derinleşememesinde de yine Doruk’un annesine bağımlı bir yapısının olmasının payı var kuşkusuz. Doruk ne noktada büyür, fark eder bilemiyorum ama fark ettiği an karşısına çıkacak şey tercih olacaktır. Çünkü Doruk’taki temel sorunsallardan biri şu ki, annesinin yaptıklarına katılmasa da bazen kızsa da temelde susmayı seçiyor. Bu da karakter açısından susmak işine geleni onaylamaktır, ifadesini güçlendiriyor. Baştan beri dedim kendi adıma ben Murat ve Doruk kardeşliği, bu bölüm kardeş olmadıkları netleşse de, sınansın istemedim. Doruk Murat’ın çocukluğuna dair tek güzel şey, elinden alınmamalıydı. Ancak yaşadıklarında Murat’a destek olarak Doruk’u değil Hayat’ın abisini görmeye başladığımız andan beri bekliyorum. Doruk ne tarafa evrilecek cidden bekliyorum. Biraz düşündüğümde ise, Murat’ın gelgitli ruh halinin bahanesiyle acaba meşhur motto mu devreye girecek diye sormadan edemiyorum. Rekabet mi dediniz? Kardeş ilişkilerine bakınız. Murat Sarsılmaz, muhtemelen başarılı öğrenci, sorumluluk sahibi abi, daha sonra şirketi yöneten başarılı işadamı. Doruk için şu ana kadar bunlar çok da rekabet sebebi olarak görülmedi. Ancak Thomas Hardy kitabının bir yerinde şöyle der: ‘‘Sürekli damlayan su elması bile aşındırır.’’ Derya’nın sürekli saldırı halinde oluşu, Doruk’un zihninde atmaya çalıştığı tohumların  boy vermesine mi neden oldu acaba? Kim bilir? Geçen haftadan beri zihnini anlamaya çalıştığımız bir başka karakter ise Derya’ydı. Sormuştum hatta, Derya’nın derdi ne? Yani Murat’a sen Sarsılmaz değilsin dediği an Murat çeker gider. Nedir bu Murat’ı bitirme telaşı? Burada bizi ya çok ilginç bir ters köşe bekliyor ya da Derya’nın hep istediği oğul Murat gibi biriyken Doruk’un genel yapısının onu rahatsız etmesi bu yollara sokuyor Derya’yı. Çünkü öne sürdüğü tek dayanak daima oğlu. Derya oğluna güvenmediğinden, Murat gibi güçlü olamayacağını düşündüğünden bu kadar düşman Murat’a. Daha daha ve daha sorgusunda olan ruhlar gibi Derya, nerede duracağını bilemiyoruz. Emre bile durabilmişken oysa.
Emre demişken, takıntılı karakterimiz bu hafta bizi şaşırttı. Kendi adıma evlat-anne-baba sahneleri dışında çok gözleri dolan biri değilimdir. Ancak Hayat’ın Emre’yle yüzleşmesinde gözlerimin dolduğunu itiraf etmeliyim. Aşkı sevdaya döndürmeye müsaitse hikayenizin kahramanları yol sizindir. Hele o kahramanlara can verenler bunu kanıyla canıyla yaşatabiliyorsa gök de sizindir. Hayat’ın başına dayadığı silahın boş olduğunu tabiki tahmin ettim ancak boşa düşen tetiğin öncesi ve sonrasında Hande Erçel’e bayıldım. O kadar Hayat’tı ki, korkmuşluğu, çaresizliği, aşık olduğu adamı korumak için kendinden geçmişliği ile o kadar sahiciydi ki. Onca yaşananların yükünden bıkmış, istediği tek şey Murat’ın sevgisiyken elinden o tek şeyi alma telaşındaki adama başka türlü anlatamadı Murat’sız yaşayamayacağını. Tetiği çekip ölemediği için yaşadığı hayalkırıklığı, Murat’ı görüp ona anlatma isteği ve bunlara dayanamayan bünyesi. Bana göre bölümün en güzel ve etkileyici sahnesiydi. Devamında Murat’ın tüm güvensizliklerine inat hala Hayat’ı kendine getirme telaşında Emre’yi bile unutması yine sevdaya dahildi. Emre vazgeçti yaşanması muhtemel trajedi karşısında ;ama Derya süpürgeli cadı hesabı dolaşıyor herkesin etrafında. Son sahnede Emre’nin arabasının tutmayan frenleri, o arabadaki Hayat ve Hayat’ın hayatı için kendisini hiçe sayan Murat. Bölümün ana fikri senin için gerekirse ölürüm. Ölüm Emre’den yana mı kullanacak tercihini yoksa ağır bedellerle mi çıkacağız o arabalardan haftaya?Göreceğiz.
Son demde;
-Buradan gitmek için hangi yolu seçmek gerek?
-Nereye gitmek istediğin konusuna bağlı... Nereye gitmek istiyorsun?
-Neresi olduğunun önemi yok ki! Kiminle gittiğim önemli.
-Bu durumda hangi yolu seçtiğinin de önemi yok. Kiminle gittiğin önemli.
*Tutsak- Söz: Sezen Aksu/Müzik:Onno Tunç
Not: ALA fanlarına ve senaristlerimize destekleri için teşekkür ediyoruz.
                                                                              UmayMasal