‘‘Bana bir masal anlat baba,
İçinde denizle balıklar, yağmurla kar olsun güneş ve ay,
Anlatırken tut elimi uykuya dalıp
gitsem bile bırakıp gitme sakın beni...’’
Aile olmak, aile aramak, aile oluşturmak. Sanırım bu üçgen dahilindeydi Bodrum
Masalı’nın dünyası geçtiğimiz hafta sonu izlediğimiz bölümde. Her ne kadar aşk dolu bir bölüm beklesek de
aşktan daha çok aileye ilişkin telaşlarla sınandı kahramanlarımız.
Bora’dan başlayalım irdelemeye kendimizce,Bora koskocaman bir soru
işaretiyle girdi masalın evrenine. Gözde’nin çocuğuna aile oluşturmak derdinde
gözüken Bora’nın başka bir hikayesi olduğunu hissetmiştik ki bu bölüm bir
kazadan, bir kadından ,Yıldız’a ve Faryalı’ya yapılmış bir iyilikten parça
parça bahsedildi. Bora’nın yaralı bir karakter olduğu zaten aşikardı, annesiz
büyümüş, üvey annesi tarafından sevilmemişliğine ek aşık olduğu kadını da kaybetmiş duran kendisini korumaya gücü
yetmemiş doğmamış yiğeniyle empati kurup onu korumaya çalışan Bora. Yıldız’ın
karşısında tehditvari tavrını bir anda yumuşatan, gri bir tavır çizen hangi
tarafta olduğunu pek de belli etmeyen Bora. Soruyoruz Bora kimsin sen? Daha da
iyisi Bora sen kimin hayatında hangi izdesin? Küçük bir virgül atarak buraya,
Nejat İşler ve Şevval Sam arasındaki enerjiyi ne kadar özlediğimi de vurgulamak
isterim.
Yıldız ve Faryalı’nın el ele zorluklarla savaşmaya hazır tavrı, Faryalı’nın
gitmemiş olması, gitmeyecek gibi durması, kusura bakmayın bu senaryoda insan
her şeye hazırlıklı olmalı gibi geliyor, inanılmaz keyifliydi. FarYıl için
dizideki aşklar içinde sanırım Üzüm ve Haydar dışında rakip tanımayacak çift. İnsanın
hayatı ne yöne giderse gitsin, aldatıldığını da sansa, terk edildiğine de
inansa, o kişi gelip ta en derinden en çok canını yakacak şeyi de yapsa sevmeye
devam edebilmenin gücü Yıldız ve Faryalı. Düşünün bir aşk ki, hayatınızı
yaksın, kül etsin; bir aşk ki yokluğuyla sizi mutsuzluğa hapsetsin. Yine de siz
o aşktan vazgeçmeden içinizde yüreğinizin en kuytusunda beklesin beklesin ve
ikinci bahar gibi yeniden sizi filizlendirsin. Faryalı, vazgeçmişken Yıldız’ın
gözlerinden, sözlerinden sadece bir ah demesini beklerken; sessizce kimsesizce
gönderirken dudaklarını Yıldız’dan öpmesini değil sadece almasını beklerken,
Yıldız’ın yüreğini bilmezken kendi yüreğini her fırsatta Yıldız’a anlatmasına
rağmen, yok olmayı göze almışken Faryalı
Yıldız’daki gerçeğine ayıldı bu bölüm. Küçük adımlarla, belki korka
korka gitse de aşklarının birlikteliğe yolculuğu ve Bora o yolculukta rol kapma
telaşında olsa da FarYıl pupa yelken ilerlemek için esen meltemin fırtınaya ya
da boraya dönmesini bekliyor.
Kelebek, canım Kelebek adın Hüsnü mü senin? Peki neden Kelebek? Renk renk
iyilğinin mi sana getirdiği bir isim bu, hızla yardıma yetişmenin mi yoksa bir
güne bir ömür sığdırabilmende mi? Sevgililer gününde romantizmin çıtasını en yukarı
çakabilen tayflı ruhundan mı? Bilmiyorum söylemediler ki...
Kelebek’in Su ile aşkı son hız giderken daha geçen bölüm bu aşkı bildiğini
öğrendiğimiz Ateş’in ikiliyi yakalaması ve devamında gelecek tepki sanırım
SuKel açısından değil de Kelebek açısından sıkıntılı bir hal alacak. Ateş’in
üzerine binen yüklerde en çok dertleştiği, sevdasını ilk itiraf ettiği Kelebek’in
Ateş’e hissettiklerini söylememesi Ateş’i üzecek anlaşıldı. Ateş’in kırgınlığı
da Kelebek’i üzecek. Su ve Ateş, et ve tırnak. Kırılsalar da , kızsalar da, bir
yerinden kaldıkları yerden devam edeceklerdir. Ama kendini her fırsatta Kelebek’e
emanet eden Ateş’in kırılması bu noktada sanırım normal. Tek takıldığım bildiği
halde bilmezden geldiği ilişkiye sert tavır koyması, bu kırgınlık çizgisini
geçerse ne kadar doğal olur? Göreceğiz.
Aslı... Yakaladığı ipucu elinde kalmışken yeni yolları Aslı’ya açan Uzay. Aslı’nın
acılarına ortak olmaya çabalayan ama bir şekilde dışlanan Ateş. Aslı’nın aile
arayış çemberinde o çemberin merkezine her şekilde düşmeyi başaran Uzay ve
çemberin dışında bırakılan Ateş. Bu durumun sonuna kadar farkında olan ;ama
müdahale edemeyen Ateş. Uzay’ın Aslı’ya dahil oluşunu iliklerine kadar
hissederken, o soğuk onu üşütmeye başlamışken ses edemeyen, sevdiği kek
boğazına dizilen Ateş. Bu bir taraf... Ruhu çekilen, yenilmiş hisseden,
geçmişini bir bilekliğe bağlamış Aslı. Ateş’i kendinden sayan ;ama onu kendi
acılarından bile korumaya çalışan Aslı. Uzay’a gel demiyen ;ama gelmesine de
engel olma gücü olmayan Aslı. Ne fena şey konuşamamak, ne fena şey için düğüm
düğümken yaralarını en sevdiğine açamamak, ne fena hücrelerinin daha önce
geçtiği yoldan yine sınanmak. AsAt bir sevdanın en keskin sınavında şimdi. Güven
sınavı. Uzay amacı ister empatik takıntı, ister aşka giden bir yol açmak olsun
Aslı’nın hayatında yer kaplamaya başlamışken, Bora’nın isteğiyle Ateş’e amacı
belirsiz yürüyüşteki Lal AsAt’ı acıtacak gibi. Aslı Faryalı’ya doğru akıyor. Acısında
onun kollarına sığınıyor. Sorularına onun yanında cevap arıyor. En büyük cevap
Faryalı’da mı? Göreceğiz.
Burada küçük bir sitem; ben Ateş’in Aslı’ya ilk ‘Seni Seviyorum’ diyişini
bir mesaj olarak beklemiyordum. Olmamalıydı. Ateş Aslı’ya elini sımsıkı tutup
gözlerine bakarak söylemeliydi bu sözü. Kelebek’in Su’ya aşkı gibi beklenmedik
olan itirafına benzer Ateş’in aşk
itirafı da kendi rengini taşımalıydı. Ateş’in sevgisini söyleyişi portakal
kokmalıydı. Yazık oldu. Sahnedeki tüm Ateş Kelebek sevimliliğine rağmen,
ikilinin arasındaki o müthiş komedi enerjisine rağmen o sözcükler öyle
söylenmemeliydi Aslı’ya.
Son demde; kokumu tanırsın sevgilim, kokum annem ve babamdan miras bana. Sandıklar
dolusu renkle beraber. Aynı değil renklerimiz biliyorum. Ama biliyorum biz
seninle gökkuşağı gibiyiz. Ayrı ayrı olan renklerimiz gibi seslerimiz de bir
senfoni berarber. Biz birbirimizden ,asırlar geçse de aramızdan, vazgeçemeyiz.
UmayMasal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder